Teknolojideki baş döndürücü ilerleme, sağlık alanında da kendini gösteriyor. Dual Source CT cihazı 2x64 multi slice özellikleriyle şu anda dünyada alanında en ileri teknolojilere sahip. Bu yeni teknoloji sayesinde kalp ve damar hastalıklarının tanısında daha kesin, daha kısa, daha pratik, daha güvenli sonuçlar elde ediliyor.
Kaliteli ve modern sağlık hizmeti vermeyi ilke haline getiren Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, sağlık alanında yaptığı yatırımlara yenisini ekleyerek, bu cihazı hizmete sundu.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Fikret Besnili, 2x64 Multislice BT’nin, bugün için dünyada en gelişmiş bilgisayarlı tomografi teknolojisi olduğunu belirterek, ‘’Bu cihaz hastalıkların teşhisinde ve vücudun ayrıntılı şekilde değerlendirilmesinde yeni ufuklar açmakta. Bu yeni teknoloji sayesinde tıkalı ya da daralmış kalp damarları en ince dallarına kadar görüntülenebilmekte ve bu işlem sadece 5 saniyede tamamlanmaktadır’’ dedi.
ERKEN TEŞHİSTE KOLAYLIK SAĞLIYOR
Dünyadaki ölüm nedenleri arasında birinci sırayı, koroner arter hastalığının aldığını kaydeden Dr. Besnili, şunları söyledi:
‘’Bu noktada erken teşhisin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü bu hastalıkları önlemede en etkili yollardan biri erken teşhis. Damar sertliği, kolestrol, sigara ve genetik gibi faktörler nedeniyle ortaya çıkan koroner arterdeki tıkanıklıklar, şimdiye kadar konvansiyonel anjiyografi yöntemi ile teşhis ediliyordu. Fakat şüpheli durumlarda her hastaya konvansiyonel koroner anjiografi yapmanın hem gereksiz, hem de mümkün olmadığı ülkemizde, uygulanmaya başlanan bu yöntemle koroner anjiyografi hiçbir hazırlık gerektirmeden, damarların boyanmasını sağlamak için koldan iğne ile ilaç verilerek, katetersiz ve 5 saniye içinde gerçekleştirilebiliyor.
Hastanemizde hizmete giren bu cihazla bir saniyeden daha kısa bir sürede, tüpün tek bir dönüşüyle 128 kesit elde edilmektedir. Bu sayede çok kısa sürede, çok kısa kesitlerle tüm kalp taranmakta ve elde edilen veriler özel bilgisayar yazılımları ile 3 boyutlu hale getirilerek koroner damarlar ve komşu dokular değerlendirilmektedir. Ayrıca üst düzey donanım ve yazılım desteğine sahip olan bu cihaz sayesinde tetkik sonuçları daha kısa sürede, daha doğru ve güvenli bir şekilde sunulabiliyor. Yine bu cihaz mevcut cihazlardan onlarca kat daha hızlı olup, damar duvarlarındaki kalsiyum birikimini diğer bir deyişle damar sertliğini rakamsal olarak ölçen son derece hassas ve güvenli bir teknolojiye sahiptir. Klasik anjiyografiye göre, daha kolay ve daha hızlı bir tarama yöntemi olup, işlem sonrası hastanede takip gerekmemektedir.’’
EN GELİŞMİŞ YÖNTEM
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde hizmete sunulan cihazın, koroner arter hastalığı açısından risk grubunda olduğu halde hiçbir kalp rahatsızlığı olmayan kişilerde koroner damarların yapısını, aterosklerotik plakları ve damar darlıklarını, çok kısa sürede katetersiz - kansız ve ağrısız olarak göstererek bu hastaların zamanında gerekli önlem ve tedavilerine olanak sağlayan en gelişmiş yöntem olduğunu kaydeden Dr. Besnili, sözlerini şöyle tamamladı:
‘’35 yaşını geçenler, ailesinde koroner kalp hastalığı olanlar, yüksek kolesterolü bulunanlar, yüksek tansiyon hastaları, sigara içenler, şeker hastaları, kilo fazlası ve obez olanlar, stres altındaki kişiler. Ayrıca koroner arterlerinde by-pass yapılan veya stent takılan hastaların takip - kontrollerinde 2x64 Multislice BT koroner anjiyografi başarıyla kullanılmaktadır.’’
Toplumun her kesimine kaliteli sağlık hizmeti sunmayı kendine ilke edinen Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, yeni yatırımlarla, hizmet kalitesini artırmayı sürdürüyor.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, bu anlayışla 2x64 multi-slice özellikleri ile şu anda dünyada alanında en ileri teknolojiye sahip olan “Siemens Somatom Definition Dual Source CT” cihazı ile başta koroner - kardiyak BT olmak üzere, tüm ileri teknoloji gerektiren BT tetkikleri gerçekleştiriliyor.
Sigara, hipertansiyon, diabet, kolestrol, şişmanlık, genetik faktörler ve diğer etkenlere bağlı olarak ölüme yol açan hastalıkların en başta geleni koroner hastalıkların erken tanı ve tedavisi büyük önem taşımaktadır. Koroner hastalıkların tanısı "Multislice CT" teknolojisi ile artık noninvaziv olarak yapılabilmektedir.
Koroner anjiografi bu teknolojiyle hiçbir ön laboratuvar hazırlığı gerektirmeden, hiçbir girişim yapılmadan, katetersiz ve 5 saniye içinde yapılabilmektedir. Klasik anjiografiye göre daha kolay ve daha hızlı bir yöntem olup, bu sayede hastaların tetkik sonrası hastanede yatma zorunluluğu ortadan kalkmaktadır.
Bu cihazla; 1 saniyeden daha kısa bir sürede, tüpün tek bir dönüşüyle 128 kesit elde edilmektedir. Bu özellik sayesinde elde edilen veriler, özel bilgisayar yazılımları ile 3 boyutlu hale getirilerek koroner damarlar, damar içi darlıklar ve komşu yumuşak dokular değerlendirilmekte, böylece kalp ve damar hastalıkları tanısında kısa zamanda, daha kesin ve daha güvenli sonuçlar elde edilmektedir.
Kalp damarlarında ateroskleroz (damar sertliği) oranı yine bu cihazla 5 saniyede tespit edilmektedir.
Hastalar için son derece sıkıntılı olabilen endoskopik tetkikler (bronkoskopi, kolonoskopi, vb.) bu üç boyutlu inceleme ve yüksek teknolojisi sayesinde hiçbir girişimde bulunmadan rutin inceleme kapsamında sanal ortamda yapılabilmektedir.
2x64 KESİT NEDİR?
Kimler 2x64 Multislice BT İle Koroner Anjiyografi Taraması Yaptırabilir
35 yaşını geçenler, ailesinde koroner kalp hastalığı olanlar, yüksek kolesterolü bulunanlar, yüksek tansiyon hastaları, sigara içenler, şeker hastaları, kilo fazlası ve obez olanlar, stres altındaki kişiler. Ayrıca koroner arterlerinde by-pass yapılan veya stent takılan hastaların takip - kontrollerinde 2x64 Multislice BT koroner anjiyografi başarıyla kullanılmaktadır.
2x64 Multislice BT ile kardiyak inceleme 2 aşamada yapılmaktadır;
1. Koroner arterlerde kalsiyum birikimine (damar sertliği) yönelik ilaçsız 5 sn’ lik görüntüleme,
2. Anjiyografik görüntüler için; EKG eşliğinde kalp hızı takibi ile toplar damara kontrast ilaç verilerek 5 – 10 sn gibi bir nefes tutmayla inceleme tamamlanır.
2x64 Multislice BT İle Koroner Anjiyografi:
Koroner arter hastalığı açısından risk grubunda olduğu halde hiçbir kalp rahatsızlığı olmayan kişilerde koroner damarların yapısını, aterosklerotik plakları ve damar darlıklarını, çok kısa sürede katetersiz - kansız ve ağrısız olarak göstererek bu hastaların zamanında gerekli önlem ve tedavilerine olanak sağlayan en gelişmiş yöntemdir.
2x64 Multislice BT İncelemesinde Kısıtlamalar:
Nefes tutması tamamen olanaksız hastalar, hamilelik (tüm X ışını uygulamaları için geçerli) ve ilaç alerjisi olanlar.
-ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ BESLENME VE DİYET UZMANI ALPAYDIN: ‘’YILBAŞI GECESİ YİYECEK VE İÇECEKLER AZAR AZAR ALINMALI, ABARTIDAN KAÇINILMALI’’‘’YATMADAN 2 SAAT ÖNCE TÜKETİM SONLANDIRILMALI’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülen Alpaydın, yılbaşı gecesi yiyecek ve içeceklerin azar azar alınmasını ve abartıdan kaçınılmasını önerdi.
Alpaydın, toplumun bir bölümü için çok anlam taşımasa da, bir bölümü için yaşamlarının önemli bir dönemi olan yılbaşı ve abartılmışın en iyi örneklerinden biri olarak çok çeşitli besinlerin yer aldığı yılbaşı sofralarından sağlıklı beslenme adına en az zararla kalkma için özen gösterilmesi gerektiğine dikkati çekti.
‘’Yeni yıl ister evde, isterse dışarıda nerede kutlanırsa kutlansın, bu kutlama sırasında ne kadar yenildiği değil, nelerin yenildiği çok önemlidir’’ diyen Alpaydın, şöyle devam etti:
‘’Bu gece için temel kural azar azar ve sık yemektir. Yemeğe zeytinyağlılar gibi hafif yiyeceklerle başlanmalı ve yarım porsiyon yiyerek sürdürülmelidir. Vitamin, mineral ve posa içeriği yüksek besinlere sofrada mutlaka yer verilmelidir. Öte yandan yılbaşı yemeği mümkün olduğu kadar yavaş ve uzun zaman dilimine yayılarak yenmelidir.
Yeni yılın ilk gününü mide ve bağırsak sorunlarıyla ‘berbat‘ biçimde karşılamamak için yiyecekler yanında içeceklere de dikkat edilmeli, alkol alınıyorsa birlikte bol su ve alkolsüz içecek tüketilmeli. İçkinin rengi koyulaştıkça içindeki toksik madde artacağından açık renkli içkiler tercih edilmeli ve aç karna kesinlikle içilmemeli.
İçerken arada bir şeyler atıştırmalı. Ertesi sabah zinde uyanmak için yatmadan önce ya kaloriferlerin kapatılması ya da yatak odasının iyice havalandırılması gereklidir. Diyabet, hipertansiyon ve kalp hastalıkları gibi kronik rahatsızlığı olan kişilerin yılbaşı sofraları daha dikkatli hazırlanmalı. Bu tür kronik rahatsızlığı olan kişiler mutlaka diyetlerini sürdürmeli, gerekirse diyetisyenlerine danışıp ek besin almalıdırlar.’’
YÜKSEK TANSİYONA DİKKAT
Aşırı gıda alımı sonucu ortaya çıkan mide gerginliğinin tansiyonun yükselmesine, kalbe daha fazla yük binmesine ve kriz riskinin artmasına yol açtığını vurgulayan Alpaydın, ‘’Çok fazla çeşit ve yağlı besin tüketimi mide bulantısı, hazımsızlık ve ishal gibi sağlık sorunlarına yol açacağı için mümkün olduğu kadar yağsız ve az çeşit besin tüketilmesine dikkat edilmeli’’ dedi.
Doygunluk sağlandıktan sonra sofrada oturmanın yemek miktarının artmasına neden olacağını anımsatan Alpaydın, ‘’Yemek bitiminde sofradan kalkmalı ve özellikle yatmadan 2 saat önce yemek tüketimi sonlandırılmalı’’ diye konuştu.
Kuruyemiş tüketilecek ise E vitamini ve Q–3 içeren fındık ve ceviz tercih edilmesini öneren Alpaydın, ancak yağ oranları fazla olduğu için tüketimin bir avucu aşmaması uyarısında bulundu.
Alpaydın, uyarıların dikkate alınması halinde, yılın ilk gününün daha rahat geçirilmesini sağlayacağını ve varsa kronik hastalıkların alevlenmesini önleyeceğini de sözlerine ekledi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Üroloji Uzmanı Dr. Hatem Kazımoğlu, ‘’Prostat ve Cinsel İşlev Bozuklukları’’ konusunda halka açık konferans verecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 29 Aralık 2007 Cumartesi günü saat 10.00’da verilecek konferansa, isteyen herkes davetiyesiz katılabilecek. Konferansta prostatla ilgili hastalıklar, cinsel işlev bozukluklarında tanı ve tedavi yöntemleri konularında bilgiler verilecek.
Prostat hastalıklarının, erkeklerin yarısından çoğunu etkilediğine dikkati çeken Dr. Kazımoğlu, ‘’Prostat hastalıklarının yaşla birlikte görülme sıklığı da artar. Prostat hastalıklarının, kanser de dahil olmak üzere tedavisi mümkündür. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, erken teşhistir. Bu nedenle 40 yaşın üzerindeki erkeklerin yıllık prostat kontrolü yaptırmaları çok önemlidir’’ dedi.
Erişkin erkeklerde cinsel sorunların yüzde 30’lara varan sıklıkta görüldüğünü belirten Dr. Kazımoğlu, ‘’Cinsel işlev bozukluğu psikojenik olabildiği gibi, organik nedenlere bağlı da olabilir. Kişinin kendisini etkilediği kadar, eşini de etkileyen bir durumdur. Uygun bir tedavi ile bu sorunlar çözülebilir’’ diye konuştu.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi tarafından düzenlenen Halka Açık Konferanslar kapsamında Psikiyatri Uzmanı Dr. Nüket Pamukçu tarafından “Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB – Takıntı Zorlantı Bozukluğu)” konulu konferans verilecek.
Toplumun %1 – 3 oranında görülen bir kaygı bozukluğu olan OKB’nin 20’li yaşlarda başladığına dikkati çeken Dr. Nüket Pamukçu; “OKB’nin kesin nedeni bilinmemekle birlikte, kalıtsal faktörler, yaşanan olaylar çok büyük etkendir. OKB beyinde çeşitli salgıların bozukluğu ile karakterize bir beyin hastalığıdır. Düşünce duygu ve davranışlarda bozulmalara yol açar.” dedi.
“Saçma olduğunu bildiğimiz halde, zihnimizden atamadığımız düşünceler, takıntılar ve bu takıntıların yarattığı sıkıntıdan kurtulmak için tekrarlayan hareketlerle karakterizedir. En büyük takıntılar temizleme, cinsel, dinsel ve kontrol etmekle ilgilidir.” diyen Dr. Pamukçu; “OKB, günümüzde etkili bir şekilde tedavi edilmektedir. Tedavide ilaçlar, çeşitli terapi teknikleri ile kombine edilir ve yüz güldürücü sonuçlar alınabilir” diyerek sözlerini bitirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde 15 Aralık 2007 tarihinde düzenlenecek konferansa dileyen herkes davetiyesiz katılabilecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gönül Çakmak “Epilepsi (Sara Hastalığı)” konulu halka açık konferans verecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 24 Kasım 2007 Cumartesi günü saat 10.00’da verilecek konferansa, isteyen herkes davetiyesiz katılabilecek.
Dünya nüfusunun %1’ini etkileyen ve halk arasında “sara hastalığı” olarak bilinen epilepsinin, kısa süreli beyin işlev bozukluğuna bağlı olduğunu ifade eden Dr. Çakmak “Hastalık yaş, cinsiyet, ırk ayrımı göstermeksizin eşit olarak görülür. Hastalığın tanısı nöbetin görülmesi ve tanımlanması ile konabilir. Hastalığın tanımlanmasında EEG, beyin MR’ı, beyin BT’si, kan tetkikleri gibi yardımcı tetkikler uygulanır. Tedavi temelde ilaç tedavisidir. Ancak bazı olgularda cerrahi tedavi de uygulanmaktadır.” dedi.
Konferansta; epilepsi nedir, teşhis ve tedavisi, yol açtığı sosyal ve psikiyatrik sorunlar, epilepside uyku ve beslenme, sosyal uğraşlar, çalışma yaşamı, çocuklardaki, kadınlardaki ve erkeklerdeki özel durumlar gibi konulara yer verileceği bildirildi.
Dr. Baştemir, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında, “Diyabet” konulu konferans verdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Endokrinoloji Ve Metabolizma Hastalıkları (İç Hastalıkları) Uzmanı Dr. Mehmet Baştemir “Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabet ömür boyu devam eden, pankreasın yeterli derecede insülin salgılayamamasından ve salgılanan insülinin yeterli derecede kullanılmamasından kaynaklanan kronik bir hastalıktır.” dedi.
Diyabetin en yaygın görülen metabolizma hastalığı olduğunu belirten Dr. Baştemir, diyabetin genelde açlık şekeri yükseldiğinde teşhis edilebildiğini, oysa hasar vermeye 10 -12 yıl önce başladığını, Her üç diyabet hastasından ikisinin hastalığının farkında olmamasının ise durumun önemini ortaya koyan bir başka faktör olduğunu söyledi.
Diyabet riski taşıyanlar hakkında da bilgi veren Dr. Baştemir “Genelde yaşı 40 ve üzeri olanlar, obez kişiler, ailesinde diyabet hastalığı bulunanlar, gebelik sırasında diyabet gelişen,4.5 kg. ve daha ağır bebek doğuranlar, polikistik over sendromu olan kadınlar, beslenme alışkanlığı bozuk olanlar diyabet riskini taşıyor.” dedi.
Diyabette en sık görülen belirtilerin kilo artışı ya da azalması, halsizlik, yorgunluk, uyku isteğinde artma, çok acıkma, yemeklerden birkaç saat sonra kan şekerinde düşme belirtileri, çok susama, çok idrara çıkma, gece sık idrara çıkma, ağız kuruluğu, tekrarlayan, geçmeyen enfeksiyonlar, iyileşmeyen cilt yaraları olduğunu söyleyen Dr. Baştemir, “Ülkemizdeki diyabet hastalarının pek çoğunun bu hastalıkla yaşama bilincinden uzak olduğunu görüyoruz.” dedi.
Diyabetin en sık karşılaşılan çeşitlerinin Tip 1 ve Tip 2 olduğunu, Tip 2 diyabetin özellikle önümüzdeki 10 - 15 yıl içinde çocuklar için de önemli bir sorun haline gelebileceğini ifade eden Dr. Baştemir, “Bunun en önemli sebebi şişmanlık ve hareketsizlik. Şişman, hareketsiz ve ailesinde diyabet olan çocukların da mutlaka kontrolden geçirilmeleri gerekir.” dedi.
Yoğun ilgi gören konferansta Dr. Baştemir sunumunun ardından katılımcıların sorularını cevapladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi İç Hastalıkları (Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları) Uzmanı Dr. Mehmet Baştemir “Diyabet” konulu halka açık konferans verecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 10 Kasım 2007 Cumartesi günü saat 10.00’da verilecek konferansa, isteyen herkes davetiyesiz katılabilecek.
Halk arasında “şeker hastalığı” olarak bilinen “diyabet”in ömür boyu devam eden, pankreasın yeterli derecede insülin salgılayamamasından ve salgılanan insülinin yeterli derecede kullanılmamasından kaynaklanan kronik bir hastalık olduğunu belirten Dr. Baştemir; “Diyabet, en yaygın görülen metabolizma hastalığıdır ve genelde açlık şekeri yükseldiğinde teşhis edilebilir. Oysa hasar vermeye 10-12 yıl önce başlar.” dedi.
Dr. Baştemir, konferansta Diyabet Nedir? , Belirtileri Nelerdir? , Nasıl Tespit Edilir? , Diyabet Türleri, Diyabet Tedavisi, Diyabetle Yaşamak, Diyabetin Görülme Sıklığı, gibi konulara yer vereceğini bildirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Üroloji Uzmanı Dr. Hatem Kazımoğlu tarafından ‘’Prostat Hastalıkları’’ anlatıldı.
Prostat hastalığının, erkeklerde en sık görülen hastalıklardan olduğunu belirten Dr. Kazımoğlu, ‘’’İdrar yapmaya başlamakta zorlanma, idrar akımının etki ve hızında azalma, sık idrara gitme, idrar yaptıktan sonra mesanenin tam boşalmaması, damlama tarzında idrar yapma, kesik kesik işeme, çatallaşma, ani idrar hissi, gece idrara kalkma gibi belirtiler, prostat hastalığı ile ilgilidir ve hekim kontrolü gerektirir’’ dedi.
Prostat hastalığının erkeklerin yarısından çoğunu etkilediğini ve yaşla birlikte görülme sıklığının arttığını anlatan Dr.. Kazımoğlu, şöyle devam etti:
‘’Enfeksiyon, iyi huylu prostat büyümesi ve kanser, prostat için üç tipik sorundur. Enfeksiyon durumunda prostat şişer ve hassaslaşır. Kaynak genelde bakteriyel enfeksiyondur. Bazen kaynak belirlenemez. ‘Prostatit’ denilen bu durum, genelde 20 – 40 yaş arası görülür. İyi huylu prostat büyümesi genelde BPH olarak bilinir. Tipik olarak prostat orta kısmında oluşur ve idrar yolunu daraltarak, idrar yapma sorununa yol açar. Genel olarak 50 yaş civarında başlar ve yaşla birlikte sıklığı artar.
Kanser ise genelde 50 yaşından sonra görülür ve yaşla birlikte görülme sıklığı artar.
Prostat kanseri, dokuların anormal ve kontrolsüz büyümesi sonucu gelişir. BPH’dan farklı olarak genelde, genelde prostatın dış kısmında gelişir. Enfeksiyon ve iyi huylu büyüme, yaşam kalitesin, olumsuz etkilemekle birlikte, genellikle hayati tehdit oluşturmaz. Ancak prostat kanseri şu an erkeklerde en sık görülen kanserdir ve kanserden ölümlerin 2. en sık nedenidir. Bu nedenle de erken tanı önemlidir ve başarılı tedavi şansını arttırır.’’
Prostat hastalıklarının tedavisine de değinen Dr. Kazımoğlu; ‘’Gelişen tedavi teknikleri ile prostat hastalıklarının tedavisi mümkündür. En iyi silah kişinin kendisidir. Erken evrede başarılı tedavi şansı arttırır. Bu nedenle 40 yaşından sonra düzenli prostat kontrolü önemlidir’’ diye konuştu.
Konferans sonrası Dr. Hatem Kazımoğlu katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Üroloji Uzmanı Dr. Hatem Kazımoğlu, “Prostat hastalıkları” konulu halka açık konferans verecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 26 Mayıs 2007 Cumartesi günü saat 10.00’da verilecek konferansa, isteyen herkes davetiyesiz katılabilecek.
Prostat hastalıklarının, erkeklerin yarısından çoğunu etkilediğine dikkat çeken Dr. Kazımoğlu “Prostat hastalıkları yaşla birlikte görülme sıklığı da artar. Prostat hastalıklarının, kanser de dahil olmak üzere tedavisi mümkündür. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, erken teşhistir. Bu nedenle 40 yaşın üzerindeki erkeklerin yıllık prostat kontrolü yaptırmaları çok önemlidir.” dedi.
Konferansta Prostat iltihabı, İyi Huylu Prostat Büyümesi, Prostat Kanseri, Tanı Ve Tedavi Yöntemleri konularında bilgiler verilecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Bülent Çekem, ‘’Sınav Stresi’’ konulu halka açık konferans verecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 12 Mayıs 2007 Cumartesi günü saat 10.00’da verilecek konferansa, isteyen herkes davetiyesiz katılabilecek.
Kaygının, kişinin duygusal ya da fiziksel baskı altındayken ortaya çıkan bir tepki olduğunu belirten Dr. Çekem, ‘’Kaygı, genel olarak olumsuz bir duygu olarak değerlendirilse de aslında hayatımızı sürdürmemiz için son derece gereklidir. Bir miktar kaygı duymazsak ne ders çalışırız, ne sınava gireriz, ne de işe gideriz’’ dedi.
Dr. Çekem, konferansta Sınav Kaygısı, Sınav Kaygısı Neden Ortaya Çıkar, Çocuğumuzun Sınav Kaygısı Yaşayıp Yaşayamadığını Nasıl Anlarız, Sınav Kaygısının Üstesinden Nasıl Gelinebilir gibi konulara yer vereceğini bildirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Ahmet Şükrü Denker, ‘’Ağrısız Doğum’’ konulu halka açık konferans verecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 28 Nisan 2007 Cumartesi günü saat 10.00’da verilecek konferansa, isteyen herkes davetiyesiz katılabilecek.
Dr. Ahmet Şükrü Denker, doğum ağrısının bilinen kronik ağrı, hatta akut ağrıdan bile daha şiddetli olduğunu, ancak günümüzde, basit girişimlerle bu ağrının giderilebildiğini söyledi.
Konferansta, doğum ağrısı ve nasıl giderileceği konusunda bilgiler verileceğini kaydeden Dr. Denker, ‘’Doğum ağrısının nasıl bir ağrı olduğu, gebelerin doğuma nasıl hazırlanması gerektiği, ağrının nasıl giderileceği konularına yer verilecek toplantıda, ağrının giderilmesi konusunda mevcut yöntemler ve alternatif yöntemler, daha önceki yıllardaki uygulamalar da detaylı bir şekilde ele alınacak’’ dedi.
Dr. Denker, konferans sırasında uygulamanın nasıl yapıldığının görsel olarak anlatılacağını da bildirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Ahmet Şükrü Denker, ‘’Yavrunuza kavuşacağınız doğum anı belki hayatınızın en önemli anlarından biridir. En büyük sorun ise doğumun başlamasının habercisi olan ağrıdır’’ dedi.
Dr. Denker, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen ‘’Ağrısız Doğum’’ konulu halka açık konferansta, doğumun başlamasının habercisi olan ağrının, aslında büyük bir müjde verdiğini, ancak bunun pek çok anne adayı tarafından hayatları boyunca duyulan en şiddetli ağrı olarak tanımlandığını söyledi.
Ağrının giderilmesine yardımcı olacak çeşitli yöntemlerin bulunduğunu belirten Dr. Denker, ‘’Yanınızda size destek olacak bir yakınınızın bulunması çok büyük değer taşır. Gevşeme önemlidir ve bazen hareket etmek de yararlı olur. Ilık su ile banyo yapmak ve masaj, özellikle de belinizin ovulması gevşemenizi ve ağrınızın biraz hafiflemesini sağlayabilir. Müzik dinlemek de bu konuda yararlı olabilir’’ diye konuştu.
‘’Yine TENS, yani sinirlerin dışarıdan düşük voltajlı elektrik akımı ile uyarılması da ağrısız doğumda kullanılmaktadır’’ diyen Dr. Denker, şöyle devam etti:
‘’Cihaz gereken bu uygulama özellikle doğumun birinci evresinde etkilidir. Herbalizm, aromaterapi, odyoterapi, hipnoz, akupunktur, su banyosu kimilerine göre ağrının giderilmesinde çok yaralı olmakla birlikte etkileri sınırlı tedavi yöntemleridir. Hangi ağrı tedavi yönteminin sizin için en iyisi olacağını önceden tahmin etmek güçtür. Fakat tüm dünyaca bilinen, epidural anestezinin, ağrısız doğum için altın standart olduğudur.
Epidural anestezi uygulamasında zamanlama da önem taşır. Servikal açıklığın 3 –5 cmolması ve kontraksiyonların sıklaşması uygun zaman olarak bildirilmektedir. Daha ileri evrelerde ise hastanemizde spinal veya kombine spinal-epidural anestezi uygulaması tercih edilmektedir.’’
Dr. Denker, konferansın sonunda katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi tarafından düzenlenen halka açık konferanslar kapsamında 28 Nisan 2007 tarihinde Anesteziyoloji Ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Ahmet Şükrü Denker tarafından “Ağrısız Doğum” konusu anlatılacak.
Dr. Ahmet Şükrü Denker; “Doğum ağrısı bilinen kronik ağrı, hatta akut ağrıdan bile daha şiddetlidir. Fakat günümüzde, basit girişimlerle ortadan kaldırılabilmektedir” dedi.
Konferansta, doğum ağrısı ve nasıl giderileceği konusunda bilgiler verileceğini kaydeden Dr. Denker, şöyle devam etti:
‘’Doğum ağrısının nasıl bir ağrı olduğu, gebelerin doğuma nasıl hazırlanması gerektiği, ağrının nasıl giderileceği konularına yer verilecek toplantıda, ağrının giderilmesi konusunda mevcut yöntemler ve alternatif yöntemler, daha önceki yıllardaki uygulamalar da detaylı bir şekilde ele alınacak. Ayrıca uygulamanın nasıl yapıldığı görsel olarak anlatılacaktır.’’
PSİKİYATRİ UZMANI DR. BÜLENT ÇEKEM:
- "TÜRKİYE'DE ÖĞRENCİLERİN YÜZDE 65-70'İ SINAV KAYGISI TAŞIYOR"
- "SINAV KAYGISINDA ÖĞRETMEN, ANNE VE BABANIN DAVRANIŞLARI ÖNEMLİDİR"
- "YAPACAĞINIZ ŞEY, KÖTÜMSER, KARAMSAR DÜŞÜNCELERİNİZİ GERÇEKÇİ BİR ŞEKLE DÖNÜŞTÜRMEKTİR"
Gaziantep Özel Sanko Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Bülent Çekem, Türkiye'de öğrencilerin yüzde 65-70'inin sınav kaygısı taşıdığını belirterek, öğrencilerin bu kaygıdan kurtulmak için kendisiyle diyalog kurması ve karamsar düşüncelerden uzaklaşması gerektiğini söyledi.
Sınav kaygısını öğrencinin sınav anında potansiyelini tam olarak kullanamaması olarak tanımlayan Psikiyatri Uzmanı Dr. Bülent Çekem, "Öğrenciler sınav anında olumsuz iç konuşmalarla kendilerini etkiler ve düşünülen bu olumsuz konuların doğruluğuna inanır. Öğrenci, bunun sonucunda çalışmasının karşılığını alamamaktadır" dedi.
Sınav kaygısının artık yaşamın bir parçası haline geldiğini ifade eden Çekem, "Eskiden belli meslekler vardı ve bu mesleklere sahip olmak için çıraklıktan yetişmek yeterliydi. Çağımızın çoğalan iş seçenekleri arasında boğulmadan kendimize uygun bir iş seçebilmek, ciddi bir hazırlığı gerektirmektedir. Bu da eğitimin her geçen gün önem kazanmasına ve derslerdeki başarının ön plana çıkmasına neden olmaktadır" diye konuştu.
Batı toplumlarında 1940'lı yıllarda araştırılmaya başlanan sınav kaygısının, Türkiye'de çok geç anlaşıldığını ve araştırmaların da yeterli seviyeye ulaşmadığını kaydeden Çekem, şunları söyledi:
"Araştırmalara göre Amerika Birleşik Devletleri'nde sınav kaygısı ile baş etmek durumunda olan öğrencilerin oranı yüzde 20 seviyesinde iken, bu rakam bizde yüzde 65-70 dolayındadır. Dolayısıyla sınav kaygısıyla başa çıkma becerisinin kazandırılması, ülkemiz için çok daha büyük önem taşımaktadır."
"SINAVI BİR RİSK OLARAK DEĞİL ŞANS OLARAK GÖRÜN"
Sınav kaygısının temelinde başarısız olma riskinin yattığını kaydeden Bülent Çekem, "Herkes başarılı olmak ister. Sınavlar başarısız olma riski taşıyan durumlardır. Sınav kaygısının temelinde bu düşünce vardır. Bunun yanında en önemli kaygı nedenlerinden birisi de anne-baba ve öğretmen davranışlarıdır. Çocuktan beklenen başarı düzeyi, ders çalışma konusunda yapılan baskılar, sınavı kazanamayınca ne olacağı konusunda verilen örnekler çocuğun kaygı yaşamasına ve başarısız olmasına neden olabilir" şeklinde konuştu.
Çekem, ailelerin çocuklardaki sınav kaygısını, başarısında düşüşten ve ders çalışmaktan duyduğu rahatsızlıktan anlayabileceklerini kaydetti. Psikiyatri Uzmanı Dr. Bülent Çekem, sınavlarda kaygı taşıyan çocuklara da şu uyarılarda bulundu:
"İlk yapacağınız şey sınav durumlarında kendinizle ne tür bir diyalog içinde olduğunuza dikkat etmek ve bu diyalog esnasında yakaladığınız olumsuz, gerçek dışı beklenti ve yorumları değiştirmeye çalışmaktır. Örneğin 'Bu sınavda başarısız olacağım ve herkes aptal olduğumu düşünecek' demek yerine 'Başarısız olmak ya da olmamak benim elimde. Şansım var, bunu kullanabilirim' şeklindeki bir ifade, duruma daha gerçekçi bakmanızı sağlayacaktır. Yapacağınız şey gerçek dışı, kötümser ve karamsar düşüncelerinizi, gerçek dışı bir iyimserliğe dönüştürmek değil yalnızca gerçekçi düşünmektir. Unutmayın başarıya ulaşmanın ilk aşaması, kişinin kendi potansiyelini doğru değerlendirmesidir. Nelerin eksik olduğuna ve neyi ne kadar öğrenmeniz gerektiğine ancak gerçekçi bir değerlendirme sonucunda karar verebilirsiniz."
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Samet
Bayrak “Kadınlarda üreme organlarında görülen rahim ağzı, rahim içi ve yumurtalık kanserlerinin, periyodik muayene ve kontrollerle erken teşhisi mümkündür.” dedi.
Dr. Bayrak, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında, “Kadın Üreme Organ Kanserleri” konulu konferans verdi.
Kadın üreme organı kanserlerinde, erken teşhis sayesinde, zamanında yapılan tedavilerle üreme organları alınmadan ve geniş ameliyatlar yapılmadan, genç yaştaki hastaların tedavi edilebildiğini anlatan Dr. Bayrak, böylece üreme fonksiyonlarının devamı yani çocuk sahibi olabilmelerinin sağlanabileceğini söyledi.
“Özellikle artık dünyada da uygulanan pap simir tetkikiyle, rahim ağzı kanserinin çok önceden teşhis edilebildiğini anlatan Dr. Bayrak, şöyle devam etti:
‘’Menopoz devresinde kadınların rutin kontrollerini yaptırmaları ve bu kontrollerde rahim içerisinde ve yumurtalıklardaki patolojinin erken teşhisi mümkün olmaktadır. Bu tetkiklerin yanı sıra yapılan mamografi ve meme muayenesi ile de memedeki hastalıkların erken teşhisi mümkün olmaktadır. Son yıllarda rahim ağzı kanseri ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda, rahim ağzı kanserine karşı geliştirilen aşı, artık dünyada birçok ülkede uygulanmaya başlanmıştır. Özellikle risk grubu olan kişilere aşının 3 doz halinde yapılması gerekir.”
Sigorta şirketlerinin artık pap simir ve yılda bir kez üreme organlarının kontrol muayenesini şart koştuğuna dikkati çeken Dr. Bayrak, bu kontroller sayesinde kanser başlamadan önceki devrede, bazı hastalıkların tedavi edilmesiyle, ameliyat dahi olmadan koruyucu tedbirlerle, kişinin iyileşmesinin görüldüğünü sözlerine ekledi.
Konferans sonunda Opr. Dr. Bayrak, katılımcıların sorularını yanıtladı.
DOÇ. DR. BİROL YAMAK: ‘’KALP HASTALIĞINDAN KORUNMAK İÇİN HAYVANSAL YAĞLARDAN, KIRMIZI ETTEN, SİGARA VE STRESTEN UZAL DURULMALI’’
‘’HEKİM TARAFINDAN ÖNERİLDİKTEN SONRA KORONER BYASS AMELİYATINDAN ÇEKİNİLMEMELİ’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Birol Yamak, kalp hastalığından korunmak için hayvansal yağlardan, kırmızı etten, sigara ve stresten uzak durulması gerektiğini söyledi.
Doç. Dr. Yamak, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında, ‘’Koroner Bypass Cerrahisi’’ konulu konferans verdi.
Koroner bypass cerrahisinin ekip işi olduğuna dikkati çeken Doç. Dr. Yamak, ‘’Hastane yönetiminden Kardiyoloji Kliniği’ne, ameliyathane personelinden yoğun bakım ve servis hemşirelerine kadar uyum içinde çalışan hastanemizin cerrahi ekibi başarılı sonuçlar almaktadır’’ dedi.
‘’Bu konferans aracılığıyla hem yaptığımız ameliyatları, hem de çalışmalarımızı halkımızla bir kez daha paylaşma fırsatı buluyoruz’’ diyen Doç. Dr. Yamak, şöyle devam etti:
‘’Kalp hastalığından korunmak için hayvansal yağlardan, kırmızı etten, sigaradan ve stresten uzak durulmalı. Hekim tarafından önerildiği takdirde koroner bypass ameliyatı olmaktan çekinilmemeli. Hastanemiz, kalp ve damar cerrahisi konusunda Gaziantep’in yanı sıra, bölgenin çözüm merkezi konumundadır. Koroner bypass ameliyatı olmak için, büyük şehirlere veya yurtdışına gidilmesine gerek yoktur. Kalp hastalıklarında meydana gelebilecek gecikme telafi edilemez.
Ailesinde kalp hastalığı olanlar, hipertansiyonu, diyabeti ve kan kolesterol değerleri yüksek bulunan hastalar, yılda en az bir kez doktor kontrolünden geçmeli ve doktorun önerilerini titizlikle uygulamalı. Gerek teknolojideki hızlı ilerlemeler, gerekse cerrahi deneyimin artması, koroner bypass cerrahisini bir tabu olmaktan çıkarmıştır.
Hastanemizin Kardiyovasküler Cerrahi Servisi ve ameliyathanemiz gerek cerrahi tedavi, gerekse yoğun bakımın şartlarıyla kalp rahatsızlıklarının tedavisine en kısa sürede müdahale edecek şekilde düzenlenmiştir. Bu cerrahinin, sadece iki büyük şehirde yapılacak bir tedavi olmadığını, sürdürdüğü başarılı çalışmalarla Özel Sani Konukoğlu Hastanesi göstermiştir.’’
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin, eşsiz mutfağı ve bölgede yaygın görülen diyabet hastalığının sonucu olarak ortaya çıkan koroner arter hastalığının tedavisi için günümüzde uygulanan cerrahi yöntemlerin görsellerle anlatıldığı konferansın sonunda Doç. Dr. Yamak, katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Birol Yamak tarafından 31 Mart 2007’de “Koroner Bypass Cerrahisi” anlatılacak.
Özellikle kalp hastalıklarında meydana gelebilecek gecikmenin telafi edilemeyeceğine dikkati çeken Doç. Dr. Yamak ‘’Hastanemizin Kardiyovasküler Cerrahi Servisi ve ameliyathanemiz gerek cerrahi tedavi gerekse yoğun bakımın şartlarıyla kalp rahatsızlıklarının tedavisine en kısa sürede müdahale edecek şekilde düzenlendi’’ dedi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nin, kalp ve damar cerrahisi konusunda bölgenin ve Gaziantep’in sıkıntılarına çözüm olduğunu kaydeden Doç. Dr. Yamak, ‘’Bu konferansta Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nde her yıl başarıyla gerçekleştirilen Koroner Bypass Cerrahisi operasyonlarının endikasyonları, ameliyat fotoğraflarıyla yapılma yöntemleri ve ameliyattan sonra hastaların uyması gereken durumlar anlatılacak’’ diye konuştu.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr. Cenk Cankuş tarafından ‘’Total Diz Protezi’’ konusu anlatıldı.
Dr. Cankuş, yöre insanlarının orta ve ileri yaşlardaki en çok görülen sağlık sorunlarından diz kireçlenmesinin ileri safhalarda, nihai ve kesin çözümü olan total diz protezi uygulamaları ve total diz protezi uygulanan hastaların yapması gerekenler hakkında bilgiler verdi.
‘’Dizler, vücutta en büyük ve en çok zorlanan eklemlerdir. Diz femur (uyluk kemiği), tibia (bacak kemiği) ve patella (diz kapağı)nın oluşturduğu kıkırdaklarla kaplı menisküsler ve bağlarla desteklenen bir eklemdir’’ diyen Dr. Cankuş, şöyle konuştu:
‘’Çeşitli hastalıklarla kıkırdaklar aşınır, kemikler ortaya çıkar, menisküsler ve bağlar parçalanır. Bu durumlarda, ilaç tedavisi ve fizik tedavinin yetmediği aşırı ağrılı ve hareket kısıtlığı olan, hayatı zorlaştıran durumlarda, total diz protezi uyguluyoruz
Bu teknikle femur (baldır kemiği), tibia (bacak kemiği) kıkırdak yüzeyleri metalle kaplanır. Bunların arasına ve diz kapağına plastik eklenir. Temelde ağrı kesmek için uygulanan bu yöntem, ilaç tedavisinin zararlarını önlemek, dizlerdeki şekil bozukluğu ve hareket kısıtlığını gidermek için çok yararlıdır.’’
Dr. Cankuş, özellikle ileri yaşlarda, yaygın bir hastalık olarak karşılaşılan diz kireçlenmesi konusunda bireyler arasında yanlış bilgiler olduğunu belirterek, ‘’Doğru bilgilerin edinilmesi konusunda, mutlaka bir uzmana danışılmalı. Çok başarılı sonuçlar veren tıbbi yöntemlerden korkulmamalı’’ dedi.
Ameliyat öncesinde, sırasında ve sonrasında neler yaşandığı konularında bilgiler veren Dr. Cankuş, konferansın sonunda katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr. Cenk Cankuş tarafından 10 Mart 2007’de “Total Diz Protezi” konusu anlatılacak.
Dr. Cankuş, herkesin çevresinde ve ailesinde, özellikle ileri yaşlarda, yaygın bir hastalık olarak karşılaştığı diz kireçlenmesi konusunda, hastalar arasında yanlış bilgilerin oldukça fazla olduğunu ve doğru bilgilerin edinilmesi konusunda, bu konferansın oldukça yararlı olacağını söyledi.
Dr. Cankuş, yöre insanlarının orta ve ileri yaşlardaki en çok görülen sağlık sorunlarından diz kireçlenmesinin ileri safhalarda, nihai ve kesin çözümü olan total diz protezi uygulamaları ve total diz protezi uygulanan hastaların yapması gerekenler hakkında bilgi vereceklerini kaydetti.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde halka açık konferanslar kapsamında, Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Azmi Serin tarafından, ‘’Gastro Özefageal Reflü Hastalığı (GÖRH)’’ anlatıldı.
Dr. Serin, reflünün, ‘’mide içindeki asit içeriğinin yemek borusuna kaçması sonucu, göğüs arka kısmında yanma, ağrı, nefes darlığı, midedeki gıdaların ağza gelmesi ve boğazda yanma hissine neden olan durum’’ olarak tanımlanabileceğini söyledi.
‘’Özefagus kapakçığının fonksiyon yetersizliği, boşalma süresinin ve hızının normal olmaması, mide asiti, safra ve pankreas sıvılarının fazla olması, mide fıtığı, stres, sigara, alkol, kahve ve aşırı kilo Gastro Özefageal Reflü Hastalığını artırır’’ diyen Dr. Serin, şöyle devam etti:
‘’Reflüden korunmak amacıyla yemekler yavaş ve az yenilmeli. Aşırı kilo varsa verilmeli, yatarken baş tarafı yüksekte tutulmalı, yemek yendikten en az 3 saat sonra yatılmalı, sigara içiliyorsa bırakılmalı, tüketiliyor ise alkol alınmamalı, yağlı yiyecekler, çay, kahve ve kola az tüketilmeli, korse, sıkı kemer, dar giysiler giymekten kaçınılmalı, tok karnına egzersiz yapılmamalı.’’
İlaçla ve cerrahi yolla reflünün tedavi edilebileceğini anımsatan Dr. Serin, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Azmi Serin tarafından 24 Şubat 2007’de “Gastro Özefageal Reflü Hastalığı (GÖRH)” konusu anlatılacak.
Dr. Serin, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenecek konferansta, reflü nedir, nedenleri nelerdir, belirtileri, tanı ve tedavi şekli konularında bilgiler verecek.
Bir takım genel önlemlerle Gastro Özefageal Reflü Hastalığından korunulabileceğine dikkati çeken Dr. Serin “ Hızlı yemek yemekten ve yemeklerden sonra 3 saat süreyle yatmaktan, öne doğru eğilmekten kaçının. Korse, sıkı kemer ve dar giysiler giymeyin, eğer fazla kiloluysanız kilo verin.” dedi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Çakmak, migrenin sık görülen ve bireyin yaşam kalitesini bozan bir sağlık sorunu olduğunu söyledi.
Dr. Çakmak, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen halka açık konferans kapsamında migreni anlattı. Baş ağrısının en sık görülen nedenleri arasında yer alan migrenin önemli bir sağlık sorunu olduğunu ve erkeklerin yüzde 16’sında, kadınların yüzde 22’sinde görüldüğünü belirten Dr. Çakmak, ‘’Sık görülen sağlık sorunu olan migrende, ağrının şiddetinin fazla olması nedeniyle bireyin yaşam kalitesi bozulur’’ dedi.
‘’Migren değişik sağlık sorunlarına zemin hazırlar ve işgücü kayıplarına, dolayısıyla ekonomik kayıplara da neden olur’’ diyen Dr. Çakmak, şöyle devam etti:
‘’Migren, çoğunlukla 4 saatten 72 saate kadar değişen uzunlukta ataklarla gelir. Migren baş ağrısı, zonklayıcı veya nabızla birlikte atan şekilde hissedilir. Ağrı genellikle başın bir tarafından, diğer tarafına geçebilir veya başın her iki tarafında da olabilir. Ağrı başlamadan önce, bazı hastalarda ‘aura’ denilen belirtiler görülebilir. Bu belirtiler daha çok görsel olup, çakan ışıklar, zigzag çizgiler veya görmenin grileşmesi gibi problemlerdir.
Nadiren uyuşma, karıncalanma, işitme veya konuşma problemleri olabilir. Bu belirtiler baş ağrısı başlamadan önce kaybolabilir veya baş ağrısı dönemine dek uzayabilir. Baş ağrısı döneminde insanların çoğu, aynı zamanda bulantı hisseder ve kusar. Ağrı sırasında, sese, ışığa ve kokulara aşırı duyarlılık oluşur. Bu nedenle, migrenli hastalar ataklar sırasında karanlık ve sessiz bir oda ararlar.’’
Ağrının ortalama 1 günde geçtiğini kaydeden Dr. Çakmak, ‘’Stres, stres sonrası gevşeme dönemi, açlık, yorgunluk, uykusuzluk, fazla uyuma ve bazı gıdalar migren atağının ortaya çıkmasına yol açabilir ‘’ diye konuştu.
Migren tedavisinde, ağrının ayda 2-3 kereden fazla veya şiddetinin çok olması durumunda ‘’önleme tedavisi’’ yapıldığını anlatan Dr. Çakmak, sözlerini şöyle tamamladı:
‘’Böylece ağrının gelmemesi veya olursa daha hafif geçmesi sağlanır. Ataklar, olduğunda ise akut tedavi yapılarak, ağrının sonlandırılması sağlanır. Ayrıca hastaya, yaşam biçimi değişikliği önerilir. Hastanın, migrene sebep olan tüm bu faktörlerden uzak durması amaçlanır.’’
Dr. Çakmak, konferansın sonunda katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Nöroloji Uzmanı Dr. Gönül Çakmak tarafından 10 Şubat 2007’de “Migren” konusu anlatılacak.
Dr. Çakmak, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenecek konferansta, migren nedir, migren atağı sırasında neler olur, migrenin insan yaşamındaki olumsuz etkileri, tedavi şekli, yaşam biçiminde yapılabilecek değişiklikler konularında bilgiler verecek.
‘’Erkeklerin %16’sında, kadınların ise %22’sinde ve en çok 30 – 39 yaş aralığında migren görülmektedir’’ diyen Dr. Çakmak, migren ağrısının, bir yandan yaşam kalitesini bozarken, bir yandan da değişik sağlık sorunlarına zemin hazırladığına dikkati çekti.
DR. SAİT MAVİ: ‘’(BEN) KANSERLERİNDE ERKEN TANI VE LEZYONUN ÇIKARILMASI, HASTALIKTAN KURTULMANIN EN İYİ YOLUDUR’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Dermotoloji Uzmanı Dr. Sait Mavi, ‘’ben’’ kanserlerinde erken tanı ve lezyonun çıkarılmasının, hastalıktan kurtulmanın en iyi yolu olduğunu söyledi.
Dr. Mavi, ben kanserlerinde (malin melonom) erken tanının çok büyük önem taşıdığını belirterek, ‘’önemine değinen Dr. Sait Mavi; “Halk arasında çok yaygın bir görüş olan ‘bir bene dokunulmaz ve dokunulursa tehlikeli olur’ düşüncesi hem yanlış, hem de erken tanı ve tedaviyi önlediği için son derece sakıncalı ve tehlikeli bir görüştür’’ dedi.
Ben kanserlerinde lezyonların yüzde 30’unun bir ben üzerinde gelişirken, yüzde 70’inin normal bir cilt zemininde oluştuğunu kaydeden Dr. Mavi, ‘’Bu bakımdan erken tanıda önemli olan, özellikle riskli cilt yapısına sahip kişilerin aylık periyodlarla kendi benlerini muayene etmeleri ve değişiklik gözlemeleri durumunda acilen bir dermatoloji uzmanına başvurmalarıdır’’ uyarısında bulundu.
Dr. Mavi, son 10 yılın teknolojik gelişmelerinden olan ve deri kanserlerinin erken tanısı amacıyla geliştirilen ’dermogenuis digital dermoskopi’’ adı verilen ‘’Ben Haritası’’ yönetiminin, bölgede yalnız Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde bu konuda eğitilmiş hekim ve teknik olanakla hizmete sunulduğunu da sözlerine ekledi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen halka açık konferanslar kapsamında, Dermotoloji Uzmanları Dr. Sait Mavi ve Dr. Almıla Tuncel Cesur “Deri Kanserleri Ve Erken Tanı Yöntemi”ni anlattı.
Konferansta, değişik deri kanseri türleri, daha sonra deri kanserine dönüşebilecek oluşumlar ve nedenleri, deri kanserlerinin erken tanı yöntem/yöntemleri, hangi durumlarda hekime başvurmak gerektiği konusu ile ilgili bilgiler verildi.
Ben kanserlerinde erken tanının önemine değinen Dr. Sait Mavi; “Malign melonomda (ben kanserlerinde) erken tanı ve lezyonun çıkarılması hastalıktan kurtulmanın en iyi yoludur. Bu nedenle halkımız arasında çok yaygın bir görüş olan ‘bir bene dokunulmaz ve dokunulursa tehlikeli olur’ düşüncesi hem yanlış, hem de erken tanı ve tedaviyi önlediği için son derece sakıncalı ve tehlikeli bir görüştür. Malin melonomda (ben kanserlerinde) lezyonlarının %30’u bir ben üzerinde gelişirken, %70’i normal bir cilt zemininde oluşur.Bu bakımdan erken tanıda en önemli olan, özellikle riskli cilt yapısına sahip kişilerin aylık periyodlarla kendi benlerini muayene etmeleri ve değişiklik gözlemeleri durumunda acilen bir dermatoloji uzmanına başvurmalarıdır.” dedi.
Son 10 yılın teknolojik gelişmelerinden olan ve deri kanserlerinin erken tanısı amacıyla geliştirilen ve bölgede yalnız Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde bu konuda eğitilmiş hekim ve teknik olanakla hizmete sunulan ‘’dermogenuis digital dermoskopi’’ adı verilen, ‘’Ben Haritası’’ yöntemi ile ilgili olarak bilgiler verilen konferansta Dr. Mavi ve Dr. Cesur, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.
Dr. Azmi SERİN
Gastroenteroloji Uzmanı
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Başhekimi
Hepatit B enfeksiyonu, dünyanın ve ülkemizin en önemli sağlık sorunlarından birini oluşturmaktadır.
Hepatit B virüsü (HBV), 1965 yılında tanımlanmıştır. Hepatit B virüsü kronikleştiği için, kronik karaciğer hastalıkları olan; kronik hepatit, siroz ve karaciğer kanserine neden olmaktadır.
Dünya nüfusunun üçte biri (1/3’ü) yani 2 milyar insan, bu virüsle karşılaşmaktadır. 400 milyon insan ise bu virüsü vücudunda taşımaktadır. Yine dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon insan, Hepatit B virüsüne (HBV) bağlı, siroz veya karaciğer hastalığından ölmektedir.
Ülkemizde de 3.5-4 milyon insanın, Hepatit B virüsü taşıdığı tahmin edilmektedir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki nüfusun, % 6 – 7’sinin Hepatit B virüsü taşıyıcı olduğu düşünüldüğünde, Gaziantep ilinde yaşayan 1 milyon insanın, yaklaşık 60.000’inde Hepatit B virüsü taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Hepatit B virüsü ile enfekte olan bireyde, akut hepatit, kronik hepatit gelişebilir. Kronikleşme çocuk yaş grubunda daha sık görülür ve % 70 – 90 kadar çıkabilir. Yani doğum anında, anneden bebeğe Hepatit B virüsü geçtiğinde, kronikleşme daha fazla olmaktadır. Bu nedenden dolayı, annelerin gebelik öncesi aşılanması veya doğum öncesi Hepatit B virüsü taşıyıcı olup olmadığının belirlenmesi ve doğumda bebeğe geçişin önlenmesi için gerekli işlemlerin yapılması çok önemlidir.
Sağlıklı bir birey, Hepatit B virüsü ile enfekte olduğunda, 45 – 180 gün içinde hastalık ortaya çıkmaktadır. Hastalık, basit bir gribal enfeksiyon şeklinde belirtiler verdiği gibi, sarılık ve karaciğer yetmezliği şeklinde de görülebilir.
Hepatit B enfeksiyonundan şüphelenildiği takdirde bir takım işlemlerin yapılması gerekmektedir. Bu işlemler:
v HBS Ag
v Anti HBs
v HBe Ag
v Anti HBe
v Anti HBc IgM
v Anti HBc Ig G
v HBV DNA bakılması gerekmektedir.
Akut viral Hepatit B enfeksiyonunun doğal iyileşme süresi 1.5 aydan 6 aya kadar uzayabilmektedir. 6 aydan sonra, karaciğer fonksiyon testleri (KCFT) normal düzeye geldiği halde, hastanın kanında HBs Ag(+)’liği devam ediyorsa, kronik hepatit veya taşıyıcılık dediğimiz durum söz konusudur. Anti HBs (+)’leştiğinde, Hepatit B’de tam iyileşmeden söz edilebilmektedir.
Buradan da anlaşılacağı gibi, Hepatit B aşısı yapılmadıktan sonra, antikor yani Anti HBs (+) olduğunda, koruyucu özellik söz konusudur.
Hepatit B enfeksiyonunun yaygınlığı ve sonucunda, kronik hepatit, siroz ve karaciğer kanseri olma riski göz önüne alındığında, Hepatit B’den korunmanın, ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır.
HBs Ag(+) ve karaciğer fonksiyon testleri normal olan ve taşıyıcı olarak isimlendirdiğimiz hastaların, ancak %1’i tamamen iyileşmekte ve Anti HBs(+)’leşmektedir. Bu nedenle, taşıyıcıların kronik hepatite dönüşme riski nedeniyle, periyodik (düzenli ve belirli aralıklarla) doktor kontrolünden geçmesi gerekmektedir. Bu tür hastalar 3 – 6 ayda bir, karaciğer fonksiyon testi olan, ALT Testi yaptırmalıdır. ALT yükselmediği sürece, herhangi bir tehlike yoktur. Bu nedenle bu tür hastaların ALT yükselmesine neden olacak ajanlardan (ilaçlar, alkol) uzak durmaları, kilo almamaları önemlidir. Karaciğerde yağlanma sonucu, ALT yükselmektedir.
Bu kadar önemli bir enfeksiyon hastalığından korunmak için, yapmamız gereken, virüsle karşılaşmadan önce, Hepatit B’ye karşı aşılanmamız ve çocuklarımızı aşılatmamız gerekmektedir.
Ülkemizde 1996 - 1998’den beri Hepatit B aşısı yapılmaktadır. Bugün için yeni doğan bebeklere, diğer aşılarla birlikte Hepatit B aşısı uygulanmaktadır. Aşının koruyucu etkisi, % 90 – 95’tir. Risk altındaki yetişkinlerde aşı yapılmadan önce, Anti HBs testi yapılması uygundur. 3 doz aşıdan sonra, Anti HBs oluştuğundan, 5 – 10 yıl veya ömür boyu Hepatit B’ye karşı bağışıklık kazanabilirler.
Tüm bu bilgiler ışığında, Hepatit B virüsünden korunmak için, yeni doğan çocuklarımızı, evlenmeden önce gençlerimizi ve risk altında olan (Hepatit B’li kişilerle temas etme riski olan) kişileri, Hepatit B aşısı yaptırmamız gerekmektedir.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen halka açık konferanslar kapsamında, Kardiyoloji Uzmanı Dr. Fikret Besnili, ‘’Göğüs Ağrısı’’nı anlattı.
Göğüs ağrısının kalp ve kalp dışı nedenlerini, teşhis yöntemlerini ve nasıl tedavi edileceği konularında bilgi veren Dr. Besnili, ‘’Göğüs ağrısının nedeninin erken tespiti hayatın ileri dönemlerinde ciddi problemlerle karşılaşmamak için çok önemli’’ dedi.
Bu tespitin fiziki muayene ve kolay tetkiklerle mümkün olabildiğini belirten Dr. Besnili, ‘’Göğüs ağrısı çok basit bir kas ağrısı olabileceği gibi, çok ciddi bir kalp krizinin de belirtisi olabilir. Bu tür şikayetlerin abartılmaması ama ihmal de edilmemesi gerekir’’ diye konuştu.
Özellikle, hasta olmadan önce tedbir alınması gerektiğine dikkati çeken Dr. Besnili, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Kardiyoloji Uzmanı Dr. Fikret Besnili tarafından 13 Ocak 2007’de “Göğüs Ağrısı” konusu anlatılacak.
Dr. Besnili, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenecek konferansta, göğüs ağrısının nedenleri, doktora ne zaman başvurulması gerektiği, tanının nasıl konulduğu ve yapılacak testler konusunda bilgiler verecek.
Bölgedeki kalp krizi sıklığına dikkati çeken Dr. Besnili, ‘’Göğüs ağrısı ihmale gelmez. Genç, yaşlı herkesin bu konuda dikkatli olması gerekir’’ dedi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde halka açık konferanslar kapsamında, Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Azmi Serin tarafından “Hepatitler” konusu anlatıldı.
Dr. Serin, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen konferansta, Viral Hepatitler, Hepatit aşıları, tedavisi ve korunma yolları hakkında bilgiler verdi.
Hepatit B enfeksiyonunun, dünyanın ve ülkemizin en önemli sağlık sorunlarından birini oluşturduğuna ve giderek daha yaygın bir hale geldiğine dikkati çeken Dr. Serin, ‘’Dünya nüfusunun üçte biri yani 2 milyar insan, bu virüsle karşılaşmaktadır. 400 milyon insan ise bu virüsü vücudunda taşımaktadır’’ dedi.
‘’Yine dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon insan, Hepatit B virüsüne (HBV) bağlı, siroz veya karaciğer hastalığından ölmektedir’’ diyen Dr. Serin, Hepatit B virüsünden korunmak için, yeni doğan çocukların, evlenmeden önce gençlerin ve risk altında olan kişilerin, Hepatit B aşısı ile aşılatılması gerektiğini söyledi.
Hepatit C’nin tehlikelerine değinen Dr. Serin, ‘’Hepatit C virüsünü taşıyan kişilerin çoğunda, kişinin belirti yaşamaması ve kendini hasta hissetmemesi nedeni ile bu hastalık gizli ve sinsi bir hastalıktır’’ diye konuştu.
Virüsün enfeksiyonun başlamasından yıllar sonra saptanabileceğini anımsatan Dr. Serin, sözlerini şöyle tamamladı:
‘’Henüz aşısı bulunmayan Hepatit C’nin tedavisinde erken teşhis önemlidir. Kronik hepatit enfeksiyonunun tedavisi ve takibi, enfeksiyon hastalıkları ve gastroenteroloji polikliniklerinde uzman doktorlar tarafından yapılmaktadır.’’
Katılımın yoğun olduğu konferans, Dr. Azmi Serin’in katılımcıların sorularını yanıtlaması ile sona erdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde halka açık konferanslar kapsamında, Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Azmi Serin tarafından “Hepatitler” konusu anlatılacak.
Dr. Serin, 16 Aralık 2006’da Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenecek konferansta, Viral Hepatitler, Hepatit aşıları, tedavisi ve korunma yolları hakkında bilgi sunacaklarını söyledi.
Ülkemizde de en önemli sağlık sorunlarından birisi olan hepatitlerin, giderek daha yaygın bir hale geldiğine dikkati çeken Dr. Serin, ‘’Bu kadar önemli bir enfeksiyon hastalığından korunmak için, virüsle karşılaşmadan önce, Hepatit B’ye karşı aşılanmamız ve çocuklarımızı aşılatmalıyız’’ dedi.
-DOÇ. DR. ÜNLÜGENÇ: “TÜRKİYE’DE ORGAN BAĞIŞI SAYISI ÇOK DÜŞÜK’’
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakkı Ünlügenç, Türkiye’de organ bağışı sayısının düşük olduğunu bildirdi.
Doç. Dr. Ünlügenç, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi ve Gaziantep-Kilis Tabip Odası işbirliği ile düzenlenen ‘’Organ Transplantasyonunda Güncel Gelişmeler’’ konulu panelde yaptığı konuşmada, organ bağışı sayısının düşük olmasının, sağlık sektöründe yaşanan en büyük sorunlardan birisi olduğunu söyledi.
Organ bağışıyla yaşam kalitesi ve süresinin uzadığına dikkati çeken Doç. Dr. Ünlügenç, ‘’Bu yolla sağlık harcamalarında hastaların ödediği maliyet de düşüyor’’ dedi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Nöroloji Uzmanı Gönül Çakmak’ın yönettiği panelde, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Özeren, organ naklinin nörolojik boyutlarına değinerek, beyin ölümü tanısının nasıl konulduğu ve beyin ölümü kararının verilebilmesi için gerekli ön koşulların neler olduğu konularında bilgi verdi.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özgür Yağmur ise karaciğer nakli cerrahisi, organ bağışında yaşanan sıkıntılar, organ bağışının yaygınlaştırılması ve toplum tarafından kabul görmesi için yapılabilecek çalışmalar konusunda açıklamalar yaptı.
-‘’KOAH OLUŞUMUNDA SİGARAMIN FİTRELİ-FİLTRESİZ, LIGHT VEYA MENTOLLÜ OLMASININ ÖNEMİ YOKTUR’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Demet Çetin, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’nın (KOAH) günümüzde önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu söyledi.
Dr. Çetin, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen halka açık konferanslar kapsamında, KOAH ve solunum yetmezliğini anlattı.
Kronik bronşitin, akciğerlerdeki havayollarının daralmasına bağlı olarak nefes almayı ve vermeyi zorlaştıran ilerleyici bir hastalık olduğunu belirten Dr. Çetin, ‘’Dünyada ölüm nedenlerinden arasında 5. sırada olan kronik bronşitin yaygınlığı giderek artmaktadır’’ dedi.
Türkiye’de yaklaşık 3 milyon KOAH hastası bulunduğunu kaydeden Dr. Çetin, ‘’Kişinin yaşam kalitesini bozması, zamanla başkalarına bağımlı hale getirmesi, kalıcı iş gücü kaybına yol açması, yıllarca çok pahalı tedavi maliyeti getirmesi ve yaşam süresini kısaltması açısından bu hastalık toplumsal bazda önemli bir hastalıktır’’ diye konuştu.
‘’SİGARA CİNSİNİN ÖNEMİ YOKTUR’’
Sigaranın KOAH için en büyük risk faktörü olduğunu anımsatan Dr. Çetin, şöyle devam etti:
‘’Sigara veya diğer tütün ürünlerinin tümü KOAH gelişme riskinin yüzde 80-90’ından sorumludur. Sigaraya başlama yaşı, sigara içme süresi, içilen sigara sayısı çok önemlidir, Puro, pipo, nargile içilmesi de KOAH için risk yaratır. KOAH oluşumunda filtreli, filtresiz, light veya mentollü sigara cinsinin önemi yoktur Bunun yanında hava kirliliği, kırsal alanda ev içinde bulunan ocaklar, tandır ve tezek yakılması, meslekleri nedeniyle çeşitli toz, duman, gaz ve kimyasal maddelerle teması olanlarda KOAH riski fazladır. Beslenme, sosyoekonomik durum, alerji, enfeksiyonlar, düşük doğum ağırlığı olan bebekler ve genetik faktörler de hastalık için risk oluşturur.
KOAH hastalarının çoğu yakınmaların ortaya çıkmasından önce en az 20 yıl günde bir paket sigara içen kişilerdir. Genellikle doktora 50 yaş civarında başvururlar. Başlıca şikayet; öksürük, balgam çıkarma, nefes darlığı ve hışıltılı solunumdur. Pek çok kişi bu şikayetlerin yaşlanmanın sonucu olduğunu düşünür ya da sigara içmesine bağlar. Özellikle 40 yaşın üzerinde bu şikayetleri olan hastalar mutlaka doktora başvurmalıdırlar. Hastalığın tanısı ve havayolu darlığının şiddetini belirlemek amacıyla solunum fonksiyon testi yapılır.’’
‘’ÖNCE SİGARA BIRAKILMALI’’
KOAH tedavisinde en önemli adımın sigaranın bırakılması olduğuna dikkati çeken Dr. Çetin, şu önerilerde bulundu:
‘’Hastalığın hızını kesecek tek şey sigarayı bırakmaktır. Hastalar sigara içmeye devam ederlerse, hiçbir tedaviden kalıcı yarar göremezler. Nefes açıcı ilaç tedavileri verilir. Egzersiz yapmaları ve beslenmelerine dikkat etmeleri önerilir. KOAH’lı hastalar gribe yakalandıklarında hastalığı çok ağır geçirirler. Bu nedenle her yıl KOAH’lı hastaların Eylül-Aralık aylarında aşılanması gerekmektedir. Büyük oranda gribe yakalanmayı, gripten ölümleri ve grip sonrası zatürree oluşumunu önlemektedir. Bu hastalara zatürree aşısı da önerilmektedir. Bu aşı bir kez yapılsa yeterli olmaktadır. Herhangi bir zamanda yapılabilir. Özel bir mevsimi yoktur.
Bu hastaları atağa ve dolayısı ile solunum yetmezliğine sokan en önemli neden araya giren enfeksiyonlardır. Bu durumda hastaların solunum sıkıntısı artar, hırıltı olur, balgam miktarı artar ve balgam rengi sarı-yeşil olur. Hastalar mutlaka hastaneye getirilmelidir. Hastalar; yemek yeme, banyo yapma, tıraş olma gibi en basit doğal ihtiyaçları bile yapamaz hale gelirler. Morarma, bacaklarda şişlik, boyun damarlarında dolgunluk, karaciğerde büyüme görülebilir. Antibiyotik tedavisi, nefes açıcı ilaçlar, oksijen tedavisi verilir. Erken müdahale çok önemlidir. Solunum yetmezliği gelişen hastalar yoğun bakım ünitesinde takip edilir. Kronik solunum yetmezliği gelişen hastalara evde kullanmak üzere uzun süreli oksijen tedavisi, ev tipi mekanik ventilasyon verilebilir.’’
Dr. Çetin, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi ve Gaziantep-Kilis Tabip Odası işbirliği ile 2 Aralık 2006 Cumartesi günü ‘’Organ Transplantasyonunda Güncel Gelişmeler’’ konulu panel düzenlenecek.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Nöroloji Uzmanı Gönül Çakmak’ın yöneteceği panele, konuşmacı olarak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özgür Yağmur, Nöroloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ali Özeren ile Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı’ndan Doç Dr. Hakkı Ünlügenç katılacak.
Gaziantep’teki sağlık çalışanlarının transplantasyon bilgilerinin güncellenmesi öngörülen panel ile bölgede organ bağışı ve yapılan transplantasyon (nakil) sayısının artırılması hedefleniyor.
Gaziantep-Kilis Tabip Odası’n da yapılacak panel saat 14.00’te başlayacak.
Kronik bronşit, akciğerlerimizdeki havayollarının daralmasına bağlı olarak nefes almayı ve vermeyi zorlaştıran ilerleyici bir hastalıktır. Dünyada ölüm nedenlerinden arasında 5. sıradadır.
Hastalığın yaygınlığı giderek artmaktadır. Türkiye’de yaklaşık 3 milyon KOAH hastası bulunduğu bildirilmektedir. Kişinin yaşam kalitesini bozması, zamanla başkalarına bağımlı hale getirmesi, kalıcı iş gücü kaybına yol açması, yıllarca çok pahalı tedavi maliyeti getirmesi ve yaşam süresini kısaltması açısından toplumsal açıdan önemli bir hastalıktır.
KOAH için en büyük risk faktörüdür. Sigara veya diğer tütün ürünlerinin tümü KOAH gelişme riskinin %80-90’ından sorumludur. Sigaraya başlama yaşı, sigara içme süresi, içilen sigara sayısı çok önemlidir, Puro, pipo, nargile içilmesi de KOAH için risk yaratır. KOAH oluşumunda sigara cinsinin önemi yoktur (Filtreli, filtresiz, light veya mentollü). Bunun yanında hava kirliliği, kırsal alanda ev içinde bulunan ocaklar, tandır ve tezek yakılması, meslekleri nedeniyle çeşitli toz, duman, gaz ve kimyasal maddelerle temasları olanlarda KOAH riski fazladır. Beslenme, sosyoekonomik durum, alerji, enfeksiyonlar, düşük doğum ağırlığı olan bebekler ve genetik faktörler de hastalık için risk oluşturur.
KOAH hastalarının çoğu yakınmaların ortaya çıkmasından önce en az 20 yıl günde bir paket sigara içen kişilerdir. Genellikle doktora 50 yaş civarında başvururlar. Başlıca şikayet; öksürük , balgam çıkarma, nefes darlığı ve hışıltılı solunumdur. Pek çok kişi bu şikayetlerin yaşlanmanın sonucu olduğunu düşünür ya da sigara içmesine bağlar. Özellikle 40 yaşın üzerinde bu şikayetleri olan hastalar mutlaka doktora başvurmalıdırlar. Hastalığın tanısı ve havayolu darlığının şiddetini belirlemek amacıyla solunum fonksiyon testi yapılır.
KOAH tedavisinde en önemli adım sigaranın bırakılmasıdır. Hastalığın hızını kesecek tek şey sigarayı bırakmaktır. Hastalar sigara içmeye devam ederlerse, hiçbir tedaviden kalıcı yarar göremezler. Çevresel ve mesleki maruziyetin kontrolü sağlanmalıdır. Nefes açıcı ilaç tedavileri verilir. Egzersiz yapmaları ve beslenmelerine dikkat etmeleri önerilir.
KOAH’lı hastalar gribe yakalandıklarında hastalığı çok ağır geçirirler. Bu nedenle her yıl KOAH’lı hastaların Eylül-Aralık aylarında aşılanması gerekmektedir. Büyük oranda gribe yakalanmayı, gripten ölümleri ve grip sonrası zatürree oluşumunu önlemektedir. Bu hastalara zatürree aşısı da önerilmektedir. Bu aşı bir kez yapılsa yeterli olmaktadır. Herhangi bir zamanda yapılabilir. Özel bir mevsimi yoktur.
Bu hastaları atağa ve dolayısı ile solunum yetmezliğine sokan en önemli neden araya giren enfeksiyonlardır. Bu durumda hastaların solunum sıkıntısı artar, hırıltı olur, balgam miktarı arta ve balgam rengi sarı-yeşil olur. Hastalar mutlaka hastaneye getirilmelidir. Hastalar; yemek yeme, banyo yapma, tıraş olma gibi en basit doğal ihtiyaçları bile yapamaz hale gelirler. Morarma, bacaklarda şişlik, boyun damarlarında dolgunluk, karaciğerde büyüme görülebilir. Antibiyotik tedavisi, nefes açıcı ilaçlar, oksijen tedavisi verilir. Erken müdahale çok önemlidir. Solunum yetmezliği gelişen hastalar yoğun bakım ünitesinde takip edilir. Kronik solunum yetmezliği gelişen hastalara evde kullanmak üzere uzun süreli oksijen tedavisi, ev tipi mekanik ventilasyon verilebilir.
Sonuç olarak toplumu ve sağlık çalışanlarını KOAH hakkında bilgilendirmek ve eğitmek gerekmektedir. Bu şikayetleri olan kişiler doktora başvurmalıdır. Uygun bir tedavi ile akciğerlerin daha fazla hasar görmesi engellenmelidir.
Günümüzde KOAH önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır.
-ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ’NDE
KRONİK BRONŞİT VE SOLUNUM YETMEZLİĞİ ANLATILACAK
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde halka açık konferanslar kapsamında, Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Demet Çetin tarafından Kronik Bronşit (KOAH - Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) ve Solunum Yetmezliği konusu anlatılacak.
Dr. Çetin, 25 Kasım 2006 tarihinde düzenlenecek konferansta, katılımcıları kronik bronşit ve solunum yetmezliğinin insan yaşamını nasıl olumsuz etkilediği, belirtileri, tedavisi ve korunma yolları hakkında bilgilendireceklerini söyledi.
Günümüzde en önemli ölüm nedenlerinden biri olan kronik bronşit ve solunum yetmezliğinin, giderek daha yaygın bir hale geldiğine dikkati çeken Dr. Çetin, şöyle devam etti:
‘’Türkiye’de yaklaşık 3 milyon KOAH hastası var. KOAH kişinin yaşam kalitesini bozarak, zamanla başkalarına bağımlı hale gelmesine yol açar. Sonuçta kişinin yaşam süresi kısaltan önemli bir hastalıktır. Bu hastalığın oluşumunda en önemli ve tek önlenebilir etken sigaradır. Bu da önemle üzerinde durulması gereken noktadır.’’