Covid-19 salgını özelinde, sürekli haber kaynaklarını takip ediyor, ellerinizi kozmetik sorunlara varacak sıklıkta yıkıyor, tekrar tekrar ateşinizi kontrol ediyorsanız, her öksürdüğünüzde zihninize otomatik biçimde “kesin hasta oldum düşüncesi” geliyor ve umutsuzluğa kapılıyor musunuz?
Günün büyük kısmını kaygı, keyifsizlik, sinirlilik gibi olumsuz duygularla geçiriyorsanız, bedeninizde stresin olumsuz etkilerini hissediyorsanız ve bu durum günlük hayattaki rollerinize engel olacak boyuta mı geldi?
Öyleyse yardım almak için çekinmeyin.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk, Çin’den başlayarak dünyaya adım adım yayılan Covid-19 salgınının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde düşünce, duygu ve davranışlarda bir dizi değişikliklere yol açtığını söyledi.
Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, hali hazırda bu yeni tehdit karşısında olması gereken bu değişimler, bir düzeye kadar amaca hizmet edip yeni durum karşısında uyumumuzu artırırken, aşırılıkları ise tam tersi zararlar vermeye başlıyor” dedi.
“Kaynağı, bulaşma şekli, hastalığın seyri, tedavisi ve alınacak önlemler gibi konularda her geçen gün bilgilerimiz artıyor ancak maruz kaldığımız bilgi kirliliği felaketleştirme eğilimimizi körüklüyor” diyen Dr. Öğr. Öztürk, bu durumun korku, kaygı, kızgınlık gibi herkes için evrensel duyguları açığa çıkardığını kaydetti.
Kaygı, korku ve fobi
Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, birbirleriyle iç içe geçmiş bu yakın terimler arasında bazı farklılıklar bulunduğunu bildirdi.
Korku; Bilinen, dış odaklı, belirli bir tehdide karşı gelişen duygusal bir yanıttır.
Kaygı; Bilinmeyen, belirsiz ya da çatışmalı tehdide karşı bir yanıttır, daha çok gelecekteki bir tehdidin beklentisidir.
Fobi; Bir nesne ya da durum karşısında ortaya çıkan aşırı korku ve bu korkuya ikincil olarak gelişen ısrarlı bir kaçınma davranışıdır. Korkudan farkı gerçek durumla orantısız biçimde aşırılığıdır.
Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, korku, kaygı ve fobi arasındaki farklılıkları şu örneklerle açıkladı:
“Örnek üzerinden açıklamak daha anlaşılır kılacaktır. Bir gezintiye çıktığınızı düşünelim. Bu gezinti sırasında üzerinize koşarak gelen saldırgan bir köpek karşısında verdiğimiz tepki korkudur ve bu durum kendimizi korumamızı sağlar, tümüyle işlevseldir, bizi hayatta tutar.
Gezinti sırasında köpek çıkabilir uyarısı ile karşılaştınız. Bu durumda yaşadığımız kaygıdır ve temkinli olmamızı sağlar. Bu kaygının düzeyi, gezintinin tadını çıkarmanıza engel olmuyor ya da yarıda kesmenize yol açmıyorsa yine işlevseldir, yararlı bir kaygı örneğidir ancak engel olacak düzeyde yaşanırsa artık yıkıcı ya da patolojik kaygı olarak tanımlanır.
Bu kez önünüze saldırgan olmayan, tasma ile bağlı bir köpek çıktı ama aşırı korku tepkisi yaşadınız. Kalp atışlarınız hızlandı, soluk alışverişleriniz derinleşti, kaçtınız ya da dona kaldınız. Bu ise fobidir ve hiçbir durumda işlevsel değildir.
Hayat hepimiz için bir gezinti ve önümüze Covid-19 salgını çıktı. Üstelik oldukça eşitlikçi bir salgın, hiçbir ayırımı yapmıyor. Yalnız değilsiniz.”
Kaygı ne zaman bir problem olarak ele alınmalı?
Bu salgın karşısında kaygı ve belki de korku duymanın doğal ve insani tepkiler olduğunu anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Hepimiz kaygı yaşarız. Kaygı kişinin tehditleri engellemek ya da tehditlerin sonuçlarını azaltmak için gerekli önlemleri almasını sağlar. Dolayısıyla bu salgında kaygılanmamız ve altı çizilen kurallara riayet etmemiz riski hem bireysel hem de toplumsal düzeyde azaltacaktır” ifadelerini kullandı.
Yapıcı kaygının bir tehdit beklentisi ya da belirsizlik durumlarında yaşandığına, farkındalığı ve tedbirleri artıracağına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle devam etti:
“Yıkıcı ya da patolojik kaygı ise belirsizliğe tahammülsüzlük ve belirsizliği felaketleştirme gibi işlevsiz yorumlama durumlarında kendini gösterir, yaşamımızı olumsuz etkiler. Kaygı, tehdit beklentisine karşı orantısız biçimde güçlüyse, uzun süre devam ediyorsa, kişiyi aşırı derecede rahatsız ediyor ya da günlük hayattaki işlevlerini yerine getirmesini engelliyorsa bir bozukluk olarak ele alınmalıdır ve tedaviyi gerektirir.
Covid-19 salgını özelinde, sürekli haber kaynaklarını takip ediyor, ellerinizi kozmetik sorunlara varacak sıklıkta yıkıyor, tekrar tekrar ateşinizi kontrol ediyorsanız, her öksürdüğünüzde zihninize otomatik biçimde kesin hasta oldum düşüncesi geliyor ve umutsuzluğa kapılıyorsanız, günün büyük kısmını kaygı, keyifsizlik, sinirlilik gibi olumsuz duygularla geçiriyorsanız, bedeninizde stresin olumsuz etkilerini hissediyorsanız ve bu durum günlük hayattaki rollerinize engel olacak boyuta gelmişse yardım almak için çekinmeyin.”
Bunları yaşıyorsam zayıf biriyim
“Genel olarak polikliniğimize başvuranlardan oldukça sık duyduğumuz bir etiketleme türü ‘ben zayıf biriyim’ şeklindedir. Bu etiketlemeyi Covid-19 salgınında ruhsal olarak daha olumsuz etkilenen ve salgın tehdidini bireysel olarak yönetmekte zorlanan kişilerden de duyar hale geldik” diyen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bir olayın stres etkeni olarak algılanıp algılanmaması, olayın doğasına, kişinin kaynaklarına, psikolojik savunmalarına ve başa çıkma mekanizmaları gibi farklı etkenlere bağlıdır. Bazı kişiler biyolojik olarak kaygılanmaya yatkın mizaca sahip olabilirler. Erken çocukluk çağlarından itibaren yaşadıkları, sadece kendi hayatlarından değil diğer insanların hayatlarından da öğrendikleri, belki de geçmiş travmaları onları kaygılanmaya yatkın kişiler haline getirmiş olabilir. Bu durumu zayıflıktan ziyade duyarlılık ya da yatkınlık olarak tanımlamak daha gerçekçi olacaktır.”
Sağlık Bakanlığı’nın uyarıları ve bilgi kirliliği
Bilgi kirliliğinin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine değinen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle konuştu:
“Dijital çağın önemli sorunu haline gelen bilgi kirliliğinin bu global krizde olmaması şaşırtıcı olacaktı ama maalesef şaşırmadık. Bu salgında yine bilgi kirliliği bombardımanına maruz kalıyoruz. Bu durum hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak süreci yönetmemizi olumsuz etkiliyor. Resmi ve güvenilir kaynaklardan teyit edilmeyen sansasyonel bilgilere bir şekilde kaçınılmaz olarak maruz kaldığımızda en azından bunun yayılmasına aracılık etmemek yapılması gereken en basit ve doğru tutum olacaktır.
Sağlık Bakanlığı’nca yurttaş olarak yapmamız ve yapmamamız gerekenler konusunda yeterli düzeyde aydınlatıldığımıza inanıyorum. Bu tedbirleri önemseyip özen göstermek yapıcı kaygının ürünüdür. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlığımıza olumlu etki ederek bu krizden en az zararla çıkmamızı sağlayacaktır. Bu tedbirlerin ötesinde aşırı çabalar, ek tıbbi katkı sağlamadığı gibi patolojik kaygımızı beslemekten ve ruh sağlığımızı bozmaktan başka bir işe de yaramayacaktır.”
CovId-19 salgını bizlere ne diyor?
“Belki de bu salgın bizlere bir şeyleri anımsatmaya vesile olabilir ya da öğrenmemiz gereken yeni şeyler var bu krizden” diyen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı:
“Mesela gezegende sadece insanoğlunun var olmadığını hatırlatıyor olabilir ya da paranın her şeye yetmeyeceğini. Uzun zamandır sarılmayı unuttuğumuz, bu günlerde ise zorunlu olarak uzak durduğumuz aile büyüklerimizi ya da hastalığı olan riskli yakınlarımızın kıymetini anımsatıyor olabilir. Artık giremediğimiz devasa alışveriş merkezleri dışında da bir hayatın var olduğunu, teknolojik cihazlarla iletişime geçmenin bağ kurmak olmadığını, sağlık çalışanlarıyla aynı safta yer aldığımızı ve bir ötekine muhtaç olduğumuzu anlamamıza yardımcı olabilir. Bizlere savaşların, sınırların, ırkların anlamsızlığını ve artık haddimizi bilerek biraz yavaşlamamız gerektiğini söylüyor olabilir. Daha nice şeyler söylüyor olabilir duymak isteyenlere… Bu salgın elbette geçici. En az zararla öğrenerek ve gelişerek çıkmamız için hepimize bir fırsat olmasını umut ederim. Sağlıkla kalın.”
Türkiye Psikiyatri Derneğinin CovId-19 salgınıyla ilgili önerileri
-
COVID-19’la ilgili medya yayınlarına gereğinden fazla maruz kalmaktan kaçının.
-
Bedeninize iyi bakın. Sağlıklı, dengeli yemekler yemeye çalışın, düzenli egzersiz yapın, bolca uyuyun, alkol ve uyuşturuculardan kaçının.
-
Rahatlamak için zaman ayırın ve yoğun duyguların geçeceğini kendinize hatırlatın.
-
Haberleri izlemeye, okumaya ya da dinlemeye mola verin. Tekrarlayan biçimde krizi duymak ve görüntüleri görmek üzücü olabilir.
-
Normal yaşamınıza dönmek için hoşlandığınız diğer bazı etkinlikleri yapmaya çalışın.
-
Diğer kişilerle bağlantı kurun. Endişelerinizi ve nasıl hissettiğinizi bir arkadaşınız ya da aile üyenizle paylaşın. Sağlıklı ilişkileri sürdürün.
-
Umut duygusunu koruyun ve olumlu düşünmeyi sürdürün.
Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı