• ENDOKRONOLOJİ /

Obezite nedir?

Obezite günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Obezite nedir? Obeziteye eşlik eden hastalıklar nelerdir? Tedavisi nasıl olmalıdır? İşte uzmanından yanıtları...
 
Aşırı kilo ve obezitenin birkaç yüzyıl öncesine kadar hemen hemen tüm toplumlarda sağlık ve zenginlik belirtisi olarak algılandığını belirten Hastanemiz Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı, SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Baştemir, “İnsanoğlunun tarih boyunca açlık, kıtlık ve yokluklarla mücadele ettiği düşünülürse böyle bir algının olması doğal görünmektedir” dedi.

Obezite görülme sıklığı artmaktadır

“Açlık ve yokluk, günümüzde bazı topluluklarda hala var olsa da, beslenme yetersizliği ve enfeksiyon hastalıklarına bağlı sağlık sorunları yerini artık çoğu yerde aşırı beslenme ve obezitenin getirdiği sağlık sorunlarına bırakmıştır” diyen Prof. Dr. Baştemir, şunları söyledi: “Obezite, başlangıçta gelişmiş ülkelerin sorunu olarak kabul edilirken gelişmekte olan ülkelerde de gelir düzeylerinin artması, batı yaşam tarzının benimsenmesi, enerji alımı artarken enerji harcanmasının azalması ve nihayet köyden kente göç olgusu ile birlikte kaçınılmaz olmuştur. Sonuç olarak obezite görülme sıklığı, dünyada doğu-batı veya zengin-yoksul toplum ayırımı gözetmeksizin giderek artmaktadır. Günümüzde önlenebilir ölümlerin sigaradan sonra gelen ikinci önemli nedeni obezitedir.”

Vücutta aşırı yağ birikimi

En basit tanımı ile obezitenin ‘vücutta aşırı yağ birikimi’ olarak tanımlandığını ifade eden Prof. Dr. Baştemir, şunları kaydetti:
“Ortalama vücut ağırlığına sahip erkeklerde vücut yağı yüzde15-20, kadınlarda ise yüzde 25-30 arasındadır. Vücut yağ yüzdesini belirlemek kolay olmadığı için obezite, aşırı yağdan daha çok aşırı kilo olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü, fazla kiloluluk ve obezite tanımını beden kitle indeksine [BKİ = Ağırlık (kg) / Boy (m2)] dayanarak yapmaktadır. Buna göre;
  • Fazla kiloluluk: BKİ = 25.0-29.9 kg/ m2 ve
  • Obezite: BKİ ≥30 kg/ m2 olarak kabul edilmektedir.”

‘Sağlıklı obez’ grubu

Gelişmiş toplumların yüzde 25’inin obez, yüzde 25’inin fazla kilolu, yüzde 25’inin de normal kilolu ancak genetik olarak obeziteye eğilimli olduğunun kabul edildiğinie dikkati çeken Prof. Dr. Baştemir, şöyle konuştu: “Bu son grup, sürekli diyet ve egzersiz çabaları ile kilosunu koruyabilen, bunlara dikkat etmediği takdirde kolaylıkla kilo alarak fazla kilolu veya obez sınıfına geçiş gösterebilen bireyleri kapsamaktadır. Bu kişilerde genetik altyapıya bağlı olarak metabolik mekanizmalar obezlerdekine benzer biçimde çalışmakta ve bu grup için son yıllarda ‘metabolik obez’ tanımı kullanılmaktadır. Öte yandan araştırmacılar kilolu, hatta hafif obez sınıfına giren fakat metabolik açıdan tamamen normal olan bir grup olduğunu, bunlar için de ‘sağlıklı obez’ tanımının kullanılması gerektiğini bildirmektedirler.”

Türkiye’de obezite görülme sıklığı yüksek oranlara ulaştı

Türkiye’de obezite görülme sıklığının gelişmiş batı ülkelerinden az olmadığını hatta son yapılan çalışmalarda Ortadoğu rakamlarına yaklaştığının anlaşıldığını vurgulayan Prof. Dr. Baştemir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk erişkin toplumunda obezite görülme sıklığı, özellikle kadınlarda yüzde 30 gibi kritik yüksek oranlara ulaşmıştır. Yapılan çalışmalarda Türk erişkin toplumunda obezite görülme sıklığının 1998’de yüzde 22.3’ten yüzde 40 artarak 2010’da yüzde 31.2’ye ulaştığı görülmüştür. Çalışma sonuçlarına göre son 12 yılda kadınlarda obezitenin yüzde 34, erkeklerde ise yüzde 107 oranında artmış olduğu gözlenmiştir. Bel çevresi ya da bel/kalça oranının artmış olduğu obezite tipi, santral (viseral ya da abdominal) obezite olarak adlandırılır. Santral obezite, kalp-damar sağlığı açısından önemli bir risk faktörüdür ve bel çevresinin bu riski daha iyi yansıttığı kabul edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kadınlarda bel çevresi 88 cm ve üzeri,  erkeklerde 102 cm veya üzerinde ise santral obezite varlığını göstermektedir.”

Obezitedeki artışın nedenleri sağlıksız beslenme ve hareketsizlik

Obezite görülme sıklığında görülen artışın nedenlerine değinen Prof. Dr. Baştemir, “Artan teknoloji ile beraber özellikle ulaşım, üretim ve tarım alanlarında kolaylaşan yaşam biçimine bağlı fiziksel aktivitede azalma ve modern yaşamdaki beslenme alışkanlıklarındaki değişim, obezitedeki artışın başlıca nedenleridir” ifadelerini kullandı.
 
“Ayaküstü (fast-food), hızlı yenen sağlıksız besinlerle karbonhidrattan ve rafine şekerden zengin, bitkisel liflerden fakir, aşırı yağlı beslenme şekli obeziteye yol açan önemli faktörlerden birisidir” diyen Prof. Dr. Baştemir, şunları söyledi: “Ayrıca boş zamanlarımızı kolaylıkla dolduran ileri teknolojik araçların (cep telefonu, televizyon, bilgisayar, ev sineması vb.) kullanımının yaygınlaşması obezitenin artmasına önemli ölçüde katkıda bulunmuştur.”

Obezite salgın bir hastalıktır

Obezitenin pek çok sağlık sorununa yol açtığını anımsatan Prof. Dr. Baştemir, “Obezite, kısıtlı sağlık bakım harcamalarını tehdit eden; özellikle Tip 2 Diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, kanser ve hipertansiyon insidansında (yeni olgu sayısı) artışa ve daha pek çok sağlık sorununa yol açan salgın bir hastalıktır” diye konuştu.
 
Obezitede meydana gelen değişikliklerin basitçe iki grupta toplanabileceğini anlatan Prof. Dr. Baştemir, “Adipoz doku (yağ) kitlesindeki artış ve artmış yağ dokusu hücrelerinden patojen ürünlerin (adipokinlerin) salınımındaki artış. Obezite patogenezinin bu şekilde basite indirgenerek sınıflandırılması obezite komplikasyonlarının da nedene göre basit sınıflamasına olanak vermektedir” dedi.
 
a)Temelde yağ dokusu kitlesinin artışına bağlı gelişen sorunlar
 
Prof. Dr. Baştemir, bu sorunların; obezitenin kendisinin kişide neden olduğu “sosyal ve psikolojik sorunlar”, artmış parafarengeal yağ depolanmasına bağlı gelişen “obstrüktif uyku apnesi sendromu” ve artmış yağ dokusunun eklemlerde yırtıklara neden olması sonucu gelişen “osteoartritler” olduğunu bildirdi.
 
b)Yağ hücrelerinin metabolik ve salgısal işlev değişiklikleri sonucu gelişen sorunlar
 
Bu komplikasyonlara, genişlemiş yağ hücrelerinden salınan ve yağ dokusundan uzakta etki gösteren ürünlerin zemin hazırladığını vurgulayan Prof. Dr. Baştemir, şöyle devam etti: “Bu durumun yaygın genel örneği insülin direncidir. İnsülin direnci, obezitede yağ dokusundan artmış serbest yağ asidi salınımı ve salınan bu yağ asitlerinin karaciğer ve çizgili kasta depolanması ile ilişkilidir. İnsülin direnci pankreas beta hücrelerinin işlev kapasitesini aşmaya başlayınca ‘Tip 2 Diyabet’ ortaya çıkar.
 
Yağ dokusundan artmış sitokin (bir çeşit hormon) salınımı, özellikle de interlokin-6 (IL-6), ‘düşük dereceli inflamatuvar süreci’ başlatabilir. Artmış plasminojen aktivator inhibitor-1 salınımı, ‘tromboza (damar içinde kan pıhtısının oluşması, böylece kan akışını engellemesi) ve prokoagülan (pıhtılaşma öncüsü) durumlara yatkınlık’ yaratır.
 
Buna eşlik eden endotel işlev bozukluğu da ‘kardiyovasküler hastalık’ ve ‘hipertansiyon’ için zemin hazırlar. Büyümüş stromal kitleden salınan östrojen, ‘meme kanseri’ için risk oluşturur. Artmış sitokin salınımı diğer kanser gelişimlerinde rol oynayabilir. Artmış yağ dokusunun patojenik faktörleri bir arada olduğunda, beklenen yaşam süresi kısalır.”
 
Çağımızın en büyük sağlık problemlerinden biri olan obeziteden korunmada devlete ve bireylere farklı sorumluluklar düştüğünü ifade eden Prof. Dr. Baştemir, şu değerlendirmeyi yaptı: “Devlet, obezite ile mücadeleye yönelik etkin ve yaygın politikalar geliştirerek, doğru bilgi kaynakları ve çeşitli olanakları sağlayarak toplumu ve bireyleri sağlıklı bir hayat tarzına teşvik etmeli, bireyler ise bu hizmetleri talep etmeli, devletin sağladığı olanaklardan yararlanmalı, kendileri ve çocukları için yeterli ve dengeli beslenme ile düzenli fiziksel aktiviteyi normal yaşam biçimi olarak benimseyecekleri bir hayat tarzını benimsemelidir.
 
Obezite, kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, bazı kanser türleri, solunum sistemi hastalıkları, kas-iskelet sistemi hastalıkları gibi pek çok sağlık probleminin oluşmasına zemin hazırlar. Bu hastalık hayat kalitesi ve süresini olumsuz yönde etkiler, bu sebeple obezite ile mücadele etmek ülkemizin geleceği için son derece önemlidir.”

OBEZİTEDE RİSK DURUMUNUN BELİRLENMESİ

Prof. Dr. Baştemir, obezitede risk durumunun belirlenmesinde izlenmesi gereken yolu, “Beden kitle indeksi ≥25 kg/m2 olan veya bel çevresi (BÇ) kadınlarda 80 cm, erkeklerde 94 cm veya daha fazla olanlarda kilo fazlalığının ilerlemesini engellemek ve eşlik eden diğer faktörleri tespit etmek gerekir. Tip 2 Diyabet, hipertansiyon (HT) ve kardiyovasküler hastalıklar (KVH) için risk durumu kilo fazlalığının derecesi ile de ilişkilidir” sözleriyle özetledi.

Obeziteye eşlik eden hastalıklar

Obezitenin koroner kalp hastalığı, diğer aterosklerotik hastalıklar, Tip 2 Diyabet ve OSAS mortalite için çok yüksek risk oluşturduğunu belirten Prof. Dr. Baştemir, “Obezitede aynı zamanda osteoartrit, kolelitiyazis gibi morbiditeyi artıran diğer hastalıkların da sıklığı artar” uyarısında bulundu.

Kardiyovasküler risk faktörleri

Kardiyovasküler risk faktörlerine değinen Prof. Dr. Baştemir, “Obez olgularda değerlendirilmesi gereken diğer kardiyovasküler hastalık risk faktörleri arasında HT, dislipidemi (düşük HDL-kolesterol, yüksek LDL kolesterol, hipertrigliseridemi), bozulmuş açlık glikozu, ailede erken KKH hikâyesi, ileri yaş (erkekte ≥45, kadında ≥55) ve sigara içimi sayılabilir” diye konuştu.

Obezitenin başlangıç yaşı

Obezite riskinin belirlenmesinde obezite başlangıç yaşının önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Baştemir, şunları kaydetti: “Düşük doğum ağırlıklı ve ilk 10 yaşta hızlı kilo alan çocuklarda, erişkin yaşta diyabet riski yüksektir. Obeziteyle ilgili risk, obezitesi 40 yaşından önce başlayan olgularda daha yüksektir. Başlangıç BKİ’den bağımsız olarak kadınlarda 18 yaşından sonra, erkeklerde ise 20 yaşından sonra orta derecede kilo artışı bile (≥5 kg) Tip 2 Diyabet ve KKH riskini arttırır. Obez olguların yaklaşık yarısı hipertansiftir.
 
Öte yandan, obez olgularda verilen her bir kg’a karşılık sistolik ve diyastolik kan basıncı yaklaşık bir mmHg düşmektedir. Obezite, lipid metabolizmasında olumsuz değişikliklere neden olur. Bu değişiklikler arasında yüksek total kolesterol, LDL-kolesterol, VLDL-kolesterol ve trigliserid düzeyleri ve düşük HDL kolesterol düzeyi sayılabilir. HDL-kolesterol düzeyi obez olgularda yüzde 5 daha düşüktür.”

Koroner kalp hastalığı:

Obezitenin KKH ve kardiyovasküler mortalite artışına neden olduğu birçok gözlemsel çalışmada gösterilmiştir. KKH riskindeki artışın yaklaşık olarak yarısı obezitenin kan basıncı ve lipidler üzerine olan olumsuz etkilerinden kaynaklandığı söylenebilir.
Kalp yetersizliği ve atriyal fibrilasyon: BKİ ≥30 kg/m2 olan kişilerde non-obezlere göre kalp yetersizliği riski 2 kat, atriyal fibrilasyon riski ise 1.5 kat yüksek bulunmuştur.
 
Kilo fazlalığı, subklinik sağ ventrikül disfonksiyonu ile de ilişkili olup bu ilişkinin OSAS, Tip 2 Diyabet ve HT’den bağımsız olduğu belirlenmiştir.

İnme:

BKİ ≥27 kg/m2 olması ve de 18 yaşından sonra kilo almış olmanın iskemik inme riskinde artışa neden olduğu gösterilmiştir. Obezite ayrıca derin ven trombozu ve pulmoner emboli riskinde de artışa neden olur. Obezitede demans görülme sıklığı da artmıştır.

Gastrointestinal ve hepatobilyer hastalıklar:

Obezite hepatobilyer sistemi de (karaciğer ve safra yolları) etkiler. Kilo alımıyla orantılı olarak safra yolu hastalıkları ve safra kesesi taşı riski artmaya başlar. Obezite aynı zamanda nonalkolik yağlı karaciğer hastalığına da yol açar. Ayrıca obezitede gastroözofajiyal reflü hastalığı, erozif özofajit, özofagus adenokarsinomu ve mide kanseri riskleri de artmıştır.

Eklem hastalıkları:

Obezlerde genellikle dizlerde ve ayak bileğinde osteoartrit sıklığı artmıştır. Yine gut artiriti görülme sıklığı da obezlerde artmıştır.

Solunum sistemi

Obezitede obezite hipoventilasyon sendromu ve OSAS (uyku apnesi) gibi ciddi solunum bozuklukları görülebilir. Obezite OSAS için en iyi kanıtlanmış risk faktörüdür. Solunum fonksiyonlarında ayrıca rezidü akciğer hacminde artış, akciğer kompliyansında azalma, ventilasyon perfüzyon anomalileri gibi değişiklikler olabilir. 

Kanser:

Obezitede bazı kanser tiplerinin sıklığı artar. Erkeklerde özofagus, tiroid, kolon ve renal kanserlerinin görülme riskini artar. Kadınlarda ise endometriyum, safra kesesi, özofagus ve renal kanserleri görülme sıklığı artar.

Polikistik Over Sendromu (PKOS):

Obezlerde viseral obeziteyle ilişkili olarak testosteron üretimi artmıştır. Bu nedenle hirsutizm ve adet düzensizlikleri görülebilir. PKOS, kadınlarda hirsutizmin en sık nedeni olup, obez kadınlarda daha sık görülür. 

Böbrek hastalığı:

Önemli epidemiyolojik çalışmalarda obezite kronik böbrek hastalığı için bağımsız risk faktörü olarak bulunmuştur. Obezite ve erişkin hayatta kilo alımı böbrek taşı riskini arttırır. Kadınlarda fazla kilo ve obezite üriner inkontinans için önemli risk faktörleridir.

Genitoüriner Hastalıklar:

Fazla kilolu ve obez kadınlarda seksüel uyarılma ve orgazm problemleri daha sıktır. Erkeklerde ise obezite erektil disfonksiyon için bağımsız bir risk faktörüdür. Obezite ayrıca psikososyal sorunlar ve depresyonla da ilişkilidir.

OBEZİTE TEDAVİSİ

Obezite tedavisinde amacın obeziteye ilişkin morbidite ve mortalite risklerini azaltmak, bireye yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmak ve yaşam kalitesini yükseltmek olduğunu belirten Prof. Dr. Baştemir, “Obezite tedavisinde vücut ağırlığının 6 aylık dönemde yüzde10 azalması, obezitenin yol açtığı sağlık sorunlarının önlenmesinde önemli yarar sağlamaktadır. Oluştuktan sonra tam olarak iyileşme enderdir, verilen kilonun hızla geri alınması sıklıkla görülmektedir. Kilo veren kişilerin ancak yüzde 5’i ulaştıkları kiloyu koruyabilmekte, büyük bir çoğunluğu ise tekrar kilo almaktadır” ifadelerini kullandı.

Beslenme programı kişiye özel olmalıdır

Obezitede beslenme tedavisi ve fiziksel aktivitenin artırılması ile birlikte davranış değişikliği tedavisinin de kesinlikle gerekli olduğunu anlatan Prof. Dr. Baştemir, şöyle devam etti:
 
“Beslenme tedavisi ve egzersizin davranış değişikliği tedavisi ile birlikte kullanıldığı ‘kombine tedaviler’ hem ağırlık kaybını sağlamada hem de kaybedilen ağırlığın korunmasında büyük başarı sağlar. Kilo kaybının korunması için yeme alışkanlığındaki değişikliğin kalıcı olması gerekir. Yapılması planlanan değişikliklerin ilk basamağı, obez bireyin mevcut durumunu anlamak ve ortak bir bilinç ortamı oluşturmaktır.
 
Beslenme programı kişiye özel olmalıdır. Yeni beslenme alışkanlıkları ile ilgili eğitime başlamak için, kişinin var olan beslenme alışkanlıklarının ve besin tüketim durumunun değerlendirilmesi gereklidir. Beslenme programı beslenme alışkanlıklarını uzun dönemde değiştirecek şekilde sunulmalı, kısa dönemli (şok) programlar uygulanmamalıdır.”

Beslenme programı uzun süre için planlanmalı

“Zayıflama için önerilen beslenme programlarında günlük enerji miktarının belirlenmesinde ilke, kişiye harcadığından daha az enerji vermektir” diyen Prof. Dr. Baştemir, önerilerini şöyle sıraladı:
 
“Bireyin bazal metabolizmasının altında enerji verilmemelidir. Alınan enerjinin azlığı oranında bazal metabolizma hızı azalır. Bireyin günlük enerji alımı haftada 0.5 – 1 kg ağırlık kaybını sağlayacak şekilde azaltılmalıdır. Bu düzey, çoğunlukla bireyin günlük alması gereken enerjisinden 500-1000 kcal’lik azaltma ile sağlanabilir. Ağırlık kaybını sağlarken mümkün olduğunca yüksek enerji (en az bazal metabolizma hızı düzeyinde) içeren beslenme programları ile bireyler uzun sürede zayıflatılmalıdır.”

Beslenme programını uzmanlar düzenlenmeli

Günümüzde obezitenin artışı ile birlikte gazete ve dergilerde, televizyonlarda veya internet sitelerinde yer alan popüler diyetlerin bireyler tarafından bilinçsizce uygulandığına dikkat çeken Prof. Dr. Baştemir, “Bu programlar bireylerin sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle en uygun beslenme programının diyetisyen veya beslenme ve diyet uzmanları tarafından düzenlenip uygulanması gerekmektedir” diyerek, tehlikeye işaret etti.

Fiziksel aktivite tedavide önemli rol oynuyor

Fiziksel etkinliğin artırılmasının hem obezite tedavisinde hem de verilen kilonun muhafazasında çok önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Baştemir, şunları söyledi: “Tek başına fiziksel aktivite artışının kilo vermeye katkısı kalori kısıtlamasına göre daha fazla değildir. Ancak fiziksel etkinliği artırmanın kilo verme dışında da pek çok ilave yararı vardır. Viseral yağın azalması ve kas kitlesinin artması, insülin direncinin azalması, kan basıncının ve lipid profilinin düzelmesi bunlar arasında sayılabilir.
 
Düzenli egzersiz yapanlarda koroner arter hastalığı ve ölüm oranlarının çok daha az olduğu gösterilmiştir. Genel olarak her yaştaki hasta için günde ortalama 30-45 dakika süren ve mümkünse haftanın her günü yapılan orta düzeyde bir fiziksel etkinlik önerilmelidir. Orta düzeyde fiziksel etkinliğe örnek olarak saatte 5-6 km hızla yapılan yürüyüş sayılabilir.”

Obezite ilacı her şeyden önce güvenilir olmalı

Vücut ağırlığının azaltılmasına yönelik pek çok girişim bulunmasına rağmen kilo kaybı sağlamanın ve kaybedilen kiloyu korumanın zorluğuna vurgu yapan Prof. Dr. Baştemir, “Bu zorluk hem hekimlerin hem de hastaların farmakoterapiye büyük ilgi duymasına yol açmış ve obezitenin ilaçla tedavisi önemli bir sağlık konusu haline gelmiştir” diyerek ideal bir obezite ilacının; Dozla ilişkili kilo kaybı ve ulaşılan hedef kilonun devamlılığını sağlaması, uzun süreli kullanımında güvenilir olması, tolerans geliştirmemesi, kötü kullanım ya da bağımlık yapmaması gerektiğini bildirdi.
 
Günümüzde bu özelliklerin tümünü birden karşılayan herhangi bir ilaç bulunmadığını kaydeden Prof. Dr. Baştemir, “Yaşam tarzı değişimi ile birlikte, tedavinin yaşam boyu süreceği ve kısa süreli ilaç tedavisinden ziyade yaşam boyu ilaç kullanılması gerekeceği hastaya söylenmelidir. Bazı bitkisel ürünler akla yatkın etki mekanizmalarına sahip aktif içerikler bulundursalar da, çok azı etkinlik ve güvenilirlik için uzun dönemde denenmişlerdir. Bu preparatların herhangi birisinin önerilmesi için kanıta dayalı veriler yetersizdir” diye konuştu.

Cerrahi yöntemler de sıklıkla tercih ediliyor

Prof. Dr. Baştemir, cerrahi tedavi diğer deyişle bariyatrik cerrahinin, eskiye oranla daha çok tercih edildiğini vurgulayarak, sözlerini şöyle tamamladı:
 
“Cerrahi işlemler, malabsorsiyona yol açarak ya da gıda alımını kısıtlayarak kilo kaybına yol açarlar. İki yöntemi beraber kullanan kombine ameliyat yöntemleri de mevcuttur. Bariyatrik operasyonlarda teknik, bakım ve izlemde çok büyük ilerlemeler olmasına karşın, risk ve perioperatif komplikasyonlar sıfıra indirilememiştir. O nedenle uygun hasta ve uygun teknik seçimi çok önemlidir.”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır.

Prof. Dr. Mehmet BAŞTEMİR
ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA HASTALIKLARI
Sosyal Medya

Güncelleme Tarihi:2022-07-01 13:28:44