• GASTROENTEROLOJİ /

Bağırsak mikrobiyotası

 
 
 
 
İnsan sağlığı için önemi büyük olan vücut mikrobiyotasının pek çok koruyucu ve metabolik faaliyeti bulunur. Herkesin farklı bir genetik yapısı olduğu gibi mikrobiyotası da farklıdır. Bağırsak mikrobiyotası vücut mikrobiyotasının yaklaşık yüzde 90’ını oluşturur. Bağırsak mikrobiyotasının insanın yaşadığı çevre, kültürel yapısı, genetik özellikleri, beslenme şekli, bağışıklık durumu, ilaç kullanımı gibi birçok etmene göre değiştiği bilinmektedir.
 
Mikroorganizmaların genellikle hastalık yapma etkileriyle bilindiğini, ancak vücudumuzda bizim için faydalı çok yüksek sayıda da mikroorganizma bulunduğunu belirten Prof. Dr. Ayşen Bayram, “İnsan vücudunda bulunan hücrelerin yaklaşık yüzde 10’u kendi hücrelerimiz iken geri kalanını mikroorganizmalar oluşturur. Yaklaşık olarak 70 kg ağırlığında olan bir insanın 1-2 kg’ı mikroorganizmalardan oluşmaktadır” dedi.
 
Bağırsak mikrobiyotası sanal organ olarak kabul edilmektedir
 
Vücudumuzu paylaştığımız mikroorganizmaların oluşturduğu topluluğa mikrobiyota adı verildiğini anlatan Prof. Dr. Bayram, “mikrobiyom” teriminin ise mikrobiyotanın gen ve genomlarını ifade ettiğini bildirdi.
 
“Vücudumuzdaki mikrobiyomun büyüklüğü kendi genom yapımızdan 10 kat fazladır” diyen Prof. Dr. Bayram, şunları kaydetti:
 
“Bağırsak mikrobiyotası vücut mikrobiyotasının yaklaşık yüzde 90’ını oluşturur. İmmün sistem hücrelerimizin de yüzde 80’i bağırsaklarımızdadır. Bağırsak mikrobiyotasının metabolizma ve immün sistem üzerine etkileri oldukça fazladır. Bu sebeple bağırsak mikrobiyotası sanal organ olarak kabul edilmektedir.”
 
Herkesin mikrobiyotası farklıdır
 
İnsan mikrobiyotasının yoğun olarak bakterilerden oluştuğunu belirten Prof. Dr. Bayram, mikrobiyotanın yapısı hakkında şunları söyledi:
 
“Mikrobiyotamız, bakterilerin dışında mantar, virüs ve arkeleri de içerebilir. Bağırsaktaki temel bakteri grupları Firmicutes, Bacteroidetes, Proteobacteria, Verrucomicrobia ve Actinobacteria’dır. Herkesin farklı bir genetik yapısı olduğu gibi mikrobiyotası da farklıdır. Bağırsak mikrobiyotasının insanın yaşadığı çevre, kültürel yapısı, genetik özellikleri, beslenme şekli, bağışıklık durumu, ilaç kullanımı gibi birçok etmene göre değiştiği bilinmektedir.
Bağırsakta patojen zararlı mikroorganizmaların yararlı olanlardan daha çok sayıda olması mikrobiyotayı bozabilir. Bağırsak mikrobiyotasının bozulmasına disbiyozis adı verilmektedir. Bu durum birçok hastalığın gelişmesine zemin oluşturabilir. Bazı hastalıkları bulunan kişilerde, sağlıklı bir insan ile karşılaştırma yapıldığında özel bir mikrobiyotaya sahip oldukları ortaya konulmuştur.
 
Kolon kanseri, nekrotizan kolit, irritabl bağırsak hastalığı, obezite, diyabet, alerjik hastalıklar (rinit, astım, atopik ekzema), fibromiyalji, romatoid artrit gibi birçok hastalık disbiyozis ile ilişkilendirilmektedir. Görüldüğü üzere bağırsak mikrobiyotası ile ilişkili olan hastalıklar sadece sindirim sistemi ile sınırlı kalmamaktadır.”
 
Bağırsaklar ile beyin bağlantı halindedir
 
Vücudumuzda beyin dışında en çok sinir hücresinin bağırsaklar bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Bayram, şöyle konuştu:
 
“Bağırsaklar ile beyin sürekli bağlantı halindedir. Sindirim sistemini düzenleyen enterik sinir sistemi, merkezi sinir sisteminden bağımsız olarak çalışabilir. Bu nedenle bağırsaklarımız ‘ikinci beyin’ olarak da adlandırılmaktadır. Bağırsakta mikrobiyota ve sinir sistemi gelişimi paralel olduğundan migren, otizm, depresyon, anksiyete bozukluğu, şizofreni, Alzheimer ve Parkinson hastalığı gibi psikiyatrik ve nörolojik hastalıklarla mikrobiyotanın ilişkili olduğu düşünülmektedir.”
Serotoninin yaklaşık yüzde 80-90’ı sindirim sisteminde üretilmektedir
 
Serotoninin bağırsak hareketleri de dâhil çeşitli vücut fonksiyonlarını etkileyen bir hormon olduğunu anımsatan Prof. Dr. Bayram, serotonin düzeyinin azalmasının duygusal durumu olumsuz etkilediğine vurgu yaptı.
 
Serotonin hormonunun yaklaşık yüzde 80-90’ının sindirim sisteminde üretildiğini ifade eden Prof. Dr. Bayram, bu durumun bağırsaklar ile psikolojik sağlık arasındaki bağı açıklayan başka bir unsur olduğunu belirtti.
 
Antibiyotikler başta olmak üzere bazı ilaçların yoğun olarak kullanılmasının bağırsak mikrobiyotasına çok ciddi zarar verdiğini vurgulayan Prof. Dr. Bayram, şu uyarılarda bulundu:
 
“Antibiyotikler, hastalık yapıcı bakterileri öldürürken bağırsaktaki faydalı bakterileri de öldürür. Bu nedenle antibiyotiklerin yaygın kullanımı sonucu bağırsaktaki faydalı bakterilerin sayısı giderek azalır. Gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınmak mikrobiyota açısından önem taşır.”
 
Mikrobiyota- antibiyotik ilişkisi
 
Antibiyotik kullanımına ilişkin hasarın, doz ve kullanım süresi ile yakın ilişkili olduğunu kaydeden Prof. Dr. Bayram, şöyle devam etti:
 
“Kısa süreli antibiyotik teması bile mikrobiyotada çeşitlilik kaybına neden olurken, uzun dönemde çok ciddi etkilere ve dirençli bakterilerin bağırsakta kolonize olmasına yol açmaktadır. Mikrobiyotada görülen değişim sonucunda antimikrobiyal ilaçlara direnç gelişimi, bağırsakta mayaların aşırı çoğalması, metabolik fonksiyonların ve vitamin emiliminin bozulması görülmektedir.”
 
Mikrobiyota şekillenmesinde en önemli etmenler
 
Bağırsak mikrobiyotasının oluşum zamanı ve gelişimi ile ilgili çok sayıda çalışma yapıldığının altını çizen Prof. Dr. Bayram, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sindirim sistemindeki bakteri kolonizasyonunun doğumdan önce başladığı gösterilmiştir. Yapılan çalışmalar, gebeliğin ilk gününden bebeğin iki yaşına kadar olan dönemde gelişen mikrobiyotanın erişkinliğe kadar belirleyici etkilerinin olduğunu göstermektedir. Özellikle yaşamın erken dönemlerinde mikrobiyota şekillenmesinde en önemli etmenler anne ile olan ilişkilidir. Annenin yaşı, gebelik dönemi, vajinal mikrobiyotası, doğum şekli, antibiyotik ve probiyotik kullanımı, anne sütü alımı bebeğin mikrobiyota kompozisyonunu belirlemektedir.”
 
Beslenme ve mikrobiyota arasında dinamik bir ilişki vardır
 
Anne sütünün, prebiyotikler ve probiyotikleri (Bifidobacterium, Lactobacillus) bir arada içeren simbiyotik bir besin olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Bayram, özellikle anne sütü kullanımının sağlıklı bir mikrobiyota gelişimi için önerildiğini anlattı.
 
Erken dönem mikrobiyota üzerine yapılacak tüm çalışmaların, sadece çocuklukta değil ileri yaşlarda daha sağlıklı ve verimli bireylerin bulunduğu bir toplum oluşturulması açısından önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Bayram, şunları söyledi:
 
“Sağlıklı yaşlanma ve uzun yaşamın anahtarı sağlıklı bir bağırsak yapısıdır. Beslenme ve mikrobiyota arasında dinamik bir ilişki vardır. Beslenme mikrobiyotayı etkileyen faktörler arasında en kolay değiştirilebilen faktördür. Yapılan çalışmalar mikrobiyotanın diyetle hızlı bir şekilde değiştiğini göstermektedir. Probiyotikler (yararlı mikroorganizmalar) ve prebiyotikler (bağırsakta yararlı bakterileri arttıran gıdalar) bu durumda oldukça etkilidir.”
Mikrobiyota insan sağlığı için oldukça önemlidir
 
Bireysel bağırsak mikrobiyota içeriğinin bilinmesinin sağlığa katkısının çok büyük olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Bayram, sözlerini şöyle tamamladı:
 
“Klasik kültür yöntemi mikrobiyota analizi için oldukça kısıtlıdır. Moleküler incelemeye tabi metagenomik yöntemler günümüzde yapılan mikrobiyom çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından başlatılan ‘İnsan Mikrobiyom Projesi’ ile elde edilen verilerle bağırsak mikrobiyotası ile ilgili bilinenler her geçen gün artmaktadır. Pek çok koruyucu ve metabolik faaliyeti olan mikrobiyota insan sağlığı için oldukça önemlidir. Mikrobiyota alanındaki çalışmalar tüm dünyada artarak devam etmektedir. Bağırsak mikrobiyotası alanında yapılacak ileri araştırmalar günümüzde halk sağlığı açısından sorun oluşturan birçok hastalığın teşhis ve tedavisinde yol gösterici olma potansiyeline sahiptir.”
 
Prof. Dr. Ayşen BAYRAM
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yrd. ve
Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı

SANKO Üniversitesi Hastanesi Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır.

Sosyal Medya

Güncelleme Tarihi:2022-07-01 14:37:27