4 MAYIS DÜNYA ANKİLOZAN SPONDİLİT GÜNÜ

4 MAYIS DÜNYA ANKİLOZAN SPONDİLİT GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞR. ÜYESİ PROF. DR. KISACIK:

“ANKİLOZAN SPONDİLİTİN EN BELİRGİN ÖZELLİĞİ SABAHLARI ORTAYA ÇIKAN BEL VE KALÇA AĞRISIDIR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi.

4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi.

KRONİK İLTİHAPLI BİR ROMATİZMADIR

Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu anımsatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı.

Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu anımsatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti.

Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı:

“Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.”

TEDAVİ

“Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı:

“İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”

11. TÜRK TIBBİ ONKOLOJİ KONGRESİ

11. TÜRK TIBBİ ONKOLOJİ KONGRESİ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, 11. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde “Testis Kanserinde High Mobility Group Box – 1 Ekspresyonu ve Tedavi Hedefi Olarak Rolü” konusunda yaptığı sunumla Türk Tıbbi Onkoloji Derneği tarafından geçen yıl olduğu gibi bu yıl da “En İyi Çalışma Ödülü”nü aldı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞR. ÜYESİ PROF. DR. YILDIRIM, “ONKOLOJİDE İLAÇ TASARIMI” KONUSUYLA İKİNCİ KEZ “EN İYİ ÇALIŞMA” ÖDÜLÜNÜ ALDI

PROF. DR. YILDIRIM: “ÜLKEMİZDE İLAÇ TASARIMI VE İLAÇ AR-GE’Sİ KONUSUNDA ÇALIŞMALARIN TEŞVİK EDİLMESİ AÇISINDAN BU ÖDÜLÜN DEĞERİ ÇOK BÜYÜK”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkolog Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, 11. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde “Testis Kanserinde High Mobility Group Box – 1 Ekspresyonu ve Tedavi Hedefi Olarak Rolü” konusunda yaptığı sunumla Türk Tıbbi Onkoloji Derneği tarafından geçen yıl olduğu gibi bu yıl da “En İyi Çalışma Ödülü”nü aldı.

KKTC’nin Girne kentinde 24-28 Nisan 2024 tarihleri arasında düzenlenen kongrede ödül alan Prof. Dr. Yıldırım, “Ülkemizde ilaç tasarımı ve ilaç Ar-Ge’si konusunda çalışmaların teşvik edilmesi açısından bu ödülün değeri çok büyük” dedi.

“Ben ve ekibim, yaklaşık üç yıldır onkolojide ilaç tasarımı ve ilaç Ar-Ge’si konusunda çalışmalar yapıyoruz. Yaptığımız çalışmaların ürünlerini Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde sunduk” diyen Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:

“Geçen yıl 10. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi’nde sunmuş olduğumuz ilaç çalışması ile yine en iyi çalışma ödülünü almıştık. Bu yıl da farklı bir kanser türünde gerçekleştirdiğimiz ilaç çalışmamız en iyi çalışma ödülüne değer görüldü.

Ülkemizde ilaç tasarımı ve ilaç Ar-Ge’si konusunda çalışmaların teşvik edilmesi açısından bu ödülün değerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kendimize ait, ekonomik ve inavasyon değeri yüksek ürünler elde edebilmek için bu alandaki çalışmaların daha fazla desteklenerek artırılması gerekiyor.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE DİYETİSYEN KADROSU GENİŞLETİLİYOR

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE DİYETİSYEN KADROSU GENİŞLETİLİYOR

SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde de uzman kadrosunu genişletiyor.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde de uzman kadrosunu genişletiyor.

Uzm. Diyetisyen Tuğba Demirkıran ve Diyetisyen Meltem Demirci, SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.

UZM. DİYETİSYEN TUĞBA DEMİRKIRAN

1999 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk ve ortaokul eğitiminin ardından 2017 yılında Yasemin Erman Balsu Anadolu Lisesi’nden mezun oldu.

2017 yılında SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde lisans eğitimine başlayan Uzm. Diyetisyen Demirkıran, çeşitli polikliniklerde stajyer diyetisyen görev alarak 2021 yılında bölüm birincisi olarak mezun oldu.

Aynı yıl özel bir üniversitede yüksek lisans eğitimine başlayan Uzm. Diyetisyen Demirkıran, “Obezite” konusunda tez hazırladı. 2023 yılında yüksek takdir derecesiyle mezun olarak ‘Uzman Diyetisyen’ unvanını aldı.

Eğitim hayatı boyunca birçok konferans, seminer, sempozyum ve kursa katılan Uzm. Diyetisyen Demirkıran 2024 yılı Nisan ayı itibariyle SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.

DİYETİSYEN MELTEM DEMİRCİ

1998 yılında Gaziantep’te doğdu. 2016 yılında Vedat Topçuoğlu Anadolu Lisesi’nden, 2020 yılında SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden mezun oldu.

2018 yılında özel bir sağlıklı yaşam merkezinde staj yapmaya başlayan Diyetisyen Demirci, 2019 yılında Cengiz Gökçek Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi, Engelsiz Yaşam Merkezi Aktif Yaşam Merkezi, 25 Aralık Devlet Hastanesi ve SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde stajyer diyetisyen olarak görev yaptı. 

Nisan 2021’den bu yana SANKO Üniversitesi Hastanesinde Diyetisyen olarak görev yapan Demirci, Nisan 2024 itibariyle Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nde danışanlarını kabul etmeye başladı.

Diyabette Beslenme, Gebelik ve Emziklilik Döneminde Beslenme, Kilo Alma Programları, Besin İntoleranslarında Beslenme, Kalp Damar Hastalıklarında Beslenme, Böbrek Hastalıklarında Beslenme, Nörolojik Hastalıklarda Beslenme, Sindirim Sistemi Hastalıklarında Beslenme, Yeme Bozukluklarında Beslenme, Organ Naklinde Beslenme, Cerrahi Hastalıklarda Beslenme, Enteral-Paranteral Beslenme ve Çocuk Hastalıklarında Beslenme  ve Yaşlılık Döneminde Beslenme alanlarında çalışmaları sürmektedir.

Türkiye Diyetisyenler Derneği (TDD), Klinik Enteral Paranteral Nütrisyon Derneği (KEPAN), Pediatrik Diyetisyenler Derneği (PEDİDER) üyesidir.

Karbonhidrat-Protein-Yağ Sayımı Eğitimi (Tip1-Tip2 DM) Obezite Cerrahisi ve Bariatrik Diyetisyenliği, Yaşlılarda Tıbbi Beslenme Tedavisi Eğitimi, Renal Diyetisyenlik Kurs Programı, ISO 18001 Eğitimi, ISO 14001 Eğitimi, ISO 9001 Eğitimi, Güncel Yaklaşımlarla Klinik Nütrisyon Kursu ve Bilimsel Fitoterapi Eğitimi sertifikaları bulunmaktadır.

KALP SAĞLIĞINA DİKKAT

KALP SAĞLIĞINA DİKKAT

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Çetin, kalp sağlığı için düzenli doktor kontrollerinin ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞR. ÜYESİ PROF. DR. ÇETİN:

“KALP SAĞLIĞINIZ İÇİN DÜZENLİ KONTROLLERİNİZİ İHMAL ETMEYİN 

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Çetin, kalp sağlığı için düzenli doktor kontrollerinin ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi.

Kalp sağlığıyla ilgili açıklama yapan Prof. Dr. Çetin, “Ülkemizde de diğer ülkelerde olduğu gibi yaşam kayıplarının önde gelen nedenleri arasında kalp hastalıkları bulunmaktadır. Bu hastalıklarla ilgili yaşam kayıplarındaki artış ise kalp hastalıkları konusunda çok daha bilinçli olmamız gerektiğinin en somut örneğidir” dedi.

Prof. Dr. Çetin, kadınlarda 55, erkeklerde 45 yaş üzeri, ailede genetik kalp hastalığı öyküsü, sigara tüketimi, hipertansiyon, yüksek kolesterol, sedanter (hareketsiz) yaşam şekli, depresyon, diyabet, obezite, stres ve erken menopozun risk faktörlerinin başında geldiğine dikkati çekti.

Kontrol altına alınabilecek bir takım risk faktörleriyle kalp sağlığının korunabileceğine vurgu yapan Prof. Dr. Çetin, şu bilgileri paylaştı:

“Kalp rahatsızlıkları gelişiminin bir kısmı kontrol altına alınabilirken, bir kısmı ise kontrol dışı gelişebilmektedir. Önceliğimiz kontrol altına alabileceğimiz risk faktörleriyle ilgili farkındalık yaratarak, bilinç oluşturmaktır.

Erkeklerin kadınlara göre daha fazla risk taşıması, genetik olarak ailede kalp hastalıklarına yatkınlık gibi değiştiremeyeceğimiz, kontrol dışı gelişen faktörler yanında, sigara tüketimi, obezite, hipertansiyon (Yüksek tansiyon), şeker (Diyabet) hastalığı gibi kontrol altına alabileceğimiz risk faktörlerini mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışmalıyız.”

HER YAŞTA GÖRÜLEBİLİYOR

Kadınlar ve erkekler kadar günümüzde gençlerde de çok görülmeye başlayan kalp hastalıkları konusunda mutlaka önlem alınması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Çetin, şöyle devam etti:

“Günümüzde çağdaş teknolojinin kullanılmasının bir sonucu olarak dijital dünyanın hareketsiz yaşamı, yetersiz ve dengesiz beslenme alışkanlıkları, stresin yoğun yaşanması, hastalığın genetik miras olarak aktarımı, deprem, pandemi gibi yaşamı olumsuz etkileyen, düzeni bozan olumsuzluklar her yaştan insanı kalp sağlığı olarak da negatif şekilde etkilemektedir.

Değiştirilebildiğimiz yani kontrol altına alabileceğimiz risk faktörleri için temel ailede atılıyor. Ailenin bilinçli olması çocuk ve gençlerin yaşamını da olumlu etkiliyor. Düzenli bir yaşam, beslenme şeklinde yapılacak olumlu düzenlemeler, doktorlar tarafından kalp rahatsızlıklarına yönelik verilecek ilaçların düzenli bir şekilde kullanılmasıyla kalp hastalıklarının görülme oranı da azalabilecektir.”

NELER YAPILMALIDIR?

Prof. Dr. Çetin, alınabilecek önlemler ve yapılabilecekleri şöyle özetledi:

“- Sağlıklı beslenin,

- Hareket etmeyi ihmal etmeyin,

- Sigara tüketimini bırakın,

- Stresten uzak durun,

- Düzenli doktor kontrolleri yaptırın,

- Tuz tüketimini azaltın,

- Aşırı kilo almamaya dikkat edin,

- Kan şekerinizi ve kolesterolünüzü dengede tutmaya özen gösterin,

- Olumlu bir yaşam şekli benimsemeye çalışın.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE BİR SANİYEDE KALP ANJİYOSU

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE BİR SANİYEDE KALP ANJİYOSU

SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosu yanında çağdaş teknolojiyle donanımlı teknik altyapısını da geliştirmeye devam ediyor.

RADYOLOJİ BÖLÜMÜNDEN DR. ÖĞR. ÜYESİ İKİDAĞ: “SAĞLIKTA ÇAĞDAŞ TEKNOLOJİ HAYAT KURTARIYOR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosu yanında çağdaş teknolojiyle donanımlı teknik altyapısını da geliştirmeye devam ediyor. 

Radyolojik görüntüleme alanının dünyadaki son teknolojilerinden olan ve saniyede yaklaşık 4000 kesit alabilen, dört saniyede tüm vücut taraması ve bir saniyede kalp anjiyosu yapabilen GE Revolution Apex Elite Bilgisayarlı Tomografi (BT) cihazı SANKO Üniversitesi Hastanesi Radyoloji Bölümü’nde hizmete girdi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Radyoloji Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali İkidağ, “Sağlıkta çağdaş teknoloji hayat kurtarıyor” dedi.

Dr. Öğr. Üyesi İkidağ, GE Revolution Apex Elite Bilgisayarlı Tomografi (BT) ile ilgili şu bilgileri paylaştı:

“Hastanemizde hizmete alınan BT cihazımız ile tek kalp atımında yani yaklaşık bir saniye kadar kısa bir sürede Koroner (Kalp) BT Anjiografi İşlemi gerçekleştirilmektedir.

Çift enerjili BT adı verilen yöntemle kalp kaslarının kanlanma özellikleri belirlenebilmektedir. Ayrıca vücuttaki tüm damar yapılarının BT anjiografi işlemleri çok kısa zaman dilimlerinde ve düşük radyasyon dozları ile gerçekleştirilmektedir.” 

Cihazda bulunan düşük radyasyon dozu seçenekleri ile çok düşük radyasyon dozları kullanılarak akciğer kanseri gibi önemli hastalıkların da tanınabildiğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi İkidağ, şöyle devam etti:

“Cihaz, uzun süreli sigara içenlerde akciğer kanseri taraması için güvenle kullanılmaktadır. Özellikle kanser veya sistemik hastalık gibi nedenlerle sık bilgisayarlı tomografi çektirmek zorunda olan olgularda, cihazımızda bulunan düşük doz özelliği nedeniyle hastalarımızın almış olduğu tanısal radyasyon dozları önemli ölçüde azaltılmaktadır. 

Dört saniyede tüm vücut taraması yapabilen cihazımız, özellikle nefesini tutmada zorlanan hastalarda büyük kolaylık sağlamaktadır. Trafik kazası, yüksekten düşme gibi çoklu organ yaralanmasından kuşkulanılan ve zamana karşı bir yarış içinde olduğumuz olgularda da hız konusundaki avantajı öne çıkmaktadır.”

YAPAY ZEKA DESTEĞİ

Cihazın sahip olduğu yapay zeka desteği sayesinde hem hasta çekimlerinde hataların önüne geçildiğini hem de filmlerin raporlanmasında hata payını en aza indirdiğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi İkidağ, “İnme olgularında erken dönemde müdahale ile beyin dokusu hasarı azaltılabilmektedir. Bu olgularda müdahale öncesinde kurtarılabilir beyin dokusunun tespit edilmesi için yapılan Perfüzyon (Dolaşım) BT incelemesi de bu cihaz ile kolaylıkla gerçekleştirilmektedir” diye konuştu.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ ORGAN NAKİL MERKEZİ

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ ORGAN NAKİL MERKEZİ

Gaziantepli iş insanı B. B. (63), uzun süredir yaşadığı böbrek hastalığından, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi (transplANTEPSANKO) ekibi tarafından gerçekleştirilen başarılı canlı vericili böbrek nakli sayesinde kurtuldu.

TIP FAKÜLTESİ ÖĞR. ÜYESİ PROF. DR. MEHTAP AKDOĞAN:

“BÖBREK NAKLİ, HASTALARIN YAŞAMINDA YENİ BİR SAYFA AÇIYOR”

ORGAN NAKİL MERKEZİ SORUMLU HEKİMİ DOÇ. DR. YÜCEL YÜKSEL:

“HASTAMIZI SAĞLIĞINA KAVUŞTURMANIN MUTLULUĞUNU YAŞIYORUZ.”

Gaziantepli iş insanı B. B. (63), uzun süredir yaşadığı böbrek hastalığından, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi (transplANTEPSANKO) ekibi tarafından gerçekleştirilen başarılı canlı vericili böbrek nakli sayesinde kurtuldu. 

B. B., “Nefroloji bölümünden doktorum Prof. Dr. Mehtap Akdoğan’ın bir süredir takipli hastasıydım. Artık sağlığıma kavuşmam için nakil olmam gerektiğini söylediğinde, biz de süreci başlattık” dedi.

Yakınının bağışladığı böbrekle yaşamına yeni ve sağlıklı sayfa açan B. B., “Gerekli tetkikleri yapıp, prosedürleri tamamladık. Başarılı bir şekilde, ikimiz de sağlıklı olarak ameliyat yapıldı. Herkese çok teşekkür ediyorum” diyerek mutluluğunu dile getirdi. 

PROF. DR. MEHTAP AKDOĞAN

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi, Nefroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mehtap Akdoğan ise uzun süredir, şeker hastalığına bağlı böbrek rahatsızlığı ve yetmezliği nedeni ile takip ettikleri B.B’nin, damar yapısında da ciddi sorunlar bulunmasına rağmen çok başarılı geçen ameliyatla kendisini böbrek yetmezliğinden kurtardıklarını söyledi. 

Prof. Dr. Akdoğan, “Doğru ve zamanında tedavi ile hastamız çok daha sağlıklı bir şekilde hayatına devam edebilecek. Böbrek nakli, hastaların yaşamında yeni bir sayfa açıyor” değerlendirmesini yaptı.

DOÇ. DR. YÜCEL YÜKSEL

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi, Organ Nakil Merkezi (transplANTEPSANKO) Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel de şeker (diyabet) hastalığına bağlı böbrek yetmezliği gelişen hastanın genel olarak sağlık sorunları da yaşadığına dikkat çekti.

Kalp ve damar tutulumu olan hastanın ameliyatının zorlayıcı olduğuna vurgu yapan Doç. Dr. Yüksel, şöyle devam etti:

“Hastanın ameliyattan önce çekilen tomografisinde, bacaklara giden damarlarda ciddi derecede damar sertliği belirlendi. Bu gibi durumlarda naklin yapılmama ihtimali de vardır. Hastamızı bilgilendirip, Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Bülent Meşe Hocamız ile ameliyata girerek, damarların durumunu değerlendirdik.

Böbrek damarını takabileceğimiz küçük bir damar alanı olduğunu tespit ederek buraya çok başarılı bir şekilde böbrek naklini gerçekleştirdik. Hastamız ameliyat sonrası altıncı gün şifa ile taburcu oldu. Tüm ekip olarak başarılı bir süreçle hastamızı sağlığına kavuşturmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”

DOÇ. DR. BETÜL ŞİMŞEK

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Doç. Dr. Betül Şimşek, hastanın kalp ve damar ile şeker hastalığına bağlı sorunlar yaşaması nedeniyle zorlu bir süreç geçirdiğini, bu nedenle de ameliyat sürecinde iki anestezi hekimi tarafından sürekli gözetim altına alındığını kaydetti.

Hastanın ameliyattan önceki sağlık sorunlarının böbrek nakil ameliyatının hemen sonrasında çok hızlı düzelmeye başladığını anlatan Doç. Dr. Şimşek, “Bu sayede hastamızı, yoğun bakım ihtiyacı olmadan, servise çok rahat çıkarabildik” ifadelerini kullandı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ HEKİM KADROSUNU GENİŞLETİYOR

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ HEKİM KADROSUNU GENİŞLETİYOR

SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Necip Deniz SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.

KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM UZMANI OPR. DR. NECİP DENİZ HASTA KABULÜNE BAŞLADI

SANKO Üniversitesi Hastanesi güçlü hekim kadrosunu genişletiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Necip Deniz SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.

Opr. Dr. Necip deniz, 1987 yılında Gaziantep'te doğdu. İlk ve ortaokul eğitimini Gaziantep Özel Fırat Koleji'nde, lise eğitimini birincilikle girdiği Akınal Anadolu Lisesi’nde tamamladı.

Tıp fakültesi eğitimini 2013 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde aldı. Ardından mecburi hizmetini yapmak için Gaziantep İl Ambulans Servisi Komuta Kontrol Merkezi’ne atandı.

2014 yılında İl Ambulans Servisi Başhekim Yardımcısı, 2015 yılında İl Ambulans Servisi Başhekimi olarak görev yaptı. Sonrasında Kadın Hastalıkları ve Doğum ihtisası için Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi'nde çalışmaya başladı.

2021 yılında Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlığı mecburi hizmeti için Gaziantep Şehitkamil Devlet Hastanesi’ne atandı.

2023 yılında İstanbul Yeditepe Üniversitesi'nde Üremeye Yardımcı Tedaviler Eğitimine (ÜYTE) başlayarak Tüp Bebek Uzmanlığı Sertifikasını aldı.

Genital Estetik ve Kozmetik Jinekoloji, Cinsel Terapi, Çift Terapisi ve Danışmanlığı, Fonksiyonel Tıp Diyetisyenliği, Minimal İnvaziv Endoskopik Girişimler alanında sertifikaları bulunmaktadır.

Gebelik, İnfertilite (Çocuk sahibi olamama),  Jinekolojik Hastalıklar, Menopoz, Polikistik Over Sendromu, Tüp Bebek Tedavileri, Kozmetik Jinekoloji özel ilgi alanları olan Opr. Dr. Necip Deniz, SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları Doğum Bölümü'nde hasta kabulüne başlamıştır.

ÇOCUK VE ERGENLERDE YEME BOZUKLUĞU

ÇOCUK VE ERGENLERDE YEME BOZUKLUĞU

SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Psikoloğu Kübra Demirkesen Koçer, yeme bozukluğunun kilo ile ilgisinin bulunmadığını belirterek, “Yeme bozukluğu çocuğun yeme tutum ve davranışındaki bozukluktur” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDEN UZM. PSİKOLOG KOÇER:

“YEME BOZUKLUĞUNUN KİLO İLE İLGİSİ YOK, ÇOCUĞUN YEME TUTUM VE DAVRANIŞINDAKİ BOZUKLUKTUR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Psikoloğu Kübra Demirkesen Koçer, yeme bozukluğunun kilo ile ilgisinin bulunmadığını belirterek, “Yeme bozukluğu çocuğun yeme tutum ve davranışındaki bozukluktur” dedi.

Uzm. Psikolog Koçer, çocukta yeme sorunlarının 2-3 yaşlarında görülmeye başladığını, bu dönemin çocuklar açısından pek çok açıdan zorlu olduğunu söyledi.

Bebeklerin bireyselleşip özgürlüğünü kazanmaya çalışırken aynı zamanda bakım verenden de kopmamaya çalıştığını kaydeden Uzm. Psikolog Koçer, “Ancak çocuğun bireyselleşme çabasına çocuğa bakım veren ebeveyn kızabilir, telaşlanabilir hatta suçluluk duygusu yaşayabilir” ifadelerini kullandı.

Çocuk ve ebeveyn arasında “savaş ortamı” oluşabileceğini, her gün, her öğünde defalarca çocuk ve ebeveyn arasında aynı senaryonun yaşanabileceğini anımsatan Uzm. Psikolog Koçer, “Bu gerilim gittikçe artmaya; gerilim arttıkça çocukta karşı koymalar ve çatışmalar da artmaya başlar. Buradaki çatışma çocuğun diğer davranışlarına da etki ederek tuvalet eğitimi, uyku düzeni, ebeveynle iletişimi de bu gerilimle zorluklar doğurmaya başlar” uyarısını yaptı.

Yeme bozukluklarının çocukluk ve ergenlik çağında çocukların duygu, düşünce ve davranışlarını olumsuz etkileyen önemli bir bozukluk olduğuna dikkat çeken Uzm. Psikolog Koçer, şöyle devam etti:

“Yeme bozukluğu görülme oranı son yıllarda artış göstermektedir. Genetik, psikolojik ve sosyal etkenlerin bir araya gelmesiyle yeme bozukluğu meydana gelebilir. Doğru tanı ve tedavi ile yeme bozuklukları tedavi edilebilmektedir. Yemeği reddetme veya ağızda bekletme, yemek seçme, bir başkası yedirmeden kendi kendine beslenim olmaması, öğün zamanları yaklaşınca kusma- ağlama- öfke patlamaları, yemek esnasında dolaşma, ayağa kalkma ve masada oturmama en sık rastlanılan sorunlardır.

Çocuklarda yeme bozuklukları birçok nedenden meydana gelebilir. Alıştığı besinler harici yeni tat ve deneyimlere karşı olumsuz tutum davranış gösterebilir. Birincil bakım veren (Anne-baba-anneanne-babaanne-bakıcı) ve bebek ilişkisindeki sorunların yansıması; ebeveyndeki psikiyatrik hastalık, yeme bozukluğu var oluşu veya ebeveyn kaybı sonrası yeme bozukluğu oluşabilmektedir. Ağız, yemek borusunu etkileyen cerrahi işlem veya solunum yoluna bir şey kaçması gibi travmatik deneyim sonrası gelişebilir.”

Kalp, akciğer veya farklı bir tıbbi bozukluk yaşandığında da beslenme bozukluğu ortaya çıkabileceğini vurgulayan Uzm. Psikolog Koçer, anne babalara şu önerilerde bulundu:

  • Çocuğunuzu yemek yemesi için tehdit edip zorlamayın.
  • Çocuğunuza sözlerinizle ve davranışlarınızla örnek olun.
  • Çocuğunuzun bir yaşından itibaren kendi kendisine yemek yiyebilmesi için gerekirse kirlenmesini de göze alarak teşvik edin.
  • Öğünlerde çocuğunuza alternatif seçimler sunun.
  • İyileşmeler görebilmek adına olumlu yeme davranışlarında sosyal ödüllendirmeler verin.
  • Çocuğunuzun belirli sevmediği besinler varsa bu konuda katı davranmayın.
  • Kesin, tutarlı, net olun ancak davranış değişimleri için sert bir tutum göstermeyin.
  • Öğünler için net zaman dilimleri belirleyin.
  • Yemek zamanı televizyon karşısında ya da oyun karşısında olmak yerine masaya oturarak yedirmeye özen gösterin.
  • Çocuğunuzun sevgi ihtiyacına doyması gerekir, öfkeyle değil pozitif duygularla yaklaşın.
  • Bu tüm kurallar için en önemlisi tutarlı olun.

Ergenlik dönemindeki yeme bozukluğunun gelişim dönemine bağlı ve genellikle 13-14 yaşlarında daha sık görülebildiğini dile getiren Uzm. Psikolog Koçer, söyle konuştu:

“Erken müdahale tedavi gidişatında çok önemli rol oynamaktadır. Ergenlik dönemi kişinin beden şekli ve kilosuna yönelik farkındalığın ve kaygının başladığı dönemdir. Yeme bozuklukları genellikle ergenlik döneminde başlamaktadır.

Ebeveyn tutum ve davranışları, sosyal medyanın mükemmel beden algısı etkisi, ergenlik dönemi yaşanılan anksiyete ve depresif bozukluklar, akran zorbalığı, fiziksel veya psikolojik şiddet, cinsel taciz ve yaşanılan kayıplar gibi travmatik deneyimler; çocuğun hayır diyememe, sınır koyamama, düşünce, duygu ve ihtiyaçlarını dile getirememe, ilişkilerde ve aile içerisinde gereğinden fazla sorumluluk almak gibi kişilerarası ilişkilerdeki sorun; genetik yatkınlık, klinik düzeydeki mükemmeliyetçilik, kişilik özellikler ve psikiyatrik bozukluklar da yeme bozukluğunun oluşmasındaki risk faktörlerindendir.

Her ne kadar kadınlarda daha sık olduğunu düşünsek de erkeklerde görülme sıklığı son yıllarda ciddi oranda artış göstermektedir. Bu belirtileri çocuğunuzda, çevrenizde hatta kendinizde gördüğünüzü düşünüyorsanız öncelikle bir ruh sağlığı uzmanına başvurun.”

Uzm. Psikolog Koçer, anne babalara konuyla ilgili önerilerini şöyle sıraladı:

  • Çocuğunuzun beden şekli ve kilosunu eleştirmeyin.
  • Fazla korumacı- kontrolcü veya fazla ilgisiz davranmayın. Çocuğunuza alan bırakın.
  • Çocuğunuzu bir başkasının çocuğuyla kıyaslamayın.
  • Çocuğunuza rol model olun, önce kendi yemek tutum ve davranışlarınızı düzenleyin.
  • Yiyecekleri ödül olarak kullanmayın, sosyal ödüllendirmeleri değerlendirin.
  • Duygu, düşünce ve zorlandığı şeyleri ifade edebilmesi için çocuğunuzu destekleyin.
  • Bu süreçte ne kadar zorlansanız da sabırlı ve sevgi ile yaklaşın.
  • Bu tüm kurallar için en önemlisi tutarlı olun.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ FARKINDALIK AYI

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ FARKINDALIK AYI

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı” nedeniyle stant açılarak kalın bağırsak kanserine dikkat çekildi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KURULAN STANTTA KALIN BAĞIRSAK KANSERİNE DİKKAT ÇEKİLDİ

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Kalın Bağırsak Kanseri Farkındalık Ayı” nedeniyle stant açılarak kalın bağırsak kanserine dikkat çekildi.

Kalın bağırsak kanseri farkındalığını artırmak, kalın bağırsak kanseri taramasının önemine vurgu yapmak ve kalın bağırsak, rektum ya da anüs kanserine yakalanma riskini azaltabilecek sağlıklı yaşam alışkanlıklarını teşvik etmek amacıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü tarafından stant açıldı.

Açılan stantta, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, Onkoloji Bölümü Sorumlu Hemşiresi Halil İbrahim Kelleci, Onkoloji Bölümü Hemşiresi Büşra Kısacık, Diyetisyen Sena Kılın, Fizyoterapist Mürşide Mantar, Klinik Araştırmalar Uzman Yardımcısı Esen Dablan hasta, hasta yakını ve ziyaretçilere kalın bağırsak kanseri ile ilgili bilgilendirme yaptı.

Stantta kalın bağırsak kanserlerinin simgesi olan koyu mavi renkli kurdele ve balonlar da dağıtıldı.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ FARKINDALIK AYI

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ FARKINDALIK AYI

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, “Ciddi bir hastalık olan kalın bağırsak (Kolorektal) kanserinin farklı tedavi seçenekleri var” dedi.

 

 SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖĞR. ÜYESİ MUSTAFA YILDIRIM:

CİDDİ BİR HASTALIK OLAN KALIN BAĞIRSAK KANSERİNİN FARKLI TEDAVİ SEÇENEKLERİ VARDIR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, “Ciddi bir hastalık olan kalın bağırsak (Kolorektal) kanserinin farklı tedavi seçenekleri var” dedi.

Prof. Dr. Yıldırım, 1-31 Mart Kalın Bağırsak Farkındalık Ayı nedeniyle yaptığı açıklamada, kolon olarak da bilinen kalın bağırsağı ya da rektumu (Kalın bağırsağı anüse bağlayan son kısım) etkileyen bu kanserin, kolon ve rektal birleşiminin kısaltılmış hali olan “Kolorektal" olarak da tanımlandığını söyledi. 

İlk aşamada herhangi bir belirtisi olmayan kalın bağırsak kanserinin yol açacağı sorunlara değinen Prof. Dr. Yıldırım, bunları, “Karın ağrısı, bağırsak hareketlerinde değişiklik (Doku, boyut, sayı, renk vb.), dışkıda kan, zayıflama, yorgunluk hissi, nefes darlığı, vb belirtiler” olarak sıraladı. 

TEŞHİSİ

Kalın bağırsak kanserinin tespitinde birkaç test kullanıldığını belirten Prof. Dr. Yıldırım, bunları şöyle özetledi:

“1. Kolonoskopi: Kanser şüphesinde, anüsten başlayıp kolona kadar bir tüp ile küçük bir kamera aracılığıyla hastalığa yönelik tarama işlemi olan kolonoskopi önerilmektedir.

2. BT Kolonografi (Sanal kolonoskopi): Bu özel görüntüleme tekniğiyle kanser ve polipler aranır.

3. Dışkıda Kan Testi: Bu testler, çoğunlukla dışkı örneklerinde kan olup olmadığını kontrol etmek için yapılır. Kanser ya da polipler kanamaya sebep olabildiğinden bu testler mevcut kanamaların tespitinde yardımcı olur.

4. Sigmoidoskopi: Kolonoskopiye benzer bir işlemdir. Kolonun tamamına değil sadece son kısmına bakılır.” 

TEDAVİSİ

Kalın bağırsak kanseri türlerinin çoğunda kullanılan tedavi yöntemlerine değinen Prof. Dr. Yıldırım, “Tedavi yöntemleri arasında kolon ya da rektumdaki kanserli bölümün çıkarılmasına yönelik ameliyat, kanser hücrelerini öldüren ya da büyümelerini durdurmaya yönelik ilaçların kullanıldığı kemoterapi, radyasyon tedavisi ve hedefe yönelik yeni tedavi teknikleri bulunmaktadır” ifadelerine kullandı. 

Prof. Dr. Yıldırım, bu hastalığın tedavisinde, az bir oranda da olsa kanserin büyümesini durdurmaya yönelik, vücudun bağışıklık sistemiyle birlikte çalışan ilaçların kullanıldığı immünoterapinin de uygulandığına dikkat çekti.

KANSER TARAMASI ÖNEMLİ

Kalın bağırsak ve rektumda kanser taramasının, belirtileri ya da kansere dönüşebilecek polip adı verilen oluşumları kontrol etmek amacıyla yapıldığını vurgulayan Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:

“Taramaya başlamak için 45 yaş önerilir. Bu kansere yakalanma riski yüksek olanlar taramaya daha erken yaşlarda başlamalıdır. Ailesinde kalın bağırsak kanseri öyküsü olan, ‘Crohn hastalığı’ ya da ‘ülseratif kolit’ diye isimlendirilen kalın bağırsak hastalıklarına sahip bireyler, yüksek risk grubundadır.

Yapılan taramalar herhangi bir semptom görülmeyen ya da kanser düşünülmesini gerektirecek nedeni olmayanlara yapılır. Böylece poliplerin kansere dönüşmeden bulunması, çıkarılması ya da kanserin büyümeden, yayılmadan ya da herhangi bir soruna neden olmadan, erkenden tespiti amaçlanır.” 

Yapılacak kanser taramalarına ilişkin testlerin sıklığının, bu kanserin riski ile yapılacak teste göre değişeceğinin altını çizen Prof. Dr. Yıldırım, “Kalın bağırsak kanseri riski yüksek kişiler daha sık tarama testleri ve kolonoskopi yaptırmalıdır” şeklinde konuştu.

14 MART TIP BAYRAMI MESAJI

14 MART TIP BAYRAMI MESAJI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“TIP MESLEĞİ, İNSANA SAYGI VE FEDAKARLIK ÜZERİNE KURULMUŞ, ULVİ BİR MESLEKTİR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.

Dr. Kileci, “Tıp mesleği, insana saygı ve fedakarlık üzerine kurulmuş, ulvi bir meslektir” dedi.

Hayatın her anında, sağlık çalışanlarının insan yaşamı için büyük bir özveri ve sabırla görevlerinin başında olduğunu anımsatan Dr. Kileci, mesajını şöyle sürdürdü:

“Gerek küresel olarak çok zor günler yaşadığımız pandemi dönemi, gerekse yakın tarihte yaşadığımız deprem felaketi sağlık çalışanlarının ne kadar büyük ve önemli sorumlulukları olduğunu bir kez daha gösterdi.

Tıp Bayramı, sadece mesleki bir bayramı değildir, aynı zamanda sağlık sektöründeki tüm çalışanların dayanışma, birlik ve beraberlik ruhunu güçlendirdiği özel bir tarihtir.

Bu vesileyle mesleğini en iyi şekilde icra etmek için gece gündüz demeden çaba sarf eden tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ediyorum.14 Mart Tıp Bayramımız kutlu olsun.”

12 MART DÜNYA GLOKOM GÜNÜ

12 MART DÜNYA GLOKOM GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Pelin Özyol, 40 yaş üstü kişilerde glokomun (göz tansiyonu) erken tanı ve tedavinin olmadığı durumda kalıcı görme kaybına yol açabileceğini kaydetti.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. ÖZYOL: “GLOKOM, ERKEN TANI VE TEDAVİ OLMADIĞINDA KALICI GÖRME KAYBINA NEDEN OLABİLİR” 

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Pelin Özyol, 40 yaş üstü kişilerde glokomun (göz tansiyonu) erken tanı ve tedavinin olmadığı durumda kalıcı görme kaybına yol açabileceğini kaydetti. 

12 Mart Dünya Glokom Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Özyol, glokomu; göz içi basıncının artmasından kaynaklı ortaya çıkan ve göz sinirinde beliren yıpranma olarak tanımladı. 

Glokomun göz içindeki sıvının yeterince dışarı atılamadığı durumlarda ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Özyol, şu bilgileri verdi: 

“Göz içi sıvısı gerektiği kadar dışarıya atılamadığında göz içindeki basınç artarak, görmemizi sağlayan sinir hücrelerini tahribata uğratır. Bu durumda göz siniri hücreleri zarara uğrayarak, göz çevresinden merkezine doğru görme kaybı yaşanmaya başlar. 

Basınçta belirgin artış olmadan da yapısal nedenlerle göz içi basıncına hassas olan gözlerde aynı olayın gerçekleşmesi mümkündür. Hücrelerin tümü öldüğü zaman kalıcı total (bütünsel) görme kaybı oluşur.” 

GLOKOMUN GÖRÜLME YAŞLARI

Glokomun 40 yaş üzeri gizli ilerleyen bir hastalık olduğunu ifade eden Prof. Dr. Özyol, “Özellikle genetik yatkınlık nedeniyle ailesinde glokom hastalığı öyküsü olanlar, yüksek dereceli miyop hastalar, diyabeti olan hastalar ve gözüne darbe alan hastalar glokom açısından risk taşır” ifadelerini kullandı. 

TEDAVİ SEÇENEKLERİ

İlaç, lazer ya da cerrahi olarak hastalığa müdahale edilebileceğini anımsatan Prof. Dr. Özyol, tedavi konusunda şu bilgileri paylaştı: 

“Gizli ve sinsi ilerleyen glokomun erken teşhis ve tedavisi için özellikle 40 yaş üstü kişiler rutin göz muayenesi yaptırmalıdır.

Glokomun oluşumu gözün yapısı, birtakım göz hastalıkları ya da göze alınan darbelere bağlı olabilir. Erken teşhis konduktan sonra tedaviyle görme kaybını engellemek mümkündür.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KADINLAR GÜNÜ KUTLANDI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KADINLAR GÜNÜ KUTLANDI

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı.

SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı, Genel Müdür Dr. Sermet Kileci, Genel Müdür Yardımcısı Rabia Ağar, Mesul Müdür Dr. Mehmet Subaşı, Mali İşler Müdürü Filiz Türkmen, Başhemşire Ceylan Özyılmaz ve Misafir Hizmetleri Yöneticisi Cesur Yıldız, kadın personele görev yerlerinde armağanlarını takdim etti.

Genel Müdür Dr. Sermet Kileci, “Her sektörün kendince zorlukları vardır. Ancak görev yaptığımız sağlık sektörü hem fedakarlık isteyen hem de dinamik bir çaba gerektirir. İnsan sağlığı için emeklerini esirgemeden görev yapan hastanemizdeki tüm kadın personelimizin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum” dedi. 

YEME BAĞIMLILIĞI

YEME BAĞIMLILIĞI

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi H. İbrahim Öztürk, yeme bağımlılığının, tıbbi yazında ilk kez 1950’lerde yer bulmaya başlasa da son yıllarda artan bir sorun haline geldiğini ve daha fazla araştırmaya konu olduğunu söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ ÖZTÜRK:

“YEME BAĞIMLILIĞI SON YILLARDA ARTAN BİR SORUN HALİNE GELMİŞTİR”     

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi H. İbrahim Öztürk, yeme bağımlılığının, tıbbi yazında ilk kez 1950’lerde yer bulmaya başlasa da son yıllarda artan bir sorun haline geldiğini ve daha fazla araştırmaya konu olduğunu söyledi.

Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, obezite yaygınlığının artışıyla birlikte obez kişilerde sıklıkla gözlenen aşırı ve tıkınırcasına yeme davranışlarından yola çıkarak yemek yemenin bir tür bağımlılık haline dönüşebileceğine ilişkin soruların gündeme geldiğini kaydetti.

Yeme bağımlılığı ile ilişkili yapılan araştırmalarda, bağımlılığın temel ölçütleri olarak bilinen aşerme, zararlarının bilinmesine rağmen kontrolsüz tüketme yani denetimini yitirme ve tolerans gelişim süreçlerinin birçok klinik ve preklinik (geliştirilen ürünün kullanımı öncesinde etkisinin-güvenliliğinin incelendiği ilk aşama) çalışmada gösterildiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle devam etti:

“Özellikle basit karbonhidratlar ve yağlar olmak üzere bazı besinlerin, bağımlılık yapıcı maddelere benzer şekilde insan beyninde etki göstermesi yeme bağımlılığı kavramını desteklemektedir.

Bu bağlamda hayatta kalmak için muhtaç olduğumuz yemek yemenin, bir tür bağımlılığa dönüşürken, işlenmiş yiyecek sanayisinin gelişimiyle birlikte daha lezzetli, daha yüksek karbonhidratlı ve yağlı yiyeceklerin çeşitlerinin artması, kolay ulaşılabilir olması ve bu yiyeceklerin çekici reklamlarla sunulmasının rolü vurgulanmaktadır.

Aşırı işlenmiş gıdaların oluşturduğu ‘aşırı lezzet’ hissi, içerdiği çabuk emilen basit karbonhidratların kan şekerini hızlı yükseltmesi, beyin tarafından ödül merkezlerini az işlenmiş veya işlem görmemiş gıdalara kıyasla daha güçlü uyarması bağımlılık için zemin oluşturmaktadır.”

SAĞLIK SORUNUNA YOL AÇMA RİSKİ TAŞIMAKTADIR

Yemek yemenin, yaşamak için zorunlu olmasının ötesinde lezzetli yiyeceklerin verdiği haz ve keyif nedeniyle bazı kişilerde olumsuz duygularla baş etme yolu olarak da kullanılabildiğini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Fazla kilolu ve tedavi için arayışta olan gençler arasında yapılan bir çalışmada mutsuzluk, kaygı vb. gibi olumsuz duyguların varlığında yeme davranışı üzerinde kontrolü kaybetme ve duygu düzenleyici olarak yemek yemenin ortaya çıktığı ayrıca bu kişilerde depresyon oranlarının daha yüksek olduğu bildirilmiştir.

‘Duygusal yeme’ olarak kavramsallaştırılan bu durum genellikle stres, korku, üzüntü, endişe, yalnızlık, can sıkıntısı, yetersizlik vb. duyguların hissedilmesinin sonucu kişinin fiziksel olarak aç olmamasına rağmen engel olamadığı yeme arzusu ve davranışı diye tanımlanmaktadır. Bu zararlı başa çıkma yolu, olumsuz ruhsal sonuçlarının yanı sıra kilo sorunları, kalp ve damar hastalıkları, şeker hastalığı, yüksek kolesterol gibi bir dizi sağlık sorununa da yol açma riski taşımaktadır.”

KİŞİYE ÖZGÜ TEDAVİ YAKLAŞIMLARI İYİ SONUÇLAR VERMEKTEDİR

Obeziteyle yeme bağımlılığı arasında nedenselliğin yönünü belirlemenin güç olsa da aradaki kuvvetli ilişkinin birçok çalışmayla gösterildiğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, özetle şu değerlendirmeyi yaptı:

“Yeme bağımlılığının tedavisi de mevcut haliyle obezite veya aşırı yemeyle giden başka bir durumun (Özellikle tıkınırcasına yeme bozukluğu) tedavisinden çok ayrışmış durumda değildir. Yeme bağımlılığı için ruhsatlandırılmış bir ilaç tedavisi olmamakla birlikte bazı yeme bozuklukları ve obezitede kilo verme amaçlı kullanılan bazı ilaçların, yeme bağımlılığıyla ilişkilendirilen nörobiyolojik devreleri kapsadığı vurgulanmalıdır.

Ayrıca yeme bağımlılığı bulunanlarda depresyon, anksiyete bozukluğu gibi artmış psikiyatrik eş tanıların varlığı da tedavide ilaç kullanımını gündeme getirebilmektedir. Bunun yanında bağımlılık benzeri yiyecek tüketimine yönelik bazı psikososyal ve bilişsel müdahaleler, nöromodülasyon tedavileri ve bilişsel davranışçı terapi gibi psikoterapi yaklaşımları mevcuttur. Kişiye özgü, bütüncül tedavi yaklaşımları yeme bağımlılığı tedavisinde daha iyi sonuçlar vermektedir.”

DAHİLİYE VAKA GÜNCELLEMELERİ TOPLANTISI

DAHİLİYE VAKA GÜNCELLEMELERİ TOPLANTISI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji ve Kardiyoloji bölümlerinin iş birliği ile ‘‘Dahiliye Vaka Güncellemeleri” toplantısı düzenlendi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖĞR. ÜYESİ PROF. DR. AKDOĞAN:

“TOPLANTILARIMIZI SÜREKLİ HALE GETİRMEYİ PLANLIYORUZ”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji ve Kardiyoloji bölümlerinin iş birliği ile ‘‘Dahiliye Vaka Güncellemeleri” toplantısı düzenlendi.

Shimall Otel’de Gaziantep’in yanı sıra, çevre illerden de alanında uzman hekimlerin katıldığı toplantıda, dahiliye vakalarındaki güncel tedavi yöntemleri ile ilgili bilgiler paylaşıldı.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Nefroloji Bölümünden Prof. Dr. Mehtap Akdoğan, yaptığı konuşmada, toplantıya ev sahipliği yapmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, “İlk toplantıda yanımızda olduğunuz için teşekkür ediyorum. Genç meslektaşlarımızın zor vaka yönetimlerine yönelik talepleri doğrultusunda başlatmış olduğumuz toplantıları sürekli yapmayı planlıyoruz” dedi.

PROF. DR. MEHTAP AKDOĞAN

Prof. Dr. Akdoğan, konuşmasının ardından “İki Yetmezlikli Hasta (Böbrek-Kalp)” konulu sunum gerçekleştirdi.

Böbrek yetmezliğinin hem akut hem de kronik formda ortaya çıkabileceğine vurgu yapan Prof. Dr. Akdoğan, “Akut böbrek yetmezliği sıvı kaybı, ilaçlar gibi pek çok nedene bağlı gelişebilir. Kronik böbrek yetmezliği ise genellikle uzun süreli hastalıkların sonucu olarak ortaya çıkar” ifadelerini kullandı.

Böbrek ve kalp yetmezliği için risk faktörlerinin, obezite, kalp kapak hastalıkları, sigara, diyabetes mellitus, koroner arter hastalığı, erkek cinsiyet, yetersiz fiziksel aktivite olduğunu belirten Prof. Dr. Akdoğan, şöyle devam etti:

“İki yetmezlikli hastalarda, her iki organ sistemini etkileyen bu durumu yönetmek için multidisipliner yaklaşım gereklidir. Tedavi genellikle ilaçlar, diyet değişiklikleri, diyaliz veya organ nakillerini içerebilir. Bu noktada, kardiyologlar ve nefrologlar arasındaki iş birliği hayati önem taşır.”

PROF. DR. MUSTAFA ÇETİN

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Çetin ise “Klinik Pratikte Kalp Yetmezliğinde Zor Olguların Tedavi Yönetimi” konulu sunum yaptı.

Prof. Dr. Çetin, kalp yetmezliğini, “Kalbin yapısal veya fonksiyonel anormalliğine bağlı kanın vücuda pompalamasında yetersizlik ve buna bağlı kalp içi basınçların yükselmesi durumu” olarak tanımladı.

Çeşitli semptom ve bulgulardan oluşan klinik bir sendrom olan kalp yetmezliğinin tek bir patolojik tanı olmadığına dikkat çeken Prof. Dr. Çetin, altta yatan nedenin çok önemli ve tedavinin buna bağlı olduğunu kaydetti.

Akut kalp yetmezliğinde (AKY) tedavi yönetimine değinen Prof. Dr. Çetin, şu bilgileri paylaştı:

“AKY’de hastane öncesi ilk değerlendirme ve tedavi, hastane içi hastanın klinik stabilizasyonunu sağlama, komorbidite (ek hastalık) ve risk faktörlerinin tedavisi ile taburculuk ve uzun dönem tedavinin doğru bir şekilde planlanarak yönetilmesi gerekir. AKY’de durum ne olursa olsun, tedavideki amaç konjesyonun (Vücutta sıvı birikimi) ve varsa hipoperfüzyonun (Vücuda yetersiz kan gönderilmesi) düzeltilmesi gerekir.”

Akut dekompanse kalp yetmezliği (ADKY), konusunda da bilgiler veren Prof. Dr. Çetin, ADKY’nin, şikayetlerle başvuruların yüzde 50-70’ini oluşturan akut kalp yetmezliğinin en yaygın şekli olduğunun altını çizdi.

Tedavide amaçlarının tetikleyici faktörlerin belirlenmesi, vücutta biriken ödem ve fazla sıvı birikiminin ve hayati organlara yeterli dolaşım desteğinin düzeltilmesi olduğunu anlatan Prof. Dr. Çetin, zor vakalarda başarılı tedavi örnekleri sunumuyla konuşmasını tamamladı.

UZM. DR. GİZEM HACIMUSTAFAOĞLU TEKİN

25 Aralık Devlet Hastanesi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Gizem Hacımustafaoğlu Tekin, “Gaziantep’te görev yapan Dahiliye Uzmanlarının bir araya gelerek özellikle zor vakalarda deneyim ve tecrübeleriyle rehber olan hocalardan fikir alması ve doğru tedavinin uygulanması adına SANKO Üniversitesi Hastanesi tarafından düzenlenen bu toplantı, ben ve genç meslektaşlarım açısından çok kıymetli” diye konuştu.

Dr. Tekin, “Kalp Yetmezlikli Yönetimi Zor İki Olgu” konulu takip ettiği iki hastasına yönelik sunumunda, bilgilerini aktardı.

Sunumların ardından katılımcılarla vaka tartışmaları ve sorular yanıtlandı. Toplantı, anı fotoğrafı çekiminin ardından akşam yemeğiyle sona erdi.

15 ŞUBAT ULUSLARARASI ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ GÜNÜ

15 ŞUBAT ULUSLARARASI ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Günü” nedeniyle stant açılarak çocukluk çağı kanserlerine dikkat çekildi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNE DİKKAT ÇEKİLDİ 

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde “Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Günü” nedeniyle stant açılarak çocukluk çağı kanserlerine dikkat çekildi. 

Çocukluk Çağı Kanserleri ile ilgili farkındalığı ve hastalığın önlenmesinde toplumsal bilinci artırmak, erken tanının önemine vurgu yapmak amacıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi Eğitim Hemşiresi Aslıhan Tabur tarafından açılan stantta bilgilendirme yapıldı.   

Çocukluk çağı kanserlerinin simgesi olan sarı renkli kurdele ve balon dağıtılan stant doktorlar, personel ve ziyaretçilerden yoğun ilgi gördü.

ULUSLARARASI ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ GÜNÜ

ULUSLARARASI ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİ GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yurdanur Kılınç, erken evrede teşhisle birçok çocukluk çağı kanserinin tedavisinin mümkün olabileceğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KILINÇ:

“ERKEN EVREDE TEŞHİSLE BİRÇOK ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERİNİN TEDAVİSİ MÜMKÜN OLABİLİR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yurdanur Kılınç, erken evrede teşhisle birçok çocukluk çağı kanserinin tedavisinin mümkün olabileceğini söyledi.

15 Şubat “Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Günü” nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kılınç, “Çocukluk çağı kanserlerinin bilinen bir tarama programı yoktur ve erişkinlerde görülenler kadar neden sonuç ilişkisi net değildir. Ancak birçok çocukluk çağı kanseri, şikayetler ve belirtiler nedeni ile başvurulan hekim tarafından erken dönemde tespit edilebilir” dedi.

BELİRTİLERİ

Birçok çocuğun, uygun tedavi ve destekle sağlığına kavuşabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Kılınç, kanser düşündüren belirtileri şu şekilde sıraladı:

“- Beklenmeyen kitleler,

- Halsizlik,

- Kansızlığı düşündürecek kadar deri ve mukozaların solgun olması,

- İştahın olmaması ve ani görülen kilo kayıpları, 

 - Enfeksiyonlara yatkın olmak,

 - Lenf düğümlerinde görülen şişlikler,

- Dalağın büyümesi,

 - Cilt altı, burun, vb. gibi bölgelerde kanama eğilimi, ciltte morarma, ciltte sert kabarıklıklar,

- Nedeni bilinmeyen ateş, 

 - İdrar veya dışkıda kanama,

- Sabahları daha baskın olan baş ağrısı ve fışkırır tarzı kusma,

- Kemik ve eklemlerde uykudan uyandıracak şiddette ağrılar.”

TEDAVİSİ

Tedavi sürecinin çocuğun genel durumu, kanserin türü ve evresi gibi faktörlere bağlı olarak planlandığını vurgulayan Prof. Dr. Kılınç, şu bilgileri paylaştı:

“Erken teşhis, uygun tedavi, hasta ve ailelerin sağlık ekibiyle iş birliği içinde olması, çocukluk çağı kanserleriyle mücadelede önemlidir.  Hastalıkta lösemi türü kanserlerde, kitle ile seyreden durumlarda genellikle kemoterapi uygulanmaktadır. Doku ve organ kanserlerinde cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi seçenekleri vardır. Gerekli durumlarda kemik iliği nakli de yapılmaktadır.

Tedaviye ek olarak, çocukluk çağı kanseri hastalarına ve ailelerine psikososyal destek de sağlanmalıdır. Erken teşhis ve tedavi, çocukluk çağı kanseri ile başa çıkma şansını artırabilir. Her durum farklıdır, bu nedenle çocuğunuzun durumuyla ilgili uzman bir sağlık profesyoneli ile görüşmek en iyisidir.”

9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BIRAKMA GÜNÜ

9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BIRAKMA GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Nevhiz Gündoğdu, sigara tüketilmeyen iki saatin sonunda vücudun nikotini atmaya başladığını söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞR. ÜYESİ DOÇ. DR. GÜNDOĞDU:

“SİGARAYI TÜKETMEDİĞİNİZ İKİ SAATİN SONUNDA VÜCUDUNUZ NİKOTİNİ ATMAYA BAŞLAR”  

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Nevhiz Gündoğdu, sigara tüketilmeyen iki saatin sonunda vücudun nikotini atmaya başladığını söyledi. 

9 Şubat Dünya Sigarayı Bırakma Günü dolayısıyla açıklama yapan Doç. Dr. Gündoğdu, vücuttan atılan nikotin ile tat ve koku almanın daha da belirginleştiğini bildirdi.

Sigara içenlerin içmeyen kişilere göre solunum yollarında daha fazla enfeksiyona maruz kaldığına dikkat çeken Doç. Dr. Gündoğdu, akciğerlere zarar veren ve solunum yollarında önemli hasarlara yol açan sigara tüketiminin kronik bronşit, amfizem, KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) vb. kalıcı hastalıklara neden olduğunu kaydetti. 

Sigarayı bıraktıktan 12 saat sonra sigara dumanından temizlenen ciğerlerin çok daha iyi çalıştığını anlatan Doç. Dr. Gündoğdu, şöyle devam etti: 

“Sigarayı bırakarak ayrıca sosyal yaşamda, yiyeceklerden alınan tatlardan, koku duyusuna kadar olumlu değişimler yaşanır. Sigarayı bırakma kararı aldıktan sonra bile çok daha iyi ve rahatlama hissedilir. İkinci gün koku ve tat alma duyularında keskinleşme fark edilir. 

Üçüncü gün daha rahat nefes almaya başlarken, ilerleyen dönemde yeniden sağlığınıza kavuşabilirsiniz. Ev, araba vb. ortamlarda solunan hava daha temiz hale gelir. Ayrıca bağımlılığın hissettirdiği endişe azalarak, fiziksel rahatlama hissi oluşur.”

KIŞ AYLARINDA GÜÇLÜ BİR BAĞIŞIKLIK İÇİN “ALTIN SÜT” TÜKETİLEBİLİR

KIŞ AYLARINDA GÜÇLÜ BİR BAĞIŞIKLIK İÇİN “ALTIN SÜT” TÜKETİLEBİLİR

SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Yıldırım, soğuk havalarda bağışıklığı güçlendiren “altın süt” tarifinin soğuk algınlığı, öksürük ve uykusuzluğa karşı iyi geldiğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BESLENME VE DİYET UZMANI YILDIRIM: “ALTIN SÜT SOĞUK ALGINLIĞI, ÖKSÜRÜK VE UYKUSUZLUĞA İYİ GELİYOR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Yıldırım, soğuk havalarda bağışıklığı güçlendiren “altın süt” tarifinin soğuk algınlığı, öksürük ve uykusuzluğa karşı iyi geldiğini söyledi. 

Kış aylarıyla birlikte bağışıklığın düştüğüne ve havaların soğuması ile kapalı alanlarda daha çok zaman geçirildiğine dikkat çeken Yıldırım, “Bu durumlar grip, öksürük, bronşit, soğuk algınlığı gibi hastalıklara yakalanma riskini de artırıyor” dedi.

Yıldırım, “Altın süt, bağışıklık sistemini desteklemek ve soğuk havalarda genel sağlığı iyileştirmek amacıyla tüketilen bir içecek olarak öne çıkar” ifadelerini kullandı. 

ALTIN SÜT

Ana maddesi zerdeçal olan karışım katılan süte, verdiği renk nedeniyle “altın süt” olarak adlandırıldığını anımsatan Yıldırım, şöyle devam etti: 

“Altın sütün içerisindeki kurkumin sayesinde hücrelerin yenilenmesine, bağışıklığı güçlendirirken kilo verilmesine yardımcı olur. Serbest radikalleri vücuttan atarak, temizler. Hamile ve emziren annelerin tüketmesi doktor onayı olmadan uygun görülmemektedir.” 

MALZEMELERİ VE HAZIRLANIŞI

Yıldırım, altın sütün malzemeleri ve hazırlanışı ile ilgili şu bilgileri paylaştı: 

Malzemeler: 2 bardak süt, 2 çay kaşığı zencefil, 2 çay kaşığı zerdeçal, 2 çay kaşığı tarçın, 1 çay kaşığı karabiber, 1 tatlı kaşığı bal, isteğe bağlı 1 çay kaşığı Hindistan cevizi yağı 

Hazırlanışı: Sütü bir cezveye alın ve kısık ateşe koyun. Süt ısındıktan sonra zencefil, zerdeçal, karabiber ve tarçını ekleyin. Kaynamaya başladığında ocaktan alın. İçine bal ve isteğe bağlı olarak Hindistan cevizi yağını ekleyip sıcak bir şekilde tüketin.

Son bir uyarı; mide rahatsızlıkları olanlar, tansiyon hastaları, gebeler ve alerjik sorunları olanlar tüketmemelidir. Bu tür içecekleri tüketmeden önce bir diyet uzmanı ile görüşebilirsiniz.”

KANSER HASTALARINDA YORGUNLUK

KANSER HASTALARINDA YORGUNLUK

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bölümünden Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanser hastalarında yorgunluğun en önemli nedeninin kanser tedavilerinin yaygın yan etkisinden kaynaklandığını söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖĞR. ÜYESİ PROF. DR. YILDIRIM:

“KANSER HASTALARINDA YORGUNLUĞUN EN ÖNEMLİ NEDENİ TEDAVİLERİN YAYGIN YAN ETKİSİDİR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bölümünden Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanser hastalarında yorgunluğun en önemli nedeninin kanser tedavilerinin yaygın yan etkisinden kaynaklandığını söyledi.

Günümüzde toplumun yaşlanmasıyla birlikte kanserin sıklığı artan hastalıklar grubu olduğunu belirten Prof. Dr. Yıldırım, “Kanser hastalarının tedavisinde hastaların yaşam kalitelerini düşüren önemli sorunlardan biri yorgunluktur” dedi.

Prof. Dr. Yıldırım, kemoterapi, immünoterapi ve radyasyon gibi tedavilerin yan etkisi yorgunluk hissinin ameliyat olan kişilerde genellikle ameliyat sonrasında ortaya çıktığını ifade etti.

YORGUNLUĞA NEDEN OLAN DİĞER FAKTÖRLER

Tedaviler dışında da hastaların yorgun, zayıf veya enerjisiz hissedebileceği faktörler olduğunu anımsatan Prof. Yıldırım, bunun nedenlerini şöyle sıraladı:

“- Üzgün, endişeli veya stres.

- Yeterince yemek yememek.

- Uyumakta zorluk çekmek veya yeterince uyuyamamaktır.

- Ağrılar.

- Kırmızı kan hücrelerinin azalması olan anemisi vardır. Bir hastanın çok az kırmızı kan hücresi varsa, vücudu ihtiyaç duyduğu tüm oksijeni alamaz.

Yorgunluk durumunda hastanın belirtileri ve günlük aktiviteleri sorgulanır. Ayrıca yorgunluğa neden olabilecek ancak tedavi edilebilir durumları kontrol etmek için kan testleri de yapılır.”

ÇOK YORGUN HİSSEDİLDİĞİNDE YAPILABİLECEKLER

Prof. Dr. Yıldırım, hastaların çok yorgun hissettiğinde yapabilecekleriyle ilgili şu önerilerde bulundu:

- Egzersiz yapın. Egzersiz, enerjinizi artırabilir ve iştahınızı iyileştirmenize yardımcı olabilir. Kısa bir yürüyüş bile olsa her gün egzersiz yapmaya çalışın.

- Yoga yapın. Nefes egzersizleriyle hafif yoga yapmak birçok insanın daha az yorgun hissetmesine ve geceleri daha iyi uyumasına yardımcı olur.

- Stresinizi azaltın. Hayatınızdaki stresi azaltmak için yapacaklarınızı ihmal etmeyin. Öncelikle çok fazla kendinizi yormayın, ailenizden ve arkadaşlarınızdan ev işlerinizi yapmanıza yardım etmelerini isteyin. Mümkünse işten izin alın veya daha az saat çalışın. Gevşeme egzersizleri veya meditasyon yapın. Bir psikiyatri uzmanıyla konuşun veya bir destek grubuna gidin.

- Enerjinizi koruyun. Çok fazla enerji kullanmaktan kaçınmak için günlük rutinlerinizi ve faaliyetlerinizi yapma biçimini değiştirebilirsiniz. Örneğin, önceden plan yapmaya çalışın, sık sık dinlenin ve bir şeylere ulaşmanıza yardımcı olacak cihazları kullanın.

 

- Uyku alışkanlıklarınızı iyileştirin. Her gece en az 8 saat uyumaya çalışın. Uyumakta zorluk çekiyorsanız uyku alışkanlıklarınızı iyileştirmek için; öğleden sonra veya akşam geç saatlerde alkol veya kafeinli içecekler tüketmekten kaçının. Her gün aynı saatte uyuyup uyanmaya çalışın. Gün içinde şekerlemelerinizi sınırlayın ve bir seferde 30 dakikadan fazla şekerleme yapmayın. Her gün yeterli miktarda sıvı alın.”

DOKTORA BAŞVURULACAK DURUMLAR

Prof. Dr. Yıldırım, doktora başvurulması gereken durumları ise şöyle özetledi:

“- Baş dönmesi ve çok zayıf hissettiğinizde veya nefes almakta zorluk çektiğinizde.

- Banyo yapmak, giyinmek ve yemek yemek dahil günlük aktivitelerinizi yapamayacak kadar yorgun hissediyorsanız doktora başvurmalısınız.”

YORGUNLUK DURUMUNDA UYGULANACAK TEDAVİLER

Prof. Dr. Yıldırım, yorgunluk durumunda uygulanacak tedaviler konusunda ise şunları kaydetti:

“- Aneminiz varsa anemi tedavileri; Vücudunuzun daha fazla kırmızı kan hücresi yapmasına yardımcı olmak için belirli anemi türlerini ilaçlarla tedavi edilebilir. Ayrıca anemi ‘kan nakli’ adı verilen bir prosedürle tedavi edilebilinir. Kan nakli sırasında kişiye başkası tarafından bağışlanan kan verilir.

- Uyarıcı adı verilen ilaçlar; Kişinin enerjisini artırabilir. Genellikle bu ilaçlar yalnızca ciddi derecede yorgun ve zayıf olan kişilere reçete edilir.

- Steroid adı verilen ilaçlar; Ciddi derecede yorgun ve zayıf olan hastalarda enerjiyi artırabilir. Yan etkileri nedeniyle genellikle kısa süreliğine kullanılırlar.

- Amerikan Ginseng adı verilen bir bitki; Bu bitkiyi günlük almak, kanser tedavisi sırasında yorgun olan kişilerin enerji düzeylerini yükseltebilir.

- Depresyonu tedavi etmek için kullanılan ilaçlar; Depresyonu olan kişiler çok üzgün hissetmenin yanı sıra sıklıkla yorgun hissederler ve geceleri iyi uyuyamazlar.

Bazı erkek hastalarda erkeklik hormonu testosteronun düşük seviyeleri yorgunluğa neden olabilir. Bu hastalar testosteron replasman tedavisiyle tedavi edilebilir.”

BUZLU VE KARLI HAVALARDA DÜŞME İLE SAKATLANMA RİSKİNE DİKKAT

BUZLU VE KARLI HAVALARDA DÜŞME İLE SAKATLANMA RİSKİNE DİKKAT

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Cenk Cankuş, buzlu ve karlı hava koşullarında düşme ve sakatlanma riskinin arttığını söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ CANKUŞ: “KIŞ AYLARINDA EL VE AYAK BİLEĞİ KIRIKLARINA KARŞI DİKKATLİ OLUNMALI”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Cenk Cankuş, buzlu ve karlı hava koşullarında düşme ve sakatlanma riskinin arttığını söyledi.

Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, “Kış mevsiminde karlanma, buzlanma, vb. durumlarda genellikle ileri ve orta yaştaki hastalarda ayak bileği kırıkları görülmektedir. Kırık ve çıkıklara karşı tedbirli olunması gerekir” dedi.

Nörolojik sorunlar, denge sorunu ya da başka rahatsızlıklar yaşayan yaşlı hastaların kaygan zeminlerde baston veya yürüme yardımcıları kullanmasının, denge sağlamada ve düşme riskini azaltmada yardımcı olabileceğine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, birinden destek alarak veya kaymayı önleyen malzemeler kullanmayarak hareket etmenin ayak ya da el bileğinde kırıklara neden olabileceğini anımsattı.

EL VE AYAK BİLEĞİ KIRIKLARI

Genelde ayak bileğinde burkulma, düşme veya kayma biçiminde yaşanan travma sonucu oluşan ayak bileği kırıklarının, basit ve orta enerjili olduğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, hastaların; özellikle hareket ettiğinde aniden ya da buzlu yerlerde yürürken dikkatsizliğe bağlı kayma sonucunda burkulma vb. ters hareketlerle ayak bileğinden gelen ses şikayetiyle acil servislere başvurduğunu bildirdi.

Yine bu mevsimde el bileği kırıklarıyla ilgili yaralanmaların da olduğunun altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, şu bilgileri paylaştı:

“Sert ve kaygan zeminde el bileği üzerine düşülmesi sonucu yaşanan el bileği kırıkları, ileri yaşlarda ileri derecede kemik erimesiyle bağlantılı parçalı kırıklar şeklinde görülebilir. Çoğunlukla cerrahi yöntemle tedavi edilir. Kırıklar ayak ve el bileğinde şişlik ve ödemle belirti verir.”

NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?

Dr. Öğr. Üyesi Cankuş, karlı ve buzlu havalarda alınacak önlemleri şöyle özetledi:

“Ayakkabılar hava koşullarına uygun olmalı, küçük adımlar atılmalı. Eller yürürken cepte olmamalı, güneş gözlüğü kullanarak, karın parlamasına karşı daha rahat görüş sağlanmalı. Bina içerisinde kayma ihtimaline karşı, girişte ayakkabıların altı iyice temizlenmeli.”

OFİS ÇALIŞANLARINDA KAS İSKELET SİSTEMİ AĞRILARINA DİKKAT

OFİS ÇALIŞANLARINDA KAS İSKELET SİSTEMİ AĞRILARINA DİKKAT

SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Nursena Kılıç, günümüzde ofis çalışanlarında uzun süre hareketsiz oturmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıklarının görülme sıklığının arttığını söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ FİZYOTERAPİSTİ NURSENA KILIÇ:

“OFİS ÇALIŞANLARINDA UZUN SÜRE OTURMAYA BAĞLI KAS İSKELET SİSTEMİ RAHATSIZLIKLARININ GÖRÜLME SIKLIĞI ARTTI”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Nursena Kılıç, günümüzde ofis çalışanlarında uzun süre hareketsiz oturmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıklarının görülme sıklığının arttığını söyledi.

Kılıç, “Eklem, kas, kemik, tendon, ligaman ve kıkırdak gibi dokular ile omurga ve disklerde meydana gelen rahatsızlıklar bütünüdür. Günümüzde ofis çalışanlarında bilgisayar, tablet ya da telefon kullanımının artması ve uzun süre hareketsiz oturmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıkları da daha sık görülmektedir” dedi.

En çok rastlanan sorunların bel, boyun, kalça, diz ve omuz ağrısı, kas gücü kayıpları, el bilek ağrıları ya da tuzak nöropatilerine bağlı uyuşma gibi kas iskelet sistemi yakınmaları olduğunu belirten Kılıç, şöyle devam etti:

“Bununla birlikte ayakta plantar (ayak tabanı) basınç artışı ve postural (duruşa bağlı) denge bozuklukları da görülebilmektedir. Masa başında uzun süre hareketsiz kalmanın kifoz (kamburluk), lordoz (omurga düzleşmesi), skolyoz (omurga eğriliği) gibi durumlara yol açarak spinal duruş üzerinde zararlı etkilere neden olabileceği de kabul edilmektedir.

Fiziksel, ergonomik (kullanışlı), psikososyal ve kişisel faktörler bu duruma katkı sağlayan risk faktörleridir. Fiziksel ve ergonomik risk faktörleri arasında mouse/klavye kullanımı gibi tekrarlayıcı hareketler, uzun süre aynı pozisyonda ekrana bakmak, bireyin fiziksel özelliklerine uygun olmayan masa ve sandalye kullanımı yer alır.”

PSİKOSOSYAL RİSK FAKTÖRLERİ

Psikososyal risk faktörleri arasında iş memnuniyetsizliği, artan iş stresi, yoğun iş yükü, zaman baskısı, molaların yetersiz olmasının yer aldığını anlatan Kılıç, ileri yaş, egzersiz kapasitesinin düşük olması, sigara, obezite ya da ek sistemik ya da romatizmal hastalık gibi bireysel risk faktörlerinin de yakınmaları artıran en önemli nedenler arasında bulunduğunu kaydetti.

Masa başında devamlı sabit şekilde kalmanın kalp ve solunum hızını da olumsuz etkileyerek, bireyin aerobik kapasiteleri azalttığını anımsatan Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Uzun süre hareketsizlik kişilerde kalp hızı, kan basıncı, hipotalamus-hipofiz-adrenal aks (kompleks geribildirim mekanizmalarına sahip nöroendokrin bir geçit) aktivitesi ve kortizol gibi stres hormonlarını da olumsuz etkiler. Bu nedenle fiziksel aktivite günlük yaşamın bir parçası olmalıdır.

Düzenli fiziksel aktivite ile postür bozuklukları, kas ve eklem ağrıları, artroz (kireçlenme), osteoporoz, hipertansiyon, kalp ve solunum yolu hastalıkları gibi birçok hastalıktan korunabiliriz.”

MASA BAŞINDA ÇALIŞANLAR İÇİN NELER YAPILABİLİR?

Ofis çalışanlarına fiziksel özelliklerine uygun ergonomik düzenlemelere ek olarak düzenli egzersiz programları ve çalışma dışı fiziksel aktivite alışkanlığının kazandırılmasını kapsayan uygulamalar yapılmasının önemli olduğunu vurgulayan Kılıç, şu önerilerde bulundu:

“İş yerinde masa başına oturmadan önce ya da molalarda uygulanabilecek hafif germe, ısınma ve postür egzersizleri bunların başında yer alır. Masa başında çalışmaya bağlı kas iskelet sistemi rahatsızlıkları yaşıyorsanız, Fiziksel tıp ve rehabilitasyon alanında hizmet veren uzman doktor ve fizyoterapistlerimiz ile sizin için uygun bireysel egzersiz programınızı oluşturabiliriz. Ağrısız yaşam için geç kalmayın.”

“GAZİANTEP SPİNAL GÜNLERİ” TOPLANTISI

“GAZİANTEP SPİNAL GÜNLERİ” TOPLANTISI

SANKO Üniversitesi Hastanesi ile Türk Nöroşirürji Derneği Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi Grubu iş birliğiyle “Gaziantep Spinal Günleri” toplantısının beşincisi düzenlendi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BEYİN VE SİNİR CERRAHİSİ UZMANI PROF. DR. ZİLELİ:

TOPLANTILARIMIZDA SPİNAL CERRAHİ KONULARINDAKİ GELİŞMELERİ PAYLAŞMA FIRSATI BULUYORUZ”

SANKO Üniversitesi Hastanesi ile Türk Nöroşirürji Derneği Spinal ve Periferik Sinir Cerrahisi Grubu iş birliğiyle “Gaziantep Spinal Günleri” toplantısının beşincisi düzenlendi.  

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Kadir Çınar ile SANKO Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Murat Ulutaş’ın ev sahipliğinde düzenlenen toplantıda SANKO Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Zileli, “Dejeneratif Spondilolisteziste (Bel Kayması) Tedavi” konulu bir sunum yaptı.

Toplantılarda bölgedeki spinal cerrahi konusundaki gelişmeleri paylaşma fırsatı bulduklarını belirten Prof. Dr. Zileli, yaşlılığa bağlı bel omurlarında bozulma ve sonrasında gelişen kanal darlığı ile seyreden bel kaymasında tedavi yaklaşımları konusunda bilgi paylaştı.

Hastalığın daha çok ileri yaşlarda kendini gösterdiğine vurgu yapan Prof. Dr. Zileli, “Bu hastalık özellikle bel ağrısı, kalçalardan bacaklara vuran ağrı ve yürüme mesafesinde azalmayla karakterizedir. Hastalıkta daha çok kanalı genişletmek, sinirleri rahatlatmak, mevcut olan bel kaymasını enstrümanlarla sabitleme işlemi yapılmaktadır” dedi.

Hastalığın teşhisinde hastanın dinlenmesi, muayene ve sonrasında MR başta olmak üzere, doğru görüntüleme teknikleri yapılmasının önemine değinen Prof. Dr. Zileli, “Bu hastalıkta ameliyat kararı verildiğinde, hangi hastaya nasıl ameliyat yapılacağı önemlidir. Özellikle enstrüman kullanılan hastalarda, halk arasındaki deyimiyle platin / vida yerleştirildiğinde- doğru hastaya doğru işlemin yapılması önemlidir” diye konuştu.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde düzenlenen toplantıda ayrıca bölgedeki hastanelerden katılan beyin ve sinir cerrahlarının vaka sunumları gerçekleşti.

Sunumların sonunda dünyada omurga cerrahisi konusunda uzman isimlerin yazarlığını yaptığı ve Prof. Dr. Zileli’nin de editör olduğu “Correction Techniques for Spinal Deformity” (Omurga Düzeltme Teknikleri) isimli kitapla ilgili bilgi verildi.

Omurga deformitelerinin (bozukluklarının) düzeltilmesi ile ilgili teknikler konularında bilgiler içeren kitap spinal cerrahlar açısından bir rehber niteliği taşımaktadır.

KIŞ AYLARINDA SU İÇMENİN ÖNEMİ

KIŞ AYLARINDA SU İÇMENİN ÖNEMİ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Meltem Demirci, kış aylarında yeterli su tüketiminin, daha fazla stres altında olan bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı direnci artırdığını söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BESLENME VE DİYET UZMANI DEMİRCİ:

“KIŞIN YETERLİ SU TÜKETİMİ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRİR VE HASTALIKLARA KARŞI DİRENCİ ARTIRIR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Meltem Demirci, kış aylarında yeterli su tüketiminin, daha fazla stres altında olan bağışıklık sistemini güçlendirip hastalıklara karşı direnci artırdığını söyledi.

Soğuk hava, düşük nem ve kapalı alanlarda geçirilen uzun sürelerin vücudun su kaybını artırabildiğini belirten Demirci, “Tüm bu nedenler kış aylarında su tüketiminin daha büyük önem taşımasına neden olur” dedi.

Soğuk havanın vücut sıcaklığını düzenleme mekanizmalarını etkileyebildiğine dikkat çeken Demirci, “Vücut sıcaklığını koruma ve soğuk hava koşullarına uyum sağlama konusunda kilit bir faktördür. Isı kaybını önlemek ve içsel ısıyı korumak için düzenli su içmek, vücut ısısının stabil kalmasına yardımcı olur” ifadelerini kullandı.

Demirci, “Sıvılar, vücudun hastalıklara karşı savunma mekanizmalarını destekler. Kış aylarında su içmek sadece susuzluğu gidermekle kalmayıp, vücudun daha iyi çalışması için de hayati bir rol oynar” diye konuştu.

ÖNERİLER

Kış aylarında, soğuk hava ve rüzgarın neden olduğu su kaybını telafi etmek için günlük su tüketimine özel önem verilmesi gerektiğine vurgu yapan Demirci, şu önerilerde bulundu:

“Sağlıklı bireyler günde en az 10-12 bardak, yaklaşık 2-2,5 litre su içmeli. Ancak bu miktar kişinin yaşına, kilosuna, aktivite düzeyine ve iklim koşullarına bağlı olarak değişebilir.

Sabahları ilk iş su içmek olmalı. Vücut gece boyunca su kaybetmiştir. Sabah güne bir veya iki bardak oda sıcaklığında su içerek başlamak, metabolizmanızı harekete geçirebilir.”

Kış aylarında su içmenin sadece susuzluğu gidermekle kalmadığını aynı zamanda vücut fonksiyonlarını optimize etmek konusunda da bağışıklık sistemini güçlendirdiğini kaydeden Demirci, sözlerini şöyle tamamladı:

“Su içmek cilt sağlığını korumak ve metabolizma hızını artırmak gibi pek çok önemli avantajı da beraberinde getirir. Bu nedenle, kış mevsiminde özellikle su tüketimine özen göstermek, genel sağlığı da olumlu yönde etkileyebilir. 

Sıvı kısıtlaması olduğu durumlarda, doktora danışılmalı. Bu öneriler sağlık durumu uygun bireyler için geçerlidir. Bireyin özel sağlık durumu göz önüne alındığında, doktorun vereceği talimatlara uymak önemlidir.”