SANKO Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Merkezi’nde tedavi gören meme kanseri hastaları, 1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında düzenlenen programda umut dolu hikayelerini paylaştı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Merkezi’nde tedavi gören meme kanseri hastaları, 1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında düzenlenen programda umut dolu hikayelerini paylaştı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, “Meme Kanseri Farkındalık Ayı” etkinliğinde yaptığı konuşmada, süreçte görev alan hekimler ve hastaların başladıkları noktadan bugün gelinen noktaya kadar elbirliği ile katedilen yolu değerlendirmek amacıyla bir araya geldiklerini söyledi.
Meme kanserinde 10 yıllık sürenin çok önemli olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Maralcan, “Tanı, tedavi ve takibi açısından 10 yıldan sonra hastalığın tekrarlama riski çok düşük. Meme kanserinde üç çeşit tedavi var. Bunlar cerrahi, kemoterapi ve radyoterapidir” dedi.
Prof. Dr. Maralcan, “Her hasta üç tedaviyi bir arada alacak demek değil ama genelde üç tedavi uygulanıyor. Ancak, tedavideki en önemli nokta bu üç tedavi uygulanacaksa mutlaka uygulanmalıdır. Tedavi hastalara göre değişir. Hastalarımız ihtiyaç duydukları her zaman bize başvurabilir” ifadelerini kullandı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım ise meme kanserinin tanısından, cerrahisine ve tedavisine kadar uzun yolculuğuna dikkat çekti.
Prof. Dr. Yıldırım, “Hastalarımızla bir araya gelme amacımız bir farkındalık oluşturup bu sayede hem hastalığın erken tanısını sağlamaya hem de tedaviyle ilgili kaygıları azaltmaya çalışıyoruz. Tedavi bir süreçtir ve yaşam boyu devam eder. Bu bilinçle hastalarımızda bir farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz” diye konuştu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Merkezi Sorumlu Hemşiresi İbrahim Kelleci’nin yönetiminde düzenlenen toplantıda hastalar öykülerini paylaştı.
Özel sektörde yönetici olarak görev yapan R. H. (46) çok kısa bir sürede hızlı bir şekilde hastalığı teşhis edildiği için kendini şanslı hissettiğini belirtti.
Tesadüfen eline gelen kitle nedeniyle ertesi gün doktora giden R. H., tetkikler sonucu kanser tanısı konulduktan sonra yaşadıklarını şöyle dile getirdi:
“Patoloji sonucunda kitlenin kötü huylu olduğunu öğrenince bir an duruyorsunuz, tam bir şok yaşıyorsunuz, hiç beklemiyorsunuz, konduramıyorsunuz. Çocuklarım, eşim ne olacak diye düşündüm. İlk şoku atlattıktan sonra eşimle en iyi tedavi sürecini nasıl yürütebileceğimizi değerlendirmeye başladık. Çevremden Prof. Dr. Göktürk Maralcan Hocamızın ismini çok duydum.
Hocamla tanışınca farkını hissediyorsunuz. Doktorun verdiği güven ve bıraktığı etki çok önemli. Bütün süreçleri bize o kadar güzel anlattık ki, aklımızda hiçbir şüpheye yer kalmadı. Ameliyat ve sonrasında radyoterapi süreçleriyle bugüne geldik şimdi çok şükür iyiyim. İnşallah bir daha karşılaşmam, hastalığı yendim diyorum. Hocama tekrar teşekkür ediyorum.”
Yaklaşık bir yıl önce meme kanseri tanısı konulan SANKO Üniversitesi Hastanesi servis sorumlu hemşirelerinden S. K. (37), tanıdan bir süre önce kitleyi fark ettiğini ancak konduramadığını ifade etti.
“Sağlıkçı da olsak doktora gitmeyi sevmiyoruz. Fark etmeme rağmen birkaç gün geçti. Kitlenin büyüdüğünü hissettiğimde bir arkadaşımla paylaştım. Hastanemizde ilgili birime başvurdum. Ultrason çekimi sonrasında Prof. Dr. Göktürk Maralcan hocamla süreci başlattık. Biyopsi sonucum kötü geldi, üçüncü evreydi. Kanser olduğunu duyunca insan çok kötü hissediyor. ‘Buraya kadarmış herhalde ben öleceğim’ diye düşündüm ancak ‘iki çocuğum var, benim ayakta durmam gerek’ dedim.
Bu süreçleri aile, yakınlar ve dostlarla birlikte atlatmak lazım. Ardından kemoterapi süreçlerim başladı, saçlarım döküldü, mide bulantıları, yemek yiyememe bir sürü yan etki yaşadım. Dört kür kemoterapi aldıktan sonra ameliyat süreçlerine geçtik. Sonrasında ışın tedavimi aldım ve dört aydır çalışıyorum. Şu anda çok iyiyim. Herhangi bir sıkıntım yok, kontrollerimi yaptırıyorum. Bir yıl akıllı ilaç tedavim devam edecek. Hocalarım Prof. Dr. Mustafa Yıldırım ve Prof. Dr. Göktürk Maralcan’a çok teşekkür ediyorum.”
SANKO Üniversitesi Sosyal Kurumsal Hizmetler Müdürü B. T. (38) ise kendine meme muayenesi sonucu kitleyi tespit ettiğini ve hemen SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne başvurduğunu anlattı.
Tetkikler sonucu hızlı ilerleyen kötü huylu bir meme kanseri teşhisi konulduğunu kaydeden B. T. “Uzman hekimlerimiz ile teşhis ve tedavi üniteleri sayesinde süreci çok rahat yönetebildik. Bu konuda çok şanslı hissediyorum” diyerek mutluluğunu aktardı.
Kemoterapi, ameliyat ve radyoterapi tedavileri sonrası, düzenli kontroller ve akıllı ilaçla tedavinin devam ettiğini, teşhisten bu yana üç buçuk yılı geride bıraktığına işaret eden B. T., sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir çocuğum var ne olacak diye çok üzülmüştüm. Saçlarım döküldü. Pandemi gibi zorlu bir süreç yaşadık. Babamı kaybettim. Çok zor dönemler yaşadım. Ancak dönüp baktığınızda her şey yerli yerini buluyor. Hayat bir şekilde kaldığı yerden devam ediyor. Sadece farkındalıklarınız ve öncelikleriniz değişiyor. Kendime biraz daha önem vermeye ve zaman ayırmaya başladım.
Ameliyat süreçleri hepimizin yaşadığı benzer şeyler yani herkese uygulanan tedavi protokolleri. Bana danışan kişilere rehberlik etmeye çalışıyorum. İşim gereği sosyal faaliyetler yaptığımdan ‘erken teşhis hayat kurtarır, meme muayenesine önem verin’ gibi etkinlikler düzenliyoruz. O an fark etmiyoruz bunların ne kadar önemli olduğunu ama yaşadığım süreç bunların önemini gösterdi. Bu süreçte yanımda olan herkese, Prof. Dr. Göktürk Maralcan Hocam ve ekibine, onkoloji merkezi ekibine çok teşekkür ediyorum.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı / Onkoloji Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. Levent Elbeyli’nin de katıldığı program kapsamında kurulan stantta meme kanserine yönelik bilgilendirme yapılarak, farkındalık oluşturmak amacıyla ziyaretçilere pembe kurdele takıldı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, meme kanserinde erken tanının tedavideki başarı şansını artırdığını söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, meme kanserinde erken tanının tedavideki başarı şansını artırdığını söyledi.
Prof. Dr. Göktürk Maralcan, 1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı nedeniyle açıklama yaptı.
Meme kanserinde tanı, tedavi ve tedavi sonrası takiplerin önemine dikkat çeken Prof. Dr. Maralcan, “Başarı için bu aşamaların hepsi ayrı ayrı önemlidir. Süreçleri doğru yönetmek gerekir” dedi.
Meme kanseri ameliyatlarının çok çeşitli olduğunu anımsatan Prof. Dr. Maralcan, meme kanseri ameliyatlarıyla ilgili şu bilgileri verdi:
“Cerrahi tedavi meme kanseri için başlıca tedavi yöntemidir. Meme cerrahı, hastayı her yönü ile değerlendirip kararını verir. Her hastada hastalık farklı seyrettiğinden uygulanan cerrahi tedavi de farklı olur. Memeye ve koltuk altı lenf bezlerine işlem yapılır. Kanserin başlangıç yerini ortadan kaldırır. Hastalığının durumuna göre her hastada ameliyatın genişliği de değişir. Nadir de olsa ameliyatın riskleri olabilir ancak deneyimli ve başarılı bir ekiple bu riskler en aza indirilir.
Meme kanseri cerrahi tedavisinde; meme koruyucu ameliyatlar, memenin çıkarılıp meme derisinin korunduğu aynı seansta meme oluşturulduğu ameliyatlar, memeyle birlikte koltuk altı lenf bezlerinin de çıkartıldığı ameliyat gibi çeşitli ameliyatlar mevcuttur.”
Başarılı sonucun deneyimli ve başarılı bir ekibin bir araya geldiği merkezle mümkün olduğunu söyleyen Prof. Dr. Maralcan, şöyle devam etti:
“Deneyimli merkezin özünde; meme cerrahı, medikal onkolog, radyolog, patolog, nükleer tıp uzmanı, fizyoterapist, psikolog, diyetisyen ile daha birçok unsur bulunmaktadır. Böyle bir merkezde “meme konseyi” denilen bir oluşum da mevcuttur.
Bu konseyde haftanın bir günü tüm meme kanseri hastaları değerlendirilir, hastalarının tedavi şekilleri, ameliyatları, ışın tedavileri, takipleri yani tüm ayrıntılar konuşulur, tartışılır ve karara bağlanır. Hastaların tedavi planları yapılır. Böylece hastalar güncel bilgiler ışığında deneyimli multidisipliner bir ekip tarafından tedavi ve takip şansına sahip olurlar.
Meme kanseri farkındalık ayında biz de farkındalığı yüksek bir merkez olarak meme kanserine dikkat çekiyor ve hastalarımızın mücadelesinde yanlarında olmaya devam ediyoruz. Kanserle mücadelenizde ekip olarak yanınızdayız.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Emre Kurtgil, düşük kemik kütlesi ve kemik yapısının bozulmasıyla karakterize olan osteoporozun, kemik gücünün bozulmasına ve kırık riski artışına yol açtığını söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Emre Kurtgil, düşük kemik kütlesi ve kemik yapısının bozulmasıyla karakterize olan osteoporozun, kemik gücünün bozulmasına ve kırık riski artışına yol açtığını söyledi.
20 Ekim Dünya Osteoporoz Günü nedeniyle bir açıklama yapan Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, osteoporoz ve osteoporozla ilişkili kırıkların yaşlı yetişkinlerde yaygın sakatlık ve yaşam kaybı nedenlerinden olduğunu belirtti.
Osteoporozun dünya genelinde yıllık 8,9 milyonun üzerinde kırığa neden olduğunu ve her 3 saniyede bir osteoporoza bağlı kırık meydana geldiğini anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, “Dünya genelinde 200 milyon kadını etkilediği öngörülen osteoporozdan 60 yaşındaki kadınların yaklaşık onda biri, 70 yaşındaki kadınların beşte biri, 80 yaşındaki kadınların beşte ikisi, 90 yaşındaki kadınların ise üçte ikisi etkilenmektedir” dedi.
Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, 50 yaş üzeri her 3 kadından biri, 50 yaşın üzerindeki her 5 erkekten birinin osteoporotik kırıklar yaşayacağına dikkat çekti.
“Osteoporoz ya kemik yapımında azalma ya da kemik yıkımında artmaya bağlı veya her iki durum birlikte görüldüğünde ortaya çıkmaktadır” diyen Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, yaşlı hastalarda daha çok kemik yapımında azalmaya bağlı osteoporoz görülürken; menopoz sonrası kadınlarda kemik yıkımında artmaya bağlı osteoporoz görüldüğünü bildirdi.
Osteoporoz riskini artıran durumlar hakkında bilgi veren Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, şunları kaydetti:
“Kadın cinsiyet, ileri yaş, menopoz, ailede osteoporoz varlığı, boya oranla kilonun çok düşük olması, düşük kalsiyum ve D vitamini içeren beslenme, başta kortizon olmak üzere bazı ilaçların uzun süreli kullanımı, hareketsiz bir yaşam tarzı veya uzun süreli yatak istirahati, alkol-sigara kullanımı, kronik hastalıklar, romatizmal hastalıklar ve kanser hastalığı osteoporoz riskini artıran durumlardır.”
İlk kırık meydana gelene kadar genellikle hiçbir belirti vermediği için osteoporozun sessiz hastalık kabul edildiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, şöyle devam etti:
“Kırıklar kronik ağrıya, sakatlığa, depresyona, yaşam kalitesinin düşmesine ve yaşam kayıplarının görülme sıklığının artmasına neden olabilir. Sırt ve bel ağrısı, boyda kısalma, kemiklerin kolay kırılması, kamburluk başta olmak üzere omurganın şekil bozuklukları osteoporoz belirtileridir.
Osteoporoza bağlı kırıklar en sık omurgada, ikinci sırada kalçada ve üçüncü sırada el bileğinde olmak üzere çeşitli bölgelerde görülmektedir. Omurga kırıkları gelecekteki kırık riskinin habercisidir. Kalça kırıkları ise genellikle düşme sonrasında meydana gelir.
Sırt bölgesindeki omurga kırıkları, restriktif akciğer hastalığına ve önceden akciğer hastalığı olanlarda akciğer fonksiyonunun kötüleşmesine neden olabilir. Bel bölgesindeki omurga kırıkları erken doyma, iştah azalması, karın ağrısı, kabızlık ve şişkinlik gibi gastrointestinal semptomlara neden olabilir.”
Dünya Sağlık Örgütü’nün osteoporozu, kemik mineral yoğunluğu ve T skorunu kullanarak tanımladığını vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, şöyle konuştu:
“Kemik mineral yoğunluğu ölçümü kalça ve omurgada çift enerjili x-ışını absorpsiyometri (DXA) kullanılarak yapılmaktadır. Kemik mineral yoğunluğu ölçümü menopoza giren tüm kadınlara ve 65 yaş üzeri tüm kadınlara önerilmektedir.
Osteoporoz açısından risk faktörü olan tüm gençlerde ve erkeklerde de kemik mineral yoğunluğu ölçümü tavsiye edilmektedir. Kemik mineral yoğunluğu ölçümü düşük çıkanlarda ve tedavi görenlerde yılda bir kez, risk faktörü yok ve kemik mineral yoğunluğu normal ise 2-3 yılda bir kez ölçüm yapılması önerilir.”
Osteoporozun tedavi edilebilir ve önlenmesi mümkün hastalık olduğunu anlatan Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, “Tedavide amacımız kemik kalitesini artırarak ve kemiği güçlendirerek kırık oluşumunu önlemektir. Osteoporozda beslenme, egzersiz, risklerin azaltılması ve ilaç tedavileri kullanılmaktadır” ifadelerini kullandı.
Sağlıklı yetişkinlere osteoporozu önlemek için danışmanlık yapılması gerektiğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, önleme stratejilerinin ise beslenme, egzersiz ve yaşam tarzı faktörlerini içerdiğini ifade etti.
Beslenmede yeteri kadar kalsiyum ve D vitamini alımının gerekli olduğunu dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, şu bilgileri paylaştı:
“Süt ve süt ürünleri olan yoğurt ve peynir tüketimi gibi kalsiyum içeriği zengin beslenme önemlidir. Sardalya, somon balığı, mercimek, fasulye, badem, fındık, fıstık, yeşil yapraklı sebzeler, susam, kurutulmuş meyveler de yüksek kalsiyum içeren besinler arasındadır. Menopoz sonrası kadınlar ve 70 yaşın üzerindeki erkekler için önerilen kalsiyum alımı 1200 mg/gündür.
D vitamini için en önemli kaynak güneştir. 11.00 -15.00 saatleri arasında 15 dakika güneşlenmek gereklidir. Fakat güneşten yeterince yararlanılamıyorsa D vitamini takviyesi almak gerekebilir. Önerilen D vitamini alımı günlük 600 ila 800 IU'dur. Pek çok yaşlı yetişkin, özellikle de diyetle alımı düşük olanlar veya D vitamini eksikliği riski taşıyanlar (Örneğin evden dışarı çıkmayan hastalar) takviyeden faydalanır” açıklamasında bulundu.
Özellikle yer çekimine karşı yapılan ve yük bindiren egzersizler yapılması gerektiğine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Kurtgil, “Haftada en az 3 gün 30 dakika düz zeminde yürüyüş osteoporoz açısından ideal egzersizlerden biridir. Ayrıca sırt ve bel için kas güçlendirici egzersizler, denge egzersizleri egzersiz programına eklenebilir” diye konuştu.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı’nda görev yapan Opr. Dr. Necip Deniz, menopozun vücudun bütününü etkileyen hormonal bir durum olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı’nda görev yapan Opr. Dr. Necip Deniz, menopozun vücudun bütününü etkileyen hormonal bir durum olduğunu söyledi.
18 Ekim Dünya Menopoz Günü nedeniyle bir açıklama yapan Opr. Dr. Deniz, “Menopoz kelimesi Eski Yunanca men (ay) ve pausis (durmak) kelimelerinin birleşmesi sonucu oluşan ve adet kanamasının durmasını anlatan bir sözcüktür” dedi.
Menopozun aslında klinik bir tanı olup kadının bir yıl aralıksız olarak adet görememesi olarak tanımlandığını kaydeden Opr. Dr. Deniz, şu bilgileri verdi:
“Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin verilerine göre dünyada ortalama menopoz yaşı 51 yaş olarak bildirilmekle birlikte kadınların yüzde 95’i, 45-55 yaş arasında menopoza girmektedir. Kadınların yüzde 5’i, 55 yaşından sonra (Geç), yüzde 5’i, 40-45 yaş arasında, yüzde 1’i de 40 yaşından önce (Erken) menopoza girmektedir. Ülkemizde ise menopoz yaşının ortalama 46-48 yaş aralığında olduğu bildirilmektedir.”
Opr. Dr. Deniz, menopoz türlerini şöyle sıraladı: “Yaş ile birlikte tükenen hormonlar neticesi kadının adetten kesilmesi ‘beklenen menopoz’ süreci iken; gereklilik halinde yapılan ameliyatlarla rahim ve yumurtalıkların alınması ‘cerrahi menopoz’ olarak adlandırılmakta, gereklilik halinde yapılan kemoterapi ve radyoterapi işlemleri nedeniyle yumurtalıkların etkilenip işlevlerini yitirmesi neticesi gelişen menopoz türüne de ’medikal menopoz’ denilmektedir.”
Menopoz öncesi en sık bulgunun adette yaşanan düzensizlikler olduğunu ifade eden Opr. Dr. Deniz, menopozun diğer belirtileriyle ilgili şunları söyledi:
“Bununla beraber ateş basmaları, cinsel istekte azalma, psikolojik değişiklikler, depresif durum, uykusuzluk, idrar kaçırma ciltte yaşlanma belirtileri menopoza giriş döneminde en sık görülen olumsuzluklardır. Menopoz sonrası ise kalp hastalıkları, inme riski, demans/Alzheimer, kemik erimesi gibi sağlığı tehdit eden ciddi hastalıkların görülme ihtimalleri artmaktadır.”
Menopoz başlamadan yıllar önce yumurta kalitesinin düşmesine bağlı salgılanamayan progesteron hormonu ve yıllar içinde tükenen östrojen hormonu neticesi tüm vücudun etkilendiğini belirten Opr. Dr. Deniz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kalp, beyin, kemik sağlığı öncelikle etkilenen sistemlerdir. Ateş basmalarının çok yoğun olması kemik yıkımının daha hızlı olacağının göstergesi olarak kabul edilmektedir. Vajinal kuruluk, cinsel isteksizlik gibi problemler aile içi sorunlara yol açmaktadır. Beraberinde yaşanan idrar kaçırma gibi durumlar sosyal problemler oluşturmaktadır.”
Opr. Dr. Deniz, “Menopoza giriş döneminde tam jinekolojik muayene, mamografi gerekirse meme USG, smear testi gibi kanser tarama tetkikleri, kemik ölçümü ayrıca kan yağları, kan şekeri, tansiyon ölçümleri ile kalp hastalıkları açısından değerlendirilme yapılmalıdır” diye konuştu.
Menopozun hormonların tükendiği bir hastalık olduğu için hormonların yerine konulması şeklinde tıbben Hormon Replasman Tedavisi denilen protokollerle uygulandığını anlatan Opr. Dr. Deniz sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yıllardır süren tartışmalar yapılan bazı çalışmalar hormon tedavilerinin bazı kanser türlerini arttırdığını bildirmekle birlikte ancak konuyla ilgili bir kesinlik bulunmamakta; çalışmalar şüpheden öteye gidememektedir.
Konuyla ilgili kesinlik bulunmadığı için hastanın sorunları detaylıca değerlendirilmeli riskler anlatılmalı hekim ve hasta ortak bir karar verip gerekli önlemler alındıktan sonra Hormon Replasman Tedavisi başlamalıdır. Özellikle meme ve serviks taraması yapılmalı sonrasında tedavi konuşulmalıdır.
Menopoz tedavisi tek başına ilaç tedavisinden ibaret olmamalıdır. Öncelikle hastanın kilo kontrolü çok önemlidir. Haftada 3-4 gün 20 dakikalık tempolu yürüyüşler mutlaka yapılmalıdır. D vitamini, Magnezyum, Omega 3, Resveratrol, Chia ve keten tohumu mutlaka beslenmeye eklenmelidir. Sigara mutlaka bırakılmalı, alkol kullanımı mümkün olan en az düzeye indirilmelidir.
Kişi asla kabız kalmamalı, günde en az 1 kez büyük abdest yapmalıdır. Dirençli kabızlıklarda probiyotik ve prebiyotik destekleri mutlaka kullanılmalıdır. Düşük karbonhidrat tüketimi, proteinden zengin lifli bol sebzeli beslenme, sağlıklı yağların kullanımı başta zeytinyağı tüketimi ile kan şekeri kontrolü sağlanmalıdır.”
Klasik ilaç kullanımının riskleri ile ilgili tartışmaların, tedavi yönetiminde daha az hormon metaboliti oluşturarak daha az yan etki gösteren uygulamaların ön plana çıkmasını sağladığını kaydeden Opr. Dr. Deniz, sözlerini şöyle tamamladı:
“Hastanemizde Amerika ve Avrupa’da popülaritesi hızla artmakta olan “Biyoeşdeğer Hormon” uygulamalarını kullanmaktayız. Biyoeşdeğer hormon vücutta salgılanan hormonlara birebir eşdeğer preparatların kullanmasıyla olmaktadır. Yan etkileri en aza indirerek daha güvenli bir hormon terapisi yapmaktayız. Yakın hormon takibi ile en uygun dozları sağlamakta bu süreçte kadınlara hem beden hem de ruh sağlığı açısından konforlu bir hayat sunmaktayız.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, meme kanserinin kadınlarda daha yaygın olmakla birlikte, erkeklerde de görülebileceğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, meme kanserinin kadınlarda daha yaygın olmakla birlikte, erkeklerde de görülebileceğini söyledi.
Prof. Dr. Yıldırım, 1-31 Ekim Meme Kanseri Farkındalık Ayı nedeniyle yaptığı açıklamada “Çoğu durumda, meme ile ilgili sorunlar meme kanserinden kaynaklanmaz. Ancak yaşanabilecek herhangi bir sorunda da mutlaka bir doktorla görüşmek gerekir” dedi.
Prof. Dr. Yıldırım, yaygın meme sorunlarından bazılarını şöyle sıraladı:
“Memelerde yumru oluşumu, tek meme kitlesi, memede ağrı, meme hassasiyeti, meme ucu akıntısı (Meme uçlarından gelen berrak, beyaz, sarı, yeşil veya kırmızı renkteki sıvı), meme ucunun içe doğru dönmesi (Meme uçlarının dışarıya doğru değil içeriye doğru bakması), meme derisinde kızarıklık veya buruşma gibi değişiklikler.”
Bu sorunların her yaşta ortaya çıkabileceğini belirten Prof. Dr. Yıldırım, “Bu sorunlardan herhangi birini fark ederseniz, doktorunuza görünün. Meme sorunları genellikle acil bir durum değildir, ancak mümkün olan en kısa sürede kontrole gitmelisiniz. Ciddi bir şey varsa, bunu hemen öğrenmek önemlidir. Doktorunuz sadece bir muayene yaparak ne olduğunu söyleyebilir. Aksi takdirde, bazı testler isteyebilir veya sizi bir uzmana yönlendirebilirler” şeklinde konuştu.
Meme kanserinin, memedeki normal hücreler değiştiğinde ve kontrolden çıktığında meydana geldiğini ifade eden Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:
“İnsanlar bazen meme kanseri olduklarını, memelerinde bir kitle buldukları için keşfederler. Diğer zamanlarda, kanser, kitle hissedilmeden önce rutin bir tarama testi sırasında bulunur. Memenizde bir yumru hissederseniz, hemen doktorunuza veya hemşirenize görünün. Göğüs yumruları kanser olmayan rahatsızlıklardan kaynaklanabilir. Ancak tüm yumruları kontrol ettirmelisiniz.”
“Doktorunuz, bireysel durumunuza göre hangi testlere ihtiyacınız olduğuna karar verecektir” diyen Prof. Dr. Yıldırım, meme sorunlarını değerlendirmek için kullanılan yaygın testleri ise şu şekilde belirtti:
● Meme ultrasonu: Bu, göğsünüzün iç kısmının resimlerini oluşturmak için ses dalgalarını kullanan bir görüntüleme testidir. Diğer şeylerin yanı sıra, bir yumrunun katı mı yoksa sıvıyla dolu mu olduğunu gösterebilir.
● Meme biyopsisi: Biyopsi sırasında, doktor bir iğne kullanarak şüpheli meme dokusundan bir veya daha fazla küçük örnek alır. Örnekler daha sonra kontrol edilmek üzere laboratuvara gönderilir.
● Μamogram: Mamogramlar, memenin özel röntgenleridir.
Prof. Dr. Yıldırım, meme kanseri teşhisi konulan kişilere genellikle uygulanan tedavileri şöyle sıraladı:
- Ameliyat: Meme kanseri genellikle kanseri çıkarmak için ameliyatla tedavi edilir. Meme kanseri olan birçok kişi iki tip ameliyat arasında seçim yapabilir:
a) Mastektomi, tüm memenin çıkarıldığı bir ameliyattır (Bu seçenekte memenin yeniden yapılandırması için ameliyat olup olunmayacağı ve zamanına karar vermek gerekebilir).
b) Meme koruyucu cerrahi, kanseri ve etrafındaki sağlıklı doku bölümünü çıkarmak için yapılan bir cerrahidir. Bu seçenekte meme korunur. Ancak genellikle ameliyattan sonra radyasyon tedavisi gerekir.
- Radyasyon tedavisi: Radyasyon kanser hücrelerini öldürür.
- Kemoterapi: Kemoterapi, kanser hücrelerini öldüren veya büyümelerini durduran ilaçlar için kullanılan tıbbi terimdir. Bazı insanlar kanseri küçültmek ve çıkarılmasını kolaylaştırmak için ameliyattan önce bu ilaçları alırlar. Bazıları ise kanserin büyümesini, yayılmasını veya geri gelmesini önlemek için ameliyattan sonra bu ilaçları alırlar.
- Endokrin tedavisi: Bazı meme kanseri türleri östrojen hormonuna yanıt olarak büyür. "Endokrin tedavisi", östrojeni bloke eden veya vücudunuzun östrojen üretmesini engelleyen tedaviler anlamına gelir.
- Hedefli tedavi: Bazı ilaçlar yalnızca belirli özelliklere sahip kanserlerde işe yarar. Doktor tarafından hastanın bu tedaviye yanıt verecek bir kanser türü olup olmadığını görmek için test yapılabilir.
- İmmünoterapi: Bu, kanser büyümesini durdurmak için vücudun enfeksiyonla savaşma sistemiyle birlikte çalışan ilaçlar anlamına gelir. İmmünoterapi, belirli tipteki ileri meme kanserlerini tedavi etmek için kemoterapiyle birlikte kullanılabilir. Meme kanseri tedavisi görmek birçok seçim yapmayı gerektirir. Hastanın hangi ameliyatı olacağına karar vermesinin yanı sıra, hangi ilaçları ne zaman alacağını da seçmesi gerekebilir.”
Kanser haberi almanın stresli ve üzücü olabileceğini ancak meme kanseri olan birçok kişinin tedaviden sonra çok iyi durumda olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yıldırım, sonraki süreçte yapılması gerekenlerle ilgili şu önerilerde bulundu:
“İlaçlarınızın hepsini talimatlara uygun şekilde alın. Doktorunuzun ziyaretler ve testler konusunda verdiği tüm talimatlara uyun. Tedavi sırasında herhangi bir yan etki veya sorun yaşarsanız doktorunuzla görüşün.
Duygusal sağlığınıza da dikkat etmeniz önemlidir. Bazı insanlar destek gruplarına katılmayı veya benzer bir deneyim yaşayan diğer insanlarla konuşmayı faydalı bulur.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Tuncay Özdemir, orta kulak iltihabının yenidoğan döneminden başlayarak hayatın her döneminde oldukça sık karşılaşılan bir sağlık problemi olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Tuncay Özdemir, orta kulak iltihabının yenidoğan döneminden başlayarak hayatın her döneminde oldukça sık karşılaşılan bir sağlık problemi olduğunu söyledi.
Orta kulak iltihabını, onu içinde barındıran gözenekli kemik ve östaki borusunu döşeyen mukozanın (Doku örtüsü) enfekte olması şeklinde tanımlayan Opr. Dr. Özdemir, “Orta kulak iltihabı, özellikle çocuk yaşlarda işitme kaybına neden olması, eğitim çağında zihinsel gelişimi bile etkilemesi, kronikleştiğinde ise kişinin tüm hayatı boyunca genel sağlığını ve iş verimini olumsuz etkilemesi nedeniyle önemli bir halk sağlığı problemidir” dedi.
Orta kulak iltihabının, çocukluk çağında en sık görülen hastalıklardan biri olduğunu anımsatan Opr. Dr. Özdemir, “Çocuğun iştahını ve gelişmesini olumsuz yönde etkiler. Kalıcı işitme bozuklukları zihinsel gelişimi ve eğitimini engeller” ifadelerini kullandı.
Orta kulak enfeksiyonlarında akut ve kronik olmak üzere iki genel sınıflama yapılabildiğini söyleyen Opr. Dr. Özdemir, şöyle devam etti:
“Akut enfeksiyonlarda; ateş, ağrı, kulakta dolgunluk ve işitme kaybı olur. İltihabın etkisi ile zar delinirse kanlı- iltihaplı akıntı gelebilir. Kronik enfeksiyonlarda ise; genellikle akıntı olur, kulak zarı deliktir ve işitme azlığı vardır. Bazen tedavi ile bazen de kendiliğinden akıntı kesilebilir.
Çocuklukta görülen, ağrı, ateş yapmadığı için sıkça gözden kaçan bir özel durum da seröz otit dediğimiz tablodur. Orta kulakta koyu, yapışkan, içinde bakteri veya virüs bulunmayan bir sıvı birikir. İşitme değişik derecelerde azalmıştır. Öğrenmeyi olumsuz etkiler, özellikle okul çocuklarında önemlidir.”
Orta kulak enfeksiyonlarında tedavinin mümkün olduğunu belirten Opr. Dr. Özdemir, şu bilgileri paylaştı:
"Tedaviden de önce, kulak hastalığına zemin hazırlayan faktörler giderilmelidir. Çocuklarda sık hastalanan bademcikler, büyük geniz etleri, sinüzitler, yarık damaklar erken tanınırsa tedavi daha başarılı, maliyeti de daha düşük olur.
Seröz otitler de ise sıvı ameliyat mikroskobu altında boşaltıldıktan sonra tüp dediğimiz bir alet yerleştirilmesi gerekebilir. Bunlar kulağın tam iyileşmesine yardımcı olacak kurtarıcı girişimlerdir ve ilerde daha büyük operasyonlara gidilmesine engel olur. Her şeye rağmen kronikleşmiş, zarın delinmesi ile sonuçlanmış kişilerde ise yine mikro cerrahi yöntemleriyle iltihabın kurutulması, zarın onarılması mümkündür."
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, On – Target Master Onkoloji Toplantısı’nda “Raman ve FT-IR Spektroskopisi ile Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Non – İnvaziv Tanı: Yenilikçi Bir Moleküler Yaklaşım” konusunda yaptığı sunumla “Sözel Bildiri İkincilik” ödülü aldı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, On – Target Master Onkoloji Toplantısı’nda “Raman ve FT-IR Spektroskopisi ile Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde Non – İnvaziv Tanı: Yenilikçi Bir Moleküler Yaklaşım” konusunda yaptığı sunumla “Sözel Bildiri İkincilik” ödülü aldı.
Dalaman’da 26-29 Eylül 2024 tarihleri arasında düzenlenen kongrede ödül alan Prof. Dr. Yıldırım, “Onkoloji alanında yapmış olduğumuz çalışmalara yenilerini eklemeye devam edeceğiz” dedi.
Aldığı ödülün, bu alanda yaptıkları çalışmalar için bir motivasyon kaynağı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yıldırım, “Akciğer kanserinde yeni bir tarama yöntemi geliştirdiğimiz çalışmamızın en iyi bildiri alanında ikincilik ödülü alması ben ve ekibim adına çok gurur verici” diye konuştu.
Prof. Dr. Yıldırım, “Bilimsel çalışmalarımı destekleyen başta SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı olmak üzere üniversitemiz yönetimine, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci’ye, hastane yönetimine ve onkoloji çalışanlarına teşekkür ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’na (TÜSEB) bağlı, Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü (TÜSKA) tarafından akredite edilerek, Akreditasyon Belgesi aldı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’na (TÜSEB) bağlı, Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü (TÜSKA) tarafından akredite edilerek, Akreditasyon Belgesi aldı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Anadolu Toplantı Salonu’nda TÜSKA Başkanı Prof. Dr. Figen Çizmeci Şenel’in katılımıyla belge takdim töreni yapıldı.
SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı, yaptığı konuşmada “Yoğun ve büyük çaba sonunda hastanemizin akredite olmasının gururunu yaşıyoruz” dedi.
Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon, Beslenme ve Diyetetik ile Hemşirelik Bölümlerinin de akredite olduğunu anımsatan Prof. Dr. Dağlı, “Tıp Fakültemiz de akreditasyon çalışmalarını sürdürüyor. Üniversite olarak akreditasyon hazırlıklarına başladık. Başarılarımızı belgelendirmeye devam edeceğiz. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.
TÜSKA Başkanı Prof. Dr. Figen Çizmeci Şenel, “SANKO Üniversitesi Hastanesi Türkiye’de 1600 hastane arasında akredite 65 hastaneden biri oldu. Bu başarı uzun bir sürece yayılan ve yoğun çalışma gerektiren bir emeğin karşılığıdır” ifadelerini kullandı.
Akreditasyonu öncü yaklaşım olarak gördüğünü ve bazı kuruluşların bu konuda farkındalığı yüksek yöneticilere sahip olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Çizmeci, şöyle devam etti:
“SANKO Üniversitesi’nin sağlık alanında eğitim vermesi TÜSKA açısından ayrıca önemli. Akreditasyon alan kurumlarda mezun öğrenciler, çalışan hekimler, uzmanlık yapanlar gittikleri yerlere bu sistemi taşıyorlar. Farkındalıkları artıyor. Sağlık temalı bir üniversitenin bu konuda liderlik yapmasını önemsiyoruz.
SANKO Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon, Beslenme ve Diyetetik ile Hemşirelik Bölümlerinin çok yetkin kuruluşlardan akreditasyon alması önemlidir. Çünkü akreditasyon bir ekosistem. Bu farkındalık ve bilincin oluşması böyle yetkin kurumlardan akreditasyonun alınması beraberinde sağlık hizmetlerindeki akreditasyonu da getiriyor.
Ayrıca Üniversite Araştırma Laboratuvarı’nın (ÜniAr) gerçekleştirdiği Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması (TÜMA) sonundaki başarılarınız göz dolduruyor. Her konuda farkındalığınız olduğunu görüyoruz. Bu konuda da sizleri tebrik ediyorum.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Bugün geldiğimiz nokta inancımızın ve heyecanımızın bir sonucudur” sözleriyle konuşmasına başladı.
“Kalite sürekli gelişme, iyileşme ve yeniliğe odaklı bir yolculuktur. Bu yolculukta ufkunuz ne kadar geniş, donanımınız ne kadar güçlü ve ekip arkadaşlarınız ne kadar inançlı ise o kadar ilerlersiniz” diyen Dr. Kileci süreçle ilgili şu bilgileri verdi:
“Kurumun kalite ve güvenlik standartlarına uygunluğunun belgelendirilmesi sürecinde yoğun bir çalışma ve başarılı bir denetim süreci geçirdik. Bu belgeyi alarak hizmet kalitemizi taçlandırmış olduk. Tüm çalışma arkadaşlarım SAS (Sağlıkta Akreditasyon Standartları) Uygulama Ekibi Başkanımız, Kalite Yönetim Sorumlumuz ve SAS Uygulama Ekibimiz rehberliğinde büyük bir özveri ve gayretle çalıştılar. Bu başarı için hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Mesul Müdürü Dr. Mehmet Subaşı ise “Çok yorulduk ama sonunda bu kıymetli belgeyi almaya hak kazandık. Bugün bunun gurur ve mutluğunu yaşıyorum” diyerek mutluluğunu dile getirdi.
SAS Uygulama Ekibi Başkanı da olan Dr. Subaşı, “Önceliğimiz olan hasta ve çalışan güvenliğini, hasta ve çalışan konforuyla birleştirerek, değişerek ve gelişerek yolumuza devam ediyoruz. Yeni hedefler için çalışmaya, gelişmeye ve geliştirmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Kalite Yönetim Sorumlusu Sare Karabulut da kalitenin bir tesadüf olmadığını, yoğun çalışma ve süreklilik gerektirdiğini SAS yolculukları süresince ve aldıkları bu belgeyle bir kez daha kanıtladıklarına vurgu yaptı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi kalite yolculuğunun anlatıldığı sunumun izlenmesinin ardından Akreditasyon Belgesi Prof. Dr. Figen Çizmeci Şenel tarafından SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı, SANKO Holding Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Konukoğlu, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M. Metin Bayram, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci ve Mesul Müdür Dr. Mehmet Subaşı’na takdim edildi.
SAS Uygulama Ekibi Başkan ve Üyelerine çalışmalarından dolayı Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı, TÜSKA Başkanı Prof. Dr. Figen Çizmeci Şenel ve Genel Müdür Dr. Sermet Kileci tarafından teşekkür belgesi verildi.
Anı fotoğrafı çekiminin ardından pasta kesimi ve kokteylle tören son buldu.
Törene SANKO Holding Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Konukoğlu, SANKO Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M. Metin Bayram, Sağlık Hizmetleri Başkanı Dr. Mustafa Yıldız, İl Kalite Koordinatörü Nervin Ürey Sert ve koordinatörlük çalışanları, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Salih Murat Akkın, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Türkan Pasinlioğlu, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ayşen Bayram, Sani Konukoğlu Vakfı Başkanı Mütevelli Heyet Başkan Vekili Naci Boran, Gaziantep Ytong Genel Müdürü Cengizhan Açık, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdür Yardımcıları Rabia Ağar ve Hüseyin Söylemez, hekimler, sağlık çalışanları ve idari personel katıldı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Diyetisyeni Tuğba Demirkıran, anne sütünün bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesi için en önemli etmen olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Diyetisyeni Tuğba Demirkıran, anne sütünün bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesi için en önemli etmen olduğunu söyledi.
1-7 Ekim Emzirme Haftası nedeniyle, anne sütünün önemine yönelik bir açıklama yapan Uzm. Dyt. Demirkıran, “Anne sütü; yeni doğanlar ve bebekler için ideal bir besindir. En kaliteli protein kaynağıdır. Bu sayede bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesi için en önemli etmendir” dedi.
Anne sütünün bebek için biyoyararlılığı yüksek, sindirimi kolay, hastalıklara karşı koruyucu olduğunu belirten Uzm. Dyt. Demirkıran, “Anne için pratiktir, hazırlama zorluğu yoktur, güvenilirdir ve ekonomiktir. Bileşiminin her annenin kendi bebeğinin gestasyonel yaşına, bebeğin gereksinimlerine özgü olması, büyüme ve gelişmeye destek olması sayesinde anne sütü “canlı” bir sıvı olarak kabul edilmektedir” şeklinde konuştu.
Anne sütü, bebeklerin enerji ve besin ögeleri gereksinimlerinin ilk 6 ayda tamamını, 6-12’nci aylarda yarısını, 13-24’üncü aylar arasında ise üçte birini karşıladığını anımsatan Uzm. Dyt. Demirkıran, şöyle devam etti:
“Yeni doğanlar ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenerek tüm ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Altıncı ay itibarıyla ise artan gereksinimleri karşılayabilmek için tamamlayıcı beslenmeye başlanmalıdır. Ancak tamamlayıcı beslenmeye başlansa bile emzirme işlemi 2 yıl devam etmelidir.”
Uzm. Dyt. Demirkıran anne sütüyle beslenen bebeklerle ilgili şu bilgileri verdi:
“Anne sütünün yapısında bulunan antikorlar, immünoglobülinler, çeşitli sitokin ve lenfositler bebeklerde; astım, obezite, Tip 1 diyabet, şiddetli alt solunum yolu enfeksiyonları (Pnömoni), orta kulak enfeksiyonu, ani bebek ölümü sendromu, sarılık, gastrointestinal sistem enfeksiyonlarına (İshal) yakalanma ihtimalini azaltmakta ve bebeği pişiğe karşı korumaktadır. Çünkü bu bileşenler bağışıklık sisteminin gelişimi ve korunmasına katkıda bulunmaktadır.
Anne sütü alan bebek daha az ağlamaktadır. Bu sayede anne psikolojik açıdan daha rahat hissetmekte ve bu sayede süt verimi artmaktadır. Emme işlemi bebeğin çene kaslarının kuvvetlenmesini sağlayarak tamamlayıcı beslenmeye geçiş için alt yapıyı oluşturmaktadır. Yine anne sütüyle beslenen bebeklerin zeka gelişimi daha hızlı olmakta ve okula devam etme oranının yüksek olması sayesinde okul başarıları da artmaktadır.”
Yapılan çalışmaların anne sütü alımının sadece bebeklik döneminde değil adölesan ve yetişkinlik döneminde de bireyi özellikle kilolu ve obez olma durumundan koruyarak aşırı kiloya bağlı bulaşıcı olmayan kronik hastalıklara yakalanma riskini azalttığını kaydeden Uzm. Dyt. Demirkıran emzirmenin anne açısından yararlarını ise şöyle sıraladı:
“Emzirmeyle birlikte salınan hormonlar sayesinde annenin sağlığı korunmaktadır. Meme ve yumurtalık kanseri, kemik erimesi, Tip 2 diyabet, hipertansiyon, demir eksikliği anemisi, doğum sonrası depresyon geçirme riski azalmaktadır.
Emzirme annenin ağırlık kaybını kolaylaştırmaktadır. Anne için doğal bir sakinleştiricidir. Anne ve bebek arasındaki bağı güçlendirerek sevgi dolu bir ilişki sağlamaktadır. Maliyetsizdir, pratiktir, hazırlama gerektirmez. Her zaman steril ve güvenilirdir. Bebeğin sağlığını koruyucu etmenler içermektedir.”
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Tuncay Özdemir SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Opr. Dr. Tuncay Özdemir SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Opr. Dr. Tuncay Özdemir, 1972 yılında Elazığ’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Elazığ’da tamamladı. 1997 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 2001 yılında İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Bölümü’nde uzmanlık eğitimini tamamladı.
Opr. Dr. Özdemir, Nizip Devlet Hastanesi’nde 1 yıl süre ile vekaleten başhekim olarak, 1 yılı aşkın süreyle Yavuzeli Devlet Hastanesi’nde kurucu Başhekim olarak görev yaptı.
Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı olarak 19 yıl boyunca özel ve devlet sağlık kuruluşlarında hizmet veren Opr. Dr. Özdemir, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı olarak hastalarını kabul etmeye başladı.
Nöroloji Uzmanı Dr. İbrahim Anıl Tuncer, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Uzm. Dr. Tuncer, 1989 yılında Hatay İskenderun’da doğdu. 2006-2012 yılları arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim gördü. 2012-2013 yıllarında İskenderun Toplum Sağlığı Merkezi’nde çalışan Uzm. Dr. Tuncer, Arsuz’da idari hekim olarak görev yaptı.
Uzm. Dr. Tuncer, 2015-2020 yılları arasında İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Ana Bilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamladı.
Devlet hizmeti yükümlülüğünü Nisan 2020-Mayıs 2022 tarihleri arasında Kars Sarıkamış’ta tamamlayan Uzm. Dr. Tuncer, 2023-2024 yıllarında Hatay Dörtyol Devlet Hastanesi’nde çalıştı. Türk Nöroloji Derneği ve Küresel Baş Ağrısı Derneği’ne üyelikleri bulunmaktadır.
Uzm. Dr. Tuncer, Eylül 2024 itibarıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Jinekolojik Onkoloji Cerrahı Prof. Dr. Ali Kolusarı, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde konsültan hekim olarak hasta kabul etmeye başladı.
Pazarcık’ta 1974 yılında doğan Prof. Dr. Ali Kolusarı, 1999 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 2004 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı’nda uzmanlığını aldı. Yaklaşık bir yıl aynı üniversitede uzman olarak çalıştıktan sonra yardımcı doçent olarak atandı.
2006 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde Jinekolojik Onkoloji konusunda çalışmalarda bulundu. 2008 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde Jinekolojik Onkoloji alanında çalıştı. 2010 yılında “doçent” unvanı aldı.
2011 yılında İngiltere’de University College London Hospital’da Jinekolojik Onkoloji Bölümünde çalışan Prof. Dr. Kolusarı, 2015 yılında “profesör” unvanı aldı. 2016 yılında Medipol Üniversitesi’nde “Jinekoljik kanserlerin tedavisinde robotik cerrahi uygulanması” konusunda çalıştı.
2019 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Üreme Endokrinoloji Bölümü’nde onkofertilite alanında çalıştı ve tüp bebek (IVF) sertifikası aldı.
2019 Nisan ve 2021 Kasım tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesinde Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı olarak çalışan Prof. Dr. Kolusarı, 2021 Aralık ayından itibaren Van’da kendi kliniğinde hizmet vermeye devam etti.
Prof. Dr. Kolusarı, Eylül 2024 itibarıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde de Jinekolojik Onkoloji Cerrahisi alanında konsültan hekim olarak hastalarını kabul etmeye başladı.
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği, Türkiye İnfertilite Vakfı, Türk Tabipler Birliği, Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği, Türk Ürojinekoloji ve Pelvik Rekonstrüktif Cerrahi Derneği, Servikal Patolojiler ve Kolposkopi Derneği, Jinekolojik Endoskopi Derneği Üyesi olan Prof. Dr. Kolusarı, evli ve iki çocuk babasıdır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı bünyesinde ebeveyn danışmanlığına yönelik, “Grup Triple P Olumlu Anne-Babalık Programı” açıldı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı bünyesinde ebeveyn danışmanlığına yönelik, “Grup Triple P Olumlu Anne-Babalık Programı” açıldı.
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Psikoloğu Gizem Başkılıç Turan, Grup Triple P Programı’nın çocuklarda ve ergenlerde (2-12 yaş) davranışsal ve duygusal problemlerin yaygınlığını azaltmak için geliştirilmiş çok düzeyli bir aile müdahale ve anne-babalık destek tutum önerisi olduğunu söyledi.
Okulların açıldığı bu dönemde rutinlere dönmenin, sirkadiyen ritmi (24 saatte bir tekrarlanan doğal uyku-uyanıklık döngüsü) yakalamanın, kural koymanın ve pozitif sınırları belirlemenin ebeveynler için biraz daha güçleştiğine dikkat çeken Uzm. Psikolog Turan, şöyle devam etti:
“Çocuklarda davranış ve gelişim problemlerini kontrol altına alabilmek, cezalandırıcı ve zorlayıcı anne-babalık tutumlarının kullanılmasını azaltmak, anne-babalık konusunda iletişim becerilerini geliştirmek ve çocuk yetiştirme kaygılarını azaltmak için destekleyici bir öğrenme ortamı son dönemlerde birçok ailenin ihtiyacı haline geldi.
Klinik araştırma programından geliştirilmiş olan Grup Triple P Programı yönetmesi zor olan, asi, talepkar, meydan okuyan, agresif ve genel olarak yıkıcı davranışlara sahip çocukların anne-babalarına yarar sağlamaktadır.
Grup Triple P Programı erken müdahale yöntemi olarak tasarlanmasına rağmen, birçok ülke klinik olarak ciddi davranış problemi, karşıt olma karşı gelme bozukluğu, davranış bozukluğu veya dikkat eksikliği/ hiperaktivite bozukluğu tanısı konan çocuklar için uygulanan müdahale programlarında da başarılı biçimde kullanılmıştır.”
Programın, evrensel bir anne-babalık destek tutum önerisi olarak sunulabildiğini ifade eden Uzm. Psikolog Turan, ancak çocukları karşı koyan, yıkıcı ve saldırgan davranışlar sergileyen ya da bu tür davranışlar geliştirme riski taşıyan anne-babalar için erken müdahale tutum önerisi olarak da uygulanabildiğini belirtti.
Uzm. Psikolog Turan, Grup Triple P Programı’ndaki beş müdahale düzeyinin tümü anne-babaların çocuklarıyla etkileşimdeki öz-yeterliliklerini araçsal, sosyal ve duygusal bakımdan geliştirmeyi hedeflediğini anlattı.
Uzm. Psikolog Turan Grup Triple P Programı’nın temel amaçlarını şöyle sıraladı:
GRUP TRİPLE P PROGRAMI’NIN TEMEL İLKELERİ:
Uzm. Psikolog Turan Grup Triple P Programı’nın 5 temel ilkesini ise şöyle özetledi:
Grup Triple P Programı’nın ana hatlarıyla, anne-babalık becerilerini ve özgüvenini geliştirmeye yönelik 17 tutum önerisini kapsadığını aktaran Uzm. Psikolog Turan, bu önerileri şöyle sıraladı:
“Olumlu bir ilişki geliştirme: Zaman geçirme, çocukla konuşma, sevgi gösterme.
Doğru davranışların teşvik edilmesi: Tamamlayıcı takdir, İlgi, İlgi çekici eğlenceli aktiviteler.
Yeni beceri ve davranışlar öğretme: İyi örnek olma, rastlantısal öğrenme, sor söyle yap, davranış tabloları.
Problemli davranışla başa çıkma: Aile içi temel kurallar, amaca yönelik tartışma, planlı görmezden gelme, açık anlaşılır ve sakin talimatlar, duruma uygun yaptırımlar, sessiz zaman, mola.”
Girişimsel Radyoloji Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Kolu, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde göreve başladı.
Doç. Dr. Mehmet Kolu, 1984 yılında Batman'da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Batman'da tamamladıktan sonra, 2002 yılında Batman Anadolu Lisesi'nden, 2010 yılında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu.
Doç. Dr. Kolu, 2013-2018 yılları arasında Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı'nda uzmanlık eğitimi aldı.
2018-2021 yılları arasında Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde mecburi hizmetini yerine getirdi. 2021-2022 yıllarında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde doktor öğretim üyesi olarak görev yaptıktan sonra, 2022-2024 yılları arasında Diyarbakır’da özel bir hastanede çalıştı.
2023 yılında “Doçent” unvanını alan Kolu’nun mesleki ilgi alanları vasküler ve nonvasküler girişimsel radyoloji işlemleridir.
Doç. Dr. Kolu, evli ve iki çocuk babasıdır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden Diyetisyen Meltem Demirci, sağlıklı beslenme çantası hazırlanmasına yönelik önerilerde bulundu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden Diyetisyen Meltem Demirci, sağlıklı beslenme çantası hazırlanmasına yönelik önerilerde bulundu.
Dyt. Demirci, “Çocukların günlük enerji ve besin gereksinimlerini göz önünde bulundurarak beslenme çantası hazırlamalıdır. Bu sayede, çocukların hem fiziksel hem de zihinsel sağlıkları desteklenmiş olur” dedi.
Okul çağı çocuklarının beslenme alışkanlıklarının hem büyüme ve gelişmeleri açısından hem de yaşam boyu sürdürecekleri sağlıklı yaşam tarzının temellerini atmak açısından kritik öneme sahip olduğunu anımsatan Dyt. Demirci, şöyle devam etti:
“Bu dönemde çocukların enerji, protein, vitamin ve mineral gereksinimleri artar. Ancak, çocukların beslenme alışkanlıkları çoğu zaman düzensiz ve sağlıksız olabilmektedir. Bu nedenle, okul çağı çocuklarının beslenme çantalarının doğru şekilde planlanması büyük önem taşımaktadır. Beslenme çantaları, evden getirdikleri öğünler aracılığıyla çocukların dengeli ve yeterli beslenmesini sağlamanın bir yoludur”
Dyt. Demirci, beslenme çantasının içeriği konusunda şu bilgileri paylaştı:
“1. Enerji ve Karbonhidrat Kaynakları: Çocukların günlük enerji ihtiyacı, yaşlarına, cinsiyetlerine, fiziksel aktivite düzeylerine ve büyüme hızlarına göre değişiklik gösterir. Beslenme çantasında yer alacak karbonhidrat kaynakları, çocuklara enerji sağlayarak gün boyu aktif ve odaklanmış olmalarını destekler. Tam tahıllı ekmek, kepekli makarna, esmer pirinç gibi kaynaklar basit şekerli yiyeceklere kıyasla daha uzun süreli enerji sağlar.
2. Protein Kaynakları: Protein, büyüme ve gelişmenin temel yapı taşıdır. Beslenme çantasında mutlaka bir protein kaynağı bulunmalıdır. Beyaz et, balık, yumurta, peynir, yoğurt, süt ve kuru baklagiller protein açısından zengin seçeneklerdir. Örneğin, tam tahıllı ekmekle hazırlanmış bir peynirli sandviç, kuru baklagiller ile hazırlanmış salatalar, haşlanmış yumurta protein açısından iyi kaynaklardandır.
3. Meyve ve Sebzeler: Çocukların vitamin ve mineral ihtiyaçlarını karşılamada meyve ve sebzeler vazgeçilmezdir. Beslenme çantasında renkli sebzeler ve taze meyveler mutlaka yer almalıdır. Mevsimine uygun meyve ve sebzeler tercih edilmelidir. Elma, muz, havuç dilimleri, salatalık ve biber gibi pratik tüketilebilecek gıdalar çocukların bağışıklık sistemini destekler ve gerekli besinleri sağlar.
4. Süt ve Süt Ürünleri: Kalsiyum ve D vitamini kaynağı olan süt ve süt ürünleri, çocukların kemik ve diş gelişimi için gereklidir. Okul çağındaki çocuklar için süt, ayran veya yoğurt gibi seçenekler ideal olabilir. Laktoz intoleransı olan çocuklar için laktozsuz süt veya yoğurt alternatifleri tercih edilebilir.
5. Sağlıklı Yağlar: Omega-3 yağ asitleri, çocukların beyin gelişimi için önemlidir. Ceviz, fındık, badem gibi kuruyemişler ve zeytinyağı gibi sağlıklı yağlar, beslenme çantasına eklenebilir. Ancak, kuruyemişler alerji riski taşıyabileceği için dikkatle seçilmeli ve mümkünse okul yönetimiyle bu konuda iş birliği yapılmalıdır.
Beslenme çantasının hazırlanmasında çeşitlilik planlanmasının da önemli olduğunu kaydeden Dyt. Demirci, “Çeşitli renklerde sebzeler, farklı meyveler, değişik tahıllar ve protein kaynakları ile beslenme çantası çeşitlendirilebilir. Beslenme çantasının pratik, taşınabilir ve kolay tüketilebilir olması gerekmektedir. Çocukların okul ortamında rahatlıkla yiyebileceği, dökülmeyen ve çabuk bozulmayan yiyecekler tercih edilmelidir” ifadelerini kullandı.
Sağlıklı besinlerin yanı sıra, çocukların seveceği lezzetlere de yer verilmesi gerektiğini belirten ve fazla şeker ve tuz içermeyen, sağlıklı atıştırmalıklar (Örneğin, ev yapımı tam tahıllı krakerler, ev yapımı tam tahıllı unlardan yapılmış simit veya poğaça) bu dengeyi sağlamak için iyi birer seçenek olabileceğini söyleyen Dyt. Demirci, şunları kaydetti:
“Beslenme çantasının hazırlanmasında çocukların da katılımı sağlanmalıdır. Çocukların hangi yiyecekleri tercih ettikleri sorulmalı ve birlikte sağlıklı seçenekler belirlenmelidir. Bu, çocukların kendi beslenme alışkanlıklarını geliştirirken daha bilinçli ve istekli olmalarını sağlayacaktır.
Okul çağı çocuklarının sağlıklı büyüme ve gelişmeleri, akademik başarıları ve genel sağlık durumları için dengeli bir beslenme şarttır. Beslenme çantasının doğru şekilde planlanması, çocukların besin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik önemli bir adımdır.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden Uzm. Diyetisyen Tuğba Demirkıran, çocukluk çağı obezitesinin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden Uzm. Diyetisyen Tuğba Demirkıran, çocukluk çağı obezitesinin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledi.
Uzm. Diyetisyen Tuğba Demirkıran, 3-9 Eylül Halk Sağlığı Haftası nedeniyle yaptığı açıklamada çocukluk çağı obezitesine dikkat çekti.
Uzm. Diyetisyen Demirkıran, çocukluk çağının özellikle doğumdan itibaren ilk iki yıl büyüme ve gelişmenin çok hızlı olması nedeniyle çocuk sağlığı için önemli bir dönem olduğunu vurguladı.
Erken çocuklukta görülen obezitenin görülme sıklığının artmasının, sağlığı olumsuz etkileyen bulaşıcı olmayan hastalıklara yakalanma olasılığını artıran faktörler arasında olduğunun altını çizen Demirkıran, şu verileri paylaştı:
“Dünya Sağlık Örgütü 2020 yılı verilerine göre küresel olarak 144 milyon çocuğun 38,3 milyonunun, 2021 yılı verilerine göre ise 5 yaş altında 39 milyon çocuğun aşırı kilolu olması çocukluk çağında sağlıklı beslenmenin önemini göstermektedir. Önümüzdeki on yıl içinde çocukluk çağı obezitesinin yaklaşık yüzde 60 artarak 2030 yılına kadar 250 milyona ulaşacağı da öngörülmektedir.
2023 yılında yayımlanan Dünya Obezite Atlasında obezitenin dünya çapında çok geniş bir popülasyonu etkilediği net bir şekilde gösterilmektedir. Yayımlanan raporda 2035 yılına kadar obezite görülme sıklığının yüzde 14’ten yüzde 24’e çıkarak yaklaşık 2 milyar çocuk, ergen ve yetişkini etkilemesi, 2020-2035 yılları arasında dünya çapındaki erkek çocuklarda obezite görülme sıklığının yüzde 10’dan yüzde 20’ye, kız çocuklarında ise yüzde 8’den yüzde 18’e çıkarak, çocuklar ve ergenler arasında en hızlı artışı yapması beklenmektedir.
Uzm. Diyetisyen Demirkıran, çocukluk çağı obezitesinin önlenmesi için şu önerilerde bulundu:
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, hipertiroidinin tedavi edilmezse ilerleyici veya yoğun yıkıcı rahatsızlığa ve kardiyak hasara neden olabileceğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, hipertiroidinin tedavi edilmezse ilerleyici veya yoğun yıkıcı rahatsızlığa ve kardiyak hasara neden olabileceğini söyledi.
Prof. Dr. Maralcan, halk arasında zehirli guatr olarak bilinen hipertiroidinin, kanda tiroit hormonlarının yüksek olması nedeniyle ortaya çıkan klinik durum olduğunu belirtti.
Hipertiroidinin belirtilerinin çarpıntı, artmış terleme, sinirlilik, saç dökülmesi, titreme, kilo kaybı, sıcağa tahammülsüzlük, kas zayıflığı ve yorgunluk, artmış bağırsak hareketliliği, sık idrara çıkma, menstrual düzensizlikler ve gebe kalmakta zorluklar olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Maralcan hastanın fark ettiği ve hekim tarafından da tespit edilen bulguları şöyle sıraladı:
“Guatr (Tiroit bezinde büyüme), taşikardi, atriyal fibrilasyon, sıcak nemli cilt, tiroit üzerinde üfürüm ve uğultu şeklinde ses, kardiyak üfürüm, jinekomasti (Erkeklerde iyi huylu, aşırı meme gelişimi), sabit bakış, gözün aşağı bakışını üst göz kapağının takip edememesi, egzoftalmus (Gözlerin ileriye doğru çıkması).”
Prof. Dr. Maralcan, hipertiroidiye neden olan hastalıkların şu şekilde gruplandırıldığını belirtti:
Tiroit bezinden kaynaklanan nedenler: Graves Hastalığı, toksik adenoma, toksik multinodüler guatr.
Tiroit bezi dışındaki nedenler: Amiodarone isimli ilacın kullanımı nedeniyle meydana
gelen hipertiroidi, gebelik, TSH (Tiroit uyarıcı hormon) sekrete eden hipofiz tümörleri, human chorionic gonadotropin sekrete eden tümörler, suni olarak başlatılmış, uyarılarak meydana gelmiş hipertiroidizm (Jod-Basedow etkisi).
Prof. Dr. Maralcan, hipertiroidi tedavisinin antitiroit ilaçlar, radyoaktif iyot ve cerrahi yöntemlerle yapıldığını belirterek, “Hipertiroidi tedavi edilmezse vücutta genel olarak ilerleyici veya yoğun yıkıcı rahatsızlığa ve kardiyak hasara neden olabilir” şeklinde konuştu.
Hipertiroidi cerrahisinin Graves Hastalığı, toksik adenoma, toksik multinodüler guatr, toksik nodüler hastalıkta malignite şüphesi olması durumunda uygulandığı anımsatan Prof. Dr. Maralcan şu bilgileri paylaştı:
“Hipertiroidi cerrahisi belirgin olarak yüz güldürücüdür. Hastalar kısa zamanda şifa bulur. Göz bulguları Graves Hastalığında ortaya çıkabilir. Buna egzoftalmus denir. Özellikle ileri derecede egzoftalmus oluşmuş ise mutlaka cerrahi tedavi tercih edilmelidir. Bu ameliyat sonrası hastaların bir kısmında göz bulguları gerileyebilir. Hipertiroidiye neden olmuş nodüler guatr hastalarında tiroit kanseri görülme oranı ise yüzde 2-4 civarındadır.”
Toplumda yüzde 1-3 oranında görülen, deride kırmızı, kabarık ve üzeri sedef beyazı kabuklarla kaplı deri bulguları ile tanımlanan sedef hastalığı, bulaşıcı olmamasına rağmen değişik hastalıkları tetikleyebiliyor.
Toplumda yüzde 1-3 oranında görülen, deride kırmızı, kabarık ve üzeri sedef beyazı kabuklarla kaplı deri bulguları ile tanımlanan sedef hastalığı, bulaşıcı olmamasına rağmen değişik hastalıkları tetikleyebiliyor.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Romatoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Bünyamin Kısacık ile Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatma Elif Yıldırım, sedef hastalığı ve sedef romatizmasını değerlendirdi.
Prof. Dr. Kısacık, sedef hastalığının gerçekten çok zor cilt hastalığı olduğunu, vücudun her tarafını etkileyebildiğini belirterek, “Ancak bizim için bu hastalığın farklı tarafı sedef hastalığının romatizmaya neden olabilmesidir. Sedef hastalarında ortalama 5-7 yıl sonrasında sedef romatizması gelişebilir” dedi.
Hastaların büyük kısmında önce sedef hastalığı, sonra romatizma gelişirken bir kısmında ise önce romatizma sonra sedef ya da eş zamanlı iki durum bir arada ortaya çıkabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kısacık, şöyle konuştu:
“Bu hastalık herkeste romatizmaya neden olmuyor. Ancak farklı coğrafyalarda yapılan çalışmalarda sedef hastalarının yaklaşık yüzde 20 kadarında sedef romatizması gelişebildiği anlaşılmıştır. Sedef romatizmasına yatkın sedef hastaları, özellikle saçlı deride sedefi olan hastalar ve tırnaklarında sedef bulgularına rastlanan kişilerdir.”
Sedef ve romatizma var ise bu hastaların sedef romatizması tanısı aldığını anlatan Prof. Dr. Kısacık, “Bazı kişilerde önce romatizma sonra sedef ortaya çıkmaktadır. Bu teşhiste romatoloji uzmanının tecrübesi önemlidir. Uygun eklem tutulum şekillerine göre tanı konmaktadır” ifadelerini kullandı.
Sedef romatizması tedavisinin ekip işi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Kısacık, şöyle devam etti:
“Bazı hastalarda sedef hastalığı baskınken bazı hastalarda ise romatizma daha baskındır. Bu yüzden dermatoloji ve romatolojinin iş birliği büyük önem taşımaktadır. Hastalar sıklıkla birlikte değerlendirilmekte ve tedaviye ortak karar verilmektedir. Tedavide uluslararası kılavuzların önerdiği yol şu şekilde sıralanabilir:
‘Hastaların hastalığı ve gidişatı konusunda bilgilendirilmesi’, ‘Sedef hastalığına eşlik eden diğer hastalıkların kontrolü’, ‘Kilo kontrolü ve egzersiz’, ‘Sedef romatizmasının tutulum yerine planlanan ilaç tedavisi’. 2000’li yılların başından itibaren ilaç tedavilerinde çok önemli değişiklikler oldu. Biyolojik tedavi dediğimiz çok etkili ilaç tedavileri kullanmaya başladık. Farklı tedavi alternatifleri hem sedef hastalığına hem de sedef romatizmasını çok etkili ve hızlı olarak tedavi edebilmektedir. Sedef ve sedef romatizması hastalarının tüm sorunlarına ekip olarak yaklaşmaya ve en doğru tedaviyi verme çabamıza devam edeceğiz.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Fatma Elif Yıldırım ise sedef hastalığının çocukluk döneminde daha nadir görülmekle birlikte her yaş grubunda ortaya çıkabildiğine vurgu yaptı.
Hastalığın kesin nedeninin henüz bilinmediğini, ancak ortaya çıkmasında hem genetik hem de çevresel faktörlerin birlikte rol oynadığına işaret eden Doç. Dr. Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sedef hastalığı görünür lezyonları nedeni ile hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde bozabilmektedir. Yapılan araştırmalar sedef hastalığının hayat kalitesini diyabet (şeker hastalığı), tansiyon ve kalp hastalıklarına kadar yol açabildiğini göstermiştir. Özellikle el, ayak, saçlı deri, genital bölge gibi fonksiyonel öneme sahip bölgelerde görülen deri lezyonları hastaların yaşam kalitesini daha fazla bozabilmektedir.
Görünür bölgelerde olan lezyonlar bulaşıcı sanılıp hastalar toplum tarafından damgalanabilmektedir. Bu da zaten daha hassas kişilik yapısına sahip sedef hastalarını psikolojik açıdan daha fazla etkileyebilmektedir. Yani sedef hastalığı strese sebep olmakta, stres de sedef hastalığını tetikleyerek psikolojik hastalıklarla sedef hastalığı arasında çift yönlü bir etkileşim oluşturmaktadır.”
Günümüzde sedef hastalığına eşlik edebilen çok sayıda hastalığın tespit edilmesinin aslında sedefin sadece deriyi ilgilendirmekle sınırlı kalmayan sistemik bir hastalık olduğu görüşünü desteklediğinin altını çizen Doç. Dr. Yıldırım, şunları kaydetti:
“Yaygın deri hastalığı olan sedef hastalarında kalp ve damar hastalıkları, kalp krizi, şeker hastalığı gibi sistemik hastalıklara yakalanma riski maalesef daha yüksektir. Sedef hastalığı nadiren ‘Eritrodermik’ ve ‘Püstüler’ formları ile hayati tehlike oluşturabilmektedir. Kesin bir tedavisi bulunmayan sedef hastalığının semptomları, uygun yöntemler ile kontrol altına alınarak, uzun süreli iyilik hali sağlanabilmektedir.
Sedef hastalığı tedavisini planlarken cilt hastalıkları uzmanının yanı sıra farklı uzmanlık dallarının bir arada tedaviye karar vermesi tedavi başarısını artırmaktadır. Özellikle sedef hastalarında gözlenebilen eklem tutulumu ki buna sedef romatizması (psoriatik artrit) da denilmektedir dermatolog ve romatolog iş birliğini tedavide son derece önemli kılmaktadır.”
Sedef hastalarının hekimlerine yönelttiği en merak edilen sorunun “Sedef hastalığım iyileşir mi?” sorusu olduğunu söyleyen Doç. Dr. Yıldırım, bu sorunun kesin bir yanıtının bulunmadığını ifade etti.
“Kesinlikle yanlış diyebileceğimiz yanıtlar arasında ‘yaşam boyunca devam eder’ ve ‘verdiğim tedavi ile yüzde 100 iyileşir’ değerlendirmelerinin bulunduğunu bildiren Doç. Dr. Yıldırım, hastalık seyrinin hastadan hastaya değişkenlik gösterdiğini belirtti.
Doç. Dr. Yıldırım, “Kimi hastada sedef hastalığı tamamen kaybolabilmekte, kimi hastada ise ara ara alevlenme ara ara iyileşme dönemleri ile seyredebilmektedir” uyarısında bulundu.
Sedef hastalığı tedavisine karar verirken hastalığın şiddeti ve sedefin hasta yaşam kalitesi üzerine etkisinin belirlenmesinin son derece önemli olduğunu belirten Doç. Dr. Yıldırım, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Genellikle vücudun yüzde 10’undan daha azında lezyonlar bulunmakta ise krem tedavileri uygulanmaktadır. Ancak hastanın yaşam kalitesini etkileyen el, ayak, genital bölgelerinde lezyon var ise veya krem tedavileri ile hiç düzelme sağlanamamışsa hastalarda krem tedavisinin yanı sıra sistemik tedavi olarak adlandırdığımız ilaçlar ve iğneler tedavide kullanılabilmektedir.
2000’li yılların başında geliştirilen biyolojik tedavi olarak adlandırdığımız ilaçlar ile son zamanlarda sedef hastalığı daha az yan etki ile daha etkili bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Tabi tedavi planı yapılırken hasta ile her hastaya göre farklı şekilde tedavi planı belirlenmektedir. Yine tedavi planlanırken daha önce de belirttiğim gibi eklem tutulumunun romatoloji uzmanı birlikte değerlendirilmesi son derece önemlidir.”
Doç. Dr. Yıldırım, sedef hastalarının tansiyon, kalp hastalıkları ve şeker hastalığına daha yatkın olmaları nedeni ile beslenmelerine dikkat etmelerinin çok önemli olduğunu söyledi.
Hastaların kesinlikle yememesi gereken bir besin olmamakla birlikte sağlıklı beslenmelerinin çok önemli olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Yıldırım, uyarılarını şöyle sıraladı:
“Aşırı kilo alımından kaçınmaları gerekmektedir. Kilo artışı sedef hastalığını şiddetlendirebildiği gibi sedef hastaları kilo almaya daha yatkındır. Bu nedenle fast food, karbonhidrat ağırlıklı beslenmeden hastaların kaçınması gerekmektedir. Alkol ve sigara kullanımı sedef hastalığını şiddetlendirmektedir.
Bazı ilaçlar sedef hastalığını şiddetlendirebildiği için ilaç kullanımına son derece dikkat edilmelidir. Sedef hastalığını tetiklediği düşünülen ilaçlar arasında sistemik alınan kortizon, lityum, bazı tansiyon ilaçları, mantar tedavisinde kullanılan ilaçlar ve aspirin bulunmaktadır.
Beta hemolitik streptokok enfeksiyonları gibi bazı enfeksiyonlar hastalığı şiddetlendirmekte veya tetikleyebilmektedir. Bu nedenle el yıkama gibi genel hijyen kurallarına dikkat edilmelidir.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Toktamış Savaş, iyi huylu primer kemik tümörlerinin (Kemik kaynaklı tümörler) çoğunun tesadüfen saptığını belirterek, “Tüm kötü huylu tümörlerde olduğu gibi primer kemik tümörlerinde de erken teşhis hayat kurtarır” dedi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Toktamış Savaş, iyi huylu primer kemik tümörlerinin (Kemik kaynaklı tümörler) çoğunun tesadüfen saptığını belirterek, “Tüm kötü huylu tümörlerde olduğu gibi primer kemik tümörlerinde de erken teşhis hayat kurtarır” dedi.
Primer kemik tümörlerinin, kemik orijininden yani kemik kökeninden başlayan tümörler olduğuna vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Toktamış Savaş, iyi huylu (Benign) ve kötü huylu (Malign) olmak üzere iki şekilde görüldüğünü söyledi.
Kemik kaynaklı tümörlerin çoğunun tesadüfen saptandığına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Savaş, “Primer kemik tümörlerinin en fazla iyi huylu olanları görülmektedir. Kötü huylu olanları ise ağrısız ve hızlı büyüyen kitle ile karşımıza çıkmakta kimi zaman hasta ağrı ve hassasiyetle bize müracaat etmektedir” şeklinde konuştu.
Tanı yöntemleri konusunda bilgi veren Dr. Öğr. Üyesi Savaş, en sık kullanılan yöntemin düz radyografi röntgeni sonrasında ise BT (Bilgisayarlı tomografi) ve MR (Manyetik rezonans) görüntüleme ile tanı konduğunu ifade etti.
Kötü huylu tümörlerin gidişatını belirlemek ve metastaz denilen yayılımını görmek amacıyla Pet-CT kullanıldığını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Savaş, kesin tanının ise kemikten ya da yumuşak dokudan alınan biyopsi ile konulduğunu belirtti.
İyi huylu tümörlerin genellikle takip edildiğini, bazılarında ise kırılma riski olduğu için farklı cerrahi tedavi yöntemleri uygulandığını söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Savaş, primer kemik tümörlerinin tedavisi konusunda ise şu bilgileri paylaştı:
“Kötü huylu tümörlerin tamamının cerrahi yolla çıkartılması gerekmektedir. Aynı zamanda kötü huylu tümörlerde radyoterapi ya da kemoterapi dediğimiz ajanlar da kullanılmaktadırlar.
SANKO Üniversitesi Hastanesi, anne adaylarının doğuma sağlıklı şekilde hazırlanabilmeleri için Gebe Okulu hizmeti başlattı. SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Duygu Alime Almalı, Gebe Okulunun tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, “Bilinçli gebeler, sağlıklı bebekler için anne adaylarımıza hizmet vermeyi amaçlıyoruz” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi, anne adaylarının doğuma sağlıklı şekilde hazırlanabilmeleri için Gebe Okulu hizmeti başlattı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Duygu Alime Almalı, Gebe Okulunun tanıtım toplantısında yaptığı konuşmada, “Bilinçli gebeler, sağlıklı bebekler için anne adaylarımıza hizmet vermeyi amaçlıyoruz” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Gebe Okulu Sorumlu Hekimi de olan Dr. Öğr. Üyesi Almalı, gebeliğin; hormonların ve psikolojik değişikliklerin görüldüğü bir süreç olduğunu söyledi.
Anne adaylarının, gebelik sürecini sağlıklı şekilde geçirmelerine katkı sunmayı hedeflediklerini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Almalı, şunları kaydetti:
“Kadınlarımız gebelik sürecinde gerekli bilgi birikimine sahip olmadıkları için korku duymakta ve kendilerini yalnız hissedebilmektedir. Bu nedenle gebelik sürecinde; kadın doğum uzmanlarımız, ebelerimiz, fizyoterapistimiz, diyetisyen ve psikoloğumuzla birlikte profesyonel bir şekilde gebelerimizin yanında olmaya karar verdik ve gebe okulumuzu başlattık.
Gebe okulumuzda gebelik ve lohusalıkla ilgili bilgileri paylaşacağız. Sağlıklı bir gebelik için haftalık pilates derslerimiz de olacak. Gebe okulumuz, yalnızca SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde takip ettiğimiz gebelerimiz için değil tüm gebelere ücretsiz hizmet verecektir. Amacımız; ‘bilinçli gebeler ve sağlıklı bebekler’ için tüm anne adaylarımıza hizmet vermektir.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Anadolu Toplantı Salonu’nda düzenlenen toplantıya SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Türkan Pasinlioğlu, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdür Yardımcısı Rabia Ağar ile Mesul Müdür Dr. Mehmet Subaşı, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanları, Başhemşire Ceylan Özyılmaz, gebeler ve hastane personeli katıldı.
Dünyada geleneksel tek port kapalı (Laparoskopik) yöntemle kasık fıtığı onarımını geliştiren Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Osman Zeki Karakuş, yeniden SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Dünyada geleneksel tek port kapalı (Laparoskopik) yöntemle kasık fıtığı onarımını geliştiren Çocuk Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Osman Zeki Karakuş, yeniden SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Prof. Dr. Osman Zeki Karakuş, 1974 yılında Antalya’nın Korkuteli İlçesi’nde doğdu. İlk ve orta öğretimini Korkuteli’de, lise eğitimini 1992 yılında Konya Atatürk Sağlık Meslek Lisesi’nde tamamladı. 1994 yılında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Tıbbi Laboratuvar Bölümü’nden mezun oldu. Sağlık Memuru ve Tıbbi Laboratuvar Teknikeri unvanları ile 1992 – 2002 yılları arasında Ankara Onkoloji Hastanesi ve Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi’nde görev yaptı.
Prof. Dr. Karakuş, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1995-2001 yılları arasında tamamladığı tıp eğitiminin ardından, 2002-2003 yıllarında Samsun’da pratisyen hekim olarak görev yaptı. 2003-2008 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalında uzmanlık eğitimi alan Prof. Dr. Karakuş, 2009 yılında Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde Çocuk Cerrahisi Uzmanı olarak askerlik görevini tamamladı.
Prof. Dr. Karakuş, 2009-2012 yılları arasında Tokat Vali Recep Yazıcıoğlu Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi ile Tokat Devlet Hastanesi’nde Çocuk Cerrahisi Uzmanı olarak mecburi hizmet görevini yaptı.
2012 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı’na atanan, 2016 yılında “Yardımcı Doçent, 2017 yılında “Doçent” unvanı alan Prof. Dr. Karakuş, aynı yıl Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu.
Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlıkta Kalite Geliştirme ve Akreditasyon Ana Bilim Dalında yüksek lisans eğitimini 2021 tamamlayarak “Kalite Yönetim Direktörü” unvanını alan Prof. Dr. Karakuş, 2022 yılında Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü’nü tamamladı.
0-18 yaş arasındaki bebek, çocuk ve ergenlerin doğumsal ve sonradan kazanılmış cerrahi hastalıklarında güncel bilgi ve deneyimi bulunan Prof. Dr. Karakuş, özellikle kapalı yöntemle ameliyatlarda (Torakoskopi, bronkoskopi, laparoskopi, sistoskopi, üreterorenoskopi, özefagoskopi, gastroskopi gibi endoskopik cerrahi işlemler) geniş bir tecrübeye sahiptir.
Dünyada ve ülkemizde sadece birkaç merkezde uygulanabilen konvansiyonel (Geleneksel) tek port laparoskopik (Kapalı) cerrahiye özel ilgisi olan Prof. Dr. Karakuş, tek bir kesi ile sadece göbekten girilerek yapılan bu yöntemle apandisit, kız çocuklarda yumurtalık kistleri, erkek çocuklarda varikosel, meckel divertikülü ve kasık fıtığı ameliyatlarını görünür iz olmadan başarıyla yapmaktadır.
Dünyada ilk kez konvansiyonel tek port laparoskopik kasık fıtığı onarımını geliştiren Prof. Dr. Karakuş, evli ve iki çocuk babasıdır.
Diyetisyen Nur Seda Güler Berk, SANKO Üniversitesi Hastanesi Obezite ve Metabolik Cerrahi Merkezi Koordinatörü olarak göreve başladı.
Nur Seda Güler Berk, 1990 yılında Gaziantep’in Nizip İlçesi’nde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Nizip'te, lisans eğitimini İstanbul Bilim Üniversitesi'nde tamamladı.
Güneydoğu Anadolu bölgesinin ilk PNİ (psikonöroimmünoloji) diyet uygulayıcılarından olan Berk, bu alandaki eğitimini dünyaca ünlü bilim insanı Leo Pruimboom'dan aldı, özellikle otoimmün hastalıkların beslenme tedavisinde çok başarılı sonuçlar elde etti.
Meslekteki 10 yıllık hastane deneyiminin ardından, 2020-2024 yılları arasında kendi kliniğinde hizmet veren ve temmuz ayı itibarıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi Obezite ve Metabolik Cerrahi Merkezi Koordinatörü olarak atanan Berk, aynı zamanda takipli hasta ve danışan kabulü de yapmaktadır.
Elazığ’dan kapalı kalp ameliyatı için Gaziantep’e gelen Ethem Sunkar (56), şifayı SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde buldu.
Elazığ’dan kapalı kalp ameliyatı için Gaziantep’e gelen Ethem Sunkar (56), şifayı SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde buldu.
Çiftçilikle uğraşan 3 çocuk babası Sunkar, yaklaşık iki hafta önce göğüs ağrısıyla Elazığ’da gittiği hastanede, anjiyo olması gerektiğini öğrendi.
Anjiyo sonucunda 3 ana damar ve yan dallarında darlık olduğu bilgisini alan Sunkar “Doktorlar, anjiyo sonucuma göre bypass olmam gerektiğini söyleyince, kapalı bypass ameliyatı için araştırma yaptım” dedi.
Sunkar, kuzeninin babasını 15 yıl önce SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Feragat Uygur’un ameliyat ettiğini ve sonuçtan çok memnun kaldıklarını öğrenince, bundan sonraki süreçle ilgili yaşadıklarını şöyle aktardı:
“Kuzenim durumumu Dr. Öğr. Üyesi Feragat Uygur’la paylaşınca, anjiyo sonuçlarımı gören doktorum, ameliyatı kapalı yöntemle yapabileceği bilgisini verdi. Hastaneye gelerek gerekli hazırlıklara başladık.
Çok başarılı geçen ameliyatta beş damarıma kapalı yöntemle bypass yapılmış. Yeniden doğmuş gibiyim. Feragat Hocama sanki göğsüme çekiçle vurulmuş gibi ağrı ile gelmiştim ancak şimdi ameliyatın üzerinden çok kısa bir süre geçmesine rağmen, işimin başına geçebilecek kadar iyileşmiş ve zinde hissediyorum.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin doktoru ve tüm personeline minnettar olduğuna vurgu yapan Sunkar, “Her şey çok güzel. Emeği geçen herkese, özellikle doktorum Feragat Hocama çok teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Feragat Uygur ise SANKO Üniversitesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nde yapılan başarılı ameliyatlarla bölgede tercih edilmenin gururunu yaşadıklarını söyledi.
Dr. Öğr. Üyesi Uygur, “Elazığ’dan gelen hastamız 5 damarına kapalı yöntemle bypass ameliyatı yapılıp, sağlıklı olarak uğurlanmıştır. Hastanemiz gerek tıbbi personeli gerekse teknolojik ve fiziki altyapısıyla 28 yıldır bölge insanımıza hizmet veriyor. Hastalarımızın güveni en büyük gurur kaynağımızdır” ifadelerini kullandı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Münife Neyal, her yaşta ortaya çıkabilen migrenin toplumda oldukça sık görüldüğünü söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Münife Neyal, her yaşta ortaya çıkabilen migrenin toplumda oldukça sık görüldüğünü söyledi.
Prof. Dr. Neyal, migrenin, ataklar şeklinde gelen, kendine özgü belirtileri bulunan baş ağrısı dönemleri ile karakterize bir durum olduğuna dikkat çekti.
Migrenin kişisel yatkınlık zemininde ortaya çıktığına ve başka bir hastalığa bağlı olmadığına vurgu yapan Prof. Dr. Neyal, “Çoğu hastada ağrı başka bir uyarı olmaksızın başlar, ancak bazı hastalarda ağrı başlamadan önce ortaya çıkar. Ağrının geldiğini haber veren belirtiler vardır” dedi.
Migren tanısının hastadan alınan tıbbi öykü ve muayene ile konulduğunu belirten Prof. Dr. Neyal, “Ağrının ne kadar zamandır olduğu, ataklarla gelip gelmediği, sıklığı, bir atağın süresi, ağrının karakteri, başladığı bölge, başlama, ilerleme ve sonlanma özellikleri, ağrıyla birlikte bulunan durumlar, ortaya çıkmasını kolaylaştıran faktörler gibi birçok özellik ağrının migren özelliklerine sahip olup olmadığını gösterir” değerlendirmesini yaptı.
Prof. Dr. Neyal, kan tahlilleri, beyin MR’ı gibi tetkiklerin tanı amacıyla değil, migreni taklit edebilecek ve bazıları hayati öneme sahip hastalıklara ilişkin şüphelerin dışlanması amacıyla değerlendirildiğini kaydetti.
Migren ataklarında ağrı başlarken hafif veya orta şiddette olabileceğini vurgulayan Prof. Dr. Neyal, şöyle devam etti:
“Erken dönemde ilaç alınmamışsa sonraki saatlerde zonklayıcı karakter kazanır ve çok şiddetli hale gelir. Eğilmek, kalkmak, öksürmek, başı sallamak gibi herhangi bir fiziksel aktivite yapılması baş ağrısını çok şiddetlendirebilir. Kişiler bunu bazen ‘öne eğildiğimde beynim dışarı akacak gibi hissediyorum’ şeklinde ifade ederler. Ağrı aynı kişinin farklı ataklarında bazen sağ, bazen soldan olmak üzere tek taraflı başlayabilir.”
Ataklarda ışık ve sesten aşırı rahatsız olma, bulantı veya kusma da görüldüğünün altını çizen Prof. Dr. Neyal, şu bilgileri paylaştı:
“Kokulara karşı şiddetli duyarlılık olabilir. Huzursuzluk, iştahsızlık, isteksizlik, hareketlerin beceriksizleşmesi, bağırsak hareketlerinde değişiklikler, dikkat dağınıklığı, konuşurken doğru kelimeleri bulmada zorluk gibi farklı belirtiler ortaya çıkabilir. Bu belirtilerin her hastada hatta aynı kişinin bütün ataklarında ortaya çıkması gerekmez. İlaç alınmamış bir atak dönemi en az 4 saat en çok 72 saat sürer ancak büyük çoğunlukla 24 saati aşmaz.”
Migren atağının ortaya çıkmasını kolaylaştıran durumlara değinen Prof. Dr. Neyal, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Açlık, uyku düzen değişiklikleri (Alışılandan az ya da çok uyumak), parlak ışıklar, ağır kokular gibi şiddetli duyusal uyaranlara maruz kalmak, sigara içmek veya içilen ortamlarda bulunmak, raf ömrünü uzatan bazı maddeleri barındıran yiyecek ve içecekler, alkol (Özellikle fermente içkiler), işlenmiş veya konserve yapılmış etler vb. yiyecekler, doğum kontrol hapları gibi bazı ilaçların kullanılması atağın ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir.
Kişilerin ataklarını kolaylaştıran durumları fark ederek, uzak durmaları atak sayısını azaltacaktır. Baş ağrısının sıklığı, şiddeti ya da karakteri değişirse mutlaka bir nöroloji uzmanına başvurmak gerekir. Bu durumda ayırıcı tanı açısından hastaların tekrar değerlendirilmesi gerekir. Eğer baş ağrısına neden olabilecek başka bir hastalık gelişmişse bunun tedavisine öncelik verilir.”
“Tedavide amaç baş ağrısının ömür boyu olmamasını sağlamak değildir. Böyle bir tedavi biçimi bugüne kadar keşfedilmedi” diyen Prof. Dr. Neyal, sözlerini şöyle tamamladı:
“Tedavini amacı atakların şiddet ve sıklığını azaltarak yaşam kalitesini ve özel yaşam, iş ve okulda günlük işlevselliği artırmaktır. Tedavi yanıtında kişisel faktörler önemlidir. Aynı ilaçtan bazı hastalar daha düşük dozda fayda görürken, bazıları daha yüksek dozda fayda görür. Tedavi sırasında hastaların düzenli takibi ve tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi, bireysel doz ayarlamaları tedavi başarısında önemlidir.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletmeye devam ediyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr. Haşim Karakuş, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletmeye devam ediyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzm. Dr. Haşim Karakuş, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Uzm. Dr. Karakuş, 1982 yılında Gaziantep’te doğdu. 2007 yılında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 2008-2011 yılları arasında Gaziantep’te Aile Hekimliği yaptı. 2016 yılında Gaziantep Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalında Uzmanlık Eğitimi’ni tamamladı. 2016-2017 yıllarında Şanlıurfa Suruç Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmetini yaptı. 2017-2024 yılları arasında Gaziantep’te özel bir hastanede Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak çalıştı.
SANKO Üniversitesi Hastanesinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü’nde hastalarını kabul etmeye başlayan Uzm. Dr. Karakuş, evli ve iki çocuk babasıdır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde dünyaya gözlerini açan, ilk, orta ve lise eğitimini SANKO Okulları’nda tamamladıktan sonra SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanan Alp Yapan ve Barış Kılboz, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesini başarıyla tamamlayarak hem ailelerine hem de SANKO Ailesine büyük gurur yaşattılar.
SANKO HOLDİNG YÖNETİM KURULU BAŞKANI ADİL SANİ KONUKOĞLU:
“İKİ HEKİMİNİN DOĞUŞTAN SANKO’LU OLMASININ GURURUNU YAŞIYORUZ”
SANKO ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF. DR. DAĞLI: “DOĞUŞTAN SANKO’LU GENÇLERİMİZİ YENİ HAYATLARINA BİRER HEKİM OLARAK UĞURLAMAK BİZLER İÇİN GURUR VERİCİ”
OPR. DR. BAYRAK: “DOĞUMUNU GERÇEKLEŞTİRDİĞİM DR. ALP YAPAN’I 24 YIL SONRA MESLEKTAŞ OLARAK GÖRMEK BENİ ÇOK DUYGULANDIRDI”
DR. ALP YAPAN: “GAZİANTEP VE SANKO BENİM BİR PARÇAM, UMUYORUM Kİ TEKRAR BİR ARAYA GELECEĞİZ”
DR. BARIŞ KILBOZ: “SANKO’NUN BANA KATTIĞI VİZYON IŞIĞINDA AİLEME VE TOPLUMA ÖRNEK VE FAYDALI BİR DOKTOR OLMAYI HEDEFLİYORUM”
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde dünyaya gözlerini açan, ilk, orta ve lise eğitimini SANKO Okulları’nda tamamladıktan sonra SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanan Alp Yapan ve Barış Kılboz, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesini başarıyla tamamlayarak hem ailelerine hem de SANKO Ailesine büyük gurur yaşattılar.
Doğuştan SANKO’lu iki genç tıp doktoru olmanın gururunu yaşarken, tıp dünyasının yeni hekimlerine diploma törenine, 2000 yılında dünyaya gelen Dr. Alp Yapan’ın doğumunu gerçekleştiren ve o dönem SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olarak görev yapan Opr. Dr. Samet Bayrak da katıldı.
Opr. Dr. Bayrak, Dr. Yapan ve Dr. Kılboz’a, “Gaziantep’te Cumhuriyet Dönemi Salgın Hastalıklar ve Sağlık Hizmetleri” isimli kitabını takdim etti.
Dr. Alp Yapan (24) ile Dr. Barış Kılboz’a diplomaları Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ayşen Bayram, doğum belgeleri ise SANKO Üniversitesi Genel Sekreteri Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ile SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci tarafından verildi.
SANKO Holding Yönetim Kurulu Başkanı Adil Sani Konukoğlu, “İki genç tıp doktorunun doğuştan SANKO’lu olmasının haklı gururunu yaşıyoruz” dedi.
Dr. Alp Yapan ile Dr. Barış Kılboz’un SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde doğup, tüm eğitim hayatlarını SANKO’da tamamlamalarının kendisi için de özel olduğunu belirten Konukoğlu, şunları söyledi:
“Konukoğlu Ailesi olarak, şehrimize ve ülkemize katma değer sağlamak amacıyla farklı sektörlerde yaptığımız yatırımlarımızın yanı sıra, sağlık ve eğitim alanlarında da hizmet vermek için gayret gösteriyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada Dr. Alp Yapan ile Dr. Barış Kılboz, bize ne kadar doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Hem duygulandık hem de gururlandık. Bundan sonraki hayatlarında da her zaman yanlarında olmaya gayret göstereceğiz. Gençlerimizi tebrik ediyor, başarılarının daim olmasını diliyorum.”
SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı da Tıp Fakültesi beşinci dönem mezunlarını verdikleri 2023-2024 akademik yılı mezuniyet töreninde iki öğrencinin doğumlarından yükseköğrenimlerine kadar SANKO Ailesi çatısı altında büyüdüklerine tanıklık etmenin mutluluğunu yaşadıklarını kaydetti.
“Bu gençlerimizin, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde doğup, ilk ve orta eğitim öğretim süreçlerine SANKO Okulları’nda devam edip, üniversiteyi de SANKO Üniversitesi’nde tamamlayarak birer hekim olarak aramızdan ayrılmaları bizim için gurur verici.
Hayata gözlerini açtıkları ilk andan itibaren büyük emek ve çabalarla bu günlere gelmeleri için çok büyük fedakarlıklar yapan ailelere evlatlarını, bu süreçte bize emanet ettiklerinden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum.”
Genç hekimlere meslek hayatlarında başarı dileklerinde bulunan Prof. Dr. Dağlı, “SANKO Üniversitesi Ailesi olarak şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da tüm mezunlarımızın yanlarında olacağız” diyerek sözlerini tamamladı.
Opr. Dr. Samet Bayrak ise, “SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde kadın doğum uzmanı olarak görev yaptığım dönemde doğumunu gerçekleştirerek, ailesinin evlat mutluluğuna ortak olduğum sevgili Dr. Alp Yapan’ı 24 yıl sonra meslektaş olarak görmek beni çok duygulandırdı” ifadelerini kullandı.
Opr. Dr. Bayrak, “Bu mutluluk verici tabloda yer almak çok özel bir duygu. Gençlerimizi ve ailelerini kutluyor, yeni hayatlarında başarılarla dolu bir gelecek temenni ediyorum” diyerek duygularını dile getirdi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde dünyaya geldiğini, anne babasının da SANKO çalışanı olduğunu anımsatan Dr. Alp Yapan (24), “Büyüdüğüm bu güzel ortamda herkes bana katkı vermek için çok çabaladı. Yıllar boyu bu güzel ortamda büyümenin karakterimin oturmasında ve bu güzel başarıları elde etmemde büyük katkısı olduğuna inanıyorum” diyerek duygularını aktardı.
“SANKO Ailesi hakkında söylenecek çok şey var ama doğduğum andan itibaren içinde bulunduğum bu aileyi anlatan tek kelime kalitedir” diyen Dr. Yapan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Okul, hastane veya üniversite fark etmeksizin her dalda bana en iyi olduklarını hissettirdiler. SANKO Okulları’ndayken en iyi eğitimi aldığımı biliyordum. Küçükken hasta olduğumda başka hastaneye gitmiyordum, çünkü emindim herkes en iyisi için çalışıyordu ve herkes bu konuda elinden geleni yapıyordu.
İki ayrı kurumunda anne ve babamın çalıştığı SANKO kalitesi ailemin iş yerlerinde verdiği emeklerden de anlaşılacağı üzere çok yüksekti. Ben bu durumun en yakın şahitlerinden biriydim.
Ebeveynlerim gibi SANKO Ailesinin de her bir ferdi işlerini yaparken her şeylerini ortaya koyuyordu. Ben de insanlar benim üzerime bu kadar titriyorken emeklerini boşa çıkartmadığım ve tıp fakültesini başarıyla bitirerek onları gururlandırdığım için çok mutluyum.”
Sınav sonrası ortopedi ve travmatoloji uzmanlığı için asistanlığına başlamak istediğine vurgu yapan Dr. Yapan, “Zaman bizlere ne getirir bilinmez lakin Gaziantep ve SANKO benim bir parçam. Umuyorum ki bir gün tekrar bir araya geleceğiz” şeklinde konuştu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde dünyaya gelen ve tüm eğitim öğretim süreçlerini SANKO eğitim kurumlarında tamamlayarak Tıp Fakültesi’nden mezun olmanın gururunu yaşayan Dr. Barış Kılboz ise şunları anlattı:
“Eğitim öğretim serüvenimin tamamı SANKO’da geçtiği için kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu süreç boyunca hayatıma dokunan tüm hocalarımın bana büyük katkıları oldu ve bugün onların emekleriyle tıp fakültesini bitirmenin gururunu yaşıyorum.
SANKO, bir eğitim kurumunun yanında bana ikinci bir ev oldu, yuva sıcaklığını her zaman hissettim. İnsan evinden kopamaz. Gelecekte SANKO’nun bana kattığı vizyon ve misyonun ışığında aileme ve topluma faydalı, örnek bir doktor olmayı hedefliyorum.”
Diyetisyen Asaf Anıl Cengiz, SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.
Diyetisyen Asaf Anıl Cengiz, SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.
Diyetisyen Asaf Anıl Cengiz, 1989 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Hatay’da tamamlayan Cengiz, Selim Nevzat Şahin Anadolu Lisesi’nin ardından 2012 yılında İstanbul Haliç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden mezun oldu. 2012-2018 yılları arasında çeşitli özel hastanelerde, 2018-2023 yılları arasında özel kliniğinde görev yaptı.
Sporcu Beslenmesi, Beslenme ve Biyokimya Eğitimi, Metabolik ve Bariatrik Cerrahi Diyetisyenliği, Fitoterapi Eğitimi sertifikaları bulunan, kilo yönetimi konusunda deneyimli olan Cengiz, uzun süre endokrinoloji bölümüyle çalışmalar yapmıştır.
Cengiz, SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başlamıştır.
Psikolog Mehmetcan Aslan, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.
Psikolog Mehmetcan Aslan, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.
Psikolog Aslan, 1998 yılında Osmaniye'de doğdu. Lise eğitimini Seçkin Koleji’nde aldı. 2017-2021 yılları arasında Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde lisans eğitimini tamamlayan Psikolog Aslan, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir.
Eğitim süresince gönüllü olarak 2017-2019 Gaziantep Onkoloji Hastanesi’nde 0-18 yaş pediatrik onkoloji hastaları ile proje bazlı çalışmalar, sosyal yardımlaşma dernekleri, eğitim psikolojisi alanında faaliyetler yaptı. Depremden etkilenen illerde aktif görev yapan Aslan’ın uyguladığı ekoller Bütüncül Yaklaşım, Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapidir.
Çalışma alanı Aile Danışmanlığı, Cinsel Terapi, Çift Terapisi, Beslenme Bozuklukları ve Eğitim Danışmanlığıdır.
Özgüven ve Sorumluluk Duygusunu Geliştirme Yöntemleri, Etkili İletişim, Duygu, Öfke ve Stres Yönetimi, Mındfulness, Beden Dili, Etkili Konuşma, Diksiyon, İletişim, İlişki ve Yaşam Başarısı, Yetişkin ve Çocuk Travmasında Temel Bilişsel Müdahaleler, Sosyal Hayatta İlişki Yönetimi.
Çocuk İstismarı, Yaşamın Evrimi, Anne Ben Nasıl Doğdum, Peki Nedir Bu Başarı Denen Şey, Farkındalık ve Yaratıcı Düşünce, Bilginin Gücü, HKÜ Psikoloji Gündemi 11, 1. Yıl Psikoloji Zirvesi.
Masal Terapisi (2020), Psikoterapide İlk Görüşme ve Klinik Uygulama Teknikleri (2020), Filial Terapi Ebeveyn-Çocuk İlişkisi (2020), Aile Danışmanlığı ve Çift Terapisi (2018), Cinsel Terapi (2022), Eğitim Koçluğu (2021) ve Beslenme Bozuklukları (2024).
SANKO Üniversitesi Hastanesi Diyetisyeni Meltem Demirci, yaz aylarında yeterince sıvı alınmazsa, susuz kalma (Dehidrasyon) riskiyle karşı karşıya kalınabileceğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Diyetisyeni Meltem Demirci, yaz aylarında yeterince sıvı alınmazsa, susuz kalma (Dehidrasyon) riskiyle karşı karşıya kalınabileceğini söyledi.
Yaz aylarında sıvı tüketiminin önemine değinen Demirci, “Yaz mevsiminde sıvı ihtiyacı, normal zamanlara göre artar. Bunun nedeni, sıcak havalarda terleme yoluyla daha fazla su kaybedilmesidir. Yeterince sıvı alınmazsa dehidratasyon riskiyle karşı karşıya kalınabilir” dedi.
Demirci, susuz kalmanın baş ağrısı, yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi ve kabızlık gibi birçok sağlık sorununa yol açabileceğine dikkat çekti.
Sıvı tüketiminin günde kadınlara 2 litre, erkeklere ise 2,5 litre önerildiğini ifade eden Demirci, “Kilonuzu kilogram cinsinden 30 ile çarpın ve her 30 dakikalık egzersiz için 500 ml (2 bardak) su ekleyin” önerisinde bulundu.
Demirci, sıvı ihtiyacını belirleyen faktörleri “Kilo, Aktivite Seviyesi, Hava Durumu ve Sağlık Durumu” başlıkları altında özetledi.
Demirci, sıvı ihtiyacını karşılamada dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıraladı:
Yaz mevsiminde sade su, ayran, kefir, şekersiz komposto, bitki çayları gibi lezzetli ve sağlıklı sıvı içeceklerin tercih edilmesini öneren Demirci, sıvı ihtiyacını karşılamaya yardımcı olacak besinleri karpuz, kavun, erik, çilek, salatalık, marul, kabak, domates vb. meyve ve sebzeler olarak kaydetti.
Demirci, sıcak yaz günlerinde dikkat etmesi gereken özel gruplarla ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Hamile ve emziren kadınlar: Hamile ve emziren kadınların normalden daha fazla sıvıya ihtiyacı vardır. Bu nedenle, bol bol su içmeleri önemlidir.
Yaşlılar: Yaşlılar susuzluk hissini daha az hissedebilirler. Bu nedenle, gün boyunca düzenli olarak su içmeleri önemlidir.
Kronik hastalıkları olanlar: Bazı kronik hastalıklar, sıvı ihtiyacını etkileyebilir. Bu nedenle, bu gruptaki kişilerin doktor ve diyetisyen iş birliği ile ne kadar sıvı almaları gerektiği hakkında konuşmaları önemlidir.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin ev sahipliğinde Deneysel Hematoloji Derneği iş birliği ile “Zeugma Hematoloji Günleri”nin ikincisi düzenlendi
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin ev sahipliğinde Deneysel Hematoloji Derneği iş birliği ile “Zeugma Hematoloji Günleri”nin ikincisi düzenlendi
II. Zeugma Hematoloji Günleri’nin açılışında konuşan Deneysel Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ali Ünal, “Bilgilerimizi paylaşmak, yeni ve güncel tedavi yöntemlerini konuşmak üzere bir araya geldiğimiz toplantımıza hoş geldiniz. Ülkemizin farklı bölgelerinden gelen değerli hocalarımızın katkılarıyla hazırladığımız toplantılarımız devam edecektir” dedi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı / Hematoloji Bölümü’nden Pof. Dr. Mehmet Yılmaz ise “Birbirinden kıymetli hocalarımızı bir araya getirerek, iş birliği ve fikir alışverişi yaptığımız bu değerli toplantıya yeniden ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyuyoruz“ şeklinde konuştu.
Hodgkin Lenfoma ve Non Hodgkin Lenfoma konusunda güncel tanı ve tedavi yöntemlerine yönelik paylaşımların yapıldığı toplantının önemine vurgu yapan Prof. Dr. Yılmaz, bölgesel iş birliği ve bilimsel bilginin paylaşılmasının değerli olduğunu ve bu toplantıların önümüzdeki yıllarda zenginleştirilerek devam edeceğini söyledi.
Birbirinden değerli konuşmacıların katılımıyla gerçekleşen II. Zeugma Hematoloji Günleri kapsamında Oturum Başkanlığını Prof. Dr. Ali Ünal’ın yaptığı “Akılcı İlaç” konulu ilk oturumda SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehtap Özkur, “Akılcı İlaç Kullanımı” konusunda bilgiler paylaştı.
Prof. Dr. Ali Ünal ve Prof. Dr. Hasan Kaya’nın başkanlığını yaptığı “Hodgkin Lenfoma” başlıklı ikinci oturumda Dr. Öğr. Üyesi Cem Selim, “Kılavuzlar Eşliğinde Erken Evre Hodgkin Lenfoma Hastalarında Tedavi” ve vaka sunumu, Uzm. Dr. Fatma Akbaş vaka sunumu, Doç. Dr. Handan Haydaroğlu Şahin, “Kılavuzlar Eşliğinde İleri Evre Hodgkin Lenfoma Hastalarında Tedavi”, Uzm. Dr. Zekeriya Aksöz vaka sunumu, Prof. Dr. İlhami Kiki “Relaps Refrakter Hodgkin Lenfoma Hastalarını Nasıl Tedavi Edelim?”, Uzm. Dr. Abdi İbrahim Halil Sönmez “Nodüler Lenfosit Predominant Hodgkin Lenfoma” ve vaka sunumu, Doç. Dr. Sibel Cangi “Hodgkin Lenfoma Patolojisi”, Doç. Dr. Didar Yanardağ Açık “Hodgkin Lenfomada Transplant” konularına değindiler.
Non-Hodgkin Lenfoman konulu üçüncü oturumun başkanlığını Dr. Emin Kaya, Prof. Dr. Mehmet Şencan, Dr. Öğr. Üyesi Salih Sertaç Durusoy, Prof. Dr. Vahap Okan, Prof. Dr. Mehmet Yılmaz yaptı.
Bu oturumda Uzm. Dr. Murat Çınarsoy “Diffüz Büyük B Hücreli Lenfomada Güncel Tedavide Neler Var?” ve vaka sunumu, Uzm. Dr. Veysel Erol vaka sunumu, Uzm. Dr. Cemalettin Öztürk “Mantle Cell Lenfoma Tedavisi”, Uzm. Dr. Ali Tekbaş “İndolent Lenfomalar (Folliküler, Marginal Zone Lenfomalar)” ve vaka sunumu, Dr. Onur Alp Tekin vaka sunumu, Uzm. Dr. Cem Kis “T hücreli Lenfomalar ve Tedavi Stratejileri”, Uzm. Dr. Kemal Fidan vaka sunumu, Dr. Öğr. Üyesi Neslihan Mandacı “Burkitt Lenfoma”, Doç. Dr. Zeynep Güven vaka sunumu, Dr. Öğr. Üyesi Gülşah Akyol “Santral Sinir Sistemi Lenfomaları”, Dr. Öğr. Üyesi Salih Sertaç Durusoy “Non-Hodgkin Lenfomalarda Ne Zaman Transplant Yapalım?”, Prof. Dr. Olgun Kontaş “B Hücreli Lenfoma Patolojisi”, Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Sökücü “T Hücreli Lenfoma Patolojisi” konularında bilgiler aktardı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Anadolu Toplantı Salonu’nda düzenlenen Zeugma Hematoloji Günleri, sunumların ardından tartışma bölümü sonrası çekilen anı fotoğraflıyla son buldu.
SANKO Üniversitesi Onkoloji Bölümü, profesyonel kadrosu, teknik ve fiziki alt yapısı güçlendirilerek, Onkoloji Merkezi’ne dönüştürüldü.
SANKO Üniversitesi Onkoloji Bölümü, profesyonel kadrosu, teknik ve fiziki alt yapısı güçlendirilerek, Onkoloji Merkezi’ne dönüştürüldü.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı ve Onkoloji Merkezi Direktörü Prof. Dr. Levent Elbeyli, hasta ve hasta yakınlarının beklentileri doğrultusunda kurdukları onkoloji merkezinin hizmete alındığını söyledi.
Kanserin günümüzde en önemli sağlık sorunların biri olduğunu belirten Prof. Dr. Elbeyli, “Özellikle kanser tanısı aldıktan sonra gerek hasta gerekse hasta yakınlarına süreci konforlu ve günümüz şartlarındaki en gelişmiş tanı ve tedavi imkanlarıyla sunmak açısından onkoloji merkezimiz çok önemli işlev üstlenecektir” dedi.
Tanıdan başlayarak tedavinin her aşamasını planlayıp yürüttükleri merkezde hasta odaklı hizmet sunumu için birbirinden değerli onkoloji uzmanı, patoloji uzmanı, onkolojik cerrahi uzmanı, onkoloji hemşiresi, diyetisyeni, fizyoterapisti, psikoloğu ve destek hizmetlerden oluşan büyük bir ekiple süreci yönettiklerini kaydeden Prof. Dr. Elbeyli, şöyle devam etti:
“Onkoloji Merkezimiz multidisipliner bir yapıda kanser tedavisinde daha kapsamlı hizmet sunumu gerçekleştirerek cerrahi ve dahili bölümlerle birlikte Patoloji ve Merkez Laboratuvarı iş birliği içerisinde hizmet vermektedir. Hastalarımızın randevuları, cerrahi ve onkolojik tedavi planlamaları hekimlerimizin ortak kararları, gerektiğinde bir arada değerlendirmeleri sağlanarak bir merkezden yürütülmektedir.
Koordinatörlerimiz hastalarımızla iletişim kolaylığını sağlayarak, her konuda destek vermeye hazır ve yanlarında olduğunu hissettirmektedir. Hastalarımızın her türlü onkolojik veya tıbbi diğer sorunlarının merkezimizin koordinatörlüğünde kısa sürede çözüme ulaştırılması planlanmaktadır. Hedefimiz hastalarımızı onları yormadan sağlık hizmetlerine ulaşmalarını sağlamaktır. Onkoloji merkezimiz içinde yer alan günü birlik tedavi merkezi de her türlü konfor ve ihtiyaç düşünülerek planlanmıştır. Eğitimli ve güler yüzlü ekip anlayışı ile hizmet verilecek bir aile ortamı yaratılmaya çalıştık.
Onkolojik cerrahi prosedürleri yanında ağrı yönetimi, psikososyal destek hizmetleri, palyatif bakım hizmetleri, beslenme desteği odaklı hizmetlerle fiziksel aktivite danışmanlığı hizmetleri merkezimizde verilmektedir. Yakın bir zamanda hizmete vermeye başlayacak Radyasyon Onkolojisi Ünitesi ile son teknolojik cihazlarla radyoterapi hizmeti de sunmayı planlıyoruz. Multidisipliner ekip çalışmasıyla hizmet vermeye başlayan merkezimiz, hastalara şifa, Gaziantep’e ve bölgemize hayırlı olsun.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletmeye devam ediyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hatice Bayar Açık SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletmeye devam ediyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hatice Bayar Açık SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Dr. Hatice Bayar Açık, 1988 yılında İskenderun’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Hatay’da tamamladı. 2007-2014 yılları arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tıp eğitimi, 2016-2021 yılları arasında Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı’nda uzmanlık eğitimi aldı.
2021-2022 yıllarında Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde, 2023-2024 yıllarında Dörtyol Devlet Hastanesi’nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak görev yaptı.
İngilizce bilen, evli ve iki çocuk annesi Uzm. Dr. Hatice Bayar Açık, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Başhemşiresi Ceylan Özyılmaz, “Mesleğimizin temel değerleri ışığında özveri ve insan sevgisiyle çalışan hemşirelerimizin Hemşirelik Haftası kutlu olsun” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Başhemşiresi Ceylan Özyılmaz, “Mesleğimizin temel değerleri ışığında özveri ve insan sevgisiyle çalışan hemşirelerimizin Hemşirelik Haftası kutlu olsun” dedi.
12-18 Mayıs Hemşirelik Haftası nedeniyle mesaj yayımlayan Özyılmaz, ICN (Uluslararası Hemşireler Birliği) tarafından 2024 yılı temasının, “Hemşirelerimiz Geleceğimiz: Bakımın Ekonomik Gücü” olarak belirlendiğini kaydetti.
Hemşireliğin, profesyonel sağlık ekibi içerisinde 7 gün 24 saat hastalara hizmet veren, ekibin hastaya karşı en etkin rolünü üstelenen meslek grubu olduğunu ifade eden Özyılmaz, mesajında özetle şu görüşlere yer verdi:
“Dijital gelişmeler sağlık sektöründe kendine geniş yer bulurken, hasta bakım süreçlerinde dijital teknolojiyle birlikte hastaya dokunan, empati kuran, şefkatiyle, ilgisiyle hastanın tedavi süreçlerinde büyük rol oynayan hemşirelik hizmetleri her zaman en ön saflarda yerini almaktadır.
Hemşirelik uygulamalarında temel değerlerimizden sevgi, saygı, hoşgörü, sabır, şefkat ve inançla görevlerini yapan tüm meslektaşlarımın 12-18 Mayıs Hemşirelik Haftası’nı kutlar, başarılarının devamını dilerim.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi.
4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi.
Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu anımsatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı.
Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu anımsatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti.
Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı:
“Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.”
“Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı:
“İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, 11. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde “Testis Kanserinde High Mobility Group Box – 1 Ekspresyonu ve Tedavi Hedefi Olarak Rolü” konusunda yaptığı sunumla Türk Tıbbi Onkoloji Derneği tarafından geçen yıl olduğu gibi bu yıl da “En İyi Çalışma Ödülü”nü aldı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, 11. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde “Testis Kanserinde High Mobility Group Box – 1 Ekspresyonu ve Tedavi Hedefi Olarak Rolü” konusunda yaptığı sunumla Türk Tıbbi Onkoloji Derneği tarafından geçen yıl olduğu gibi bu yıl da “En İyi Çalışma Ödülü”nü aldı.
KKTC’nin Girne kentinde 24-28 Nisan 2024 tarihleri arasında düzenlenen kongrede ödül alan Prof. Dr. Yıldırım, “Ülkemizde ilaç tasarımı ve ilaç Ar-Ge’si konusunda çalışmaların teşvik edilmesi açısından bu ödülün değeri çok büyük” dedi.
“Ben ve ekibim, yaklaşık üç yıldır onkolojide ilaç tasarımı ve ilaç Ar-Ge’si konusunda çalışmalar yapıyoruz. Yaptığımız çalışmaların ürünlerini Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde sunduk” diyen Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:
“Geçen yıl 10. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde sunmuş olduğumuz ilaç çalışması ile yine en iyi çalışma ödülünü almıştık. Bu yıl da farklı bir kanser türünde gerçekleştirdiğimiz ilaç çalışmamız en iyi çalışma ödülüne değer görüldü.
Ülkemizde ilaç tasarımı ve ilaç Ar-Ge’si konusunda çalışmaların teşvik edilmesi açısından bu ödülün değerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kendimize ait, ekonomik ve inavasyon değeri yüksek ürünler elde edebilmek için bu alandaki çalışmaların daha fazla desteklenerek artırılması gerekiyor.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde de uzman kadrosunu genişletiyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde de uzman kadrosunu genişletiyor.
Uzm. Diyetisyen Tuğba Demirkıran ve Diyetisyen Meltem Demirci, SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.
1999 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk ve ortaokul eğitiminin ardından 2017 yılında Yasemin Erman Balsu Anadolu Lisesi’nden mezun oldu.
2017 yılında SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde lisans eğitimine başlayan Uzm. Diyetisyen Demirkıran, çeşitli polikliniklerde stajyer diyetisyen görev alarak 2021 yılında bölüm birincisi olarak mezun oldu.
Aynı yıl özel bir üniversitede yüksek lisans eğitimine başlayan Uzm. Diyetisyen Demirkıran, “Obezite” konusunda tez hazırladı. 2023 yılında yüksek takdir derecesiyle mezun olarak ‘Uzman Diyetisyen’ unvanını aldı.
Eğitim hayatı boyunca birçok konferans, seminer, sempozyum ve kursa katılan Uzm. Diyetisyen Demirkıran 2024 yılı Nisan ayı itibariyle SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.
1998 yılında Gaziantep’te doğdu. 2016 yılında Vedat Topçuoğlu Anadolu Lisesi’nden, 2020 yılında SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden mezun oldu.
2018 yılında özel bir sağlıklı yaşam merkezinde staj yapmaya başlayan Diyetisyen Demirci, 2019 yılında Cengiz Gökçek Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi, Engelsiz Yaşam Merkezi Aktif Yaşam Merkezi, 25 Aralık Devlet Hastanesi ve SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde stajyer diyetisyen olarak görev yaptı.
Nisan 2021’den bu yana SANKO Üniversitesi Hastanesinde Diyetisyen olarak görev yapan Demirci, Nisan 2024 itibariyle Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.
Diyabette Beslenme, Gebelik ve Emziklilik Döneminde Beslenme, Kilo Alma Programları, Besin İntoleranslarında Beslenme, Kalp Damar Hastalıklarında Beslenme, Böbrek Hastalıklarında Beslenme, Nörolojik Hastalıklarda Beslenme, Sindirim Sistemi Hastalıklarında Beslenme, Yeme Bozukluklarında Beslenme, Organ Naklinde Beslenme, Cerrahi Hastalıklarda Beslenme, Enteral-Paranteral Beslenme ve Çocuk Hastalıklarında Beslenme ve Yaşlılık Döneminde Beslenme alanlarında çalışmaları sürmektedir.
Türkiye Diyetisyenler Derneği (TDD), Klinik Enteral Paranteral Nütrisyon Derneği (KEPAN), Pediatrik Diyetisyenler Derneği (PEDİDER) üyesidir.
Karbonhidrat-Protein-Yağ Sayımı Eğitimi (Tip1-Tip2 DM) Obezite Cerrahisi ve Bariatrik Diyetisyenliği, Yaşlılarda Tıbbi Beslenme Tedavisi Eğitimi, Renal Diyetisyenlik Kurs Programı, ISO 18001 Eğitimi, ISO 14001 Eğitimi, ISO 9001 Eğitimi, Güncel Yaklaşımlarla Klinik Nütrisyon Kursu ve Bilimsel Fitoterapi Eğitimi sertifikaları bulunmaktadır.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Çetin, kalp sağlığı için düzenli doktor kontrollerinin ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Çetin, kalp sağlığı için düzenli doktor kontrollerinin ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi.
Kalp sağlığıyla ilgili açıklama yapan Prof. Dr. Çetin, “Ülkemizde de diğer ülkelerde olduğu gibi yaşam kayıplarının önde gelen nedenleri arasında kalp hastalıkları bulunmaktadır. Bu hastalıklarla ilgili yaşam kayıplarındaki artış ise kalp hastalıkları konusunda çok daha bilinçli olmamız gerektiğinin en somut örneğidir” dedi.
Prof. Dr. Çetin, kadınlarda 55, erkeklerde 45 yaş üzeri, ailede genetik kalp hastalığı öyküsü, sigara tüketimi, hipertansiyon, yüksek kolesterol, sedanter (hareketsiz) yaşam şekli, depresyon, diyabet, obezite, stres ve erken menopozun risk faktörlerinin başında geldiğine dikkati çekti.
Kontrol altına alınabilecek bir takım risk faktörleriyle kalp sağlığının korunabileceğine vurgu yapan Prof. Dr. Çetin, şu bilgileri paylaştı:
“Kalp rahatsızlıkları gelişiminin bir kısmı kontrol altına alınabilirken, bir kısmı ise kontrol dışı gelişebilmektedir. Önceliğimiz kontrol altına alabileceğimiz risk faktörleriyle ilgili farkındalık yaratarak, bilinç oluşturmaktır.
Erkeklerin kadınlara göre daha fazla risk taşıması, genetik olarak ailede kalp hastalıklarına yatkınlık gibi değiştiremeyeceğimiz, kontrol dışı gelişen faktörler yanında, sigara tüketimi, obezite, hipertansiyon (Yüksek tansiyon), şeker (Diyabet) hastalığı gibi kontrol altına alabileceğimiz risk faktörlerini mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışmalıyız.”
Kadınlar ve erkekler kadar günümüzde gençlerde de çok görülmeye başlayan kalp hastalıkları konusunda mutlaka önlem alınması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Çetin, şöyle devam etti:
“Günümüzde çağdaş teknolojinin kullanılmasının bir sonucu olarak dijital dünyanın hareketsiz yaşamı, yetersiz ve dengesiz beslenme alışkanlıkları, stresin yoğun yaşanması, hastalığın genetik miras olarak aktarımı, deprem, pandemi gibi yaşamı olumsuz etkileyen, düzeni bozan olumsuzluklar her yaştan insanı kalp sağlığı olarak da negatif şekilde etkilemektedir.
Değiştirilebildiğimiz yani kontrol altına alabileceğimiz risk faktörleri için temel ailede atılıyor. Ailenin bilinçli olması çocuk ve gençlerin yaşamını da olumlu etkiliyor. Düzenli bir yaşam, beslenme şeklinde yapılacak olumlu düzenlemeler, doktorlar tarafından kalp rahatsızlıklarına yönelik verilecek ilaçların düzenli bir şekilde kullanılmasıyla kalp hastalıklarının görülme oranı da azalabilecektir.”
Prof. Dr. Çetin, alınabilecek önlemler ve yapılabilecekleri şöyle özetledi:
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosu yanında çağdaş teknolojiyle donanımlı teknik altyapısını da geliştirmeye devam ediyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosu yanında çağdaş teknolojiyle donanımlı teknik altyapısını da geliştirmeye devam ediyor.
Radyolojik görüntüleme alanının dünyadaki son teknolojilerinden olan ve saniyede yaklaşık 4000 kesit alabilen, dört saniyede tüm vücut taraması ve bir saniyede kalp anjiyosu yapabilen GE Revolution Apex Elite Bilgisayarlı Tomografi (BT) cihazı SANKO Üniversitesi Hastanesi Radyoloji Bölümü’nde hizmete girdi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Radyoloji Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali İkidağ, “Sağlıkta çağdaş teknoloji hayat kurtarıyor” dedi.
Dr. Öğr. Üyesi İkidağ, GE Revolution Apex Elite Bilgisayarlı Tomografi (BT) ile ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Hastanemizde hizmete alınan BT cihazımız ile tek kalp atımında yani yaklaşık bir saniye kadar kısa bir sürede Koroner (Kalp) BT Anjiografi İşlemi gerçekleştirilmektedir.
Çift enerjili BT adı verilen yöntemle kalp kaslarının kanlanma özellikleri belirlenebilmektedir. Ayrıca vücuttaki tüm damar yapılarının BT anjiografi işlemleri çok kısa zaman dilimlerinde ve düşük radyasyon dozları ile gerçekleştirilmektedir.”
Cihazda bulunan düşük radyasyon dozu seçenekleri ile çok düşük radyasyon dozları kullanılarak akciğer kanseri gibi önemli hastalıkların da tanınabildiğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi İkidağ, şöyle devam etti:
“Cihaz, uzun süreli sigara içenlerde akciğer kanseri taraması için güvenle kullanılmaktadır. Özellikle kanser veya sistemik hastalık gibi nedenlerle sık bilgisayarlı tomografi çektirmek zorunda olan olgularda, cihazımızda bulunan düşük doz özelliği nedeniyle hastalarımızın almış olduğu tanısal radyasyon dozları önemli ölçüde azaltılmaktadır.
Dört saniyede tüm vücut taraması yapabilen cihazımız, özellikle nefesini tutmada zorlanan hastalarda büyük kolaylık sağlamaktadır. Trafik kazası, yüksekten düşme gibi çoklu organ yaralanmasından kuşkulanılan ve zamana karşı bir yarış içinde olduğumuz olgularda da hız konusundaki avantajı öne çıkmaktadır.”
Cihazın sahip olduğu yapay zeka desteği sayesinde hem hasta çekimlerinde hataların önüne geçildiğini hem de filmlerin raporlanmasında hata payını en aza indirdiğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi İkidağ, “İnme olgularında erken dönemde müdahale ile beyin dokusu hasarı azaltılabilmektedir. Bu olgularda müdahale öncesinde kurtarılabilir beyin dokusunun tespit edilmesi için yapılan Perfüzyon (Dolaşım) BT incelemesi de bu cihaz ile kolaylıkla gerçekleştirilmektedir” diye konuştu.
Gaziantepli iş insanı B. B. (63), uzun süredir yaşadığı böbrek hastalığından, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi (transplANTEPSANKO) ekibi tarafından gerçekleştirilen başarılı canlı vericili böbrek nakli sayesinde kurtuldu.
Gaziantepli iş insanı B. B. (63), uzun süredir yaşadığı böbrek hastalığından, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi (transplANTEPSANKO) ekibi tarafından gerçekleştirilen başarılı canlı vericili böbrek nakli sayesinde kurtuldu.
B. B., “Nefroloji bölümünden doktorum Prof. Dr. Mehtap Akdoğan’ın bir süredir takipli hastasıydım. Artık sağlığıma kavuşmam için nakil olmam gerektiğini söylediğinde, biz de süreci başlattık” dedi.
Yakınının bağışladığı böbrekle yaşamına yeni ve sağlıklı sayfa açan B. B., “Gerekli tetkikleri yapıp, prosedürleri tamamladık. Başarılı bir şekilde, ikimiz de sağlıklı olarak ameliyat yapıldı. Herkese çok teşekkür ediyorum” diyerek mutluluğunu dile getirdi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi, Nefroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehtap Akdoğan ise uzun süredir, şeker hastalığına bağlı böbrek rahatsızlığı ve yetmezliği nedeni ile takip ettikleri B.B’nin, damar yapısında da ciddi sorunlar bulunmasına rağmen çok başarılı geçen ameliyatla kendisini böbrek yetmezliğinden kurtardıklarını söyledi.
Prof. Dr. Akdoğan, “Doğru ve zamanında tedavi ile hastamız çok daha sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilecek. Böbrek nakli, hastaların yaşamında yeni bir sayfa açıyor” değerlendirmesini yaptı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi, Organ Nakil Merkezi (transplANTEPSANKO) Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel de şeker (diyabet) hastalığına bağlı böbrek yetmezliği gelişen hastanın genel olarak sağlık sorunları da yaşadığına dikkat çekti.
Kalp ve damar tutulumu olan hastanın ameliyatının zorlayıcı olduğuna vurgu yapan Doç. Dr. Yüksel, şöyle devam etti:
“Hastanın ameliyattan önce çekilen tomografisinde, bacaklara giden damarlarda ciddi derecede damar sertliği belirlendi. Bu gibi durumlarda naklin yapılmama ihtimali de vardır. Hastamızı bilgilendirip, Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Bülent Meşe Hocamız ile ameliyata girerek, damarların durumunu değerlendirdik.
Böbrek damarını takabileceğimiz küçük bir damar alanı olduğunu tespit ederek buraya çok başarılı bir şekilde böbrek naklini gerçekleştirdik. Hastamız ameliyat sonrası altıncı gün şifa ile taburcu oldu. Tüm ekip olarak başarılı bir süreçle hastamızı sağlığına kavuşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Doç. Dr. Betül Şimşek, hastanın kalp ve damar ile şeker hastalığına bağlı sorunlar yaşaması nedeniyle zorlu bir süreç geçirdiğini, bu nedenle de ameliyat sürecinde iki anestezi hekimi tarafından sürekli gözetim altına alındığını kaydetti.
Hastanın ameliyattan önceki sağlık sorunlarının böbrek nakil ameliyatının hemen sonrasında çok hızlı düzelmeye başladığını anlatan Doç. Dr. Şimşek, “Bu sayede hastamızı, yoğun bakım ihtiyacı olmadan, servise çok rahat çıkarabildik” ifadelerini kullandı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Necip Deniz SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Necip Deniz SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Opr. Dr. Necip deniz, 1987 yılında Gaziantep'te doğdu. İlk ve ortaokul eğitimini Gaziantep Özel Fırat Koleji'nde, lise eğitimini birincilikle girdiği Akınal Anadolu Lisesi’nde tamamladı.
Tıp fakültesi eğitimini 2013 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde aldı. Ardından mecburi hizmetini yapmak için Gaziantep İl Ambulans Servisi Komuta Kontrol Merkezi’ne atandı.
2014 yılında İl Ambulans Servisi Başhekim Yardımcısı, 2015 yılında İl Ambulans Servisi Başhekimi olarak görev yaptı. Sonrasında Kadın Hastalıkları ve Doğum ihtisası için Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi'nde çalışmaya başladı.
2021 yılında Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlığı mecburi hizmeti için Gaziantep Şehitkamil Devlet Hastanesi’ne atandı.
2023 yılında İstanbul Yeditepe Üniversitesi'nde Üremeye Yardımcı Tedaviler Eğitimine (ÜYTE) başlayarak Tüp Bebek Uzmanlığı Sertifikasını aldı.
Genital Estetik ve Kozmetik Jinekoloji, Cinsel Terapi, Çift Terapisi ve Danışmanlığı, Fonksiyonel Tıp Diyetisyenliği, Minimal İnvaziv Endoskopik Girişimler alanında sertifikaları bulunmaktadır.
Gebelik, İnfertilite (Çocuk sahibi olamama), Jinekolojik Hastalıklar, Menopoz, Polikistik Over Sendromu, Tüp Bebek Tedavileri, Kozmetik Jinekoloji özel ilgi alanları olan Opr. Dr. Necip Deniz, SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları Doğum Bölümü'nde hasta kabulüne başlamıştır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Psikoloğu Kübra Demirkesen Koçer, yeme bozukluğunun kilo ile ilgisinin bulunmadığını belirterek, “Yeme bozukluğu çocuğun yeme tutum ve davranışındaki bozukluktur” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Psikoloğu Kübra Demirkesen Koçer, yeme bozukluğunun kilo ile ilgisinin bulunmadığını belirterek, “Yeme bozukluğu çocuğun yeme tutum ve davranışındaki bozukluktur” dedi.
Uzm. Psikolog Koçer, çocukta yeme sorunlarının 2-3 yaşlarında görülmeye başladığını, bu dönemin çocuklar açısından pek çok açıdan zorlu olduğunu söyledi.
Bebeklerin bireyselleşip özgürlüğünü kazanmaya çalışırken aynı zamanda bakım verenden de kopmamaya çalıştığını kaydeden Uzm. Psikolog Koçer, “Ancak çocuğun bireyselleşme çabasına çocuğa bakım veren ebeveyn kızabilir, telaşlanabilir hatta suçluluk duygusu yaşayabilir” ifadelerini kullandı.
Çocuk ve ebeveyn arasında “savaş ortamı” oluşabileceğini, her gün, her öğünde defalarca çocuk ve ebeveyn arasında aynı senaryonun yaşanabileceğini anımsatan Uzm. Psikolog Koçer, “Bu gerilim gittikçe artmaya; gerilim arttıkça çocukta karşı koymalar ve çatışmalar da artmaya başlar. Buradaki çatışma çocuğun diğer davranışlarına da etki ederek tuvalet eğitimi, uyku düzeni, ebeveynle iletişimi de bu gerilimle zorluklar doğurmaya başlar” uyarısını yaptı.
“Yeme bozukluğu görülme oranı son yıllarda artış göstermektedir. Genetik, psikolojik ve sosyal etkenlerin bir araya gelmesiyle yeme bozukluğu meydana gelebilir. Doğru tanı ve tedavi ile yeme bozuklukları tedavi edilebilmektedir. Yemeği reddetme veya ağızda bekletme, yemek seçme, bir başkası yedirmeden kendi kendine beslenim olmaması, öğün zamanları yaklaşınca kusma- ağlama- öfke patlamaları, yemek esnasında dolaşma, ayağa kalkma ve masada oturmama en sık rastlanılan sorunlardır.
Çocuklarda yeme bozuklukları birçok nedenden meydana gelebilir. Alıştığı besinler harici yeni tat ve deneyimlere karşı olumsuz tutum davranış gösterebilir. Birincil bakım veren (Anne-baba-anneanne-babaanne-bakıcı) ve bebek ilişkisindeki sorunların yansıması; ebeveyndeki psikiyatrik hastalık, yeme bozukluğu var oluşu veya ebeveyn kaybı sonrası yeme bozukluğu oluşabilmektedir. Ağız, yemek borusunu etkileyen cerrahi işlem veya solunum yoluna bir şey kaçması gibi travmatik deneyim sonrası gelişebilir.”
Ergenlik dönemindeki yeme bozukluğunun gelişim dönemine bağlı ve genellikle 13-14 yaşlarında daha sık görülebildiğini dile getiren Uzm. Psikolog Koçer, söyle konuştu:
“Erken müdahale tedavi gidişatında çok önemli rol oynamaktadır. Ergenlik dönemi kişinin beden şekli ve kilosuna yönelik farkındalığın ve kaygının başladığı dönemdir. Yeme bozuklukları genellikle ergenlik döneminde başlamaktadır.
Ebeveyn tutum ve davranışları, sosyal medyanın mükemmel beden algısı etkisi, ergenlik dönemi yaşanılan anksiyete ve depresif bozukluklar, akran zorbalığı, fiziksel veya psikolojik şiddet, cinsel taciz ve yaşanılan kayıplar gibi travmatik deneyimler; çocuğun hayır diyememe, sınır koyamama, düşünce, duygu ve ihtiyaçlarını dile getirememe, ilişkilerde ve aile içerisinde gereğinden fazla sorumluluk almak gibi kişilerarası ilişkilerdeki sorun; genetik yatkınlık, klinik düzeydeki mükemmeliyetçilik, kişilik özellikler ve psikiyatrik bozukluklar da yeme bozukluğunun oluşmasındaki risk faktörlerindendir.
Her ne kadar kadınlarda daha sık olduğunu düşünsek de erkeklerde görülme sıklığı son yıllarda ciddi oranda artış göstermektedir. Bu belirtileri çocuğunuzda, çevrenizde hatta kendinizde gördüğünüzü düşünüyorsanız öncelikle bir ruh sağlığı uzmanına başvurun.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı” nedeniyle stant açılarak kalın bağırsak kanserine dikkat çekildi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı” nedeniyle stant açılarak kalın bağırsak kanserine dikkat çekildi.
Kalın bağırsak kanseri farkındalığını artırmak, kalın bağırsak kanseri taramasının önemine vurgu yapmak ve kalın bağırsak, rektum ya da anüs kanserine yakalanma riskini azaltabilecek sağlıklı yaşam alışkanlıklarını teşvik etmek amacıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü tarafından stant açıldı.
Açılan stantta, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, Onkoloji Bölümü Sorumlu Hemşiresi Halil İbrahim Kelleci, Onkoloji Bölümü Hemşiresi Büşra Kısacık, Diyetisyen Sena Kılın, Fizyoterapist Mürşide Mantar, Klinik Araştırmalar Uzman Yardımcısı Esen Dablan hasta, hasta yakını ve ziyaretçilere kalın bağırsak kanseri ile ilgili bilgilendirme yaptı.
Stantta kalın bağırsak kanserlerinin simgesi olan koyu mavi renkli kurdele ve balonlar da dağıtıldı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, “Ciddi bir hastalık olan kalın bağırsak (Kolorektal) kanserinin farklı tedavi seçenekleri var” dedi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, “Ciddi bir hastalık olan kalın bağırsak (Kolorektal) kanserinin farklı tedavi seçenekleri var” dedi.
Prof. Dr. Yıldırım, 1-31 Mart Kalın Bağırsak Farkındalık Ayı nedeniyle yaptığı açıklamada, kolon olarak da bilinen kalın bağırsağı ya da rektumu (Kalın bağırsağı anüse bağlayan son kısım) etkileyen bu kanserin, kolon ve rektal birleşiminin kısaltılmış hali olan “Kolorektal" olarak da tanımlandığını söyledi.
İlk aşamada herhangi bir belirtisi olmayan kalın bağırsak kanserinin yol açacağı sorunlara değinen Prof. Dr. Yıldırım, bunları, “Karın ağrısı, bağırsak hareketlerinde değişiklik (Doku, boyut, sayı, renk vb.), dışkıda kan, zayıflama, yorgunluk hissi, nefes darlığı, vb belirtiler” olarak sıraladı.
TEŞHİSİ
Kalın bağırsak kanserinin tespitinde birkaç test kullanıldığını belirten Prof. Dr. Yıldırım, bunları şöyle özetledi:
“1. Kolonoskopi: Kanser şüphesinde, anüsten başlayıp kolona kadar bir tüp ile küçük bir kamera aracılığıyla hastalığa yönelik tarama işlemi olan kolonoskopi önerilmektedir.
2. BT Kolonografi (Sanal kolonoskopi): Bu özel görüntüleme tekniğiyle kanser ve polipler aranır.
3. Dışkıda Kan Testi: Bu testler, çoğunlukla dışkı örneklerinde kan olup olmadığını kontrol etmek için yapılır. Kanser ya da polipler kanamaya sebep olabildiğinden bu testler mevcut kanamaların tespitinde yardımcı olur.
4. Sigmoidoskopi: Kolonoskopiye benzer bir işlemdir. Kolonun tamamına değil sadece son kısmına bakılır.”
TEDAVİSİ
Kalın bağırsak kanseri türlerinin çoğunda kullanılan tedavi yöntemlerine değinen Prof. Dr. Yıldırım, “Tedavi yöntemleri arasında kolon ya da rektumdaki kanserli bölümün çıkarılmasına yönelik ameliyat, kanser hücrelerini öldüren ya da büyümelerini durdurmaya yönelik ilaçların kullanıldığı kemoterapi, radyasyon tedavisi ve hedefe yönelik yeni tedavi teknikleri bulunmaktadır” ifadelerine kullandı.
Prof. Dr. Yıldırım, bu hastalığın tedavisinde, az bir oranda da olsa kanserin büyümesini durdurmaya yönelik, vücudun bağışıklık sistemiyle birlikte çalışan ilaçların kullanıldığı immünoterapinin de uygulandığına dikkat çekti.
KANSER TARAMASI ÖNEMLİ
Kalın bağırsak ve rektumda kanser taramasının, belirtileri ya da kansere dönüşebilecek polip adı verilen oluşumları kontrol etmek amacıyla yapıldığını vurgulayan Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:
“Taramaya başlamak için 45 yaş önerilir. Bu kansere yakalanma riski yüksek olanlar taramaya daha erken yaşlarda başlamalıdır. Ailesinde kalın bağırsak kanseri öyküsü olan, ‘Crohn hastalığı’ ya da ‘ülseratif kolit’ diye isimlendirilen kalın bağırsak hastalıklarına sahip bireyler, yüksek risk grubundadır.
Yapılan taramalar herhangi bir semptom görülmeyen ya da kanser düşünülmesini gerektirecek nedeni olmayanlara yapılır. Böylece poliplerin kansere dönüşmeden bulunması, çıkarılması ya da kanserin büyümeden, yayılmadan ya da herhangi bir soruna neden olmadan, erkenden tespiti amaçlanır.”
Yapılacak kanser taramalarına ilişkin testlerin sıklığının, bu kanserin riski ile yapılacak teste göre değişeceğinin altını çizen Prof. Dr. Yıldırım, “Kalın bağırsak kanseri riski yüksek kişiler daha sık tarama testleri ve kolonoskopi yaptırmalıdır” şeklinde konuştu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.
SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:
“TIP MESLEĞİ, İNSANA SAYGI VE FEDAKARLIK ÜZERİNE KURULMUŞ, ULVİ BİR MESLEKTİR”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.
Dr. Kileci, “Tıp mesleği, insana saygı ve fedakarlık üzerine kurulmuş, ulvi bir meslektir” dedi.
Hayatın her anında, sağlık çalışanlarının insan yaşamı için büyük bir özveri ve sabırla görevlerinin başında olduğunu anımsatan Dr. Kileci, mesajını şöyle sürdürdü:
“Gerek küresel olarak çok zor günler yaşadığımız pandemi dönemi, gerekse yakın tarihte yaşadığımız deprem felaketi sağlık çalışanlarının ne kadar büyük ve önemli sorumlulukları olduğunu bir kez daha gösterdi.
Tıp Bayramı, sadece mesleki bir bayramı değildir, aynı zamanda sağlık sektöründeki tüm çalışanların dayanışma, birlik ve beraberlik ruhunu güçlendirdiği özel bir tarihtir.
Bu vesileyle mesleğini en iyi şekilde icra etmek için gece gündüz demeden çaba sarf eden tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ediyorum.14 Mart Tıp Bayramımız kutlu olsun.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Pelin Özyol, 40 yaş üstü kişilerde glokomun (göz tansiyonu) erken tanı ve tedavinin olmadığı durumda kalıcı görme kaybına yol açabileceğini kaydetti.
SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ÖZYOL: “GLOKOM, ERKEN TANI VE TEDAVİ OLMADIĞINDA KALICI GÖRME KAYBINA NEDEN OLABİLİR”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Pelin Özyol, 40 yaş üstü kişilerde glokomun (göz tansiyonu) erken tanı ve tedavinin olmadığı durumda kalıcı görme kaybına yol açabileceğini kaydetti.
12 Mart Dünya Glokom Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Özyol, glokomu; göz içi basıncının artmasından kaynaklı ortaya çıkan ve göz sinirinde beliren yıpranma olarak tanımladı.
Glokomun göz içindeki sıvının yeterince dışarı atılamadığı durumlarda ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Özyol, şu bilgileri verdi:
“Göz içi sıvısı gerektiği kadar dışarıya atılamadığında göz içindeki basınç artarak, görmemizi sağlayan sinir hücrelerini tahribata uğratır. Bu durumda göz siniri hücreleri zarara uğrayarak, göz çevresinden merkezine doğru görme kaybı yaşanmaya başlar.
Basınçta belirgin artış olmadan da yapısal nedenlerle göz içi basıncına hassas olan gözlerde aynı olayın gerçekleşmesi mümkündür. Hücrelerin tümü öldüğü zaman kalıcı total (bütünsel) görme kaybı oluşur.”
GLOKOMUN GÖRÜLME YAŞLARI
Glokomun 40 yaş üzeri gizli ilerleyen bir hastalık olduğunu ifade eden Prof. Dr. Özyol, “Özellikle genetik yatkınlık nedeniyle ailesinde glokom hastalığı öyküsü olanlar, yüksek dereceli miyop hastalar, diyabeti olan hastalar ve gözüne darbe alan hastalar glokom açısından risk taşır” ifadelerini kullandı.
TEDAVİ SEÇENEKLERİ
İlaç, lazer ya da cerrahi olarak hastalığa müdahale edilebileceğini anımsatan Prof. Dr. Özyol, tedavi konusunda şu bilgileri paylaştı:
“Gizli ve sinsi ilerleyen glokomun erken teşhis ve tedavisi için özellikle 40 yaş üstü kişiler rutin göz muayenesi yaptırmalıdır.
Glokomun oluşumu gözün yapısı, birtakım göz hastalıkları ya da göze alınan darbelere bağlı olabilir. Erken teşhis konduktan sonra tedaviyle görme kaybını engellemek mümkündür.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı.
SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı, Genel Müdür Dr. Sermet Kileci, Genel Müdür Yardımcısı Rabia Ağar, Mesul Müdür Dr. Mehmet Subaşı, Mali İşler Müdürü Filiz Türkmen, Başhemşire Ceylan Özyılmaz ve Misafir Hizmetleri Yöneticisi Cesur Yıldız, kadın personele görev yerlerinde armağanlarını takdim etti.
Genel Müdür Dr. Sermet Kileci, “Her sektörün kendince zorlukları vardır. Ancak görev yaptığımız sağlık sektörü hem fedakarlık isteyen hem de dinamik bir çaba gerektirir. İnsan sağlığı için emeklerini esirgemeden görev yapan hastanemizdeki tüm kadın personelimizin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum” dedi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi H. İbrahim Öztürk, yeme bağımlılığının, tıbbi yazında ilk kez 1950’lerde yer bulmaya başlasa da son yıllarda artan bir sorun haline geldiğini ve daha fazla araştırmaya konu olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi H. İbrahim Öztürk, yeme bağımlılığının, tıbbi yazında ilk kez 1950’lerde yer bulmaya başlasa da son yıllarda artan bir sorun haline geldiğini ve daha fazla araştırmaya konu olduğunu söyledi.
Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, obezite yaygınlığının artışıyla birlikte obez kişilerde sıklıkla gözlenen aşırı ve tıkınırcasına yeme davranışlarından yola çıkarak yemek yemenin bir tür bağımlılık haline dönüşebileceğine ilişkin soruların gündeme geldiğini kaydetti.
Yeme bağımlılığı ile ilişkili yapılan araştırmalarda, bağımlılığın temel ölçütleri olarak bilinen aşerme, zararlarının bilinmesine rağmen kontrolsüz tüketme yani denetimini yitirme ve tolerans gelişim süreçlerinin birçok klinik ve preklinik (geliştirilen ürünün kullanımı öncesinde etkisinin-güvenliliğinin incelendiği ilk aşama) çalışmada gösterildiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle devam etti:
“Özellikle basit karbonhidratlar ve yağlar olmak üzere bazı besinlerin, bağımlılık yapıcı maddelere benzer şekilde insan beyninde etki göstermesi yeme bağımlılığı kavramını desteklemektedir.
Bu bağlamda hayatta kalmak için muhtaç olduğumuz yemek yemenin, bir tür bağımlılığa dönüşürken, işlenmiş yiyecek sanayisinin gelişimiyle birlikte daha lezzetli, daha yüksek karbonhidratlı ve yağlı yiyeceklerin çeşitlerinin artması, kolay ulaşılabilir olması ve bu yiyeceklerin çekici reklamlarla sunulmasının rolü vurgulanmaktadır.
Aşırı işlenmiş gıdaların oluşturduğu ‘aşırı lezzet’ hissi, içerdiği çabuk emilen basit karbonhidratların kan şekerini hızlı yükseltmesi, beyin tarafından ödül merkezlerini az işlenmiş veya işlem görmemiş gıdalara kıyasla daha güçlü uyarması bağımlılık için zemin oluşturmaktadır.”
Yemek yemenin, yaşamak için zorunlu olmasının ötesinde lezzetli yiyeceklerin verdiği haz ve keyif nedeniyle bazı kişilerde olumsuz duygularla baş etme yolu olarak da kullanılabildiğini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Fazla kilolu ve tedavi için arayışta olan gençler arasında yapılan bir çalışmada mutsuzluk, kaygı vb. gibi olumsuz duyguların varlığında yeme davranışı üzerinde kontrolü kaybetme ve duygu düzenleyici olarak yemek yemenin ortaya çıktığı ayrıca bu kişilerde depresyon oranlarının daha yüksek olduğu bildirilmiştir.
‘Duygusal yeme’ olarak kavramsallaştırılan bu durum genellikle stres, korku, üzüntü, endişe, yalnızlık, can sıkıntısı, yetersizlik vb. duyguların hissedilmesinin sonucu kişinin fiziksel olarak aç olmamasına rağmen engel olamadığı yeme arzusu ve davranışı diye tanımlanmaktadır. Bu zararlı başa çıkma yolu, olumsuz ruhsal sonuçlarının yanı sıra kilo sorunları, kalp ve damar hastalıkları, şeker hastalığı, yüksek kolesterol gibi bir dizi sağlık sorununa da yol açma riski taşımaktadır.”
Obeziteyle yeme bağımlılığı arasında nedenselliğin yönünü belirlemenin güç olsa da aradaki kuvvetli ilişkinin birçok çalışmayla gösterildiğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, özetle şu değerlendirmeyi yaptı:
“Yeme bağımlılığının tedavisi de mevcut haliyle obezite veya aşırı yemeyle giden başka bir durumun (Özellikle tıkınırcasına yeme bozukluğu) tedavisinden çok ayrışmış durumda değildir. Yeme bağımlılığı için ruhsatlandırılmış bir ilaç tedavisi olmamakla birlikte bazı yeme bozuklukları ve obezitede kilo verme amaçlı kullanılan bazı ilaçların, yeme bağımlılığıyla ilişkilendirilen nörobiyolojik devreleri kapsadığı vurgulanmalıdır.
Ayrıca yeme bağımlılığı bulunanlarda depresyon, anksiyete bozukluğu gibi artmış psikiyatrik eş tanıların varlığı da tedavide ilaç kullanımını gündeme getirebilmektedir. Bunun yanında bağımlılık benzeri yiyecek tüketimine yönelik bazı psikososyal ve bilişsel müdahaleler, nöromodülasyon tedavileri ve bilişsel davranışçı terapi gibi psikoterapi yaklaşımları mevcuttur. Kişiye özgü, bütüncül tedavi yaklaşımları yeme bağımlılığı tedavisinde daha iyi sonuçlar vermektedir.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji ve Kardiyoloji bölümlerinin iş birliği ile ‘‘Dahiliye Vaka Güncellemeleri” toplantısı düzenlendi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji ve Kardiyoloji bölümlerinin iş birliği ile ‘‘Dahiliye Vaka Güncellemeleri” toplantısı düzenlendi.
Shimall Otel’de Gaziantep’in yanı sıra, çevre illerden de alanında uzman hekimlerin katıldığı toplantıda, dahiliye vakalarındaki güncel tedavi yöntemleri ile ilgili bilgiler paylaşıldı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Nefroloji Bölümünden Prof. Dr. Mehtap Akdoğan, yaptığı konuşmada, toplantıya ev sahipliği yapmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “İlk toplantıda yanımızda olduğunuz için teşekkür ediyorum. Genç meslektaşlarımızın zor vaka yönetimlerine yönelik talepleri doğrultusunda başlatmış olduğumuz toplantıları sürekli yapmayı planlıyoruz” dedi.
Prof. Dr. Akdoğan, konuşmasının ardından “İki Yetmezlikli Hasta (Böbrek-Kalp)” konulu sunum gerçekleştirdi.
Böbrek yetmezliğinin hem akut hem de kronik formda ortaya çıkabileceğine vurgu yapan Prof. Dr. Akdoğan, “Akut böbrek yetmezliği sıvı kaybı, ilaçlar gibi pek çok nedene bağlı gelişebilir. Kronik böbrek yetmezliği ise genellikle uzun süreli hastalıkların sonucu olarak ortaya çıkar” ifadelerini kullandı.
Böbrek ve kalp yetmezliği için risk faktörlerinin, obezite, kalp kapak hastalıkları, sigara, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, erkek cinsiyet, yetersiz fiziksel aktivite olduğunu belirten Prof. Dr. Akdoğan, şöyle devam etti:
“İki yetmezlikli hastalarda, her iki organ sistemini etkileyen bu durumu yönetmek için multidisipliner yaklaşım gereklidir. Tedavi genellikle ilaçlar, diyet değişiklikleri, diyaliz veya organ nakillerini içerebilir. Bu noktada, kardiyologlar ve nefrologlar arasındaki iş birliği hayati önem taşır.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Çetin ise “Klinik Pratikte Kalp Yetmezliğinde Zor Olguların Tedavi Yönetimi” konulu sunum yaptı.
Prof. Dr. Çetin, kalp yetmezliğini, “Kalbin yapısal veya fonksiyonel anormalliğine bağlı kanın vücuda pompalamasında yetersizlik ve buna bağlı kalp içi basınçların yükselmesi durumu” olarak tanımladı.
Çeşitli semptom ve bulgulardan oluşan klinik bir sendrom olan kalp yetmezliğinin tek bir patolojik tanı olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Çetin, altta yatan nedenin çok önemli ve tedavinin buna bağlı olduğunu kaydetti.
Akut kalp yetmezliğinde (AKY) tedavi yönetimine değinen Prof. Dr. Çetin, şu bilgileri paylaştı:
“AKY’de hastane öncesi ilk değerlendirme ve tedavi, hastane içi hastanın klinik stabilizasyonunu sağlama, komorbidite (ek hastalık) ve risk faktörlerinin tedavisi ile taburculuk ve uzun dönem tedavinin doğru bir şekilde planlanarak yönetilmesi gerekir. AKY’de durum ne olursa olsun, tedavideki amaç konjesyonun (Vücutta sıvı birikimi) ve varsa hipoperfüzyonun (Vücuda yetersiz kan gönderilmesi) düzeltilmesi gerekir.”
Akut dekompanse kalp yetmezliği (ADKY), konusunda da bilgiler veren Prof. Dr. Çetin, ADKY’nin, şikayetlerle başvuruların yüzde 50-70’ini oluşturan akut kalp yetmezliğinin en yaygın şekli olduğunun altını çizdi.
Tedavide amaçlarının tetikleyici faktörlerin belirlenmesi, vücutta biriken ödem ve fazla sıvı birikiminin ve hayati organlara yeterli dolaşım desteğinin düzeltilmesi olduğunu anlatan Prof. Dr. Çetin, zor vakalarda başarılı tedavi örnekleri sunumuyla konuşmasını tamamladı.
25 Aralık Devlet Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Gizem Hacımustafaoğlu Tekin, “Gaziantep’te görev yapan Dahiliye Uzmanlarının bir araya gelerek özellikle zor vakalarda deneyim ve tecrübeleriyle rehber olan hocalardan fikir alması ve doğru tedavinin uygulanması adına SANKO Üniversitesi Hastanesi tarafından düzenlenen bu toplantı, ben ve genç meslektaşlarım açısından çok kıymetli” diye konuştu.
Dr. Tekin, “Kalp Yetmezlikli Yönetimi Zor İki Olgu” konulu takip ettiği iki hastasına yönelik sunumunda, bilgilerini aktardı.
Sunumların ardından katılımcılarla vaka tartışmaları ve sorular yanıtlandı. Toplantı, anı fotoğrafı çekiminin ardından akşam yemeğiyle sona erdi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Günü” nedeniyle stant açılarak çocukluk çağı kanserlerine dikkat çekildi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Günü” nedeniyle stant açılarak çocukluk çağı kanserlerine dikkat çekildi.
Çocukluk Çağı Kanserleri ile ilgili farkındalığı ve hastalığın önlenmesinde toplumsal bilinci artırmak, erken tanının önemine vurgu yapmak amacıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi Eğitim Hemşiresi Aslıhan Tabur tarafından açılan stantta bilgilendirme yapıldı.
Çocukluk çağı kanserlerinin simgesi olan sarı renkli kurdele ve balon dağıtılan stant doktorlar, personel ve ziyaretçilerden yoğun ilgi gördü.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yurdanur Kılınç, erken evrede teşhisle birçok çocukluk çağı kanserinin tedavisinin mümkün olabileceğini söyledi.
SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KILINÇ:
“ERKEN EVREDE TEŞHİSLE BİRÇOK ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERİNİN TEDAVİSİ MÜMKÜN OLABİLİR”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yurdanur Kılınç, erken evrede teşhisle birçok çocukluk çağı kanserinin tedavisinin mümkün olabileceğini söyledi.
15 Şubat “Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Günü” nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kılınç, “Çocukluk çağı kanserlerinin bilinen bir tarama programı yoktur ve erişkinlerde görülenler kadar neden sonuç ilişkisi net değildir. Ancak birçok çocukluk çağı kanseri, şikayetler ve belirtiler nedeni ile başvurulan hekim tarafından erken dönemde tespit edilebilir” dedi.
BELİRTİLERİ
Birçok çocuğun, uygun tedavi ve destekle sağlığına kavuşabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Kılınç, kanser düşündüren belirtileri şu şekilde sıraladı:
“- Beklenmeyen kitleler,
- Halsizlik,
- Kansızlığı düşündürecek kadar deri ve mukozaların solgun olması,
- İştahın olmaması ve ani görülen kilo kayıpları,
- Enfeksiyonlara yatkın olmak,
- Lenf düğümlerinde görülen şişlikler,
- Dalağın büyümesi,
- Cilt altı, burun, vb. gibi bölgelerde kanama eğilimi, ciltte morarma, ciltte sert kabarıklıklar,
- Nedeni bilinmeyen ateş,
- İdrar veya dışkıda kanama,
- Sabahları daha baskın olan baş ağrısı ve fışkırır tarzı kusma,
- Kemik ve eklemlerde uykudan uyandıracak şiddette ağrılar.”
TEDAVİSİ
Tedavi sürecinin çocuğun genel durumu, kanserin türü ve evresi gibi faktörlere bağlı olarak planlandığını vurgulayan Prof. Dr. Kılınç, şu bilgileri paylaştı:
“Erken teşhis, uygun tedavi, hasta ve ailelerin sağlık ekibiyle iş birliği içinde olması, çocukluk çağı kanserleriyle mücadelede önemlidir. Hastalıkta lösemi türü kanserlerde, kitle ile seyreden durumlarda genellikle kemoterapi uygulanmaktadır. Doku ve organ kanserlerinde cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi seçenekleri vardır. Gerekli durumlarda kemik iliği nakli de yapılmaktadır.
Tedaviye ek olarak, çocukluk çağı kanseri hastalarına ve ailelerine psikososyal destek de sağlanmalıdır. Erken teşhis ve tedavi, çocukluk çağı kanseri ile başa çıkma şansını artırabilir. Her durum farklıdır, bu nedenle çocuğunuzun durumuyla ilgili uzman bir sağlık profesyoneli ile görüşmek en iyisidir.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Nevhiz Gündoğdu, sigara tüketilmeyen iki saatin sonunda vücudun nikotini atmaya başladığını söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Nevhiz Gündoğdu, sigara tüketilmeyen iki saatin sonunda vücudun nikotini atmaya başladığını söyledi.
9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü dolayısıyla açıklama yapan Doç. Dr. Gündoğdu, vücuttan atılan nikotin ile tat ve koku almanın daha da belirginleştiğini bildirdi.
Sigara içenlerin içmeyen kişilere göre solunum yollarında daha fazla enfeksiyona maruz kaldığına dikkat çeken Doç. Dr. Gündoğdu, akciğerlere zarar veren ve solunum yollarında önemli hasarlara yol açan sigara tüketiminin kronik bronşit, amfizem, KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) vb. kalıcı hastalıklara neden olduğunu kaydetti.
Sigarayı bıraktıktan 12 saat sonra sigara dumanından temizlenen ciğerlerin çok daha iyi çalıştığını anlatan Doç. Dr. Gündoğdu, şöyle devam etti:
“Sigarayı bırakarak ayrıca sosyal yaşamda, yiyeceklerden alınan tatlardan, koku duyusuna kadar olumlu değişimler yaşanır. Sigarayı bırakma kararı aldıktan sonra bile çok daha iyi ve rahatlama hissedilir. İkinci gün koku ve tat alma duyularında keskinleşme fark edilir.
Üçüncü gün daha rahat nefes almaya başlarken, ilerleyen dönemde yeniden sağlığınıza kavuşabilirsiniz. Ev, araba vb. ortamlarda solunan hava daha temiz hale gelir. Ayrıca bağımlılığın hissettirdiği endişe azalarak, fiziksel rahatlama hissi oluşur.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Yıldırım, soğuk havalarda bağışıklığı güçlendiren “altın süt” tarifinin soğuk algınlığı, öksürük ve uykusuzluğa karşı iyi geldiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Yıldırım, soğuk havalarda bağışıklığı güçlendiren “altın süt” tarifinin soğuk algınlığı, öksürük ve uykusuzluğa karşı iyi geldiğini söyledi.
Kış aylarıyla birlikte bağışıklığın düştüğüne ve havaların soğuması ile kapalı alanlarda daha çok zaman geçirildiğine dikkat çeken Yıldırım, “Bu durumlar grip, öksürük, bronşit, soğuk algınlığı gibi hastalıklara yakalanma riskini de artırıyor” dedi.
Yıldırım, “Altın süt, bağışıklık sistemini desteklemek ve soğuk havalarda genel sağlığı iyileştirmek amacıyla tüketilen bir içecek olarak öne çıkar” ifadelerini kullandı.
Ana maddesi zerdeçal olan karışım katılan süte, verdiği renk nedeniyle “altın süt” olarak adlandırıldığını anımsatan Yıldırım, şöyle devam etti:
“Altın sütün içerisindeki kurkumin sayesinde hücrelerin yenilenmesine, bağışıklığı güçlendirirken kilo verilmesine yardımcı olur. Serbest radikalleri vücuttan atarak, temizler. Hamile ve emziren annelerin tüketmesi doktor onayı olmadan uygun görülmemektedir.”
Yıldırım, altın sütün malzemeleri ve hazırlanışı ile ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Malzemeler: 2 bardak süt, 2 çay kaşığı zencefil, 2 çay kaşığı zerdeçal, 2 çay kaşığı tarçın, 1 çay kaşığı karabiber, 1 tatlı kaşığı bal, isteğe bağlı 1 çay kaşığı Hindistan cevizi yağı
Hazırlanışı: Sütü bir cezveye alın ve kısık ateşe koyun. Süt ısındıktan sonra zencefil, zerdeçal, karabiber ve tarçını ekleyin. Kaynamaya başladığında ocaktan alın. İçine bal ve isteğe bağlı olarak Hindistan cevizi yağını ekleyip sıcak bir şekilde tüketin.
Son bir uyarı; mide rahatsızlıkları olanlar, tansiyon hastaları, gebeler ve alerjik sorunları olanlar tüketmemelidir. Bu tür içecekleri tüketmeden önce bir diyet uzmanı ile görüşebilirsiniz.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bölümünden Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanser hastalarında yorgunluğun en önemli nedeninin kanser tedavilerinin yaygın yan etkisinden kaynaklandığını söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bölümünden Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanser hastalarında yorgunluğun en önemli nedeninin kanser tedavilerinin yaygın yan etkisinden kaynaklandığını söyledi.
Günümüzde toplumun yaşlanmasıyla birlikte kanserin sıklığı artan hastalıklar grubu olduğunu belirten Prof. Dr. Yıldırım, “Kanser hastalarının tedavisinde hastaların yaşam kalitelerini düşüren önemli sorunlardan biri yorgunluktur” dedi.
Prof. Dr. Yıldırım, kemoterapi, immünoterapi ve radyasyon gibi tedavilerin yan etkisi yorgunluk hissinin ameliyat olan kişilerde genellikle ameliyat sonrasında ortaya çıktığını ifade etti.
Tedaviler dışında da hastaların yorgun, zayıf veya enerjisiz hissedebileceği faktörler olduğunu anımsatan Prof. Yıldırım, bunun nedenlerini şöyle sıraladı:
Prof. Dr. Yıldırım, hastaların çok yorgun hissettiğinde yapabilecekleriyle ilgili şu önerilerde bulundu:
Prof. Dr. Yıldırım, doktora başvurulması gereken durumları ise şöyle özetledi:
Prof. Dr. Yıldırım, yorgunluk durumunda uygulanacak tedaviler konusunda ise şunları kaydetti:
“Aneminiz varsa anemi tedavileri; Vücudunuzun daha fazla kırmızı kan hücresi yapmasına yardımcı olmak için belirli anemi türlerini ilaçlarla tedavi edilebilir. Ayrıca anemi ‘kan nakli’ adı verilen bir prosedürle tedavi edilebilinir. Kan nakli sırasında kişiye başkası tarafından bağışlanan kan verilir.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Cenk Cankuş, buzlu ve karlı hava koşullarında düşme ve sakatlanma riskinin arttığını söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Cenk Cankuş, buzlu ve karlı hava koşullarında düşme ve sakatlanma riskinin arttığını söyledi.
Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, “Kış mevsiminde karlanma, buzlanma, vb. durumlarda genellikle ileri ve orta yaştaki hastalarda ayak bileği kırıkları görülmektedir. Kırık ve çıkıklara karşı tedbirli olunması gerekir” dedi.
Nörolojik sorunlar, denge sorunu ya da başka rahatsızlıklar yaşayan yaşlı hastaların kaygan zeminlerde baston veya yürüme yardımcıları kullanmasının, denge sağlamada ve düşme riskini azaltmada yardımcı olabileceğine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, birinden destek alarak veya kaymayı önleyen malzemeler kullanmayarak hareket etmenin ayak ya da el bileğinde kırıklara neden olabileceğini anımsattı.
Genelde ayak bileğinde burkulma, düşme veya kayma biçiminde yaşanan travma sonucu oluşan ayak bileği kırıklarının, basit ve orta enerjili olduğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, hastaların; özellikle hareket ettiğinde aniden ya da buzlu yerlerde yürürken dikkatsizliğe bağlı kayma sonucunda burkulma vb. ters hareketlerle ayak bileğinden gelen ses şikayetiyle acil servislere başvurduğunu bildirdi.
Yine bu mevsimde el bileği kırıklarıyla ilgili yaralanmaların da olduğunun altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, şu bilgileri paylaştı:
“Sert ve kaygan zeminde el bileği üzerine düşülmesi sonucu yaşanan el bileği kırıkları, ileri yaşlarda ileri derecede kemik erimesiyle bağlantılı parçalı kırıklar şeklinde görülebilir. Çoğunlukla cerrahi yöntemle tedavi edilir. Kırıklar ayak ve el bileğinde şişlik ve ödemle belirti verir.”
Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, karlı ve buzlu havalarda alınacak önlemleri şöyle özetledi:
“Ayakkabılar hava koşullarına uygun olmalı, küçük adımlar atılmalı. Eller yürürken cepte olmamalı, güneş gözlüğü kullanarak, karın parlamasına karşı daha rahat görüş sağlanmalı. Bina içerisinde kayma ihtimaline karşı, girişte ayakkabıların altı iyice temizlenmeli.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Nursena Kılıç, günümüzde ofis çalışanlarında uzun süre hareketsiz oturmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıklarının görülme sıklığının arttığını söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Nursena Kılıç, günümüzde ofis çalışanlarında uzun süre hareketsiz oturmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıklarının görülme sıklığının arttığını söyledi.
Kılıç, “Eklem, kas, kemik, tendon, ligaman ve kıkırdak gibi dokular ile omurga ve disklerde meydana gelen rahatsızlıklar bütünüdür. Günümüzde ofis çalışanlarında bilgisayar, tablet ya da telefon kullanımının artması ve uzun süre hareketsiz oturmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıkları da daha sık görülmektedir” dedi.
En çok rastlanan sorunların bel, boyun, kalça, diz ve omuz ağrısı, kas gücü kayıpları, el bilek ağrıları ya da tuzak nöropatilerine bağlı uyuşma gibi kas iskelet sistemi yakınmaları olduğunu belirten Kılıç, şöyle devam etti:
“Bununla birlikte ayakta plantar (ayak tabanı) basınç artışı ve postural (duruşa bağlı) denge bozuklukları da görülebilmektedir. Masa başında uzun süre hareketsiz kalmanın kifoz (kamburluk), lordoz (omurga düzleşmesi), skolyoz (omurga eğriliği) gibi durumlara yol açarak spinal duruş üzerinde zararlı etkilere neden olabileceği de kabul edilmektedir.
Fiziksel, ergonomik (kullanışlı), psikososyal ve kişisel faktörler bu duruma katkı sağlayan risk faktörleridir. Fiziksel ve ergonomik risk faktörleri arasında mouse/klavye kullanımı gibi tekrarlayıcı hareketler, uzun süre aynı pozisyonda ekrana bakmak, bireyin fiziksel özelliklerine uygun olmayan masa ve sandalye kullanımı yer alır.”
Psikososyal risk faktörleri arasında iş memnuniyetsizliği, artan iş stresi, yoğun iş yükü, zaman baskısı, molaların yetersiz olmasının yer aldığını anlatan Kılıç, ileri yaş, egzersiz kapasitesinin düşük olması, sigara, obezite ya da ek sistemik ya da romatizmal hastalık gibi bireysel risk faktörlerinin de yakınmaları artıran en önemli nedenler arasında bulunduğunu kaydetti.
Masa başında devamlı sabit şekilde kalmanın kalp ve solunum hızını da olumsuz etkileyerek, bireyin aerobik kapasiteleri azalttığını anımsatan Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Uzun süre hareketsizlik kişilerde kalp hızı, kan basıncı, hipotalamus-hipofiz-adrenal aks (kompleks geribildirim mekanizmalarına sahip nöroendokrin bir geçit) aktivitesi ve kortizol gibi stres hormonlarını da olumsuz etkiler. Bu nedenle fiziksel aktivite günlük yaşamın bir parçası olmalıdır.
Düzenli fiziksel aktivite ile postür bozuklukları, kas ve eklem ağrıları, artroz (kireçlenme), osteoporoz, hipertansiyon, kalp ve solunum yolu hastalıkları gibi birçok hastalıktan korunabiliriz.”
Ofis çalışanlarına fiziksel özelliklerine uygun ergonomik düzenlemelere ek olarak düzenli egzersiz programları ve çalışma dışı fiziksel aktivite alışkanlığının kazandırılmasını kapsayan uygulamalar yapılmasının önemli olduğunu vurgulayan Kılıç, şu önerilerde bulundu:
“İş yerinde masa başına oturmadan önce ya da molalarda uygulanabilecek hafif germe, ısınma ve postür egzersizleri bunların başında yer alır. Masa başında çalışmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıkları yaşıyorsanız, Fiziksel tıp ve rehabilitasyon alanında hizmet veren uzman doktor ve fizyoterapistlerimiz ile sizin için uygun bireysel egzersiz programınızı oluşturabiliriz. Ağrısız yaşam için geç kalmayın.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi ile Türk Nöroşirürji Derneği Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi Grubu iş birliğiyle “Gaziantep Spinal Günleri” toplantısının beşincisi düzenlendi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi ile Türk Nöroşirürji Derneği Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi Grubu iş birliğiyle “Gaziantep Spinal Günleri” toplantısının beşincisi düzenlendi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Kadir Çınar ile SANKO Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Murat Ulutaş’ın ev sahipliğinde düzenlenen toplantıda SANKO Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Zileli, “Dejeneratif Spondilolisteziste (Bel Kayması) Tedavi” konulu bir sunum yaptı.
Toplantılarda bölgedeki spinal cerrahi konusundaki gelişmeleri paylaşma fırsatı bulduklarını belirten Prof. Dr. Zileli, yaşlılığa bağlı bel omurlarında bozulma ve sonrasında gelişen kanal darlığı ile seyreden bel kaymasında tedavi yaklaşımları konusunda bilgi paylaştı.
Hastalığın daha çok ileri yaşlarda kendini gösterdiğine vurgu yapan Prof. Dr. Zileli, “Bu hastalık özellikle bel ağrısı, kalçalardan bacaklara vuran ağrı ve yürüme mesafesinde azalmayla karakterizedir. Hastalıkta daha çok kanalı genişletmek, sinirleri rahatlatmak, mevcut olan bel kaymasını enstrümanlarla sabitleme işlemi yapılmaktadır” dedi.
Hastalığın teşhisinde hastanın dinlenmesi, muayene ve sonrasında MR başta olmak üzere, doğru görüntüleme teknikleri yapılmasının önemine değinen Prof. Dr. Zileli, “Bu hastalıkta ameliyat kararı verildiğinde, hangi hastaya nasıl ameliyat yapılacağı önemlidir. Özellikle enstrüman kullanılan hastalarda, halk arasındaki deyimiyle platin / vida yerleştirildiğinde- doğru hastaya doğru işlemin yapılması önemlidir” diye konuştu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde düzenlenen toplantıda ayrıca bölgedeki hastanelerden katılan beyin ve sinir cerrahlarının vaka sunumları gerçekleşti.
Sunumların sonunda dünyada omurga cerrahisi konusunda uzman isimlerin yazarlığını yaptığı ve Prof. Dr. Zileli’nin de editör olduğu “Correction Techniques for Spinal Deformity” (Omurga Düzeltme Teknikleri) isimli kitapla ilgili bilgi verildi.
Omurga deformitelerinin (bozukluklarının) düzeltilmesi ile ilgili teknikler konularında bilgiler içeren kitap spinal cerrahlar açısından bir rehber niteliği taşımaktadır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Meltem Demirci, kış aylarında yeterli su tüketiminin, daha fazla stres altında olan bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı direnci artırdığını söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Meltem Demirci, kış aylarında yeterli su tüketiminin, daha fazla stres altında olan bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı direnci artırdığını söyledi.
Soğuk hava, düşük nem ve kapalı alanlarda geçirilen uzun sürelerin vücudun su kaybını artırabildiğini belirten Demirci, “Tüm bu nedenler kış aylarında su tüketiminin daha büyük önem taşımasına neden olur” dedi.
Soğuk havanın vücut sıcaklığını düzenleme mekanizmalarını etkileyebildiğine dikkat çeken Demirci, “Vücut sıcaklığını koruma ve soğuk hava koşullarına uyum sağlama konusunda kilit bir faktördür. Isı kaybını önlemek ve içsel ısıyı korumak için düzenli su içmek, vücut ısısının stabil kalmasına yardımcı olur” ifadelerini kullandı.
Demirci, “Sıvılar, vücudun hastalıklara karşı savunma mekanizmalarını destekler. Kış aylarında su içmek sadece susuzluğu gidermekle kalmayıp, vücudun daha iyi çalışması için de hayati bir rol oynar” diye konuştu.
Kış aylarında, soğuk hava ve rüzgarın neden olduğu su kaybını telafi etmek için günlük su tüketimine özel önem verilmesi gerektiğine vurgu yapan Demirci, şu önerilerde bulundu:
“Sağlıklı bireyler günde en az 10-12 bardak, yaklaşık 2-2,5 litre su içmeli. Ancak bu miktar kişinin yaşına, kilosuna, aktivite düzeyine ve iklim koşullarına bağlı olarak değişebilir.
Sabahları ilk iş su içmek olmalı. Vücut gece boyunca su kaybetmiştir. Sabah güne bir veya iki bardak oda sıcaklığında su içerek başlamak, metabolizmanızı harekete geçirebilir.”
Kış aylarında su içmenin sadece susuzluğu gidermekle kalmadığını aynı zamanda vücut fonksiyonlarını optimize etmek konusunda da bağışıklık sistemini güçlendirdiğini kaydeden Demirci, sözlerini şöyle tamamladı:
“Su içmek cilt sağlığını korumak ve metabolizma hızını artırmak gibi pek çok önemli avantajı da beraberinde getirir. Bu nedenle, kış mevsiminde özellikle su tüketimine özen göstermek, genel sağlığı da olumlu yönde etkileyebilir.
Sıvı kısıtlaması olduğu durumlarda, doktora danışılmalı. Bu öneriler sağlık durumu uygun bireyler için geçerlidir. Bireyin özel sağlık durumu göz önüne alındığında, doktorun vereceği talimatlara uymak önemlidir.”