TORUNDAN SAĞLIK ÇALIŞANLARINA TEŞEKKÜR

TORUNDAN SAĞLIK ÇALIŞANLARINA TEŞEKKÜR

SANKO İlkokulu 1’inci sınıf öğrencisi Beren Ercan, anneannesi ve dedesinin COVID-19 tedavisini yapan doktor ve sağlık personeline mektupla teşekkür etti.

“DÜNYAYI SARAN COVİD-19 SALGININDA EN ÇOK SİZLER YORULDUNUZ” 

SANKO İlkokulu 1’inci sınıf öğrencisi Beren Ercan, anneannesi ve dedesinin COVID-19 tedavisini yapan doktor ve sağlık personeline mektupla teşekkür etti. 

Okulda verilen ödev olarak COVID-19 testi pozitif çıkan anneannesi ve dedesinin tedavisinin gerçekleştirildiği SANKO Üniversitesi Hastanesi doktorlarına mektup yazan Ercan, “Değerli Sağlık Çalışanları, dünyayı saran COVID-19 salgınında en çok sizler yoruldunuz. Anneanneme ve dedeme hastanede çok iyi baktınız” ifadelerine yer verdi.

“Hastanede bizler için çok fedakârlık yaptınız. Kimi zaman ailenizi görmediniz, emekleriniz için teşekkür ederim” diye yazan Ercan, mektubuna kalp, sağlık çantası ve Türk Bayrağı çizimi de yaptı. 

Mektubunu hastanede tedavi gördüğü sırada dedesi Hüseyin Güzel’e götürmesi için annesine veren Beren, dedesinin vefatı sonrasında mektubun yine de doktorlara götürülmesini istedi.

Anne Sibel Ercan, kızının arzusunu yerine getirmek için mektubu, hastane yönetimine ulaştırdı. Beren’in mektubu, anneannesi Mine Güzel ve dedesi Hüseyin Güzel’in tedavisini üstlenen doktor ve sağlık personeli başta olmak üzere, hastanede duygulu anlar yaşanmasına neden oldu.

Hastane yönetimi Beren’in duygu dolu mektubuna şu yanıtı gönderdi:

“COVID-19 salgınının hepimize zor günler yaşattığı bu dönemde, duygu dolu mektubunuz bizlere büyük moral oldu. Sizler, geleceğimizsiniz. Düşünceleriniz bu nedenle çok önemli. Sağlık çalışanı olarak yaptıklarımızın bilinmesi, verdiğimiz hizmete anlam katıyor. Mektubun için çok teşekkür ediyor, sana ve ailene sağlık dolu günler diliyoruz.”

TİROİT BEZİ HASTALIKLARI

TİROİT BEZİ HASTALIKLARI

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, tiroit bezinin iyi ve kötü huylu hastalıkları olduğunu ve bunların kadınlarda daha sık görüldüğünü söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. GÖKTÜRK MARALCAN:

“TİROİT BEZİNİN İYİ VE KÖTÜ HUYLU HASTALIKLARI MEVCUTTUR VE BUNLAR KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜLMEKTEDİR” 

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, tiroit bezinin iyi ve kötü huylu hastalıkları olduğunu ve bunların kadınlarda daha sık görüldüğünü söyledi. 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı da olan Prof. Dr. Maralcan, tiroit bezi hastalıklarına yönelik yaptığı açıklamada, “Tiroit bezi, endokrin yani iç salgı yapan bir bez. Tiroit bezinin birçok görevi vardır. Salgıladığı tiroit hormonları kalp, akciğerler, mide, bağırsaklar ve kemikler gibi vücudun hemen tüm sistemini etkiler” dedi. 

Tiroit bezinin kasların kasılma ve gevşeme hızını arttırdığını, karaciğerde gerektiğinde glikojenin glikoza çevrilmesini ve glikozun yeniden yapımını, bağırsakların glikozu absorbe etmesini, kolesterolün sentezi ve yıkımını artırdığını anımsatan Prof. Dr. Maralcan, “Tüm bunların yanında fetüsün beyin gelişimi ve iskeletin olgunlaşması için de önemlidir” ifadelerini kullandı. 

TİROİT BEZİ HASTALIKLARI VE TİROİT KANSERİ

Prof. Dr. Maralcan, tiroit bezinin “iyi huylu” ve “kötü huylu” olarak adlandırılan hastalıklarının olduğuna ve bunların kadınlarda daha sık görüldüğüne dikkat çekerek, “Tiroit bezinin hastalıkları; hipertiroidi, tiroidit, iyi huylu nodüllü guatr, nefes borusunu sıkıştıran, göğüs kafesine inen guatr ve kanser gibi birçok şekilde karşımıza çıkabilir” diye konuştu. 

Tiroit kanserinin bu hastalıklar içerisinde en dikkat çekici ve hastaları en tedirgin edici hastalık olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Maralcan, “Neyse ki tiroidin kanserlerinden en sık görülen tipi tedavi ile çok iyi gidişli bir hastalıktır. Tiroit kanserinin agresif tipleri daha azınlıktadır” ifadelerine yer verdi. 

TİROİT KANSERİ İÇİN RİSK FAKTÖRLERİ

Tiroit kanseri için risk faktörleri olarak nispeten bilinenlerden birisinin vücuda, boyuna radyasyon almış olmak ve ailede tiroit kanseri öyküsünün bulunması olarak sıralayan Prof. Dr. Maralcan, bu tip hikayesi olanların hekime danışmaları ve muayene olmaları gerektiğinin altını çizdi. 

Boyunda şişlik, saç dökülmesi, sinirlilik, çarpıntı, nadiren ses kısıklığı, yutma güçlüğü, solunum sıkıntısı gibi belirtiler verebilen tiroit kanserlerinin kadınlarda sık görülen kanserler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Maralcan, sözlerini şöyle tamamladı: 

“En sık görülen tiroit kanseri tipi, papiller kanserdir. Tedavi ile sonuçları gayet iyi olan bir kanser türüdür. Erken tanı konup tedaviye başlamak en akıllıca yoldur. Bunun için boyunda şişlik ve yukarıda söz edilen şikayetlerden biri veya birkaçı hissedilirse hekime başvurmalıdır. Tiroit bezi hastalıklarından korkmamak, geç tanı konmasından kaçınmak gerekir.”

SANKO ÜNİVERSİTESİNDE AKADEMİK YÜKSELMELER

SANKO ÜNİVERSİTESİNDE AKADEMİK YÜKSELMELER

“Bilim, eğitim ve sağlık hizmetinde SANKO farkı” anlayışı ile 2014 yılından bu yana birçok başarıya imza atılan SANKO Üniversitesi’nde, üç akademisyen doçent unvanı aldı.

ÜNİVERSİTEDE ÜÇ DR. ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇENT UNVANI ALDI

“Bilim, eğitim ve sağlık hizmetinde SANKO farkı” anlayışı ile 2014 yılından bu yana birçok başarıya imza atılan SANKO Üniversitesi’nde, üç akademisyen doçent unvanı aldı.

Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı’nın onay yazısı ile SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalından Dr. Öğr. Üyesi Alper Serçelik, Kardiyoloji alanında, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalından Dr. Öğr. Üyesi Necla Benlier, Tıbbi Farmakoloji alanında Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Gökhan Bülent Sever ise Ortopedi ve Travmatoloji alanında “Doçent” unvanı almaya hak kazandı.

Doç. Dr. Alper Serçelik Kardiyoloji Uzmanı, Doç. Dr. Gökhan Bülent Sever ise Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı olarak akademik görevlerinin yanı sıra, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabul ediyorlar.  

ROZA HASTALIĞI

ROZA HASTALIĞI

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Elif Yıldırım, Roza Hastalığının (gül hastalığı veya gülleme) tamamen iyileşmemekle birlikte, tedavi ile kontrol altında tutulabileceğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ YILDIRIM:

“ROZA HASTALIĞI TAMAMEN İYİLEŞMEMEKLE BİRLİKTE TEDAVİ İLE KONTROL ALTINDA TUTULABİLMEKTEDİR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Elif Yıldırım, Roza Hastalığının (gül hastalığı veya gülleme) tamamen iyileşmemekle birlikte, tedavi ile kontrol altında tutulabileceğini söyledi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Cilt Hastalıkları Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, genellikle yüzde meydana gelen, yaygın bir cilt rahatsızlığı olan Roza Hastalığında, çoğunlukla alın, çene, burun, yanaklar gibi yüzün orta bölümünde lezyonların daha yoğunlukta olduğuna vurgu yaptı. 

Hastalığın genç yaşlarda yanma, kızarma gibi ataklarla başlayarak, ilerleyen yaşlarda kalıcı kızarıklık, kılcal damarlarda artış, sivilce, deride ödeme neden olduğunu belirten Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, “Göz ve göz kapaklarının yüzeyinde rahatsız edici iltihaplanmalar da görülebilmektedir. Kronik bir durumdur ve uzun süre devam edebilir. Hastalık şiddeti zaman içerisinde artma veya azalma şeklinde dalgalanmalar gösterebilmektedir. Kadınlarda sık görülmektedir ancak erkekleri etkilediğinde daha şiddetli olabilir” dedi. 

NEDEN OLAN FAKTÖRLER

Roza hastalığının nedeninin tam olarak anlaşılamadığına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, şöyle devam etti:

“Genetiğimiz, bağışıklık sistemimiz ve çevresel faktörlerin tümünün bu hastalığın gelişiminde bir rol oynayabileceği düşünülmektedir. Roza gelişimini tetikleyen faktörler, yüz derisindeki kan damarlarının genişlemesine neden olur. Rozanın ciltteki veya bağırsaktaki bakterilere bağlı olduğu teorisi henüz kanıtlanmamıştır.

Bununla birlikte, antibiyotiklerin roza tedavisinde antienflamatuar (iltihapla savaşan) etkileri nedeniyle yararlı olduğu kanıtlanmıştır. Roza bulaşıcı değildir ancak daha da kötüleştirebilecek çeşitli tetikleyiciler vardır. Bunlar arasında alkol, egzersiz, yüksek ve düşük sıcaklıklar, sıcak içecekler, baharatlı yiyecekler ve stres bulunmaktadır. Roza hastaları güneşe duyarlı olabilir.”

KLİNİK ÖZELLİKLERİ VE TANISI

Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, yüzde tekrarlayan yanma ve kızarıklık atakları oluşmasının en erken dönemde hissedilmeye başlandığını anımsatarak, zaman içerisinde yüzün ortasında oluşan kızarıklığın kalıcı hale geldiğini, yanaklarda ve burun üzerinde gözle görülebilecek küçük kan damarlarının oluştuğunu kaydetti.

Hastalık ilerledikçe yüzdeki kızarıklığın daha koyu ve kalıcı hal aldığını, yüzün orta kısmında küçük, kırmızı şişlik veya iltihaplı sivilceler oluştuğunu anlatan Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, “Roza hastalığının tanısı genellikle klinik bulgular ışığında konulmaktadır. Karıştırıldığı farklı hastalıklardan ayırt edebilmek için biyopsiye ihtiyaç duyulabilmektedir. Bu hastalığa özgü bir laboratuvar bulgusu ise bulunmamaktadır” ifadelerini kullandı.

KLİNİK BELİRTİLERİ ARTIRAN FAKTÖRLER

Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, Roza hastalığının klinik belirtilerini artıran faktörleri ise şu şekilde sıraladı:

  • “Soğuk – sıcak yiyecek ve içecekler, kahve, çay, alkol, çorba, çikolata, turşu, acı, baharatlı gıdalar, vb.
  • Sıcak – soğuk hava, güneş ışığı, rüzgar, nem, vb. gibi hava koşulları
  • Stres
  • Yüzü tahriş edebilecek temizlik ürünleri, sıcak duş, ıslak mendil, kolonya, vb. banyo, kişisel bakım ve temizlik malzemeleri
  • Aşırı egzersiz
  • Birçok dermatolojik hastalıkta önemli faydalar sağlayan ilaçların yüze uzun süreli kullanımı hastalığın şiddetlenmesine neden olabilmektedir.”

TEDAVİSİ

Roza hastalığı tamamen iyileşmemekle birlikte, tedavi ile kontrol altında tutulabileceğine işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, hastalığın kontrol altına alınmasında en önemli noktanın klinik belirtileri artıran etmenlerden korunmak olduğunun altını çizdi.

Hastalığı tetikleyen en önemli faktörlerden olan güneşten korunmada, koruyucu kullanımının çok önemli olduğunu vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, “Hafif olgularda genellikle krem ve jeller kullanılmaktadır. Şiddetli olgularda tek başına veya topikal ajanlarla birlikte sistemik tedavi uygulanır. En sık tercih edilen sistemik ajanlar sistemik antibiyotikler ile A vitamini ürünü olan izotretinoindir (izotretinoin: şiddetli akne tedavisinde kullanılan bir ilaç)” şeklinde konuştu.

ROZA HASTALIĞI VE LAZER TEDAVİSİ

Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, Roza Hastalığı ve lazer tedavisine yönelik olarak ise şu bilgileri paylaştı:

“Çeşitli lazer tedavileri ve yoğun atımlı ışık (intense pulsed light, IPL) sistemleri özellikle de yüzdeki kırmızılık ve kılcal damarlanma artışlarının tedavisinde etkili olabilmektedir. Bu tedavi Roza Hastalığı olan bazı kişilerde, ortaya çıkan kızarıklığı, deri kalınlaşmasını ve tekrarlayan görünür kan damarı yamaları semptomlarını hedef alır. 

IPL tedavilerinin ayrıca Roza hastalarında görünen kan damarlarının tedavisinde etkili olduğu düşünülmektedir. Rozayı tedavi etmek için IPL kullanan 60 kişiden oluşan 2005 tarihli bir araştırmada, bu tedavinin katılımcıların yüzde 77,8'inde olumlu sonuç verdiği saptanmıştır. 

Lazer tedavisinden sonra görülen en olası yan etki yüzde veya burunda artan kızarıklıktır. Lazerden sonra biraz kızarıklık görmek yaygındır ve bu genellikle 1 ila 2 hafta içinde kaybolur. Bu yan etkiler geçicidir ve birkaç gün içinde geçmelidir. Yüzünüz yanmış gibi görünüyorsa veya lazer tedavisinden sonra yanma belirtileri yaşanırsa bu belirtiler ile ilgili doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.” 

Roza Hastalığı için lazer tedavisinin, genellikle diğer tedavi türlerini denendikten sonra yapılan bir seçim olduğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, “SANKO Üniversitesi Hastanesi Cilt Hastalıkları Kliniğimizde de uzun süredir kılcal damar tedavisinde IPL sistemleri başarılı bir şekilde kullanılmaktadır” ifadelerine yer verdi. 

Lazer ve ışık tedavisinin her insan için doğru olmayabileceğini bildiren Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, sözlerini şöyle tamamladı:

“Normalde, hastalarda roza hastalığını yönetmek ve tedavi etmeye çalışmak için topikal ilaçların bir karışımı gibi diğer tedavi yöntemleri denenmektedir. Genellikle, bu tedavilerin veya kombinasyonları roza hastalığı tedavi etmek için yeterli gelmediğinde, lazer tedavileri denenmelidir.”

PSİKİYATRİ UZMANI DR. ÖĞR. ÜYESİ YILBAŞ, SANKO HASTANESİ’NDE

PSİKİYATRİ UZMANI DR. ÖĞR. ÜYESİ YILBAŞ, SANKO HASTANESİ’NDE

Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Barış Yılbaş, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.

Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Barış Yılbaş, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı. 

Dr. Öğr. Üyesi Barış Yılbaş, 1981 yılında Antakya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Antakya’da tamamladı, 1999’da başladığı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden, 2005 yılında mezun oldu. Aynı yıl Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nde uzmanlık eğitimine başlayan Dr. Öğr. Üyesi Yılbaş, 2010 yılında uzmanlık eğitimini tamamlayarak devlet hizmet yükümlülüğü nedeniyle Elbistan Devlet Hastanesi’ne atandı. Dr. Öğr. Üyesi Yılbaş, 2014-2020 yılları arasında Gaziantep Şehitkamil Devlet Hastanesinde görev yaptı.

Uzmanlık eğitimi süresince ve sonrasında mesleki ilgi alanları arasında bulunan Bilişsel Davranışçı Terapi, Çift ve Aile Terapisi ve Cinsel Terapi alanlarında eğitim alan Dr. Öğr. Üyesi Yılbaş, bu alanlarda poliklinik hizmetlerine devam etmektedir. 

Uluslararası ve ulusal hakemli dergilerde yayınlanmış birçok makaleye ve bilimsel toplantılarda sunulan bildiriye katkıda bulunan Dr. Öğr. Üyesi Yılbaş, Türkiye Psikiyatri Derneği ve Gaziantep Tabip Odası üyesidir, evli ve iki çocuk babasıdır. 

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Dr. Öğr. Üyesi Yılbaş, Kasım 2020 itibariyle halen Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, Uzm. Psikolog Didem Cengiz, Uzm. Psikolog Melis Tümer Süyür, Uzm. Psikolog İrem Kileci ve Psikolog Gizem Başkılıç Turan’ın görev yaptığı SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nde hasta kabulüne başladı. 

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’nde ayaktan hastalara poliklinik hizmeti verilmektedir. Tüm psikiyatrik bozuklukların (depresyon, panik bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk, sosyal fobi, şizofreni, bipolar bozukluk, cinsel işlev bozuklukları vb.) tedavileri yapılmaktadır.

İlaç tedavilerinin yanı sıra terapi konusunda da deneyimli hekimler ve psikologlarla, hastalara destekleyici yaklaşımlarda bulunulmaktadır. Hastalıklar dışında psikiyatri ile ilgili birçok konuda hastalara ve hasta yakınlarına danışmanlık hizmeti de verilmektedir.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’nin ayaktan tedavilerde, Sosyal Güvenlik Kurumları ile anlaşması bulunmaktadır.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde;

  • Acil Servis,
  • Biyokimya,
  • Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları,
  • Radyoloji,
  • Nükleer Tıp,
  • Kardiyovasküler Cerrahi,
  • Organ Nakli Merkezi,
  • Nefroloji,
  • Hematoloji,
  • Terapötik Aferez Merkezi,
  • Genel Cerrahi,
  • Beyin Cerrahisi,
  • Çocuk Cerrahisi,
  • Dahiliye,
  • Gastroenteroloji,
  • Endokrinoloji,
  • Kulak, Burun ve Boğaz,
  • Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları,
  • Tıbbi Onkoloji,
  • Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi,
  • Kardiyoloji,
  • Göğüs Hastalıkları,
  • Üroloji,
  • Ortopedi ve Travmatoloji,
  • Enfeksiyon Hastalıkları,
  • Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon,
  • Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi,
  • Göz Hastalıkları,
  • Kadın Hastalıkları ve Doğum,
  • Nöroloji,
  • Psikiyatri,
  • Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,
  • Göğüs Cerrahisi,
  • Dermatoloji,
  • Uyku Laboratuvarı,
  • Obezite Merkezi,
  • Periton Diyalizi Merkezi,
  • Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi,
  • GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve
  • Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, yaşamın her aşamasında, öğretmenlerin emeğinin olduğunu belirtti.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“YAŞAMIMIZIN HER AŞAMASINDA, ÖĞRETMENLERİMİZİN EMEĞİ VAR” 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, yaşamın her aşamasında, öğretmenlerin emeğinin olduğunu belirtti. 

24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle mesaj yayımlayan Dr. Kileci, “Küçük yaşlardan itibaren yalnızca mesleki değil, kişisel, kültürel ve sosyal bireyler olmamızda bizlere büyük emekler veren değerli öğretmenlerimize minnet borcumuz ödenmez” dedi.

“Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı bir anne – baba olarak güven içinde teslim ettiğimiz öğretmenlerimiz kutsal bir görevi yerine getiriyor” diyen Dr. Kileci, “Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır’ sözleriyle taçlandırdığı öğretmenlerimizin, Öretmenler Günü’nü kutluyor, hürmetlerimi sunuyorum” ifadelerini kullandı.

 

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE, COVID- 19 TEDAVİSİ BAŞARISI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE, COVID- 19 TEDAVİSİ BAŞARISI

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde COVID-19 tedavisi görerek sağlığına kavuşan 1000’inci hastanın mutluluğu yaşanıyor.

GENEL MÜDÜR DR. KİLECİ: “SAĞLIĞINA KAVUŞAN 1000’İNCİ HASTAYI EVİNE GÖNDERDİK. EKİP OLARAK HASTALARA ŞİFA OLMAYI BAŞARDIK”

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde COVID-19 tedavisi görerek sağlığına kavuşan 1000’inci hastanın mutluluğu yaşanıyor. 

Tüm dünyayı olduğu gibi ülkemizi de olumsuz etkileyen COVID- 19 pandemisi sürecinde SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, büyük bir özveriyle hastalara hizmet sunulmaya devam ediliyor. 

İki ayrı binadan oluşan hastanede, COVID- 19 hastaları ve diğer hastalar için ayrıştırılmış iki farklı alanda, hasta bakım ve tedavileri büyük bir özveriyle gerçekleştiriliyor. 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “İki ayrı binada hizmet vermek özellikle pandemi döneminde hem bizlere hem de hastalarımıza büyük bir avantaj sağladı. Ayrıştırılmış alanlarımızda COVID- 19 hastalarımızı, diğer hasta gruplarından ayırarak, gerekli izolasyonu sağladık” dedi.

“11 Mart 2020 tarihinden bu yana pandemi kapsamında hastanemizde yatarak tedavi gören ve şifaya kavuşturarak, taburcu ettiğimiz 1000’inci COVID- 19’lu hastamızın mutluluğunu yaşıyoruz” diyen Dr. Kileci, sözlerini şöyle sürdürdü: 

“Çabamız ve temennimiz bu zorlu süreçte, tüm hastalarımızın en kısa zamanda sağlığına kavuşması. Bu kapsamda gece gündüz demeden hastalarımız için emek veren çalışma arkadaşlarımızla bir ekip olarak hareket edip, hastalarımıza şifa olmayı başardık. Özverili çalışmalarından dolayı tüm çalışma arkadaşlarımıza bir kez daha teşekkür ediyorum.” 

Dr. Kileci, “Bizler sizlere hizmet için buradayız lütfen sizler de maske, mesafe ve hijyen kurallarına dikkat ederek, kendi sağlığınızı ve başkalarının sağlığını korumaya yardımcı olun” diyerek sözlerini tamamladı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde COVID- 19 tedavisi görerek sağlığına kavuşan 57 yaşındaki P. S. ise hastalığın zorlu bir süreç olduğunu ama SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde gördüğü tedaviyle sağlığına kavuştuğunu ifade etti.

P. S. “Doktorundan hemşiresine, danışmanından temizlik personeline kadar herkese çok teşekkür ediyorum. Ellerinden gelen en iyi şekilde benimle ve tüm hastalarla ilgilenen bir ekip var. İştahım olmamasına rağmen, yemek servisim düzenli oldu. Hiçbir ihtiyacım için sıkıntı yaşamadan, tedavimi oldum ve çok şükür sağlığıma kavuşarak, evime dönüyorum. Allah herkesten razı olsun. Hepimiz maskelerimizi takmalıyız, temizlik olmadan sağlık olmuyor” şeklinde konuştu.   

DÜNYA KOAH GÜNÜ

DÜNYA KOAH GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Nevhiz Gündoğdu, Kronik (Müzmin) Obstrüktif (Tıkayıcı) Akciğer Hastalığı (KOAH) olan hastaların COVID-19’da akciğer tutulumlarının daha fazla, yaşam kayıplarının yüksek olduğunu söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ GÜNDOĞDU:

“KOAHLI HASTALARIN COVID-19’DA AKCİĞER TUTULUMLARI DAHA FAZLA, YAŞAM KAYIPLARI YÜKSEKTİR”  

“KOAH YETERİNCE BİLİNMEMEKTE, YETERİNCE TEŞHİS EDİLEMEMEKTE VE TEŞHİS EDİLENLER DE ETKİLİ BİR ŞEKİLDE TEDAVİ EDİLEMEMEKTEDİR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Nevhiz Gündoğdu, Kronik (Müzmin) Obstrüktif (Tıkayıcı) Akciğer Hastalığı (KOAH) olan hastaların COVID-19’da akciğer tutulumlarının daha fazla, yaşam kayıplarının yüksek olduğunu söyledi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Nevhiz Gündoğdu, 18 Kasım Dünya KOAH Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, “Bir akciğer hastalığı olan KOAH, tam olarak geri dönüşümlü olmayan, ilerleyici hava akımı kısıtlanması ile karakterize bir hastalıktır” dedi.

Bu hastalığın zararlı gaz ve partiküllere, özellikle sigara dumanına karşı oluşan enflamatuvar (iltihaplanma) bir süreç sonucu geliştiğini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, “KOAH yeterince bilinmemekte, yeterince teşhis edilememekte ve teşhis edilenler de etkili bir şekilde tedavi edilememektedir” ifadelerini kullandı.

ÖNEMLİ RİSK FAKTÖRÜ SİGARA

KOAH oluşumunda önemli etkenlerden birinin sigara olduğunu anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, “Sigaranın KOAH gelişimindeki rolü uzun zamandır biliniyor. Hastalara sigarayı mutlaka bıraktırmak gerekmektedir. Ayrıca KOAH’ın önlenmesi için de sigaraya başlanmaması ve pasif sigara maruziyetinin (sigara içilen ortamda bulunmaktan kaynaklanan etkilenme) önüne geçilmesi gerekmektedir” şeklinde konuştu. 

RİSK FAKTÖRLERİNE DİKKAT

KOAH gelişiminde rol oynadığı düşünülen risk faktörlerini “Genetik faktörler, sigara, çevresel ve mesleki maruziyet, iç ve dış ortam hava kirliliği, akciğer gelişimine etkili faktörler ile hava yolu hiperreaktivitesi (duyarlılığı) ve astım” olarak sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, risk faktörlerinin doğru değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekti.

Kronik öksürük, balgam çıkarma, nefes darlığı yakınmaları ve/veya risk faktörlerine maruziyet öyküsü olanlarda KOAH’ın düşünülmesi gerektiğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, “Risk faktörü taşıyan olgularda semptomlar (belirtiler, bulgular) mutlaka sorgulanmalıdır. Risk grubunda olmasına rağmen hasta semptomatik olmayabilir veya semptomlarını doktora başvuracak kadar önemsemeyebilir” ifadelerine yer verdi.

KOAH TANISI

Öksürük, nefes darlığı, balgam şikâyeti olan ve sigara içen hastanın KOAH açısından değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, tanı konusunda şu uyarılarda bulundu:

“KOAH tanısı mutlaka spirometrik (insanın ne kadar hava soluduğunu ve ne kadar çabuk soluduğunu ölçen solunum fonksiyon testi) inceleme ile doğrulanmalıdır. KOAH düşünülen her olguda kesin tanı için spirometrik inceleme yapılmalı ve tanı mutlaka bu incelemeyle doğrulanmalıdır. Spirometrik değerlendirme KOAH tanısını kesinleştirmede, ayırıcı tanıda ve hastalığın seyrini izlemede yararlıdır. Hastanemizde de uygulanabilen spirometrik inceleme mevcut hava akımı kısıtlanmasını göstermede en iyi standardize edilmiş, kolay, tekrarlanabilir ve en objektif yaklaşımdır.” 

KOAH TEDAVİSİ

Tanı konulduktan sonra hasta ve yakınlarının hastalık hakkında bilgilendirilmesi ve hastanın tedaviye etkin olarak katılımının sağlanması gerektiğine vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, şunları kaydetti: 

“Hastanın olabildiğince aktif bir yaşam sürmeye yönlendirilmesi sağlığı açısından son derece önemlidir. Eğer hasta sigara içiyorsa sigara bırakması için bir takip ve tedavi programı düzenlenmeli. Bu dönemde hastalar yakından takip edilmeli. Semptomatik olan hastalarda tedavinin temelini oluşturan bronkodilatatörler (bronş genişletici) gerektiğinde veya düzenli olarak, hastalığın her aşamasında kullanılmalıdır. Tedavi yanıtı değişkendir ve bu nedenle hastalar yakından izlenmelidir. Alevlenme sıklığı ve ağırlığı ile komplikasyonlar ayrıntılı bir şekilde değerlendirilerek tedavi bireysel olarak düzenlenmelidir. Hastaya özgü bir tedavi uygulanmalıdır. 

Tedaviye yanıt, kullanılan ilaçların etkinliğine, yan etkilerine, kişinin inhaler (soluk aldırma cihazı) kullanma tekniğine ve ilaçlara uyumuna bağlıdır. Eğitim, hastalık şiddetine göre bireyselleştirilmeli ve bir program dahilinde hastalık ilerledikçe ortaya çıkan gereksinimlere göre sürdürülmelidir. Bir uzman denetimi ve desteği altında hastalığa özgü, kendi kendini tedavi prensiplerine uygun olarak gerçekleştirilecek eğitimle tedavinin etkinliği artırılabilir.” 

Semptomatik hastalarda pulmoner (akciğer veya akciğerlerle ilgili) rehabilitasyon uygulamalarının semptom ve atakları önlemek, günlük yaşam aktivitelerini geliştirmek ve yaşam kalitesini artırmak için KOAH tedavisinde yerini aldığını ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, “Rehabilitasyon hastanede yapılabileceği gibi uygun hastalarda tedaviyi tamamlayacak şekilde evde de programlar oluşturulmaktadır. Rehabilitasyona katılmaya istekli aktif enfeksiyon ya da alevlenmesi olmayan kognitif (bilişsel) olarak katılmaya uygun tüm hastalar alınabilir. Ağır KOAH hastası olmak rehabilitasyona katılmaya engel değildir” değerlendirmesini yaptı. 

KOAH VE COVID-19

KOAH hastalarının COVID-19’da akciğer tutulumlarının daha fazla, yaşam kayıplarının yüksek olduğunu bildiren Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, KOAH hastalarının COVID-19’da ağır seyretmelerinin nedenini şöyle özetledi: 

“Bu hastaların akciğer kapasitelerinin düşük olması olabilir. Bu nedenle KOAH hastalarının maske, mesafe ve hijyen kurallarına çok dikkatle uymaları gerekmektedir. Ayrıca pandemi (birden fazla ülkeyi etkisi altına alan salgın) döneminde KOAH hastalarının alevlenmeleri önlemek için tedavilerini düzenli yapmaları, beslenmelerine dikkat etmeleri gerekmektedir.”

ULUSLARARASI AKCİĞER KANSERİ FARKINDALIK GÜNÜ

ULUSLARARASI AKCİĞER KANSERİ FARKINDALIK GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Yıldırım, akciğer kanserinin, kanserden kaynaklı yaşam kayıplarının en önde gelen nedenlerinden biri olduğunu söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ UZMANI DOÇ. DR. YILDIRIM:

“AKCİĞER KANSERİ, KANSERDEN KAYNAKLI YAŞAM KAYIPLARININ EN ÖNDE GELEN NEDENLERİNDEN BİRİDİR”

“KANSER HASTALARI COVID-19’A YAKALANIRSA ÇOĞUNDA HASTALIK RİSKİ CİDDİ ARTAR”  

SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Yıldırım, akciğer kanserinin, kanserden kaynaklı yaşam kayıplarının en önde gelen nedenlerinden biri olduğunu söyledi.   

17 Kasım Uluslararası Akciğer Kanseri Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Doç. Dr. Yıldırım, akciğer kanserinin, birçok insanı ve ailesini etkileyen önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu kaydetti. 

Sigara ve diğer tütün ürünlerinin akciğer kanserinin en önemli nedeni olduğunu anımsatan Doç. Dr. Yıldırım, “Ancak bir kişinin akciğer kanserine yakalanma şansını etkileyen birçok farklı faktör vardır” dedi.         

Kişide akciğer kanseri teşhis edildiğinde, kanser türünü ve yayılıp yayılmadığını belirlemek için birçok test yapıldığını vurgulayan Doç. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:

“Kanserden şüphelenildiğinde, röntgen çekimi, akciğer tomografisi veya diğer görüntüleme işlemlerinin yanı sıra, kan testleri yapılır. Biyopsi, bir tümörden küçük bir doku parçasını çıkarmak için yapılan bir prosedürdür, böylece mikroskop altında test edilebilir ve incelenebilir.          

Kanser yayıldığında buna ‘metastaz’ denir. Kanserin evresi, tümörün büyüklüğüne ve lenf düğümlerine veya vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığına göre belirlenir. Evre, tedavi seçimlerini yönlendirmek için kullanılan özelliklerden biridir, tümör büyüdükçe veya yayıldıkça artar.”

AKCİĞER KANSERİ BELİRTİLERİ

Akciğer kanseri küçük ve erken evrede olduğunda hiçbir belirti göstermeyebileceği için kişinin kendini normal hissedebileceğine dikkat çeken Doç. Dr. Yıldırım, “Kanser ileri evrelerde büyürse, çoğu insanda bir veya daha fazla semptom geliştirir. Bununla birlikte, akciğer kanserinin semptomları, diğer daha yaygın problemlerin semptomları ile aynı olabilir” ifadelerini kullandı.

Doç. Dr. Yıldırım, akciğer kanserinin belirtilerini, “Öksürük, balgamda kan, nefes darlığı, hırıltı, ses kısıklığı, yüzün, kolların veya boynun şişmesi, göğüs, baş, kol, omuz ve boyun ağrısı, el kaslarının zayıflaması, göz kapağının sarkması ve bulanık görme, vb.” olarak özetledi.

AKCİĞER KANSERİ İÇİN BİLİNEN RİSK FAKTÖRLERİ

Akciğer kanserine yakalanma olasılığının, birçok risk faktöründen etkilendiğinin altını çizen Doç. Dr. Yıldırım, risk faktörlerini şöyle sıraladı: 

“Akciğer kanseri için yaygın risk faktörleri arasında tütün dumanına, radyasyona veya diğer toksik maddelere maruz kalma, kişinin kansere yakalanmış yakın aile üyeleri olup olmaması, yaş ve akciğer hastalığı varlığı dahil sağlık geçmişi önemli risk faktörleridir. Akciğer kanserine yakalanan pek çok kişide bu risklerden birden fazlası bulunsa da kanser nedeni bilinmeyen kişiler de vardır.”

AKCİĞER KANSERİ TARAMASI

Akciğer kanserine yakalanma olasılığını azaltmanın en önemli adımlarının, sigarayı bırakmak, evde radon (radyoaktif bir gaz) olup olmadığını kontrol etmek, gerekirse havalandırma sistemlerini gözden geçirmek ve tehlikeli madde bulunan işyerlerinde koruma tedbirlerinin alınması olduğunu bildiren Doç. Dr. Yıldırım, akciğer kanseri taramasına ilişkin şu paylaşımda bulundu: 

“Düşük riskli olduğu düşünülen kişiler için akciğer kanseri taraması önerilmez. Yüksek risk altındaki insanlar için, düşük doz bilgisayarlı tomografi taramaları ile akciğer kanseri taraması, akciğer kanserinden ölüm riskini azaltabilir. Bu, 55 ile 74 yaşları arasında, 30 paket/yıl veya daha fazla sigara kullanma geçmişine sahip olan ve son 15 yıl içinde sigara içmeye devam eden veya bırakan kişiler için geçerlidir.”  

COVID-19 PANDEMİSİ SIRASINDA KANSER BAKIMI

COVID-19’un, SARS-CoV-2 adlı virüsün neden olduğu bir enfeksiyon olduğuna vurgu yapan Doç. Dr. Yıldırım, açıklamasında şu bilgilere yer verdi. 

“Virüsün yayılmasını yavaşlatmak için birçok bölgedeki insanlara mümkün olduğunca evde kalmaları söylendi. Bu, kanser hastaları için özellikle önemlidir, çünkü COVID-19 hastalığına yakalanırsa çoğunda hastalık riski ciddi artar. Ancak bu riskin, kanserler hastalıklarını takip ve tedavi etmek için düzenli tıbbi bakım almaya devam etmelerinin önemi ile dengelenmesi gerekir. 

Kanser tedavisi görüyorsanız, onkolog normal tedavi rejiminizde veya programınızda herhangi bir değişiklik yapmanız gerekip gerekmediği konusunda sizinle konuşabilir. Bazı durumlarda, şahsen bulunmanız gereken randevu sayısını azaltmak bir seçenek olabilir. Bu, yaşadığınız yer, kanserinizin türü ve evresi, mevcut tedavi seçenekleri ve genel sağlığınız dahil olmak üzere birkaç farklı şeye bağlı olacaktır.”

Akciğer kanserinin hem erken tanısında hem de tedavisinde önemli gelişmelerin görüldüğünü hatırlatan Doç. Dr. Yıldırım, “Klinik araştırmalar, yeni veya bilinen tedavilerin yeni kombinasyonlarının etkinliğini incelemenin dikkatlice kontrol edilen bir yoludur. Hastalıktan korunmak, özellikle de sigara gibi tütün ürünü kullanımının azaltılması akciğer kanseri ile mücadelenin en iyi yoludur” diye konuştu.

DÜNYA DİYABET GÜNÜ

DÜNYA DİYABET GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Baştemir, “Diyabetli kişilerin COVID -19 hastalığına daha duyarlı olduğu iyi bilinmektedir” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. BAŞTEMİR:

“DİYABETLİ KİŞİLERİN COVID-19 HASTALIĞINA DAHA DUYARLI OLDUĞU İYİ BİLİNMEKTEDİR”

SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Baştemir, “Diyabetli kişilerin COVID -19 hastalığına daha duyarlı olduğu iyi bilinmektedir” dedi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı da olan Prof. Dr. Baştemir, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, “Diyabet hastaları yeni koronavirüse (COVID-19) bağlı şiddetli hastalık ve komplikasyonlar için en yüksek risk gruplardan biridir. Ancak bu virüsü diğerlerinden daha fazla veya daha az kapacaklar anlamına gelmiyor” ifadelerini kullandı.

Ömür boyu diyabetle yaşamanın glikoz problemlerine, böbrek, kalp ve damarlarda, karaciğerde ve ayrıca sinirlerde yaygın hasara neden olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Baştemir, şöyle devam etti:

“İnme, kalp krizi, böbrek yetmezliği, göz hastalığı ve bacak ampütasyonları, zayıf glikoz kontrolünün mirası olabilir. Vücudun her tarafındaki kan damarlarının iç kısımları o kadar kırılgan hale gelir ki, ihtiyaç duyulan besinleri organlara gerektiği gibi taşıyamazlar. Enflamasyon (yangı veya halk arasında bilinen adı ile iltihaplanma) artar ve bağışıklık sistemi iyi performans göstermez. Tip 2 diyabette daha sık görülen ancak Tip 1'de de görülebilen obezite, tüm bu durumları daha da kötüleştirir.”

“Artan sayıda kanıt, COVID-19 ve diyabetin iki yönlü patolojik bir yol olabileceğini gösteriyor. Yani, COVID-19'a yakalanan hastalar, risk faktörleri arasında bulunan aşırı kilo ve ileri yaş olmasa bile diyabet gelişme riski ile karşılaşabilirler” diyen Prof. Dr. Baştemir, bilim insanlarının hala bu tuhaf tıbbi gizemin cevaplarını bulmaya çalıştıklarını anımsattı.

ÇİFT YÖNLÜ İLİŞKİ TANIMLAMASI

Diyabetin metabolik bir hastalık olduğunu, bu nedenle de virüsün bir şekilde insülin üreten pankreası (kan şekeri seviyelerini düzenleyen salgı organı) etkilemesi veya kandaki glikoz seviyesini yükseltebileceğini belirten Prof. Dr. Baştemir, COVID-19'u ve diyabeti "çift yönlü bir ilişki" olarak tanımlamanın mümkün olduğunu söyledi.

Şu andaki verilere dayanarak Tip 2 diyabet, Tip 1 diyabet veya gebelik diyabetine sahip olmanın, COVID-19'da ciddi hastalık riskini artıracağının altını çizen Prof. Dr. Baştemir, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yapılan araştırmalar diyabet öyküsü olmayanlarda bile yüksek kan şekeri seviyeleri, daha yüksek COVID-19 ölüm oranı ile güçlü bir şekilde ilişkili bulunmuştur. Diyabetli kişilerin, COVID -19'a yakalanırlarsa çok daha yüksek ağır hastalık veya ölüm riskiyle karşı karşıya oldukları zaten belgelenmiştir.

COVİD -19 hastalarında yapılan analizlerde diyabet durumu, ortalama açlık plazma glikozu ve glikoz değişkenliği artmış, mortalite (ölüm oranı) ve yoğun bakıma yatma ile bağımsız olarak ilişkili bulunmuştur. Artmış kan glikoz seviyelerinin diyabetik olmayan kişilerde bile kötü prognoz (hastalığın seyriyle ilgili) öngördüğüne dair kanıtlar gösterilmiştir.

Bir yandan diyabet, COVID-19 riskinin artmasıyla ilişkili iken, öte yandan, diyabetik ketoasidoz (komplikasyon) ve aşırı yüksek insülin dozlarının gerekli olduğu hiperozmolarite (kan şekeri konsantrasyonunun aşırı derecede artışı) dahil olmak üzere ciddi metabolik komplikasyonlar, COVID-19’lu yeni başlangıçlı diyabet hastalarında ve bilinen diyabetli hastalarda gözlemlenmiştir.”

DİYABETİN DİĞER KRONİK HASTALIKLARLA İLİŞKİSİ

Prof. Dr. Baştemir, diyabetin diğer kronik hastalıklarla ilişkisi konusunda şu bilgileri paylaştı: 

“Obez olan kişilerde kalp-solunum sistemi zindeliğinin daha düşük olduğu bilinen bir gerçektir. Zayıf akciğer fonksiyonu, muhtemelen şiddetli uyku apnesi ve kan damarı hastalığı nedeniyle obezlerin yeteri kadar hareket edemedikleri bilinmektedir. Bütün bunlar hastalık durumunda daha da önem kazanmaktadır.

İyi nefes alabilmeniz ve optimal dolaşım fonksiyonuna sahip olmanız gereklidir. Obezler, koronavirüs enfeksiyonuna yakalandığında uygun bir bağışıklık tepkisi oluşturamamaktadırlar. Obezite yanında, hipertansiyon ve diğer kardiyovasküler hastalıklar da önemli risk oluşturmaktadır. Bu hastalıklar, COVID-19 hastalığının iyileşme sürecini olumsuz etkilemektedir. 

Virüsün yol açtığı iltihaplanma ya da altta yatan diyabetli veya COVID-19 nedeniyle yeni oluşan diyabetli bireyde, diyabetik acil durum yaşanması, yorgunluğa, kas ağrısına, aşırı susuzluğa, sık idrara çıkma, nefes almada zorluk, mide bulantısı, zihinsel yorgunluk ve konsantrasyon bozukluğuna neden olarak, acil bakım gerektirebilir.” 

COVID-19’UN DAHA ETKİN OLDUĞU HASTALIKLAR

Tip 2 diyabet için risk faktörleri olmayan (yaşlı veya fazla kilolu olma gibi) bazı hastalarda COVID -19'a maruz kaldıktan sonra diyabetik bir acil durum görüldüğünü söyleyen Prof. Dr. Baştemir, şunları kaydetti: 

“Diyabet hastaları kronik enflamatuvar bir durumda yaşama eğilimindedir ve onları COVID -19'a karşı hayatı tehdit eden bir sitokin (protein grubu) fırtınasıyla sonuçlanabilecek daha şiddetli bir enflamatuvar yanıtla karşı karşıya bırakabilir. Bu aşırı bağışıklık tepkisinin viral enfeksiyondan daha çok organ hasarı yoluyla bazı hastalara zarar verdiği düşünülüyor. Ancak diyabet, bağışıklık sistemini virüslerle savaşını da zayıflatabilir.

Sosyoekonomik yetersizlik, etnik köken ve diğer kronik tıbbi durumlar gibi potansiyel olarak ilgili risk faktörlerini hesaba kattıktan sonra, COVID -19'dan hastaların hayatını kaybetme riski, diyabeti olmayanlara göre Tip 1 diyabetli hastalarda yaklaşık üç kat, tip 2 diyabetli hastalarda ise yaklaşık iki kat daha yüksek saptanmıştır.”

Yeni araştırma bulgularının ne diyabet ne de hiperglisemi SARS-CoV-2'ye karşı antikor yanıtını bozuyor gibi görünmediğini, bunun da bir COVID-19 aşısının diyabetli olmayanlarda olduğu kadar diyabetli kişilerde de etkili olacağını gösterdiğini anlatan Prof. Dr. Baştemir, şu uyarılarda bulundu:

“Diyabetli hastalarda ilk ve en iyi yol olarak virüsün bulaşmasını önlemeye yönelik tedbirlerin alınması gerekir. Diyabetli kişilerin kan şekerlerini kontrol altına almadıkça, COVID -19'un onlar için diğer insanlardan çok daha fazla tehlike oluşturacağına dair hiçbir şüphe yok.” 

YAPILACAK EYLEMLER

Prof. Dr. Baştemir, yapılacak eylemleri şu şekilde sıraladı:

  • “Diyabet haplarınızı ve insülininizi her zamanki gibi almaya devam edin.
  • Sağlık uzmanınızın belirttiği şekilde kan şekerinizi test edin ve sonuçları takip edin.
  • İnsülin dahil diyabet ilaçlarınızı en az 30 günlük tedarik ettiğinizden emin olun.
  • Kendinizi hasta hissediyorsanız sağlık uzmanınızın talimatlarının izleyin.
  • Durumunuz hakkında endişeleriniz varsa veya kendinizi hasta hissediyorsanız, sağlık uzmanınızı arayın.
  • Gerekirse en yakın sağlık merkezi ile iletişime geçin.” 
  • Gerçekten kötü kontrol edilen diyabete sahip insanların ister grip ister tüberküloz olsun şiddetli enfeksiyonlara karşı daha duyarlı olduğunun altını çizen Prof. Dr. Baştemir; sözlerini şöyle sonlandırdı:
  • “Yüksek kan şekeri, bağışıklık fonksiyonumuzu doğrudan bozar. Yaş ve zayıf glikoz kontrolü, COVID -19'daki kötü sonuçların iki ana nedenidir. 65 yaşın altındaki, obez olmayan ve glikoz kontrolü iyi olan birinin riski daha azdır.
  • Diyabet ve COVID -19'u olan herkesin hastaneye yatırılması gerekmez, ancak bu düzeyde bir bakıma ihtiyaç duyarlarsa, glikoz seviyelerini kontrol etmek ve izlemek çok önemlidir.”   

BÜYÜK ÖNDER SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE ANILDI

BÜYÜK ÖNDER SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE ANILDI

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ebediyete intikalinin 82’nci yılında SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde törenle anıldı.

10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ 

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ebediyete intikalinin 82’nci yılında SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde törenle anıldı. 

Hastane bahçesinde düzenlenen törende Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimizin manevi huzurunda saygı duruşunda bulunularak, İstiklal Marşı okundu. 

Törene SANKO Hastanesi Genel Müdür Yardımcısı Rabia Ağar, Mesul Müdürü Dr. Suat Özerbaş, Hastane Müdürü Hüseyin Söylemez, çok sayıda doktor, idareci ve personel katıldı. 

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin hizmet verdiği her iki binada Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafları karanfillerle süslenerek, anma köşeleri oluşturuldu. 

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Tıbbi Onkoloji, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BİR İLKE DAHA İMZA ATTI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BİR İLKE DAHA İMZA ATTI

SANKO Üniversitesi Hastanesi, Türk Standartları Enstitüsü’nden (TSE) ülkemizin “TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon Yönetim Sistemleri Belgesi” almaya hak kazanan ilk ve tek hastane oldu.

GENEL MÜDÜR DR. SERMET KİLECİ: “TÜRKİYE’NİN HİJYEN VE SANİTASYON BELGELİ İLK VE TEK HASTANESİ OLMANIN GURURUNU YAŞIYORUZ”

“ALDIĞIMIZ BELGELER, VERDİĞİMİZ HİZMETİN NİTELİĞİNİN ONAYLANMIŞ OLMASI AÇISINDAN BÜYÜK ÖNEM TAŞIMAKTADIR” 

SANKO Üniversitesi Hastanesi, Türk Standartları Enstitüsü’nden (TSE) ülkemizin “TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon Yönetim Sistemleri Belgesi” almaya hak kazanan ilk ve tek hastane oldu. 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Türkiye’nin “tek çatı altında en büyük özel hastanesi” olduklarını anımsatarak, “Kurulduğumuz günden itibaren kalite çalışmalarına büyük önem verdik. Kalite yolculuğuna, 1998 yılında TSE’den Türkiye’de kalite belgesini alan altıncı, özel hastaneler içerisinde dördüncü hastane olarak başladık” dedi. 

Özellikle COVID-19 salgını nedeniyle hijyen kavramının günlük hayatta daha da önemli hale geldiğine vurgu yapan Dr. Kileci, TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon (sanitasyon, hijyen için gerekli olan koşulların sağlanması ve korunması) Yönetim Sistemleri belgesine ilişkin şunları kaydetti: 

“Temmuz ayında ‘TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon Yönetim Sistemi’ni uygulama kararı aldık. ‘Sağlıkta Kalite ve Sağlıkta Akreditasyon Standartları’na göre hazırlanan ve uygulanan Hijyen ve Sanitasyon uygulamalarının içeriğini biraz daha genişleterek TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon Yönetim Standartlarını kapsayacak şekle getirdik ve tüm bu çalışmaların sonucunda belgeyi almaya hak kazandık.  

TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon Yönetim Standardının etkin uygulanmasıyla; kurum içinde hijyen ve sanitasyon uygulamalarının standardize edilmesi sağlanmaktadır. Bu standart, hastalarımızın güven ve memnuniyetini artırırken, çalışanlarımızın da motivasyonlarını yükseltmektedir. 

TS 13811 Hijyen ve Sanitasyon Yönetim Sistemleri Belgesi’ni almak, verdiğimiz hizmetin niteliğinin onaylanmış olması açısından büyük önem taşımaktadır. Ülkemizde bu konuda ilk ve tek hastane olmak bizim için ayrı bir gurur ve mutluluk kaynağı oldu.”

TS EN ISO 14001 ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMLERİ

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin bu süreçte TS EN ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemleri Belgesi de aldığına dikkat çeken Dr. Kileci, şöyle devam etti: 

“Kuruluşumuzdan itibaren çevreye saygıyı ilke edinerek hizmet veriyoruz. Kojenerasyon yöntemiyle tükettiğimiz elektriğin yüzde 60’ını kendimiz üreterek, faaliyetlerimizi yasal mevzuata uyumlu yürütüyoruz. Bu ve bunun gibi çevre konusunda yaptığımız çalışmalar bizi ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi belgesini almaya yöneltti.

20. yüzyıl insanlarının çevreye verdiği zarar her geçen gün artıyor. Doğal kaynakların etkin kullanımı sonucunda giderlerin azaltılmasını, hasta güveninin artmasını, potansiyel tehlike durumlarının belirlenmesiyle acil durum ve kazalara karşı hazırlık yapıldığından, kayıpla sonuçlanan olaylarda azalmalar yaşanmasını, hastanenin kalitesinin dolayısıyla çalışan moralinin yükselmesinin sağlanmasıyla kuruma bağlılığının pekişmesini, personele verilen eğitimlerle de çevre bilincinin yükseltilmesini sağlıyoruz.”

DİĞER BELGELER

Daha önce aldıkları TS EN ISO 9001:2015 Kalite Yönetim Sistemleri ve ISO 45001:2018 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi Belgelerine de değinen Dr. Kileci, sözlerini şöyle tamamladı:

“TS EN ISO 9001:2015 Kalite Yönetim Sistemleri belgemizle kurumumuzda hasta beklentilerini karşılayarak, hasta memnuniyetini artırmakta ve kesintisiz yapılan iyileştirmelerle sürekliliği sağlamaktır.

ISO 45001:2018 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi standardı ile hastane olarak büyük önem verdiğimiz unsurlardan biri olan çalışanların bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi, iş kazaları ve meslek hastalıklarından korunması, yaşanacak iş kazaları ve bunların sonuçlarından hastanemizin göreceği zararları önleyecek proaktif bir yaklaşım sergileyerek, çalışanlarımıza verdiğimiz değer ile güvenli bir çalışma ortamı sağlamak amacıyla faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. 

Bu süreçlerin kurulmasında her türlü desteği veren SANKO Holding Yönetim Kuruluna, başta rektörümüz Prof. Dr. Güner Dağlı olmak üzere SANKO Üniversitesi öğretim üyeleri ve çalışanlarına, özellikle bu başarının esas mimarı olan Hastane Kalite Yönetim Birimimiz ile tüm çalışanlarımıza ve belgelendirme denetiminde sistemimizin daha da iyi olması için önerilerde bulunan TSE Denetim Ekibine teşekkür ederiz.”

10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ

10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, görüş ve düşünceleriyle Türk Milleti’nin en büyük rehberi olduğunu belirtti.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. SERMET KİLECİ:

“MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELERİYLE EN BÜYÜK REHBERİMİZ OLARAK YOLUMUZU AYDINLATMAYA DEVAM EDİYOR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, görüş ve düşünceleriyle Türk Milleti’nin en büyük rehberi olduğunu belirtti.

Büyük Atatürk’ün ebediyete intikalinin 82’nci yılı dolayısıyla mesaj yayımlayan Dr. Kileci, “Mustafa Kemal Atatürk, dünyada eşi olmayan bir önder ve askeri deha olarak sürdürdüğü 57 yıllık hayatında, Türkiye Cumhuriyeti gibi ilelebet yaşayacak büyük bir esere de imza attı” dedi. 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin üzerinden 82 yıl geçmesine rağmen Türk Milleti’nin en büyük rehberi olduğuna dikkat çeken Dr. Kileci, ”Manevi miras olarak bıraktığı akıl ve ilim yolunda yürümek için öncelikle Büyük Önderimizi tanımalı, O’nun fikir, düşünce ve yaptıklarını anlamalı ve mümkünse onun gibi düşünebilmeliyiz” ifadelerini kullandı. 

Büyük Atatürk’ün, insanca yaşama onurunu bağımsızlıkla taçlandırmaya adadığı hayatında, verdiği mücadelenin emanetçisi olarak, gelecek nesillere bu bilinç ve inancı aşılamanın önemine de değinen Dr. Kileci, “Tüm dünyanın takdir ve saygısını kazanmış bir lidere sahip olmanın haklı gurur ve onurunu bizlere yaşattığı için, Büyük Ata’mızın aziz hatırası önünde bir kez daha saygı ve şükranla eğiliyorum” diyerek mesajını sonlandırdı.

 

 

OPR. DR. NESRİN GÜMÜŞ ÖZTÜRKMEN SANKO HASTANESİ’NDE

OPR. DR. NESRİN GÜMÜŞ ÖZTÜRKMEN SANKO HASTANESİ’NDE

Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Nesrin Gümüş Öztürkmen, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde göreve başladı.

Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Nesrin Gümüş Öztürkmen, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde göreve başladı.

Opr. Dr. Nesrin Gümüş Öztürkmen 1982 yılında Gaziantep’te doğdu. Eğitimini Mehmetçik İlkokulu, Gaziantep Anadolu Lisesi ve Gaziantep Kolej Vakfı Lisesi’nde tamamladı. Lise eğitimi sırasında üstün başarı bursu ile Amerika’nın Seattle şehrinde Lisle Education Foundation tarafından yürütülen kültür değişim programına katılarak İngilizce dil becerilerini artırdı.

Opr. Dr. Öztürkmen, 2000 yılında başladığı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İngilizce Tıp Bölümü’nden 2006 yılında mezun olduktan sonra Gaziantep Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalında uzmanlık eğitimine başladı. Ancak cerrahi branşlara olan yoğun ilgisi nedeni ile uzmanlık eğitimine Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği’nde Estetik ve Plastik Cerrahi alanında devam etti. 2008-2013 yıllarını kapsayan bu süreçte çok sayıda alanında başarılı cerrahla çalışarak bilgi ve deneyim kazandı.

Uzmanlık eğitimi sonrası 2014-2015 yılları arasında Şanlıurfa Balıklıgöl Devlet Hastanesi’nde zorunlu devlet hizmetini tamamlayan Opr. Dr. Öztürkmen, bu dönemde travma rekonstrüksiyonu konusunda deneyimlerini artırarak birçok estetik ve plastik cerrahi ameliyatını başarı ile uyguladı.

Gaziantep’te özel bir hastanede Ocak 2016 tarihinden itibaren 4,5 yıl estetik cerrahi ağırlıklı olmak üzere çok sayıda ameliyat gerçekleştirmenin yanı sıra hastaneye bağlı olarak hizmet veren estetik merkezinin de sorumlu hekimi olarak görev yapan Opr. Dr. Nesrin Gümüş Öztürkmen, Kasım 2020’den itibaren Opr. Dr. Metin Arıcı’nın da görev yaptığı SANKO Üniversitesi Hastanesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği’nde hasta kabulüne başladı. 

SANKO HASTANESİ PLASTİK, REKONSTRÜKTİF VE ESTETİK CERRAHİ KLİNİĞİ

Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniğinde, ameliyatlara ek olarak saç ekimi, kırışıklıkların tedavisinde kullanılan dolgu, kollajen ve yağ enjeksiyonları gibi cerrahi olmayan birçok tedavi yönteminden de yararlanılmaktadır. 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniğinde verilen hizmetler:

• Burun şekil bozuklukları

• Yüz kemiklerindeki şekil bozuklukları

• Çene kemiğindeki şekil bozuklukları

• Karın ve bacaklarda kollarda aşırı yağlanma, yağ birikimindeki düzensizlikler

• Meme orantısızlıkları (büyüklük-küçüklük) ve memede sarkmalar

• Cilt sorunları: kırışıklıklar, istenmeyen leke ve dövmeler, izler

• Yüzde yaşlanma: Yüz-boyun cildinin ve kaslarının sarkması, kırışma

• Alt-üst gözkapağı sarkmaları

• Saç ekimi.

Doğum lekeleri, benler, hemanjiomlar, anormal meme gelişimi, dudak damak yarıkları, el, parmak ve kol anomalileri, yüz, yüz kemikleri ve kafatası anormallikleri, kepçe kulak ve diğer kulak anomalileri, kadın ve erkek ürogenital sistem gelişim anomalileri gibi doğumsal eksiklikler ve gelişimsel anormalliklerin onarımı da yapılmaktadır. Travma ve hastalıklar nedeniyle sonradan gelişen anormalliklerin onarımına ilişkin ise:

• Kesiler, yara izleri

• Yanıklar ve yanık sekellerinin tedavisi

• Yumuşak doku yaralanmaları

• Baş boyun, gövde ve ekstremitelerde kanser cerrahisi ve onarımı

• Kanser ya da yaralanmalar sonrasında oluşan memenin kayıpları, şekil bozuklukları

• İyileşmeyen yaralar, yatak bası yaraları

• Acil parmak, el ve kol yaralanmaları, kayıpları

• Çene yaralanmaları, kırıkları, çene eklemi bozuklukları

• Yüz kemiği kırıkları, yüz yaralanmaları, yüz felçleri

• Göz kapağının yaralanmaları ya da görmeyi engelleyen bozuklukları

• Kazalardan sonra oluşmuş her türlü yumuşak doku eksiklikleri. 

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Tıbbi Onkoloji, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

 

ORGAN BAĞIŞI HAFTASI

ORGAN BAĞIŞI HAFTASI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı ve Organ Nakil Merkezi Sorumlu Hekimi Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Orhan Gürer, organ naklinin hastalara yeni bir hayat şansı verdiğini söyledi.

SANKO HASTANESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ GÜRER:

“ORGAN NAKLİ HASTALARA YENİ BİR HAYAT ŞANSI VERİYOR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı ve Organ Nakil Merkezi Sorumlu Hekimi Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Orhan Gürer, organ naklinin hastalara yeni bir hayat şansı verdiğini söyledi.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Orhan Gürer, 3-9 Kasım Organ Bağışı Haftası nedeniyle bir açıklama yaptı.

Kadavra veya canlıdan alınan doku veya organın hasta bir kişiye tedavi edilmesi amacıyla ameliyatla nakledilmesinin, pek çok hayatı kurtarıldığını anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Gürer, “Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de organ nakline ihtiyacı olan hasta sayısı hızla artmakta, bu da organ bağışının önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir” dedi.   

Böbrek, kalp, karaciğer nakillerinin hastalar için ikinci bir hayat şansı verirken, özellikle kronik böbrek hastalığı nedeniyle diyalize giren hasta ve yakınları için zorlaşan yaşam şartları yanında bu hastaların ülke ekonomisine de çok ciddi bir maliyetleri olduğunu anlatan Dr. Öğr. Üyesi Gürer, organ bağışının mutlaka artması gerektiğinin altını çizdi. 

Canlı organ bağışı oranıyla kıyaslandığında, kadavra organ bağışının özellikle Avrupa ülkelerinde daha fazla olduğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Gürer, “Ülkemizde canlı organ bağışı daha fazla yapılmaktadır. Bu konuda halkın bilinçlenmesi büyük bir önem taşımaktadır. Nakille kurtulabilecek pek çok hasta, organ beklerken yaşamını kaybetmektedir” ifadelerini kullandı. 

Dr. Öğr. Üyesi Gürer, organ bağışında bulunmak için gerekli koşulları “Organ ve Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında 2238 Sayılı Kanun çerçevesinde 18 yaşını dolduran ve akli dengesi yerinde olan kişilerin, sağlık kurum ve kuruluşlarında bulunan organ bağışı bürolarında form doldurarak organ ve dokularını bağışlayabilirler” diye özetledi. 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi tarafından 10 yılı aşkın bir süredir gerçekleştirdikleri başarılı nakillerle pek çok hastaya ikinci bir yaşam şansı verildiğini anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Gürer, “Halkımızın organ bağışı konusunda daha duyarlı olmasıyla hayata umutla tutunan hastalarımızın sayısı da artacaktır” diye konuştu.

DOÇ. DR. YILDIRIM, SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE

DOÇ. DR. YILDIRIM, SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Kliniği, Doç. Dr. Mustafa Yıldırım’ın hastanenin hekim kadrosuna dahil edilmesiyle hizmet vermeye başladı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE, İÇ HASTALIKLARI / TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ HİZMETE GİRDİ 

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Kliniği, Doç. Dr. Mustafa Yıldırım’ın hastanenin hekim kadrosuna dahil edilmesiyle hizmet vermeye başladı.

Doç. Dr. Mustafa Yıldırım, 1977 yılında Gaziantep'te doğdu, 25 Aralık İlkokulu’nda, Ertuğrul Gazi İlköğretim Okulu’nda ve Gaziantep Vehbi Dinçerler Fen Lisesi’nde eğitim gördü.

1994 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde başladığı eğitimini, 2000’de tamamlayan Doç. Dr. Yıldırım, 1994 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Anabilim Dalı’nda İç Hastalıkları Uzmanlık eğitimine başladı. Doç. Dr. Yıldırım, “Akut Lösemilerde Gravin Ekspresyonunun Prognostik Önemi” isimli tezi ile 2006 yılında İç Hastalıkları Uzmanlık eğitimini bitirdi.

Malatya- Arapgir Devlet Hastanesi’nde 2006-2008 yılları arasında zorunlu devlet hizmeti yükümlülüğünü, 2008 yılında Antalya’da askerlik görevini yerine getiren Doç. Dr. Yıldırım, Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniğinde 2009 yılında Tıbbi Onkoloji yan dal eğitimine başladı. Doç. Dr. Yıldırım, “Mide Kanserinde P53 ve Bcl-2 Ekspresyonunun Prognostik Önemi” isimli tezi ile 2012 yılında Tıbbi Onkoloji yan dal eğitimini tamamladı, Batman Bölge Devlet Hastanesi’nde Tıbbi Onkoloji zorunlu devlet hizmeti yükümlülüğünü yerine getirdi.

Gaziantep’te özel bir sağlık kuruluşunda Tıbbi Onkoloji Uzmanı olarak göreve başladığı 2014 yılında İç Hastalıkları (Tıbbi Onkoloji) alanında Doçent unvanını alan Doç. Dr. Yıldırım, aynı yıl Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı’nda başladığı Biyokimya doktora eğitimini 2019 yılında tamamladı.

Özel bir üniversitede 2014-2020 yılları arasında iç hastalıkları anabilim dalında öğretim üyesi olarak görev alan Doç. Dr. Yıldırım, iyi derecede İngilizce bilmektedir. Evli ve üç çocuk babası olan Doç. Dr. Yıldırım, SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.

İÇ HASTALIKLARI / TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ

Kanserin tek bir hastalık değil, birçok farklı hastalığın ortak adı olduğunu belirten Doç. Dr. Yıldırım, “Kanser günümüz modern yaşamında etkisiyle ve sıklığı giderek daha çok görülen bir hastalıklar grubudur. Her bir hastalığın seyri farklı olduğu gibi hastanın yaşına, genel durumuna hatta cinsiyetine göre hastalık farklı seyreder” ifadelerini kullandı.

Bu nedenle çevredekilerin “benim hasta için şu tedavi verildi, sonucu şöyle oldu” gibi sözlerin dikkate alınıp hasta hakkında karar vermenin doğru olmayacağını kaydeden Doç. Dr. Yıldırım, “Belki hastanız aynı hastalığa sahip değildir. Bu nedenlerle hastanızın tedavisi konusunda tedavinin her aşamasında doktorunuzun fikrini almak hastanız yararına olacaktır” uyarısını yaptı.          

Kanser hastalarının cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi ile tedavi edildiğine vurgu yapan Doç. Dr. Yıldırım, “Hastaların tedavilerinin önemli bir kısmını oluşturan kemoterapi; kanser için etkili olduğu bilinen ilaçların genel ismidir. Onkoloji ise tümörü tedavi etmek için kullanılan ilaçları içermektedir. Farklı tümörlerde farklı etki gösterirler ve yan etkileri de farklıdır” dedi.

Kemoterapi vermekteki amacın hastalığı yok etmek, yayılmasını engellemek, ilerlemesini durdurmak ve hastalığın neden olduğu yakınmaları yok etmek olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Yıldırım, kemoterapi ile ilgili şu bilgileri paylaştı:

“Kemoterapi kararı verilmeden önce tanının patolojik olarak mutlaka konmuş olması, gözle görülmesi veya radyolojik yöntemlerle tespit edilmesi yeterli değildir. Patolojik tanıdan sonra hastalığınızın yaygınlığının bilinmesi için bazı incelemelerin (ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans, PET-BT, kemik sintigrafisi, kemik iliği incelemesi gibi) yapılması gereklidir.

Kemoterapi, hızla büyüyen ve ikiye bölünen kanser hücrelerinin büyümesini durdurmak ya da yavaşlatmak suretiyle etki göstermektedir. Ancak ağzınızı ve bağırsaklarınızın yüzeyini saran ya da saçlarınızın uzamasını sağlayan hücreler gibi hızla bölünen sağlıklı hücrelere de zarar verebilmektedir. Sağlıklı hücrelere verilen zarar yan etkilere neden olabilmektedir. Yan etkiler genellikle kemoterapi bitiminde iyileşmekte veya ortadan kalkmaktadır.

Kemoterapi verilirken uyulması gereken en önemli kurallardan biri tedavinin zamanında yapılmasıdır. İlaç zamanında uygulanmazsa, tümör hücreleri çoğalarak yayılmaya ve verilen ilaçlara direnç geliştirmeye başlarlar. Bu durumda tedavinin etkinliği de düşer.”        

Hastaların takip ve tedavilerinin SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Polikliniği ve Kemoterapi Ünitesi’nde yapılabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Yıldırım, “Polikliniğimizde muayenesi yapılan hastalarımız, istenen kan ve görüntüleme tetkikleri ile değerlendirilerek, tedavileri yatarak veya ayaktan kemoterapi ünitesinde uygulanabilecektir” diye konuştu.      

Doç. Dr. Yıldırım, Tıbbi Onkoloji Kliniği’ndeki uygulamaları, “Onkolojik tanı ve takip, kemoterapi, biyoterapi, hedefe yönelik tedaviler, immünoterapi, kişiye özgü bireysel tedavi yaklaşımı, nükleer tıp kliniği ile koordineli radyoaktif tedaviler, algoloji (Ağrı tedavisi), diyetisyen, fizyoterapist, psikolog ve eğitim hemşiresinden oluşan ekip ile destekleyici tedaviler” olarak özetledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Tıbbi Onkoloji, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI MESAJI

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI MESAJI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Cumhuriyetimizin ilanının 97’nci yılını bağımsız bir millet olarak kutlama gururunu yaşıyoruz” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“CUMHURİYETİMİZİN İLANININ 97’NCİ YILINI BAĞIMSIZ BİR MİLLET OLARAK KUTLAMA GURURUNU YAŞIYORUZ” 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Cumhuriyetimizin ilanının 97’nci yılını bağımsız bir millet olarak kutlama gururunu yaşıyoruz” dedi. 

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle kutlama mesajı yayımlayan Dr. Kileci, “Vatan toprağımız için canını vermekten çekinmeyen ve bağımsız bir ülkede yaşama onurunu bizlere sağlayan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere, kahraman şehitlerimizi saygı ve rahmet, gazilerimizi minnetle anıyoruz” ifadelerine yer verdi. 

“Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde, isimsiz vatan sevdalılarının büyük mücadeleler sonucu canlarını vererek kazandığı ve bugün bizlere emanet edilen Cumhuriyetimizin ilanının 97’nci yılını bağımsız bir millet olarak kutlama gururunu yaşıyoruz” diyen Dr. Kileci, sözlerini şöyle tamamladı:

“Varlığımızın ve bağımsızlığımızın en büyük teminatı olan Cumhuriyetin değeri Büyük Önderimizin; Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini emin ve sağlam bir istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda sağladığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur sözleriyle daha da anlam kazanmıştır.”

SANKO HASTANESİ’NDEN DÜNYA MENOPOZ GÜNÜ AÇIKLAMASI

SANKO HASTANESİ’NDEN DÜNYA MENOPOZ GÜNÜ AÇIKLAMASI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Sevgi Kandemir, destek ve doğru tedavi ile menopoza giren kadınların yaşam kalitesini artırmanın ve bu süreci daha rahat geçirmelerini sağlamanın mümkün olduğunu söyledi.

KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM UZM. OPR. DR. KANDEMİR: “DESTEK VE DOĞRU TEDAVİ İLE MENOPOZA GİREN KADINLARIN YAŞAM KALİTESİNİ ARTIRMAK VE SÜRECİ RAHAT GEÇİRMELERİNİ SAĞLAMAK MÜMKÜNDÜR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Sevgi Kandemir, destek ve doğru tedavi ile menopoza giren kadınların yaşam kalitesini artırmanın ve bu süreci daha rahat geçirmelerini sağlamanın mümkün olduğunu söyledi.

Dünya Menopoz Günü nedeniyle açıklama yapan Opr. Dr. Kandemir, Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Menopoz Topluluğu’nun, kadınların menopoz ve menopoz ile ilgili sağlık sorunları açısından bilinçlendirilmesi amacıyla 18 Ekim'i “Dünya Menopoz Günü” olarak kabul ettiğini kaydetti.

Opr. Dr. Kandemir, “kalıcı olarak adetten kesilme” olan menopozun tıpkı bebeklik, ergenlik, cinsel olgunluk gibi hayatın önemli bir dönemi olduğunu ifade etti.

Menopoz döneminin, kadınların hayatındaki önemli dönemlerinden biri olduğuna dikkat çeken Opr. Dr. Kandemir, “Kelime anlamı olarak kadının adetten kesilmesidir. Ortalama bir yıl adet görmeyen kadın menopoz döneminde kabul edilmektedir” dedi.

Menopoz bir hastalık değil

Menopozun kesin olarak söylenebilmesi için bir kadının 12 ay boyunca hiç adet görmemiş olması gerektiğine vurgu yapan Opr. Dr. Kandemir, “Batı toplumlarında 44– 55 yaş arasında olan bu dönemin ortalaması 51 yaştır. Bu süreç 40 yaşından önce olursa ‘erken menopoz’, 55 yaşından sonra olursa ‘geç menopoz’ olarak adlandırılır. Bu dönem kadınlar için oldukça sıkıntılı bir süreç olup kişiden kişiye farklılık gösterir” şeklinde konuştu.

Menopozun bir hastalık değil, sağlık sorunu olduğuna işaret eden Opr. Dr. Kandemir, “Menopoz döneminde yumurtlama süreci ve hormon üretimi durmaktadır. Östrojen eksikliği belirti ve bulguları doğal yaşlanma ile ortaya çıkan sorunlarla birleşir. Sıcak basması, terleme, çarpıntı, cinsel isteksizlik, uyku bozukluğu olur” ifadelerini kullandı.  

 Menopoza geçiş döneminde görülen adet düzensizliklerinin gebeliğin olmayacağı anlamına gelmeyeceğinin altını çizen Opr. Dr. Kandemir, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Menopoza giren kadınların yaşam kalitesini artırmak ve bu süreci daha rahat geçirmelerini sağlamak, destek ve doğru tedavi ile mümkündür. Menopoz döneminde ana tedavi şekli ‘hormon replasman tedavisi’ yani östrojen hormonu eksikliğini gidermektir. Bununla birlikte tedavinin bazı yan etkileri olduğundan dolayı günümüzde semptoma yönelik tedavi daha fazla önerilmektedir. Türkiye’de kadınların ömrü ortalama 73,1 yıldır. Menopoz yaşı göz önüne alındığında kadınların yaşamının yaklaşık üçte birini menopoz sonrası dönem içerisinde geçirdiği söylenebilir.”

Menopozda dengeli beslenme ve egzersiz

Doğru beslenmenin sağlığın korunması ve kaliteli yaşam sürdürebilmek için hayatımızın her döneminde son derece önemli olduğuna dikkat çeken Opr. Dr. Kandemir, şöyle devam etti.

 “Dengeli ve doğru beslenme menopoz dönemi için de ayrıca önemlidir. Bu dönemde obezite, damar tıkanıklığı, kemik erimesi, hipertansiyon, diyabet, lipidemi gibi hastalıkların önlenmesi için uzman tarafından belirlen bir beslenme programına uyulması gereklidir. Bu hem şikâyetlerin en aza indirilmesini hem de yaşam kalitesinin artırılmasına katkı sağlar. Beslenmede süt, yoğurt, gibi kalsiyum yönünden zengin gıdalar, beyaz et (somon, sazan, uskumru gibi balıklar), tam tahıllı gıdalar, sebze ve meyveler tercih edilmelidir.  

 Bu dönemde özellikle şekerli gıdaların tüketimini en aza indirmek gerekir. Baklagiller, sebze ve meyveler kan şekerinin dengelenmesini sağlamaktadır. Yağ tüketimi de özellikle bu dönemde beslenmede dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan biridir. Omega-3 ve Omega-6 yağlarından zengin beslenme önerilmektedir. Bu yağları bolca içeren uskumru, sardalye, somon ve ton balığı, ceviz, badem, soya filizi, keten tohumu, yeşil yapraklı sebzelerin tüketimine gayret edilmelidir.”

Tuzun kalp hastalıkları ve kemik erimesi riskini artırdığı için kısıtlı tüketilmesini öneren Opr. Dr. Kandemir, şu uyarılarda bulundu:

“Posalı yiyecekler, kepek, çavdar, yulaf, kuru baklagiller, sebze ve meyveler öncelikli besinler olarak tercih edilmeli, tam buğday ekmeği tüketilmelidir. Soya, bitkisel bir östrojen kaynağıdır. Kansere karşı koruyucu etkiye sahiptir. Kolesterolü düşürücü özelliği vardır. Bu sebeplerle elma, havuç, domates, maydanoz, sarımsak, üzüm kuru baklagiller tüketilmelidir. Menopoz döneminde yürüyüş gibi egzersizlerin yapılması da şikâyetlerin azalmasında ve kemik erimesinden korunmada etkin rol oynar.”  

Bol sıvı tüketimi önemli

Sıcak basmasının önlenmesi, kilo artışının kontrol altına alınması ve böbrek fonksiyonlarının bozulmaması için bol sıvı tüketilmesi gerektiğini anımsatan Opr. Dr. Kandemir, “Günlük 2– 3 litre su tüketimi ihmal edilmemelidir. Hazır gıda, hazır meyve suları ve gazlı içeceklerden uzak durulmalı, mümkünse hiç tüketilmemelidir” ifadelerine yer verdi.

 Uyku bozuklukları

Bu dönemde uyku bozukluklarının daha fazla yaşandığına dikkat çeken Opr. Dr. Kandemir, önerilerini şöyle sıraladı:

 “Bunu en aza indirebilmek için yatak seçimine dikkat edilmeli, yatılan oda havalandırılmalı, uygun ve rahat giysiler tercih edilmeli, gündüz çok fazla kafein içeren içeceklerden uzak durulmalıdır. Yatmadan bir saat önce ılık süt veya papatya çayı tüketilebilir. Rahat uyumak amacıyla kitap okumak tercih edilebilir.”

Hobi edinin

Menopoz dönemindeki sıkıntıları kolay atlatabilmek için farklı uğraşlar edinmenin önemli olduğunu bildiren Opr. Dr. Kandemir, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bu dönemde hobiler edinilebilir. Fotoğraf çekmek, resim yapmak, el işi, farklı mutfaklardan yemek ve günlük bir saatlik açık havada yürüyüş önerilmektedir. Sonuç olarak menopozda uygun beslenme şeklinin benimsenmesi ve egzersiz ile kişinin yaşam kalitesi arttırılabilir. Bu dönemde kişinin gerektiğinde hekimiyle iletişime geçmesi önemlidir. Menopoz dönemindeki kadınlar hayata olumsuz bakmamalıdır. Çünkü her yaş kendince güzellikler barındırır. Bu yaşamın doğal süreçlerinden birisidir.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ ALMACIOĞLU: “BEBEKLERİNDOĞUMDAN İTİBAREN İLK ALTI AY TEK BAŞINA ANNE SÜTÜ İLE BESLENMESİ GEREKİR”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ ALMACIOĞLU: “BEBEKLERİNDOĞUMDAN İTİBAREN İLK ALTI AY TEK BAŞINA ANNE SÜTÜ İLE BESLENMESİ GEREKİR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Almacıoğlu, bebeklerin doğumdan itibaren ilk altı ay tek başına anne sütü ile beslenmesi gerektiğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ ALMACIOĞLU:

“BEBEKLERİN DOĞUMDAN İTİBAREN İLK ALTI AY TEK BAŞINA ANNE SÜTÜ İLE BESLENMESİ GEREKİR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Almacıoğlu, bebeklerin doğumdan itibaren ilk altı ay tek başına anne sütü ile beslenmesi gerektiğini söyledi.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Dr. Almacıoğlu, 1-7 Ekim Emzirme Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, “Anne sütü, altı aydan sonra başlanan uygun tamamlayıcı besinlerle iki yaşına kadar sürdürülmelidir. Bebeğe verilecek besinler, onun sindirim sistemi işlevlerine uygun olmalıdır” dedi.

Doğumdan sonra ilk 4-5 günde üretilen sütün (kolostrum) önemine değinen Dr. Öğr. Üyesi Almacıoğlu, şu bilgileri verdi:

“Kolostrumun protein miktarı fazla, karbonhidrat ve yağ oranı düşüktür. Enfeksiyonlardan koruyucu özellik taşıyan, ‘Salgısal İmmünglobulin A’ denilen bağışıklık maddesi içeren anne sütü faydalı yağ asitlerinden zengindir. Ayrıca kolostrum; ishal, obezite, astım gibi hastalıklardan koruyan hatta anti-kanser etkileri olduğu düşünülen laktoferrin denilen maddeden zengindir.

İlk haftadan sonra üretilen anne sütü 15 güne kadar geçiş sütü olarak adlandırılır. Geçiş sütü de kademeli olarak olgun süte dönüşür ve bu süreçte immünglobulin konsantrasyonları azalır. Laktoz, yağ ve toplam kalori içeriği artar. Suda çözünür vitaminler artarken, yağda çözünen vitaminler azalır.”

EŞSİZ BESİN

Anne sütünün dinamik ve değişken yapıda olduğunu ve beslemeye başlarken verilen ön sütün daha az yağ içerirken, son sütün genellikle yağdan zengin ve besin ihtiyacını tamamladığını belirten Dr. Öğr. Üyesi Almacıoğlu, bu şekildeki bir dağılımın hiçbir şekilde taklit edilemeyeceğini ve dolayısıyla anne sütünün eşsiz olduğuna vurgu yaptı.

 Anne sütünün yeterliliğini anlayabilmek için bebeğin ayına ve yaşına göre ağırlığının takip edilmesinin önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Almacıoğlu, “İlk 20 günde 400-500 gr, ilk 6 ayda her ay 600-800 gr, 6-12. ayda her ay 400-600 gr kilo alımı normaldir” ifadelerini kullandı.

Hem bebeğin hem de annenin sağlığı için yeterli ve dengeli beslenmenin önemli olduğunun altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Almacıoğlu, “Ağırlıktaki değişiklikler takip edilmeden altıncı aydan önce anne sütü yetersiz diye ek besinlere başlamak doğru değildir” uyarısını yaptı.

Emzirmenin bebek için yararlarının saymakla bitmeyeceğini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Almacıoğlu, şunları kaydetti:

“Anne sütü patojen bakterileri içermez, ısı derecesi idealdir. Besin öğesi bileşimi bebeğin gereksinmelerine uygundur. Sindirime yardımcı aktif enzimler (lipaz vs.), enfeksiyonu önleyen immunglobulinler (IgA, IgG, IgM), hormonlar ve büyüme faktörlerini içerir. Solunum yolu ve gastrointestinal sistem enfeksiyonları daha az görülür. Orta kulak iltihabı riskini azaltır. Çene ve diş gelişiminde rolü vardır. Bazı kronik hastalıkların oluşma riskini azaltır (tip 1 diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, çölyak, maligniteler, vb.). Bebeği pişikten korur. Bebeğin ruhsal, bedensel ve zeka gelişimine yardımcı olur.”

EMZİRMENİN ANNEYE YARARLARI

Emzirmenin anne için yararlarına değinen Dr. Öğr. Üyesi Almacıoğlu şöyle konuştu:

 “Anneyi ileride ortaya çıkabilecek osteoporoz riskine karşı korur. Over kanseri ve meme kanserine yakalanma riskini azaltır. Uterusun eski haline dönmesine yardımcı olarak anneyi aşırı kan kaybından ve anemiden korur. Emzirme kilo vermeyi kolaylaştırır. Sağlıklı ve doğru beslenen anne, emzirme sırasında enerji harcadığından ve süt üretimi için yağ dokusu kullandığından daha kolay vücut ağırlığı kaybeder. Anne ve bebek arasındaki duygusal bağı güçlendirir. Ayrıca doğal bir sakinleştiricidir.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR.  KÜÇÜKDURMAZ: “İDRARDA KAN GÖRÜLMESİ BİRÇOK HASTALIĞIN BELİRTİSİ OLABİLİR”

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. KÜÇÜKDURMAZ: “İDRARDA KAN GÖRÜLMESİ BİRÇOK HASTALIĞIN BELİRTİSİ OLABİLİR”

Doç. Dr. Küçükdurmaz, bu önemli bulgunun olası sebepleri, tanı yöntemleri ve tedavi seçenekleri ile ilgili bilgiler verdi.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Faruk Küçükdurmaz, idrarda kan görülmesinin birçok hastalığın belirtisi olabileceğine dikkat çekerek, “İdrarda kan saptanması durumunda, mutlaka araştırılması ve hangi sebepten kaynaklandığının ortaya konulması gerekir” dedi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Üroloji Uzmanı da olan Doç. Dr. Küçükdurmaz, hematüri denilen idrarda kanamanın, üriner sistemin herhangi bir yerinden kaynaklanan, makroskopik (gözle görülür) ya da mikroskobik (idrar tahlilinde görülür) karşılaşılan ve malign de (kötü huylu) olmak üzere birçok hastalığın işareti olabileceğini söyledi.   

Doç. Dr. Küçükdurmaz, bu önemli bulgunun olası sebepleri, tanı yöntemleri ve tedavi seçenekleri ile ilgili bilgiler verdi.

HEMATÜRİ NEDİR?

Doç. Dr. Küçükdurmaz “Hematüri, böbrekler, böbreklerden idrar kesesine idrarı taşıyan ve üreter adı verilen kanallar, idrar kesesi, idrar kesesinden dışarıya idrarı taşıyan ve üretra adı verilen idrar borusu ve erkeklerde prostat bezinden kaynaklanan çeşitli problemlere bağlı olarak ortaya çıkabilen bir bulgudur” diye konuştu.

İdrarda kanın iki şekilde saptanabileceğini kaydeden Doç. Dr. Küçükdurmaz, “Herhangi bir nedenle yapılan idrar tetkikinde mikroskop ile incelemede rastlanabilir. Buna ‘mikroskopik hematüri’ denir ve genellikle az miktarda kanın idrara karışması sonucu oluşur” ifadelerini kullandı.

Doç. Dr. Küçükdurmaz “Hastaların hekime daha hızlı ve panik halde başvurmasına sebep olan makroskopik hematür ise kişinin idrarında kanı görebileceği düzeyde ve daha fazla kan hücresinin idrara karışmasıyla oluşmaktadır. Bu durumda idrar pembe, kırmızı, çay rengi veya kahverengi olabilir” uyarısını yaptı.

Genellikle altta yatan önemli bir patolojiyi işaret eden makroskopik hematüride hastaların en az yarısında önemli bir ürogenital sistem hastalığı bulunduğunu vurgulayan Doç. Dr. Küçükdurmaz, bu nedenle, makroskopik hematürinin altta yatan nedenini belirlemek için mutlaka ileri değerlendirme yapılması gerektiğini anımsattı.

Doç. Dr. Küçükdurmaz, idrarda kanamaya en sık yol açan nedenleri şöyle özetledi:

“İdrar yolu iltihabı hastalıkları, bunların başında en sık sistit; prostat iltihabı ve kanseri, prostatın iyi huylu büyümesi gibi erkeklerde prostat hastalıkları; böbrek iltihabı ve kanseri gibi böbrek hastalıkları; böbrek ve idrar yollarındaki taş hastalığı ve mesane kanseridir.

Kadınlarda adet döneminde idrara kanın karışması yanlışlıkla idrar kanaması olarak değerlendirilebilir, o yüzden bu konuda dikkatli olunmalıdır. Bu durum idrarda kanama olduğunu göstermez.

UYARILAR

Kan sulandırıcı ilaç kullanımının da (aspirin de dahil) idrara kan karışmasına yol açabileceğine vurgu yapan Doç. Dr. Küçükdurmaz, şöyle devam etti:

“Yoğun egzersiz sonrası idrarda kan saptanabilir, ağırlık kaldırmak veya aerobik egzersiz buna sebep olabilir. Böbrek ve idrar yollarının hasar gördüğü travmalarda (trafik kazası, spor yaralanmaları, vb.) idrara kan karışabilir.

İdrarda kan saptanması durumunda mutlaka araştırılmalı ve neden kaynaklandığı ortaya konulmalı. Hem idrar yolları sağlığı hem de genel sağlık açısından tedaviyi gerektiren bir durum varsa, zamanında teşhis ve tedavi edilmesi önemlidir.”

Doç. Dr. Küçükdurmaz, idrarda kanamaya sebep olacak hastalıklarla ilgili şu temel bilgileri paylaştı:

“Sistit (mesane enfeksiyonu): Bu olgularda genellikle idrar yaparken yanma, sık idrara gitme, gece idrara kalkma, tuvalete zor yetişme gibi bulgular görülür. Sistit özellikle kadınlarda sık karşılaşılan bir durumdur. Genellikle antibiyotik ile kolaylıkla tedavi edilebilir. Menopoz sonrası dönemde ve cinsel olarak yeni aktif olan kadınlarda tekrarlamalar görülebilir. Böyle durumlarda yinelemeleri önlemek için hekim bazı önlemler önerecektir. Yukarıdaki tabloya titreme, ateş ve yan ağrısının eklenmesi, olayın basit bir sistit olmaktan çıktığının ve böbreklerin de iltihabi olaya karıştığının bulgularıdır. Bu durumda kişinin acil olarak bir uzmana başvurması gerekir.


Üriner sistem taş hastalığı: Karın yan tarafında bele vuran çok şiddetli ağrı, bulantı ve kusma ile birlikte olan idrar kanaması genellikle taş hastalığını düşündürür. Bu durumda taş hastalığını ortaya koymak için ultrasonografi yapılır ya da batın tomografisi çekilir. Taş saptanması durumunda taşın yerine ve boyutuna göre tedavi planlanır.

Prostat hastalıkları: Prostat erkek üreme sisteminde yer alan bir salgı bezidir. İltihaplandığı durumlarda sık idrara çıkma, idrarda yanma ve ağrı, ateş ve bunlara eşlik eden idrarda kanama olabilir. Yaşla birlikte prostat büyüyebilir ve erkeklerde ileri yaşlarda sıkça rastlanan bazı işeme problemlerine yol açabilir. Bu durumda da idrarda kan görülebilir. Erkeklerin en sık saptanan kanseri olan prostat kanserinde de idrarda kanama saptanabilecek bulgulardan birisidir.

Mesane kanseri: Kanamanın idrarda gözle görünecek kadar yoğun olması, özellikle de pıhtılar içermesi genellikle ciddi bir hastalığın habercisi olabilir. Böyle bir durumun bir kez yaşanması bile, asla ihmal edilmemelidir. Böbrek ve idrar yollarından kaynaklanan kötü huylu bir hastalığın belirtisi olabilir. Ülkemizdeki en sık kanserlerden biri olan mesane kanserinin en önemli belirtisi idrarda ağrısız kan görülmesidir. Özellikle sigara kullanımı olan bireylerde risk daha fazladır.

Böbrek kanseri: Sık olmamakla birlikte idrarda kan görülmesi böbrek kanserinin bulguları arasında yer almaktadır. Yine sigara kullanımı olan, obez veya hipertansif bireylerde böbrek kanseri riski daha yüksektir.”

TEŞHİS İÇİN NELER YAPILIR, TEDAVİSİ NASIL OLUR?

Hekimi teşhis konusunda yönlendiren en önemli unsurun, hastadan alacağı rahatsızlığa ait hikaye olduğunun altını çizen Doç. Dr. Küçükdurmaz, kanamanın süresinin, kanamaya eşlik eden bulguların varlığının tanıya giden yolda yol gösterici olduğunu kaydetti:

İkinci önemli aşamanın, kişinin fiziki muayenesi olduğunu, bunlardan sonra laboratuvar ve görüntüleme tetkiklerinden yararlanılacağını söyleyen Doç. Dr. Küçükdurmaz, sözlerini şöyle tamamladı:

“Tanıda İdrar ile ilgili ek bazı tetkikler, bazı kan testleri, idrar yolları ultrasonografisi – bilgisayarlı tomografisi veya manyetik rezonans görüntüleme (MR) gerekli durumlarda hekim tarafından istenebilir. İdrar kesesinin içine ışıklı bir kamerayla bakılan endoskopik işlem (sistoskopi) ve biyopsi bazı durumlarda gerekebilir.

Sonuç olarak idrarda kan saptanması önemli bir hastalığın belirtisi olabilecek ciddi bir bulgudur ve mutlaka değerlendirilmesi gerekir. Neden saptandıktan sonra uygun tedavi seçenekleri ile hastalığın ortadan kaldırılması hedeflenmektedir.”

NEFROLOJİ UZMANI DOÇ. DR. MEHTAP AKDOĞAN SANKO HASTANESİ'NDE

NEFROLOJİ UZMANI DOÇ. DR. MEHTAP AKDOĞAN SANKO HASTANESİ'NDE

Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan, SANKO Üniversitesi’nin hekim kadrosuna katıldı.

Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan, SANKO Üniversitesi’nin hekim kadrosuna katıldı. 

1977 yılında Ankara'da doğan Doç. Dr. Mehtap Akdoğan, 1994 yılında TED Ankara Koleji’nden, 2001 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 

Ocak 2014'te Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde Nefroloji Alanında Uzmanlık Eğitimi’ni tamamlayan Doç. Dr. Akdoğan, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki Yardımcı Doçentlik Eğitiminin ardından Mart 2018'de Doçent unvanı aldı. Doç. Dr. Akdoğan evli ve üç kız çocuğu annesidir. 

MESLEKİ VE İDARİ DENEYİMİ

Doç. Dr. Akdoğan, 2014- 2017 yılları arasında Ankara Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Nefroloji Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi, 2018- 2020 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı’nda Öğretim Üyesi ve Organ Nakli Klinik Direktörü olarak görev yaptı. 

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yaptığı sürede özellikle böbrek nakli, hemodiyaliz, periton diyaliz, nefritler (böbrek iltihabı), hipertansiyon, yoğun bakım diyaliz teknikleri ve böbrek hastalarında beslenme konularıyla ilgilenen Doç. Dr. Akdoğan, bu hastalarla ilgili akademik alanda çalışmalar ve hayvan deneyleri yaptı. Uluslararası dergilerde bu alanlarda çok sayıda makale yazdı. 

Tamamlayıcı tıp uygulamaları ile de ilgilenen Doç. Dr. Akdoğan, aromaterapi ile fitoterapi eğitim sertifikalarına sahiptir.

Türk Nefroloji Derneği, Avrupa Nefroloji Derneği ve Dünya Nefroloji Derneği’ne üye olan Doç. Dr. Akdoğan, yurt dışında yayımlanan çok sayıda dergide hakemlik yapmaktadır. 

Doç. Dr. Akdoğan, Eylül 2020 tarihten itibaren SANKO Üniversitesi Hastanesinde İç Hastalıkları ve Nefroloji Polikliniğinde hasta kabulüne başlamıştır. 

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ NEFROLOJİ POLİKLİNİĞİ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji Polikliniği’nde her türlü böbrek, hipertansiyon, hemodiyaliz, periton (karın) diyaliz ve organ nakli yapılmış hastaların klinik takibi ve tedavisinin yanı sıra, canlıdan organ nakli alıcı – verici hazırlığı ve kadavradan organ nakli hazırlığı yapılmaktadır.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

COVID-19 DÖNEMİ VE YENİ EĞİTİM- ÖĞRETİM YILI

COVID-19 DÖNEMİ VE YENİ EĞİTİM- ÖĞRETİM YILI

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Halil İbrahim Öztürk, COVID-19 döneminde uzaktan, yüz yüze ya da ikisinin karması hibrit eğitim modellerinin hangisi uygulanıyorsa uygulansın, olabildiğince rutinlerin yani yaşamın doğal seyrinin korunması gerektiğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ DR. ÖĞRETİM ÜYESİ HALİL İBRAHİM ÖZTÜRK:

“UZAKTAN EĞİTİM, YÜZ YÜZE EĞİTİM YA DA HİBRİT EĞİTİM MODELLERİNİN HANGİSİ UYGULANIYORSA UYGULANSIN, OLABİLDİĞİNCE RUTİNLERİN YANİ YAŞAMIN DOĞAL SEYRİNİN KORUNMASI GEREKİR”

“ÇOCUKLARLA SALGIN KONUŞULURKEN GERÇEKÇİ OLMAYAN ABARTILI SÖZLERE YER VERİLMEMELİDİR”

“YENİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI, SALGIN KOŞULLARI NEDENİYLE DAHA ÇOK EMEK VERMEMİZİ VE ÖZEN GÖSTERMEMİZİ GEREKTİRİYOR” 

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Halil İbrahim Öztürk, COVID-19 döneminde uzaktan, yüz yüze ya da ikisinin karması hibrit eğitim modellerinin hangisi uygulanıyorsa uygulansın, olabildiğince rutinlerin yani yaşamın doğal seyrinin korunması gerektiğini söyledi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, dünyanın öncelikli gündemi haline gelen COVID-19 salgınının yaşamın her alanını etkilediğini belirterek, “Ekonomi, barınma, sağlık, eğitim, hukuk, spor, sosyal faaliyetler kısacası insan yaşamına dair ne varsa bu krizden en az zararla çıkılması için yeni çözümler ve alternatifler üretilmeye devam ediliyor” dedi. 

Her uygulamanın avantajları ve dezavantajları da beraberinde getirdiğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “COVID-19 salgını döneminde yeni eğitim-öğretim yılı başlarken, Millî Eğitim Bakanlığı farklı eğitim modellerini masada tutuyor ve salgının gidişatına göre hayata geçirmeyi planlıyor. Bu planlardan birisi de belirli sınıflarda ve belirli günlerde bir dizi önlem altında yüz yüze eğitime geçiş” ifadelerini kullandı.

BELİRSİZLİK DOĞRU YÖNETİLMELİ

Söz konusu çocuklar olunca belirsizlik altında veli olarak sürecin yönetilmesinin daha da güçleştiğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle konuştu: 

“Bir yandan bu belirsizliğin getirdiği kaygı, korku ve yetersizlik hissi gibi olumsuz duygularla baş etmeye çalışırken diğer yandan ise çocukların eğitimleri aksamadan fiziksel ve ruhsal sağlıklarını korumaya çabalıyoruz. Tüm veliler, öğretmenler ve yöneticiler aynı amaç için uğraşıyor, yalnız değilsiniz.” 

Yaşamın kendisi belirsizliklerle doluyken salgının neden olduğu, belki de şimdiye kadar rastlanmayan büyüklükteki bu belirsizliği tamamen ortadan kaldırmanın en azından şu an için mümkün olmadığına vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şu önerilerde bulundu:

“Bu durumda asıl odaklanılması gereken belirsizliğin doğru yönetilebilmesi olmalıdır. Bunun da ilk koşulu mümkün olduğunca ‘an’ da kalabilmekten geçiyor. Bu dönemde gelecekteki felaket senaryolarıyla zihnimizi meşgul edip hayıflanmak yerine, bugününün şartlarında yapılması gerekenlere odaklanmak daha işlevsel olacaktır. Tedbirlere uyarak adım adım, yalnız kalmadan diğer veli, öğrenci ve öğretmenlerle ortak hareket etmek, sorumlulukları yerine getirmek belirsizliğin yönetiminde çok daha yararlı sonuçlar verecektir.” 

YANLIŞ VE ABARTILI BİLGİDEN KAÇININ

Çocukların salgınla ilgili meraklarının, yaş gruplarına göre anlayabilecekleri dilde giderilmesinin çok önemli olduğunu anlatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şu değerlendirmeyi yaptı: 

“Konuyu kapatmak ya da yok saymak sorunu ortadan kaldırmayacak, çocuğun kendisini daha güvende hissetmesini sağlamayacaktır. Aksine farklı kaynaklardan yanlış, abartılı bilgiler edinen çocukların kendileri ve sevdikleri için korkuya kapılmaları olasıdır. Yine çocuklarla salgın konuşulurken gerçekçi olmayan abartılı sözler de verilmemelidir. Örneğin tanıdıkları hiç kimsede hastalık olmayacağı gibi bir söz verilmemelidir.” 

Uzaktan eğitim, yüz yüze eğitim ya da ikisinin karması hibrit eğitim modellerinin hangisi uygulanıyorsa uygulansın, olabildiğince rutinlerin yani yaşamın doğal seyrinin korunması gerektiğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Çocukların arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle iletişimde kalmaları, dijital olanaklar kullanılarak görüntülü görüşmeleri desteklenmelidir” ifadelerine yer verdi. 

OKULA DÖNEN ÇOCUKLAR

Uzun bir aradan sonra okullarına dönen bazı çocuklarda uyum ve okul reddi gibi sorunlar görülebileceğini anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı: 

“Bu sorun ancak öğretmen, veli ve çocuğun iş birliği ve uzlaşı yoluyla çözümlenebilir. Çok sert ya da tam tersi sınırları belirsiz, değişken kurallar, yaptırımlar sorunu daha da karmaşık hale getirebilir. Bu durumda çocuk ruh sağlığı profesyonellerinden yardım almaktan kaçınılmamalıdır. Her zamankinden daha çok emek vermemiz, özen göstermemiz gereken yeni eğitim ve öğretim yılı başlarken, tüm öğrencilere, öğretmenlere, eğitim çalışanlarına ve velilere sağlıklı, verimli bir yıl diliyorum.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE SAĞLIKLI SAÇ EKİMİ

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE SAĞLIKLI SAÇ EKİMİ

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, FUE (Follicular Unit Extraction) + Perkutan Implanter Pen Tekniği ile sağlıklı saç ekimi yapılmaya başlanıldı.

FUE + PERKUTAN IMPLANTER PEN TEKNİĞİ İLE SAÇ EKİMİ YAPILIYOR

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, FUE (Follicular Unit Extraction) + Perkutan Implanter Pen Tekniği ile sağlıklı saç ekimi yapılmaya başlanıldı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nden yapılan açıklamada, FUE tekniğinde, sağlam saç köklerinin bir mikro motor vasıtası ile çıkarıldığı ve çıkarılan bu köklerin saçsız bölgeye transfer edildiği belirtildi.

Açıklamada, “Alışılagelmiş olarak yapılan bütün işlemlere ‘FUE’ adı verilmiş olsa da alınmış saç köklerinin saçsız bölgeye transferinde değişik metotlar kullanılmaktadır. Bu metotlar arasında köklerin transferinde en ileri yöntem perkütan+implanter pen kombinasyonu olduğu söylenebilir” denildi.

Sadece perkütan (deri geçişli) ve sadece implanter pen (kalem) kullanımının çok ileri yöntemler olmasına rağmen, dünyada sayılı birkaç klinikte uygulanabildiğine dikkat çekilen açıklamada, “Bu yöntemlerin en önemli avantajı; saç köklerinin korunması ve uygun açılar ile ekimin yapılabilmesidir. Aynı zamanda iyileşme normal ekimlere göre çok daha hızlı ve sağlıklı olmaktadır” ifadelerine yer verildi.

Açıklamada, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde konusunda yetkin hekimler tarafından uygulanan saç ekimi ile tekrar sağlıklı saçlara kavuşulabileceğine işaret edildi.

KAŞ VE SAKAL EKİMİ DE GERÇEKLEŞTİRİLMEKTEDİR

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde saç ekimi yanında sadece implanter pen kullanılarak kaş ve sakal ekimi de yapıldığına vurgu yapılan açıklamada, şu bilgiler paylaşıldı:

“Bu yöntemin kullanılması kaş ve sakallarda çok doğal sonuçlar oluşturmaktadır. Özellikle yaralanmalar ve bazı hastalıklar sebebiyle kayıpların yaşandığı bölgelerde, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde uygulanan yöntemlerle saç, sakal ve kaşlara tekrar kavuşmak mümkün.”

IMPLANTER PEN METODU NASIL UYGULANIR?

Açıklamada, implanter pen ile gerçekleştirilen bir saç ekim operasyonunda toplanan saç föliküllerinin kalemin içine çok özenli ve dikkatli bir şekilde birer birer yerleştirildiği vurgulanarak uygulamaya ilişkin şu ifadeler kaydedildi:

“Hekim, implanter pen iğnesine yerleştirilmiş saç köklerini en uygun açı olan 40-45 derecelik açılarla, kişinin önceki saçların gösterdiği doğru yöne uygun olarak iğnenin itme özelliği ile ekimi gerçekleştirir.

Operasyonda 2 - 6 arasında implant kalemi ile ortalama 15-16 kalem ucu kullanılır. Bu kalemlerin uçları farklı ölçülerde olabilir. Bunu belirleyen faktör kişinin saç kökü ve kalınlık yapısıdır.”

AVANTAJ VE DEZAVANTAJLARI

Implanter pen saç ekim metodunun diğer yöntemlerden doğal olarak çeşitli avantajları ve dezavantajları bulunduğuna dikkat çekilen açıklamada, yöntemin avantaj ve dezavantajları ise şöyle sıralandı:

AVANTAJLARI:

  • Saç köklerinin doku dışında kalış süresini minimal düzeye indirgeyerek daha sağlıklı bir şekilde ekimin gerçekleşmesini sağlar.
  • Saç köklerinin sağ kalma oranı daha yüksektir.
  • Kesi alanı daha az olacağından kanama riskini mümkün olduğunca en aza indirir.
  • Saç ekim operasyonu sonrası daha hızlı iyileşme görülebilir, böylece hasta kısa sürede günlük rutinine rahatlıkla dönebilir.
  • Bu yöntemde tıraşsız saç ekimi daha kolay yapılabilmektedir.

DEZAVANTAJLARI:

FUE yöntemine göre dezavantaj olabilecek hususlar:

  • Bu tekniği iyi bir şekilde kullanıp uzmanlaşmak için gerek doktor ve ekibinin çok uzun bir eğitim sürecinden geçmeleri gerekmektedir.
  • Diğer saç ekim metotlarıyla kıyaslandığında genellikle daha masraflı bir yöntem olduğundan bahsedilebilir.
  • Ekim işlemini yapacak kişinin dikkatli ve yüksek kondisyonda olması gerekmektedir.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI MESAJI

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI MESAJI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“VATAN TOPRAĞI SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA TÜRK MİLLETİ CANINI ORTAYA KOYMAKTAN ÇEKİNMEMİŞTİR, ÇEKİNMEYECEKTİR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.

Dr. Kileci, mesajında “Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal’in komutasında 26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan ve aralıksız 5 gün 5 gece süren Büyük Taarruz, ordumuzun gösterdiği büyük bir cesaret ve azimle, 30 Ağustos günü tarihi bir zaferle sonuçlanmıştır” dedi.

Bağımsızlığını her şeyin üstünde tutan Türk Milleti’nin kadın, erkek, genç, yaşlı, çocuk demeden kenetlenerek dünyaya büyük ve unutulmaz bir ders verdiğini belirten Dr. Kileci şöyle devam etti:

“Vatan toprağı söz konusu olduğunda Türk Milleti canını ortaya koymaktan çekinmemiştir, çekinmeyecektir. Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de ifade ettiği gibi; ‘Biz Türkler bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz.’

98’inci yıldönümünü büyük bir coşkuyla kutlayacağımız Büyük Taarruz’un Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, bağımsızlık mücadelemizin tüm kahramanlarını saygı ve minnetle anıyor, Zafer Bayramımızı kutluyorum.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDEN PLAZMA TEDAVİSİNE KATKI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDEN PLAZMA TEDAVİSİNE KATKI

SANKO Üniversitesi Hastanesi ile Türk Kızılayı arasında koronavirüs tedavisinde kullanılmak üzere daha önce koronavirüs geçirerek iyileşen hastalardan alınan plazmaların bağış için uygunluğunu belirleyen antikor testlerinin yapılması amacıyla protokol imzalandı.

GENEL MÜDÜR DR. SERMET KİLECİ: “KORONAVİRÜS SALGININA KARŞI DAHA ETKİN VE DUYARLI OLMAMIZ GEREKTİĞİ GERÇEĞİYLE YÜZ YÜZEYİZ”

TÜRK KIZILAYI ŞUBE BAŞKANI PROF. DR. NİHAT YILDIRIM: “PLAZMA BAĞIŞI KONUSUNDA HERKESİN DESTEĞİNE İHTİYAÇ DUYUYORUZ”

SANKO Üniversitesi Hastanesi ile Türk Kızılayı arasında koronavirüs tedavisinde kullanılmak üzere daha önce koronavirüs geçirerek iyileşen hastalardan alınan plazmaların bağış için uygunluğunu belirleyen antikor testlerinin yapılması amacıyla protokol imzalandı.

Hastane Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, imza töreninde yaptığı konuşmada, koronavirüs salgının küresel bir halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çekerek, “SANKO Üniversitesi Hastanesi olarak, her zaman bölgemiz için en iyi hizmeti vermek için çalışıyoruz” dedi.

Türk Kızılayı ile bu amaçtan hareketle imzaladıkları protokolle daha önce koronavirüs tedavisi olarak iyileşen ve plazmalarını bu hastalıkla mücadelede kullanılmak üzere bağışlamak isteyenlerin uygunluğunu belirlemek amacıyla antikor testlerini yapmaya başlayacaklarını belirten Dr. Kileci, şöyle konuştu:

“Koronavirüs hastalığını atlatanların sadece yüzde 5’i plazma bağışında bulunmaktadır. Bu rakam salgınla mücadelede düşük bir orandır. Koronavirüs salgınında daha etkin ve daha duyarlı olmamız gerektiği gerçeğiyle yüz yüze gelmiş bulunuyoruz.

Önceliğimiz her zaman halkımıza en iyi hizmeti, en kısa sürede ulaştırmaya çalışmak olmuştur. Bu büyük mücadelede, Sağlık Bakanlığımızın direktifleri doğrultusunda halkımızın yanında yer almaya devam edeceğiz.”

Dr. Kileci, bu amaçla SANKO Üniversitesi Hastanesi olarak, salgınla mücadeleye katkı amaçlı 1.200 testi Türk Kızılayı’na hibe edeceklerini kaydetti.    

Türk Kızılayı Şube Başkanı Prof. Dr. Nihat Yıldırım da plazma bağışı konusunda herkesin desteğine ihtiyaç duyulduğuna vurgu yaparak, bu konuda daha duyarlı olunmasını gerektiğinin altını çizdi.

Toplumsal faydası çok yüksek olan plazma bağışına katkı sağlayan SANKO Üniversitesi Hastanesi yönetimine teşekkür eden Prof. Dr. Yıldırım, “Türk Kızılayı Ailesi olarak verdikleri destekten dolayı ayrıca Gazianteplilere teşekkür ediyorum. Sağlık çalışanlarına özverili çalışmaları için minnettarız” ifadelerini kullandı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde düzenlenen İmza törenine, Türk Kızılayı Gaziantep Kan Bağışı Merkez Müdürü Dr. Mehmet Akıncı ile Ürün İşleme ve Ürün Dağıtım Sorumlusu Dr. Selçuk Özdemir de katıldı.

DÜNYA HEPATİT GÜNÜ

DÜNYA HEPATİT GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Mustafa Tanrıverdi, viral hepatitlerin tüm dünyada yaygın görülen ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDEN UZMAN DR. TANRIVERDİ:

VİRAL HEPATİTLER TÜM DÜNYADA YAYGIN GÖRÜLEN CİDDİ BİR HALK SAĞLIĞI SORUNUDUR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Mustafa Tanrıverdi, viral hepatitlerin tüm dünyada yaygın görülen ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğunu söyledi.

Uzm. Dr. Tanrıverdi, Dünya Hepatit Günü nedeniyle yaptığı açıklamada “Dünya genelinde hastalığın büyük oranda geç dönemde belirti vermesi ve hastaların çoğunluğunun hastalıklarının farkında olmaması nedeniyle, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından her yıl 28 Temmuz tarihi hepatite dikkat çekmek amacıyla Dünya Hepatit Günü olarak belirlenmiştir” dedi.

DSÖ’ye göre dünyada 325 milyon kişinin hepatit B ve hepatit C ile enfekte olduğunu ve yılda 1,4 milyon kişinin viral hepatitlere bağlı gelişen siroz ve karaciğer kanseri gibi nedenlerden yaşamını yitirdiğinin tahmin edildiğini anımsatan Uzm. Dr. Tanrıverdi, “Türkiye Viral Hepatit Önleme ve Kontrol Programı kapsamında başta risk altındaki kişiler olmak üzere tüm toplumun farkındalığının artırılması, bulaşmanın önlenmesi, hastalığın erken tespiti ve tedavisi ile siroz ve kanser gelişiminin önlenmesine yönelik faaliyetler planlanmakta ve yürütülmektedir” ifadelerini kullandı.    

“Hepatit, en basit anlamıyla karaciğerin iltihabıdır. Hepatitler, tüberkülozdan sonra en sık ölüme yol açan enfeksiyon hastalığı olup pek çok nedene bağlı olarak gelişebilmektedir” diyen Uzm. Dr. Tanrıverdi, şu bilgileri paylaştı:

“Viral hepatitlere başta hepatit A, B, C, D ve E virüsleri olmak üzere farklı virüs tipleri sebep olmaktadır. Hepatit B ve hepatit C virüsleri uzun vadede kronik karaciğer hastalığı, siroz veya karaciğer kanserine yol açabildiği için ayrı bir öneme sahiptir. Hepatit A ise hepatit A virüs ile kirlenmiş (kontamine) su ve besinlerle salgınlara yol açabilen, kötü hijyenik koşullarda kolaylıkla bulaşabilen bir hastalıktır.

Çocukluk çağlarında hafif belirtilerle geçirilen hepatit A enfeksiyonu, ileri yaşlarda daha ağır seyretmekte ve şiddetli karaciğer hastalığı ile ölümlere yol açabilmektedir. Halen ülkemizde çocuklara 18. ve 24. aylarda, risk grubundaki kişilere de en az 6 ay ara ile 2 doz halinde sağlık kuruluşlarımızda ücretsiz hepatit A aşısı uygulanmaktadır.”  

Uzm. Dr. Tanrıverdi, hepatit B ve hepatit C ile ilgili şu noktalara dikkat çekti:

  • Kontrol edilmemiş kan ve kan ürünlerinin transfüzyonuyla,
  • Sterilize edilmemiş cerrahi malzemelerin kullanıldığı tıbbi ya da diş müdahaleleriyle,
  • Kullanılmış enjektör paylaşımıyla, 
  • Tıraş bıçağı, diş fırçası gibi eşyaların paylaşımıyla,
  • Sterilize edilmemiş araçlarla dövme, akupunktur ya da vücut takılarının uygulanmasıyla, 
  • Hepatit B ve C taşıyıcılarının aile içi temasıyla,
  • Anneden bebeğe doğumda ve sonrasında,
  • Güvenli olmayan cinsel ilişkiyle bulaşabilir. 

Hepatit C virüsü bulaşma yollarının, hepatit B virüsü bulaşma yolları ile benzer olmakla birlikte, esas yayılma yolunun enfekte kan ve kan ürünleri ile doğrudan temas olduğuna dikkat çeken Uzm. Dr. Tanrıverdi, enfekte kan ile temas etmiş diğer vücut sıvılarının da bulaşma açısından kaynak olabileceğinin altını çizdi.

Hepatit B hastalığından korunmak için en etkili yolun aşılanma olduğuna değinen Uzm. Dr. Tanrıverdi, ülkemizde hepatit B aşısının 1998 yılı itibariyle rutin çocukluk çağı aşı takvimine eklendiğini anımsattı.

Hepatit C virüsüne karşı henüz aşı bulunmadığını ancak kullanılmaya başlanan yeni ilaçlarla tedavide yüzde 95’in üzerinde iyileşme sağlandığına işaret eden Uzm. Dr. Tanrıverdi, “Bu tedavi vatandaşlarımıza genel sağlık sigortası kapsamında ücretsiz sağlanmaktadır” diye konuştu.

Uzm. Dr. Tanrıverdi, hepatitlerden korunmada aşı dışındaki en etkili yöntemin, bulaş yoluna ilişkin koruma önlemlerinin alınması olduğunu da sözlerine ekledi.

KURBAN BAYRAMI MESAJI

KURBAN BAYRAMI MESAJI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Kurban Bayramı nedeniyle yayımladığı mesajında, bayramların birlik ve beraberlik duygularını pekiştiren, maneviyatın yoğun yaşadığı günler olduğunu belirtti.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“KURBAN BAYRAMI’NI DA SEVDİKLERİMİZLE ÇOK FAZLA BİR ARAYA GELEMEDEN ANCAK AYNI YOĞUN DUYGULAR İÇERİSİNDE KUTLAYACAĞIZ”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Kurban Bayramı nedeniyle yayımladığı mesajında, bayramların birlik ve beraberlik duygularını pekiştiren, maneviyatın yoğun yaşadığı günler olduğunu belirtti.

Dr. Kileci, bayramların, çocuklar için neşe kaynağı, yetişkinler için geçmişle geleceğin buluştuğu, yeni anıların oluşturulduğu değerli zamanlar olduğunu anımsattı.

Koronavirüs salgını nedeniyle Kurban Bayramı’nın da salgın riski kurallarına uygun kutlanacağına vurgu yapan Dr. Kileci, “Bayramı sevdiklerimizle çok fazla bir araya gelemeden ancak aynı yoğun duygular içerisinde kutlayacağız. Sağlığımızın ve mutluluğumuzun yerinde olduğu bayramlarda bir arada olmak dileğiyle, Kurban Bayramımız kutlu olsun” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KORNEA NAKLİ

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KORNEA NAKLİ

Şanlıurfa’da yaşayan 4 çocuk babası Nusret Ercan, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde gerçekleştirilen kornea nakliyle yeniden görmeye başladı.

Şanlıurfa’da yaşayan 4 çocuk babası Nusret Ercan, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde gerçekleştirilen kornea nakliyle yeniden görmeye başladı. Çocukluk döneminde bir gözünü kaybettiğini ve tek gözüyle yaşamını devam ettirdiğini belirten Nusret Ercan (79), gören gözünde de görme kaybı yaşayınca sağlık kuruluşlarına başvurduğunu söyledi. Başvurduğu birçok merkezde kornea nakli yaptırması gerektiğinin belirtildiğini kaydeden Ercan, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde gerçekleştirilen başarılı kornea nakliyle yeniden görmeye başlamanın sevincini yaşadı.

YENİDEN GÖREBİLDİĞİM İÇİN ÇOK MUTLUYUM

Yakınlarının nakil için yaptığı araştırma sonucunda, SANKO Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği’nde karar kıldıklarına vurgu yapan Ercan, “Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Pelin Özyol’a muayene olduk, başarılı bir kornea nakli ameliyatı geçirdim, kararan dünyam aydınlandı” dedi. Ercan “Doktorumuza, ekibine ve tüm hastane çalışanlarına teşekkür ediyorum. Doktorum sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi çok ilgilendi. Yeniden görebildiğim ve bu duyguyu yaşadığım için çok mutluyum" diyerek, mutluluğunu ifade etti. Ercan'ın ameliyatını gerçekleştiren SANKO Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Pelin Özyol, tek gözünü çocukken kaybeden Nusret Ercan’ın diğer gözünde de tamamen görme kaybı yaşadığını anımsattı. SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı da olan Doç. Dr. Özyol, “Başarılı bir ameliyat geçiren hastamızın durumu şu anda iyi, ilerleyen zamanda çok daha iyi olacak. Hastamızın tekrar görmeye başlaması bizler için de mutluluk vericidir” ifadelerini kullandı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi/ Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli  Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

DR. MUSTAFA TANRIVERDİ SANKO’DA HASTA KABULÜNE BAŞLADI

DR. MUSTAFA TANRIVERDİ SANKO’DA HASTA KABULÜNE BAŞLADI

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Mustafa Tanrıverdi SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Mustafa Tanrıverdi SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.

Uzm. Dr. Mustafa Tanrıverdi, 1978 yılında Gaziantep’te doğdu, 2001 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 2010 yılında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Eğitimini tamamladı.

Mecburi hizmetinin ardından 2012 yılına kadar Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde uzman hekim olarak görev yaptı. Mart 2012 tarihinde Gaziantep İl Halk Sağlığı Müdürü olarak atandı ve 6 yıl görev yaptı.

Halk Sağlığı Müdürü olarak görev yaptığı dönemde, Sağlık Bakanlığı ve belediyelerin “Kadın Sağlığı, Hoş Geldin Bebek, Merhaba Bebek” gibi ortak projelerine katkıda bulundu, Suriye’den başlayan göç sonucu ortaya çıkan bulaşıcı hastalıklarla mücadele, Suriyeli misafirlerin Birinci Basamak Sağlık Hizmeti alması ve Göçmen Sağlığı Merkezleri’nin Gaziantep’te açılması konusundaki çalışmaları yürüttü.

Yurtiçi ve yurtdışı hakemli dergilerde çalışmaları yayımlanan Uzm. Dr. Tanrıverdi, ateşli hastalıklar, kronik viral hepatitler, korona virüs enfeksiyonu, zatürre, idrar yolları enfeksiyonu, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, yumuşak doku enfeksiyonları, cerrahi alan enfeksiyonları, diyabetik ayak enfeksiyonları, yoğun bakım enfeksiyonları, tifo ve bruselloz konularında deneyim sahibidir.

Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2018 yılından bu yana çalışan Uzm. Dr. Tanrıverdi, Temmuz 2020 itibariyle, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Celal Ayaz’ın da görev yaptığı SANKO Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.

Dr. Mustafa Tanrıverdi, evli ve 3 çocuk babası.

ENFEKSİYON HASTALIKLARI VE KLİNİK MİKROBİYOLOJİ BÖLÜMÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü bünyesinde Hepatit Polikliniği de hizmet vermektedir.

Bu birimde, Kronik Hepatit B ve Kronik Hepatit C hastalarının tüm tahlilleri yapılarak, tedavi hizmeti sunulmaktadır.

Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nde tedavi edilen hastalıklar;

  • İshaller,
  • İdrar yolu enfeksiyonları (sistit), akut pyelonefrit,
  • Akut Hepatit A,
  • Akut Hepatit B,
  • Kronik Hepatit B,
  • Kronik Hepatit C takip ve tedavileri ile karaciğer biyopsisi,
  • Cilt – yumuşak doku enfeksiyonları,
  • Pnömoni,
  • Tüm ateşli hastalıklar.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

SINAV KAYGISIYLA NASIL BAŞA ÇIKABİLİRİZ?

SINAV KAYGISIYLA NASIL BAŞA ÇIKABİLİRİZ?

SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, sınav kaygısının öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili biçimde kullanılmasını engelleyen, dikkati toplamayı zorlaştıran ve başarıda düşmeye yol açan yoğun kaygı olduğunu söyled

SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, sınav kaygısının öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili biçimde kullanılmasını engelleyen, dikkati toplamayı zorlaştıran ve başarıda düşmeye yol açan yoğun kaygı olduğunu söyledi. Dr. Özcan, “Büyük sınavlar yaklaşırken pek çoğumuz bunalmış, çaresiz, hayal kırıklığına uğramış hissedebiliriz. Bazen sınavlarda kalbimiz hızla çarpıp, titreyebilir, terleyebilir, belki de nefes almakta zorlanabiliriz. Bu hissettiğimiz kaygılar çoğunlukla sınav öncesi motive edici, algılamamızı kolaylaştırıcı etki gösterse de bazı kişilerde yoğun kaygı ortaya çıktığında rahatsız edici, dikkati olumsuz yönde etkileyecek biçimde olabilir ve bu durum performansı etkileyebilir” dedi. Dr. Özcan, sınav kaygısı hissedilirken zihinde “yapamayacağım, başaramayacağım” gibi düşüncelere neden olduğuna vurgu yaptı.

BEDENSEL ETKİLER

Yoğun kaygı yaşanırken vücutta titreme, terleme, çarpıntı, bulantı, ateş basması gibi belirtilerin ortaya çıktığına dikkat çeken Dr. Özcan, şöyle devam etti: “Bu belirtiler, dışarıdan bir tehdit sezdiğimizde, örneğin bir deprem, trafik kazası ya da bizi ölümle burun buruna getirebilecek başka bir olay yaşadığımızda hissettiğimiz kaygı durumunda da ortaya çıkar. Buna ‘savaş ya da kaç’ yanıtı diyoruz. Kaygı aslında yaşadığımız bu tehlikeli durumlardan bizi korumaya ve vücudumuzu harekete geçirmeye çalışır. Ama bazen dışarıdan bir tehdit olmasa da zihnimiz bazı durumları tehdit olarak algıladığında yine kaygı oluşur ve vücudumuzu alarm durumuna geçirir. Aslında bu algılanan tehdit, yaşamı tehlikeye sokan bir durum değil, içsel olarak düşüncelerle oluşturduğumuz bir durumdur.”

SINAV KAYGISI NEDEN YAŞANIR?

Kaygının zihindeki “Yapamayacağım, sınavı yetiştiremeyeceğim, istediğim bölümü kazanamayacağım, kazanamazsam rezil olacağım” gibi kötü senaryolarla başladığını anımsatan Dr. Özcan, “Kendini yetersiz, başarısız biri olarak değerlendirmek, başarısızlığa yönelik düşünceleri ve kaygıyı iyice arttırır. Sürekli sınavın sonucuna odaklanma, kendini başkalarıyla kıyaslama dikkati bozar ve akademik eksiklikler, sınavlardan ve ders çalışmaktan kaçınmalar baş gösterir” diye konuştu.

SINAV KAYGISIYLA NASIL BAŞ ETMELİYİZ?

Dr. Özcan, sınav kaygısıyla başa çıkmak için yapılması gerekenleri şöyle özetledi:“

* Bedensel belirtiler ortaya çıktığında, bunun kaygı durumunda ortaya çıkan fizyolojik belirtiler olduğunu kendimize hatırlatmalıyız. Zihnimiz bir tehlike algılar ancak ortada hayatımızı tehdit eden bir durum yok. Öyleyse bedensel belirtilere odaklanmak yerine yapacağımız işe odaklanmakla işe başlayabiliriz. Kaygı düzeyi bir süre sonra azaldığında bedensel belirtiler de yavaşça kaybolacak.

* Sınavdan ve çalışmaktan kaçınmak bilgi eksikliğine yol açacağından kaygımızı artıracaktır. Bu nedenle ne kadar zor görünürse görünsün, başarılı olmak ya da sınav sonucuna odaklanmak yerine elimizden geleni yapmalıyız.

* Sınav çalışma düzenini planlamak, konu tekrar etmek, soru çözmek, bizi en çok kaygılandıran şeyleri tespit etmeye çalışmak, çalışma odamızı rahat edebileceğimiz düzene sokmak gibi sınav için kontrol edebileceğimiz alanların yanında, sınav günü ve sınav sonuçları gibi kontrole demeyeceğimiz şeyler de olabilir. Kontrol edebileceğimiz alanlara odaklanmamız kaygımızı azaltacaktır.

* Olumsuz düşünceler üzerine çalışabiliriz. Örneğin,

  • ‘Yapamayacağım’ yerine ‘yapmak değil, yapmaya çalışmak benim elimde’,
  • ‘Sınavda başarısız olursam ben bir hiçim’ yerine ‘alacağım sonuç yalnızca sınavın bir değerlendirmesi, benim değil’,
  • ‘Takdir edilmek için çok çalışmam lazım’ yerine ‘insanların beni takdir etmesi sınava bağlı değil, ben başkalarını başarılarına göre mi seviyorum’,
  • ‘Kazanamazsam aileme ne derim? Benim için çok fedakârlık yaptılar’ yerine ‘ben ebeveyn olsaydım aynısını yapardım, ben de çalışmak için elimden geleni yapacağım’
  • ‘Hiç heyecanlanmamalıyım’ yerine ‘sınavda heyecanlanmak doğal, heyecanım bana gerekli’,
  • ‘Hiçbir soruya takılmamalıyım, hepsini yapmalıyım’ yerine ‘takıldığım sorular olabilir, yapamadığım olursa diğer sorulara geçerim’,
  • ‘Sınavı yapamazsam değersiz ve başarısız biriyim demektir’ yerine ‘ben sınava çalıştım, eğer yapamazsam bu beni değersiz ve başarısız biri yapmaz. Sadece sınava çalışma davranışımın yetersiz olduğunu gösterir’ gibi düşünceye yoğunlaşıp, olumsuz düşüncelerle savaşabiliriz.
  • Zamanı verimli kullanmayı öğrenmek. Programlama ve zaman çizelgesi hazırlamak.
  • Gevşeme ve nefes egzersizleri yapmak.

SINAV ÖNCESİNDE NELER YAPILMALI?

Dr. Özcan sınav öncesinde yapılması gerekenlerle ilgili şu önerilerde bulundu:

* Sınavdan bir gün önce çalışmamak.

* Ilık duş ve rahatlatıcı, hafif, gevşeme ve nefes egzersizleri yapmak.

* Neşeli bir film izlemek.

* Özel hayatta değişiklik yapmamak. Aynı saatte ve uygun süre uyumak, aynı beslenme düzenini sürdürmek

*Sınava girilecek yeri önceden görmek, sınavda yanına alınacak eşyalar ve belgeleri düzenlemek, zamanında sınav yerine gitmek.

SINAV ESNASINDA YAPILMASI GEREKENLER

Dr. Özcan, sınav esnasında yapılabilecekleri ise şöyle sıraladı:“

* Tuvalete gitmek.

* Rahat oturma şekli belirlemek.

* ‘Ben elimden geleni yaptım’ diye tekrar etmek.

* Kolay olarak yapılan sorulardan başlamak, zor soruları atlamak, sonra dönmek.

* Sınavda çevreye bakıp nasıl yaptıklarını izlemek yerine diğerlerini görmezden gelmek ya da başka yere odaklanmak.

* Sınavda kaygı çok artarsa biraz ara verip nefes egzersizi yapmak.”

AİLELERE VE ÖĞRETMENLERE ÖNERİLER

Dr. Özcan, ailelere ve öğretmenlere de önemli görevler düştüğünü belirterek şu önerilerde bulundu:“

* Mükemmeliyetçi sözler/davranışlar ve bu tarz mesajlardan uzak durmalı.

* Sonuca değil sürece vurgu yapan sözlerle yaklaşmalı.

* Kıyaslamalardan ve yüksek standartlardan uzak durmalı.

* Gerçekdışı beklentiler ve hedefler koymamalı.

* Kendi kaygımızı yönetmekte zorlanıyorsak bir uzman yardımı almalıyız.

”Dr. Özcan, “Sevgili gençler, sınava hazırlanırken yardım/tedavi alarak baş etme yöntemlerini öğrenebilir, zorlu düşünceler geldiğinde ‘ben elimden gelenin en iyisini yaptım’ diyebiliriz. Hepinize yürekten başarılar diliyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

PROF. DR. HAKKI KAZAZ SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE

PROF. DR. HAKKI KAZAZ SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE

Prof. Dr. Hakkı Kazaz, 1969 yılında Gaziantep’te doğdu. Evli ve 2 çocuk babası olan Prof. Dr. Kazaz, 1993 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 2001 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Kalp Damar Cerrahisi Uzmanlık Eğitimini tamamladı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin güçlü hekim kadrosuna Kalp ve Damar Cerrahı Prof. Dr. Hakkı Kazaz da katıldı.

Prof. Dr. Hakkı Kazaz, 1969 yılında Gaziantep’te doğdu. Evli ve 2 çocuk babası olan Prof. Dr. Kazaz, 1993 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 2001 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Kalp Damar Cerrahisi Uzmanlık Eğitimini tamamladı.

Akademik hayatını Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Kliniği’nde devam ettiren Prof. Dr. Kazaz, 2006 yılında doçent, 2013 yılında profesörlük unvanını aldı. 2008 ile 2020 arasında Gaziantep’te ve İzmir’de çeşitli özel hastanelerde çalıştı. Yurtiçi ve yurtdışı hakemli dergilerde 55 basılı yayını mevcut olup, 300’ün üzerinde uluslararası atıf almıştır.

4 uluslararası, 3 ulusal SCI ve SCI-EXP dergilerde hakemlik yapan Prof. Dr. Kazaz, 41 kongrede düzenleme ve bilim kurulu üyeliği yapmıştır. Prof. Dr. Kazaz, küçük kesi ile kalp ameliyatları, bacakta kesi izi olmadan bypass operasyonları, çocuk kalp ameliyatları, kapak ve aort cerrahisi, özel yöntemlerle varis ameliyatları ile kalp damar cerrahisinde yüksek deneyim sahibidir.

Prof. Dr. Kazaz, Haziran 2020 tarihi itibariyle SANKO Üniversitesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nde hasta kabulüne başladı. Klinikte halen Dr. Öğr. Üyesi Feragat Uygur ve Dr. Öğr. Üyesi M. Murat Yardımcı görev yapmaktadır.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ KALP VE DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ

1996 yılında faaliyete geçen hastanenin Kalp ve Damar Cerrahisi Polikliniği'nde ilk operasyon 18 Eylül 1997 tarihinde gerçekleştirildi.

Kurulduğu günden itibaren bölgede sağlık alanında öncü hastanenin Kalp Damar Cerrahisi Polikliniği zamanla yapılan ameliyatların sayısı ve çeşitliliğinin artması ile Türkiye genelinde saygın yer edinmiş, bölgede referans hastane konumuna gelmiştir.

Kalp ameliyatları laminer hava akımı olan hepa filtreli ameliyat salonlarında gerçekleştirilmektedir. Hastalar ameliyat sonrası tek kişilik odalarda kalmaktadır.

Klinikte koroner bypass, kalp kapak operasyonları, doğumsal kalp hastalıklarının operasyonları, aort cerrahisinin yanı sıra küçük kesi ile kozmetik kalp ameliyatları, bypass ameliyatlarında bacakta kesi olmadan kapalı yöntemle iz bırakmadan ağrı çekmeden damar çıkartma yöntemleri, tamamen kapalı yöntemle damar ameliyatları, kozmetik varis operasyonları gibi yeni teknik ve teknolojilerle kalp cerrahisinin yenilikçi ve az sayıda merkezde uygulanan en özellikli operasyonları yapılmaktadır.

KLİNİKTE YAPILAN AMELİYATLAR

Re-DO cerrahisi: Daha önceden kalp ameliyatı geçiren ancak yeni ortaya çıkan hastalıkları nedeniyle tekrar kalp ameliyatı gereken hastaların cerrahisi.

Koroner arter bypass cerrahisi: Kalbi durdurmadan çalışan kalpte bypass. Küçük kesi ile bypass.

Kalp kapak hastalıkları cerrahisi: Kapak değişim veya tamirinin yanı sıra küçük kesi ile kapak ameliyatları. Dikişsiz kapalı değişim ve kapalı yöntem ile kalp kapağı onarımı.

Doğumsal kalp hastalıkları cerrahisi: Çocuk ve erişkin hastalarda doğuştan gelen kalp hastalıklarının cerrahisi.

Aort damar cerrahisi: Aort damarının genişlemesi veya yırtılması durumunda gereken damar değişim ameliyatları. Kapalı yöntemle aort cerrahisi.

Atar damar tıkanıklarının cerrahi tedavisi: Vücuttaki atar damar tıkanıklarının bypass veya stent ile tedavisi.

Varis ameliyatları: Her boyuttaki varisli damarların, ağrısız, ameliyatsız yapıştırıcı veya lazer ile tedavisi Varis Tedavi Merkezinde yapılmaktadır. Kozmetik varis tedavisi,

yaygın akciğer embolisi tedavisi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.

KORONAVİRÜSÜN GÖZ SAĞLIĞINA ETKİSİ

KORONAVİRÜSÜN GÖZ SAĞLIĞINA ETKİSİ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Pelin Özyol, koronavirüsün (COVID – 19) sıklıkla ağız, burun ve göz yüzeyini kaplayan zar yapısındaki mukozalara temas yoluyla bulaştığını söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. ÖZYOL:

“YENİ TİP KORONAVİRÜSTE GÖZ TUTULUMU SADECE GÖZE BULAŞLA DEĞİL, AĞIZ VEYA BURUN YOLUYLA ALINAN VİRÜSÜN OLUŞTURDUĞU GÖZ ENFEKSİYONU ŞEKLİNDE DE ORTAYA ÇIKAR”

“KONTAKT LENS KULLANIMI GÖZE TEMAS ORANINI ARTIRDIĞI İÇİN SALGIN SÜRESİNCE MÜMKÜNSE GÖZLÜK KULLANILMALI, LENS KULLANILACAKSA GÜNLÜK KULLAN-AT LENSLER TERCİH EDİLMELİ”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Pelin Özyol, koronavirüsün (COVID – 19) sıklıkla ağız, burun ve göz yüzeyini kaplayan zar yapısındaki mukozalara temas yoluyla bulaştığını söyledi.  

SANKO Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı da olan Doç. Dr. Pelin Özyol, koronavirüsün göz sağlığına etkilerine ilişkin açıklamasında, “Dünya genelini etkileyen koronovirüs, hızlı bulaşma oranı ve hastalık seyri sırasında önemli komplikasyonlara yol açması nedeniyle toplum sağlığını önemli ölçüde etkilemektedir” dedi.

Virüsün en sık ağız, burun ve göz yüzeyini kaplayan zar yapısındaki mukozalara temas yoluyla bulaştığını anımsatan Doç. Dr. Özyol, koronavirüsün göz tutulumunun sadece göze bulaşla değil, ağız veya burun yoluyla alınan virüsün oluşturduğu göz enfeksiyonu şeklinde de ortaya çıktığına dikkat çekti.

Koronavirüs ile temas sonrasında gözlerde kızarıklık, şişlik, akıntı, çapaklanma gibi belirtiler ile konjonktivit tablosunun gelişebildiğini kaydeden Doç. Dr. Özyol, “Aslında bu zamana kadar bildirilen çalışmalarda koronavirüs bulaşı olan kişilerde konjonktivit gelişim oranı düşük bulunmuştur. Ancak korunma ilk basamak önlem olduğundan ellerin temizliği sağlanmadan ağız ve burnun yanı sıra, göze olan temasın da engellenmesi büyük önem taşımaktadır” uyarısını yaptı. 

Gözde konjonktivit (Göz akını örten şeffaf dokunun ve göz kapaklarının içinin iltihaplanması) gelişmesi halinde şu an uygulanabilecek bir antiviral ilaç bulunmadığını bildiren Doç. Dr. Özyol, “Ancak koronavirüsün kloridli dezenfektanlar ile zararsız hale geldiği bilindiğinden göz için hazır formda bulunan yüzde 0,2 hipokloröz asit (HOCl) solüsyonları ile göz kapakları ve kirpik temizliği uygulanabilir” ifadelerini kullandı.

Kontakt lens kullanımının göze temas oranını artırdığı için salgın süresince mümkünse gözlük kullanılmasını öneren Doç. Dr. Özyol, “Eğer kontakt lens kullanımı gerekiyorsa günlük kullan-at lensler tercih edilmelidir” diye konuştu.

RAMAZAN BAYRAMI MESAJI

RAMAZAN BAYRAMI MESAJI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Ramazan Bayramı nedeniyle yayımladığı mesajında, “Bu bayram evimizdeyiz ama her bayram olduğu gibi bu bayramda da gönüllerimiz bir” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ: “BU BAYRAM EVİMİZDEYİZ AMA HER BAYRAM OLDUĞU GİBİ BU BAYRAMDA DA GÖNÜLLERİMİZ BİR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Ramazan Bayramı nedeniyle yayımladığı mesajında, “Bu bayram evimizdeyiz ama her bayram olduğu gibi bu bayramda da gönüllerimiz bir” dedi.

Dr. Kileci, coşku ve heyecanla beklenen bayramların, nesiller arasında bir köprü gibi geçmişle geleceği buluşturan önemli günler olduğuna vurgu yaptı.

Maddi ve manevi paylaşımların yoğun yaşandığı Ramazan Ayı’nın ardından gelen Ramazan Bayramı’nın her yaştan insan için farklı anlamlar yüklü olduğunu kaydeden Dr. Kileci, “Bu bayram evimizdeyiz ama her bayram olduğu gibi bu bayramda da gönüllerimiz bir. Gönül evlerimizin her zamankinden daha şen, her zamankinden daha kalabalık olacağı bir bayram dilerim” ifadelerini kullandı.

17 MAYIS DÜNYA HİPERTANSİYON GÜNÜ

17 MAYIS DÜNYA HİPERTANSİYON GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Alper Serçelik, çağımızın en önemli hastalıklarından biri olan hipertansiyonun her yaşta görülebildiğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ SERÇELİK:

“HİPERTANSİYON, ÇAĞIMIZIN EN ÖNEMLİ HASTALIKLARINDAN BİRİ” 

SANKO Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Alper Serçelik, çağımızın en önemli hastalıklarından biri olan hipertansiyonun her yaşta görülebildiğini söyledi.  

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Dr. Serçelik, beyin kanaması, damar tıkanıklığı, felç, körlük gibi sağlık problemlerine neden olabilen hipertansiyonun sürekli kontrol altında tutulması gerektiğini belirtti.

Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, “Tansiyon, kalpten pompalanan kanın, atar damarların duvarlarına yaptığı basınçtır. Basıncın normalden fazla olması hipertansiyon olarak adlandırılır. Tansiyon ölçümünde büyük tansiyon kalbin kasılması, küçük tansiyon ise kalbin gevşemesi sırasında ölçülen kan basıncından bahsedilir. Hipertansiyon büyük ve/veya küçük tansiyonun normalden yüksek olmasıdır” dedi.

“Hipertansiyon sistolik kan basıncının 140 mmHg ve üzeri, diyastolik kan basıncının ise 90 mmHg ve üzeri olması durumudur” diyen Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, kan basıncı ile ilgili olarak şu bilgileri verdi:

“Dünya Sağlık Örgütü ise tanımlamayı sistolik kan basıncının 140 -160 mmHg ve diyastolik kan basıncı 90 -105 mmHg ise ‘Hafif hipertansiyon’, sistolik kan basıncı 160 – 180 mmHg ve diyastolik kan basıncı 105 -120 mmHg ise ‘Orta dereceli hipertansiyon’, sistolik kan basıncı 180 mmHg üzeri ve/veya diyastolik kan basıncı 120 mmHg üzerinde ise ‘Şiddetli hipertansiyon’ olarak yapmıştır.”

Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, çok yaygın görülen hipertansiyonun kalıcı sakatlık ve ölümlere yol açtığını vurgulayarak, erişkinlerin yüzde 20 – 25‘inde görüldüğünün altını çizdi.

HİPERTANSİYONUN NEDENLERİ NELERDİR

Hipertansiyon hastalarının yüzde 90 – 95’inde neden saptanamadığını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, “Bu grup hipertansiyona, ‘Primer’ veya ‘Esansiyel hipertansiyon’ denir. Hipertansiyon hastalarının yüzde 5 – 10’unda ise saptanan farklı bir hastalığa bağlı olan ‘Sekonder hipertansiyon’ görülür” ifadelerini kullandı.

Dr. Öğretim Üyesi Serçelik, hipertansiyona “çeşitli böbrek hastalıkları”, “beyinle ilgili bazı hastalıklar”, “hormonal hastalıklar”, “çeşitli tümörler”, “bazı doğumsal hastalıklar”, “psikolojik rahatsızlıklar” ve bir takım ilaç kullanımlarının da neden olabileceğine vurgu yaptı.

HİPERTANSİYONUN BELİRTİLERİ NELERDİR

Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, hastaların önemli bölümünde herhangi bir belirti görülmediğini, tanının sadece kan basıncı ölçümü ile mümkün olabildiğine dikkat çekti.

Hipertansiyonun başlıca belirtilerini baş ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, halsizlik, yorgunluk ve burun kanaması olduğunu, kan basıncının çok yükseldiği durumlarda çift görme, dilde peltekleşme, yüzde veya vücutta uyuşma – karıncalanma hissedilebileceğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, bu belirtilerin hiçbirinin hipertansiyona özgü olmayıp, birçok başka hastalıkta da aynı belirtilerle karşılaşılabileceğini ifade etti.

HİPERTANSİYONUN TEDAVİSİ

Hipertansiyon tedavisinde temel amacın hedef organ hasarını önleyerek, meydana gelebilecek sakatlık ve ölümleri azaltmak olduğunu bildiren Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, hipertansiyonu başka bir hastalığa bağlı olanlarda, hipertansiyona neden olan hastalığın tedavi edilmesi gerektiğini anımsattı.

Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, hipertansiyonun nedeni saptanamayan hastalarda yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:

“Tuz alımının kısıtlanması, fazla kilo varsa kilo verilmesi, düzenli fizik aktivitede bulunulması, sigara içiliyorsa bırakılması, fazla alkol alınıyorsa, kesilmesi veya azaltılması, potasyum içeren gıdaların (taze sebze ve meyveler) daha fazla tüketilmesi, doymuş yağ ve kolesterol (hayvansal yağlı gıdalar) alımının azaltılması.”

İlaç tedavisinde hipertansiyona eşlik eden hastalıklar ve ilaçların yan etkileri göz önünde bulundurularak, o hastaya en uygun ilaç seçimi yapılması gerektiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, tek ilaçla kontrol edilemeyen hipertansiyonlarda birden fazla ilacın bir arada kullanılabileceğini söyledi.

GENETİK FAKTÖRLER DE ROL OYNUYOR

Hipertansiyonda kalıtımın rolüne de değinen Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, bilhassa 55 yaşından önce, birinci derecede yakınlarında (anne, baba, kardeşler) hipertansiyon görülenlerde, bu hastalığın gelişme riskinin daha fazla olduğunu, kalıtımsal geçiş yolu tam olarak bilinmemekle birlikte, birden çok genetik faktörün rol oynadığının kabul edildiğini bildirdi.

Hastanın yakınmaları olduğunda kan basıncının ölçülmesinin önemine değinen Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, “Kan basıncı günün herhangi bir saatinde ölçülebilir. Günlük olarak, değişik saatlerde ölçüm yapılması daha uygundur. Yemeklerden en az yarım saat, fiziki aktiviteden 5 – 10 dakika sonra ölçüm yapılmalıdır” diye konuştu.

Her ilaçta olduğu gibi antihipertansif ilaçların da yan etkileri olabileceğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Serçelik, bu yan etkilerin çoğunun ilk günlerde ortaya çıktığını, genellikle hafif ve geçici olduğunu ancak sebat eden yan etkiler var ise ilacın kesilmesi ile kısa sürede ortadan kalktığını dile getirdi.

Öğr. Üyesi Serçelik, başka hastalıklar için kullanılan ilaçların örneğin doğum kontrol hapları, kortizon ilaçları, soğuk algınlığı ve burun açıcı amaçla kullanılan ilaçlarla, bazı depresyon ve romatizma ilaçlarının hipertansiyona yol açabileceğini hatırlattı.

COVID 19 VE HİPERTANSİYON

Öğr. Üyesi Serçelik, COVID-19 ve hipertansiyon ile ilgili olarak ise şu bilgileri paylaştı: “COVID 19 enfeksiyonunun hipertansiyon varlığında ölüm riskinin arttığını bildiren yayınlar olmakla beraber bu konu tartışmalıdır. Mevcut veriler tatmin edici değildir. Ayrıca hipertansiyon tedavisinde ACE inhibitörü ve ARB olarak adlandırılan tansiyon ilaçlarının kullanımının COVID 19 virüsünün yaptığı enfeksiyonu kötüleştireceğine dair kanıta dayalı yeterli veri yoktur.

COVID 19’un birincil tutulumu solunum sistemi olmakla beraber, bazı hastalarda kardiyovasküler hasar da olabilmektedir. Bu nedenle birçok kardiyovasküler alanda faydaları kanıtlanmış bu ilaçların tedaviden çıkarılmasını Amerika, Avrupa ve ülkemizde kalp hastalıkları ve tansiyon tedavisine yön veren kurumlar uygun bulmamaktadır.”

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımlayarak, “Kurtuluş meşalesinin yakılışının 101’inci gurur yılını yaşıyoruz” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“KURTULUŞ MEŞALESİNİN YAKILIŞININ 101’İNCİ GURUR YILINI YAŞIYORUZ”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımlayarak, “Kurtuluş meşalesinin yakılışının 101’inci gurur yılını yaşıyoruz” dedi.

19 Mayıs 1919 tarihinin milli birlik ve beraberlik içinde başarabileceklerimizin bir kanıtı olduğunu kaydeden Dr. Kileci, mesajında şu ifadeleri kullandı:

“Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir öndere sahip olan Türk Milleti karşısında hiçbir güç duramamıştır. Büyük Önder, ‘Vatanın bütün ümidi ve geleceği size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır’ diyerek, genç bir devletin genç ve aydınlık fikirlerle yükseleceğine olan inancını bu tarihi günü onlara armağan ederek göstermiştir.

Güzel vatanımızın bağımsızlığı için canları pahasına savaşmaktan çekinmeyen Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere, tüm şehitlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyor, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızı kutluyorum.”

 

HEMŞİRELİK HAFTASI KUTLAMALARI

HEMŞİRELİK HAFTASI KUTLAMALARI

SANKO Üniversitesi Hastanesi yöneticileri, 12 – 18 Mayıs Hemşirelik Haftası nedeniyle, her zaman olduğu gibi koronavirüs salgını sürecinde de büyük bir özveriyle görevlerini yapan hemşirelere armağan verdi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ YÖNETİMİNDEN HEMŞİRELERE MORAL

SANKO Üniversitesi Hastanesi yöneticileri, 12 – 18 Mayıs Hemşirelik Haftası nedeniyle, her zaman olduğu gibi koronavirüs salgını sürecinde de büyük bir özveriyle görevlerini yapan hemşirelere armağan verdi.

Mesul Müdür Dr. Suat Özerbaş ve Başhemşire Ceylan Özyılmaz, görev yerlerindeki hemşireleri ziyaret ederek, 12 – 18 Mayıs Hemşirelik Haftası’nı kutladılar.

Sosyal mesafe kuralına dikkat eden Özerbaş ile Özyılmaz, armağan takdimi sırasında hemşirelere çalışmalarından dolayı teşekkür ederek, başarılar dilediler. 

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.

12-18 MAYIS HEMŞİRELİK HAFTASI

12-18 MAYIS HEMŞİRELİK HAFTASI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Başhemşiresi Ceylan Özyılmaz, dünyayı etkileyen COVID-19 salgını nedeniyle hemşirelik mesleğinin önemi ve değerinin çok iyi anlaşıldığını söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BAŞHEMŞİRESİ ÖZYILMAZ: “SALGIN HASTALIK NEDENİYLE HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN ÖNEMİ VE DEĞERİ DÜNYA GENELİNDE ÇOK İYİ ANLAŞILDI”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Başhemşiresi Ceylan Özyılmaz, dünyayı etkileyen COVID-19 salgını nedeniyle hemşirelik mesleğinin önemi ve değerinin çok iyi anlaşıldığını söyledi.

Özyılmaz, 12-18 Mayıs tarihleri arasında kutlanan Hemşirelik Haftası nedeniyle yaptığı açıklamada, “Dünya Sağlık Örgütü, modern hemşireliğin kurucusu ve temsilcisi olan Florance Ninghtingale’in doğumunun 200’üncü yılı olması nedeniyle 2020 yılını Hemşireler Yılı olarak ilan etti. Tam da bu yıl dünyayı etkileyen COVID-19 salgınına karşı verilen mücadele, hemşirelik mesleğinin ne kadar önemli ve değerli olduğunu ortaya koydu” dedi.

Hemşirelerin, 7 gün 24 saat hasta başında yaşamlara dokunarak, her zaman olduğu gibi yine sağlık ordusunun en ön sıralarında yer aldığını kaydeden Özyılmaz, mesajında özetle şu görüşlere yer verdi:

“Canları pahasına, korkmadan, yılmadan, gece gündüz demeden ailelerinden, günlük yaşantılarından, uykularından fedakarlık ederek, kişisel koruyucu ekipmanların içinde nefes almadan görevini en iyi şekilde yürüten bu kahramanların Hemşirelik Haftası’nı kutluyorum.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ'DEN ANNELER GÜNÜ MESAJI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ'DEN ANNELER GÜNÜ MESAJI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Anneler Günü nedeniyle yayımladığı mesajında “Varlığıyla hayatımıza anlam katan annelerimizin günü kutlu olsun” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“HAYATIMIZA ANLAM KATAN ANNELERİMİZİN GÜNÜ KUTLU OLSUN”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Anneler Günü nedeniyle yayımladığı mesajında “Varlığıyla hayatımıza anlam katan annelerimizin günü kutlu olsun” dedi.

“Gülüşüyle günümüzü aydınlatan annelerin çocukları için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen birer güç timsali olduğunu belirten Dr. Kileci, mesajında şu görüşlere yer verdi:

“Anne ile evlatları arasında büyük ve sağlam bir bağ vardır. Bu bağ ömür boyu devam eder. Anneler için evlatları hayattaki en kutsal emanettir. Sevgi, ilgi ve destekleriyle hayatımızı şekillendirmemizde en büyük rehber olan annelerimize sağlıklı, mutlu, huzurlu ömürler diliyorum.”

 

İMMÜN PLAZMA TEDAVİSİ

İMMÜN PLAZMA TEDAVİSİ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Terapötik Aferez Ünitesi’nde, COVID19 poziitif hastalar için immün plazma tedavisine başlandı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE COVID-19 POZİTİF HASTALAR İÇİN İMMÜN PLAZMA TEDAVİSİNE BAŞLANDI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Terapötik Aferez Ünitesi’nde, COVID-19 poziitif hastalar için immün plazma tedavisine başlandı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları (Hematoloji) Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Yılmaz, “Yeni Koronavirüse (COVID-19) yakalananların hastalığı sessiz olarak geçirmelerine karşın yüzde 20’lik bir grupta ateş, öksürük, nefes darlığı gibi bulguların hafiften şiddetliye değişik düzeylerde seyredebildiğini ve hastalığın insandan insana temas, solunum yolu, öksürme, hapşırma, vb. yollarla bulaştığını anımsattı.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları (Hematoloji) Anabilim Başkanı da olan Prof. Dr. Yılmaz, bu virüsün insanlar arasında hızla yayılması nedeniyle 30 Ocak 2020 tarihinde, “Halk Sağlığı Acil Durumu” olarak ilan edildiğine dikkati çekti.

Prof. Dr. Yılmaz, “Hastalık bütün ülkeler için bir tehdit ve sağlık sorunu oluşturmaya devam etmektedir. Bu tehdit nedeni ile iki binada hizmet veren hastanemizin bir binası tamamen bu hastaların takip, tedavi ve yoğun bakım hizmetleri için COVID-19 hastanesi olarak düzenlenmiştir” dedi.

Hastalığın oluş biçiminin tüm noktaları ile henüz açıklanamadığı için güncel tedavisinin antiviral, hidroksiklorokin, tocilizumab, immün plazma, destek, vb. tedavilerinden ve hastalığın yol açtığı komplikasyonlara yönelik olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yılmaz, şöyle devam etti:

“Bunlar arasında immün plazma (konvelasan plazma) tedavisi, tedavi alternatiflerinden birini oluşturmaktadır. Bu tedavinin mantığı COVID-19 hastalığını geçirip iyileşen kişilerden aferez yöntemi ile elde edilen plazma veya immünglobulin dediğimiz konsantrelerin kullanılması esasına dayanmaktadır. İmmün plazmanın, COVID-19 pozitif kişilerin tedavisinde kullanımı ile ilgili salgının başlaması ile birlikte literatürde yapılan yayınlar mevcuttur. Bu yayınlarda bu yöntemin tedavide etkili olduğuna dair veriler mevcuttur. 

Sağlık Bakanlığı tarafından, immün plazma tedavisinin nasıl uygulanacağına yönelik ‘COVID-19 İmmün (Konvalesan) Plazma Tedarik ve Klinik Kullanım Rehberi’ hazırlanmıştır. Bu rehbere göre kan grubu uyumlu, klinik iyileşmenin üzerinden 14 gün geçmiş, tedavi sürecini evde tamamlamanın üzerinden 28 gün geçmiş, tercihen erkek, kan transfüzyonu almamış ve gebe kalmamış bireylerden aferez yöntemi ile toplanacak plazma örneklerinin kullanılması önerilmektedir.

Bu bilgiler ışığında SANKO Üniversitesi Hastanesi Terapötik Aferez Ünitesi’nde COVID-19 pozitif hastaların tedavisine yönelik olarak immün plazma, Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan bu rehber doğrultusunda elde edilebilmektedir. Merkezimizin alt yapısı bu işlemler için yeterli olup günlük 4-5 hastaya kadar işlem yapma kapasitesine sahiptir. Ünitemiz 24 saat hizmet verebilmektedir.”

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100’üncü yıl dönümü nedeniyle bir mesaj yayınladı.

 

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. SERMET KİLECİ:

“BÜYÜK ÖNDERİMİZ 23 NİSAN’I ÇOCUKLARIMIZA ARMAĞAN EDEREK ONLARA OLAN İNANCINI TÜM DÜNYAYA GÖSTERMİŞTİR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100’üncü yıl dönümü nedeniyle bir mesaj yayınladı.

Dr. Kileci, 23 Nisan 1920 tarihinde açılan Büyük Millet Meclisi’nin milletimizin yeniden doğuşunun bir simgesi olduğunu ifade ederek “Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi, 23 Nisan, Türkiye milli tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade ederdedi.

Bu önemli tarihin Büyük Önderimiz tarafından ülkemizin gelecekteki yöneticileri ve sahibi olan çocuklara armağan edildiğine dikkat çeken Dr. Kileci, mesajında şu görüşlere yer verdi:

“Çocuklarımız, bugün aldıkları eğitim ve terbiye ile yarının yetişkinleri olarak, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğünün en büyük teminatı olacaktır. İleriyi gören Büyük Önderimiz çocuklarımıza en önemli tarihlerden birini bayram olarak armağan ederek, onlara olan inancını tüm dünyaya göstermiştir. Bu vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere, birlik ve beraberliğimiz için canlarını feda eden tüm vatan sevdalılarımızı saygılıyla anıyor, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.”

MST TARAFINDAN ÜRETİLEN BİYOLOJİK ÖRNEK ALMA VE ENTÜBASYON KABİNLERİ SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KULLANILMAYA BAŞLANDI

MST TARAFINDAN ÜRETİLEN BİYOLOJİK ÖRNEK ALMA VE ENTÜBASYON KABİNLERİ SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KULLANILMAYA BAŞLANDI

Yeni Koronavirüs (COVID 19) pandemisine önlem amacıyla MST İş ve Tarım Makinaları Tesislerinde imal edilen Biyolojik Örnek Alma ve Entübasyon kabinleri, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde kullanılmaya başlandı.

Yeni Koronavirüs (COVID 19) pandemisine önlem amacıyla MST İş ve Tarım Makinaları Tesislerinde imal edilen Biyolojik Örnek Alma ve Entübasyon kabinleri, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde kullanılmaya başlandı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin hizmet verdiği iki binanın birinde normal sağlık hizmetleri devam ederken, diğer bina pandemi hastanesi olarak düzenlendi. Bu etkin mücadelede MST tarafından imal edilen Biyolojik Örnek Alma ve Entübasyon kabinleri hastanenin 24 saat hizmet veren COVID polikliniğine kuruldu.

Koronavirüs pandemisine karşı mücadele sürecinde en büyük risk grubunda yer alan görevli sağlık personelinin virüsten korunması amacıyla kullanılan Biyolojik Örnek Alma kabinlerinin içerisinde bulunan ultraviyole temizleme özelliğiyle sağlık personeli korunurken, hasta güvenliği de sağlanıyor.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde uzman bir ekip tarafından kullanılan kabinde hastayla temas etmeksizin, izole edilmiş deliklerinden eller içeriye uzatılarak örnek alınıyor. Bu da sağlık çalışanı olduğu kadar, kabinde örnek veren kişinin de virüsten etkilenme riski azaltılıyor.

İçerisindeki ultraviyole ışık sistemi sayesinde her kullanım sonrası kısa bir sürede temizlenen biyolojik örnek alma kabini sonraki hasta için hazır hale geliyor.

Koronavirüs pandemisinde hastaların yaşadıkları solunum sıkıntısı nedeniyle ihtiyaç duydukları hava yolu desteği SANKO Üniversitesi Hastanesi tarafından entübasyon kabini uygulaması ile sağlanıyor. Entübasyon kabini, hastaya ağızdan yerleştirilen tüple yapılan işlem sırasında, sağlık çalışanlarının da virüs bulaşma riski için bir önlem alanı oluşturuyor. Her işlem sonrasında dezenfekte edilen entübasyon kabini güvenle kullanılmaktadır.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.

“KORONAVİRÜS BELİRTİLERİ CİDDİYE ALINMALI, ZAMAN KAYBETMEDEN SAĞLIK KURULUŞUNA BAŞVURMALI”

“KORONAVİRÜS BELİRTİLERİ CİDDİYE ALINMALI, ZAMAN KAYBETMEDEN SAĞLIK KURULUŞUNA BAŞVURMALI”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Demet Arı Yılmaz, koronavirüs (COVID 19) belirtilerinin ciddiye alınması ve zaman kaybedilmeden sağlık kuruluşuna başvurulması gerektiğini söyledi.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Demet Arı Yılmaz, koronavirüs (COVID 19) belirtilerinin ciddiye alınması ve zaman kaybedilmeden sağlık kuruluşuna başvurulması gerektiğini söyledi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, ateş, öksürük ve nefes alıp vermede zorluk şikayetleri olanların tıbbi bakım için erken başvuru yapması gerektiğini kaydetti.

Bu belirtileri olanların mutlaka maske takarak evden çıkması gerektiğine dikkat çeken Dr. Öğretim Üyesi Yılmaz, “Eğer kendiniz sağlık kuruluşuna başvuramayacak kadar kötüyseniz evde kalın, acil tıbbi yardım isteyip, durumunuzu bildirin” uyarısını yaptı.

Koronavirüs ile enfekte olan biri öksürdüğünde veya nefes verdiğinde, enfekte damlacıkları serbest bıraktığının altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, “Bu damlacıkların çoğu masa veya telefon gibi yakındaki yüzeylere ve nesnelere düşer. İnsanlar, bu yüzeylere veya nesnelere temas edip sonra gözlerine, burunlarına veya ağız bölgelerine dokunduklarında bu virüsü alabilirler” ifadelerine yer verdi.

Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, “Ayrıca koronavirüs ile enfekte olan bir kişiye bir metreden daha yakın duruyorlar ise o kişi öksürdüğünde ya da nefes verdiğinde damlacıkları solunum yolu ile alabilirler” şeklinde konuştu.

YAŞLA BİRLİKTE CİDDİ HASTALIK RİSKİ DE ARTIYOR

Koronavirüsün gribe benzer şekilde yayıldığını vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, şunları kaydetti:

“Çoğu kişi koronavirüs ile enfekte olduğunda hafif semptomlar yaşar ve iyileşir. Ancak, bazı kişilerde ciddi hastalık belirtileri ortaya çıkabilir ve hastane bakımı gerekebilir. Ciddi hastalık riski yaşla birlikte artar. 40 yaşın üzerindeki insanlar daha fazla risk altındadır. Bağışıklık sistemi zayıflamış kişiler, diyabet, kalp ve akciğer hastalığı olan kişiler ciddi hastalıklara karşı daha savunmasızdır. Virüs barındıran kişilerin bazılarında hiçbir şikâyet olmayabilir (asemptomatik hasta) ve bu kişiler enfeksiyonu başkalarına bulaştırabilir.”

VİRÜSÜN İŞYERİNDE YAYILMASINI ÖNLEMENİN BASİT YOLLARI NELERDİR?

“Düşük maliyetli tedbirler, işyerinizde soğuk algınlığı gibi enfeksiyonların yayılmasını önlemeye yardımcı olacaktır” diyen Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, işverenlerin bu önlemleri virüs çalıştıkları yere ulaşmadan önce almaya başlamaları gerektiğine vurgu yaptı.

Bu sayede hastalık nedeniyle kaybedilen iş günlerinin azaltılabileceğini ve hastalığın yayılmasının durdurulabileceğini veya yavaşlatılabileceğini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, uyarılarını şöyle sıraladı:

“İşyerlerinin temiz ve hijyenik olduğundan emin olmak gerekir. İş yerinde yüzeylerin, masaların, sehpaların, klavyelerin, kapı tokmaklarının, telefonların, elektrik düğmelerinin düzenli olarak dezenfeksiyonu sağlanmalıdır. Çünkü çalışanlar ve müşteriler tarafından dokunulan yüzeylerdeki kirlenme koronavirüsün yayılmasının ana yoludur. Düzenli aralıklarla kapsamlı el yıkama (su ve sabun ile) yapılması teşvik edilmelidir. El yıkama virüsü öldürür ve yayılmasını önler.

El dezenfektanlarının belirli yerlere konulması ve bunların kontrol edilerek yenilenmesi sağlanmalıdır. Ortamların iyi havalandırılmasına dikkat edilmelidir. İş yerlerinde maske ve kâğıt mendil bulundurulmalıdır. Burnu akan ya da öksüren biri geldiğinde hemen ona maske ya da mendil verilmelidir.

Çalışanlardan birinde hafif bir öksürük veya düşük dereceli ateş (37.3˚C veya daha fazla) ortaya çıkmışsa o kişinin evde kalması gerekir. Bu hasta kişi sayısını azaltmanın yoludur. Sosyal mesafeyi korumak konusunda da hassas davranılmalıdır.”

MASKE HANGİ DURUMLARDA TAKILMALIDIR?

Sağlıklı kişilerin şüpheli koronavirüs enfeksiyonu olan bir kişiye bakıyorsa maske takması gerektiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, şöyle devam etti:

“Öksürme ve hapşırma varsa maske takmak gerekir. Maske takmadan önce, eller alkol bazlı dezenfektanlar ile ovulmalı veya sabun ve su ile temizlenmeli. Maske ağız ve burnu tümüyle örtmeli, yüz ile maske arasında boşluk olmamalı. Kullanırken maskeye dokunulmamalı, dokunulduğunda eller alkol bazlı el dezenfektanları veya sabun ve su ile temizlenmeli.

Maske nemli olduğu anda yenisiyle değiştirilmeli ve tek kullanımlık maskeler tekrar kullanılmamalı. Maske çıkarılırken arkadan çıkarılmalı (maskenin önüne dokunulmamalı), çıkarılan maske hemen kapalı bir kutuya atılmalı, eller alkol bazlı el dezenfektanları ile ovulmalı veya sabun ve su ile yıkanarak temizlenmeli, gözlere, buruna ve ağıza dokunmaktan kaçınılmalı.”

SOLUNUM HİJYENİNE DİKKAT EDİLMELİ

Ellerin birçok yüzeye dokunduğunu ve virüsleri alabileceğini anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, kirlenmiş eller ile göz, burun ve ağıza virüs aktarılabileceğine dikkat çekti.

Bu yolla virüsün vücuda girerek kişiyi hasta edebileceğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, solunum hijyeni konusunda şu uyarılarda bulundu:

“Öksürürken veya hapşırırken ortaya çıkan damlacıklar virüs yayar, bu nedenle solunum hijyeni uygulama önemlidir. Hem bizler hem de çevremizdeki insanlar solunum hijyenine dikkat etmelidir. Solunum hijyeni öksürürken veya hapşırırken ağız ve burunu bükülmüş dirsek veya bir mendil aracılığı ile örtmek anlamına gelir. Daha sonra kullanılan mendil hemen kapalı çöp kutusuna atılmalıdır. Solunum hijyenine dikkat ederek çevrenizdeki insanları soğuk algınlığı, grip ve koronavirüs gibi virüslerden korursunuz.”

HANGİ DURUMLAR TIBBİ YARDIM GEREKTİRİR?

Ateş, öksürük ve nefes alıp vermede zorluk şikâyetleri varsa tıbbi bakım için erken başvuru yapılması gerektiğine işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, “Bu sırada mutlaka maske takarak evinizden çıkın. Eğer kendiniz sağlık kuruluşuna başvuramayacak kadar kötüyseniz evde kalın, acil tıbbi yardımı isteyip, durumunuzu bildirin. Yerel sağlık hizmetlerinin talimatlarına uyun. Bu hem sizi korumak hem de virüsün yayılımını önlemek için önemlidir. Yetkililer tarafından paylaşılan bilgilerden haberdar olun ve sağlık kuruluşu tarafından verilen tavsiyeleri dinleyin” dedi.

“Koroavirüsün yayıldığı alanlarda (son 14 gün) bulunan veya yakın zamanda ziyaret etmiş kişiler koruma önlemlerine mutlaka uymalıdır” diyen Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bu kişilerin 14 gün boyunca evlerinde karantinada kalmaları gereklidir. Baş ağrısı ve hafif burun akıntısı gibi hafif şikâyetlerle kendinizi iyi hissetmemeye başlarsanız iyileşene kadar evde kalın. Başkalarıyla temastan kaçınmak ve hastanelere yapılan ziyaretlerin önlenmesi, bu tesislerin daha etkili çalışmasını sağlayacak ve sizi ve başkalarını olası koronavirüs ve diğer virüslerden korumaya yardımcı olacaktır.”

POLİS TEŞKİLATI 175 YAŞINDA

POLİS TEŞKİLATI 175 YAŞINDA

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Türk Polis Teşkilatı’nın kuruluşunun 175. yılı nedeniyle bir mesaj yayınladı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ:

“TÜRK POLİS TEŞKİLATIMIZIN 175. YILINI GURURLA KUTLUYORUZ”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Türk Polis Teşkilatı’nın kuruluşunun 175. yılı nedeniyle bir mesaj yayınladı.

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün teminatı olan Türk Polis Teşkilatı’nın huzur ve düzenin sürekliliğini sağlamak için fedakârca görev yaptığını belirten Dr. Kileci, “Türk Polis Teşkilatımızın 175. yılını gururla kutluyoruz” dedi.

Dr. Kileci, “Toplumsal düzenin devamlılığı için büyük bir özveriyle ve fedakârca görev yapan Türk Polis Teşkilatı mensuplarından şehitlerimizi rahmet, gazilerimizi minnetle anıyorum” ifadelerini kullandı.

YENİ KORONAVİRÜS SALGININDA BİLGİ KİRLİLİĞİ

YENİ KORONAVİRÜS SALGININDA BİLGİ KİRLİLİĞİ

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk, yeni koronavirüs salgının kaynağı, bulaşma şekli, hastalığın seyri, tedavisi ve alınacak önlemler gibi konularda her geçen gün toplum bilgisinin arttığını, ancak maruz kalınan bilgi kirliliğinin” felaketleştirme” eğilimini körüklediğini söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ HALİL İBRAHİM ÖZTÜRK:

“YENİ KORONAVİRÜS SALGININDA BİLGİ KİRLİLİĞİNE MARUZ KALMAK FELAKETLEŞTİRME EĞİLİMİNİ KÖRÜKLÜYOR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk, yeni koronavirüs salgının kaynağı, bulaşma şekli, hastalığın seyri, tedavisi ve alınacak önlemler gibi konularda her geçen gün toplum bilgisinin arttığını, ancak maruz kalınan bilgi kirliliğinin” felaketleştirme” eğilimini körüklediğini söyledi.  

Bilgiyi doğru kaynaktan öğrenmenin ruh sağlığı açısından büyük önem taşıdığına dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Sağlık Bakanlığı’nca yurttaş olarak yapmamız ve yapmamamız gerekenler konusunda yeterli düzeyde aydınlatılıyoruz. Bu tedbirleri önemseyip özen göstermek yapıcı kaygının ürünüdür. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlığımıza olumlu etki ederek bu krizden en az zararla çıkmamızı sağlayacaktır” dedi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, Çin’den başlayarak dünyaya yayılan yeni koronavirüs salgınının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde düşünce, duygu ve davranışlarda bir dizi değişikliklere yol açtığını kaydetti.

Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Hali hazırda bu yeni tehdit karşısında olması gereken bu değişimler, bir düzeye kadar amaca hizmet edip yeni durum karşısında uyumumuzu artırırken, aşırılıkları ise tam tersi zararlar vermeye başlıyor” ifadelerini kullandı.

Kaynağı, bulaşma şekli, hastalığın seyri, tedavisi ve alınacak önlemler gibi konularda her geçen gün bilgiler artarken, maruz kalınan bilgi kirliliğinin “felaketleştirme” eğilimini körüklediğine vurgu yapan Dr. Öğr. Öztürk, bu durumun korku, kaygı, kızgınlık gibi herkes için evrensel duyguları açığa çıkardığına dikkat çekti.

KAYGI, KORKU VE FOBİ

Birbirleriyle iç içe geçen birbirine yakın olan kaygı, korku ve fobi terimleri arasında bazı farklılıklar bulunduğunu anlatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle devam etti:

“Korku; Bilinen, dış odaklı, belirli bir tehdide karşı gelişen duygusal bir yanıttır.

Kaygı; Bilinmeyen, belirsiz ya da çatışmalı tehdide karşı bir yanıttır, daha çok gelecekteki bir tehdidin beklentisidir.

Fobi; Bir nesne ya da durum karşısında ortaya çıkan aşırı korku ve bu korkuya ikincil olarak gelişen ısrarlı bir kaçınma davranışıdır. Korkudan farkı gerçek durumla orantısız biçimde aşırılığıdır.

Örneğin; bir gezintiye çıktığınızı düşünelim. Bu gezinti sırasında üzerinize koşarak gelen saldırgan bir köpek karşısında verdiğimiz tepki korkudur ve bu durum kendimizi korumamızı sağlar, tümüyle işlevseldir, bizi hayatta tutar.

Gezinti sırasında köpek çıkabilir uyarısı ile karşılaştınız. Bu durumda yaşadığımız kaygıdır ve temkinli olmamızı sağlar. Bu kaygının düzeyi, gezintinin tadını çıkarmanıza engel olmuyor ya da yarıda kesmenize yol açmıyorsa yine işlevseldir, yararlı bir kaygı örneğidir ancak engel olacak düzeyde yaşanırsa artık yıkıcı ya da patolojik kaygı olarak tanımlanır.

Bu kez önünüze saldırgan olmayan, tasma ile bağlı bir köpek çıktı ama aşırı korku tepkisi yaşadınız. Kalp atışlarınız hızlandı, soluk alışverişleriniz derinleşti, kaçtınız ya da dona kaldınız. Bu ise fobidir ve hiçbir durumda işlevsel değildir.

Hayat hepimiz için bir gezinti ve önümüze yeni koronavirüs salgını çıktı. Üstelik oldukça eşitlikçi bir salgın, hiçbir ayırımı yapmıyor. Yalnız değilsiniz.”

KAYGI NE ZAMAN BİR PROBLEM OLARAK ELE ALINMALI?

Bu salgın karşısında kaygı ve belki de korku duymanın doğal ve insani tepkiler olduğunu anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, “Hepimiz kaygı yaşarız. Kaygı kişinin tehditleri engellemek ya da tehditlerin sonuçlarını azaltmak için gerekli önlemleri almasını sağlar. Dolayısıyla bu salgında kaygılanmamız ve altı çizilen kurallara riayet etmemiz riski hem bireysel hem de toplumsal düzeyde azaltacaktır” şeklinde konuştu.

Yapıcı kaygının bir tehdit beklentisi ya da belirsizlik durumlarında yaşandığına, farkındalığı ve tedbirleri artıracağına işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yıkıcı ya da patolojik kaygı ise belirsizliğe tahammülsüzlük ve belirsizliği felaketleştirme gibi işlevsiz yorumlama durumlarında kendini gösterir, yaşamımızı olumsuz etkiler. Kaygı, tehdit beklentisine karşı orantısız biçimde güçlüyse, uzun süre devam ediyorsa, kişiyi aşırı derecede rahatsız ediyor ya da günlük hayattaki işlevlerini yerine getirmesini engelliyorsa bir bozukluk olarak ele alınmalıdır ve tedaviyi gerektirir.

Koronavirüs salgını özelinde, sürekli haber kaynaklarını takip ediyor, ellerinizi kozmetik sorunlara varacak sıklıkta yıkıyor, tekrar tekrar ateşinizi kontrol ediyorsanız, her öksürdüğünüzde zihninize otomatik biçimde kesin hasta oldum düşüncesi geliyor ve umutsuzluğa kapılıyorsanız, günün büyük kısmını kaygı, keyifsizlik, sinirlilik gibi olumsuz duygularla geçiriyorsanız, bedeninizde stresin olumsuz etkilerini hissediyorsanız ve bu durum günlük hayattaki rollerinize engel olacak boyuta gelmişse  yardım almak için çekinmeyin.”

BUNLARI YAŞIYORSAM ZAYIF BİRİYİM

“Genel olarak polikliniğimize başvuranlardan oldukça sık duyduğumuz bir etiketleme türü ‘ben zayıf biriyim’ şeklindedir. Bu etiketlemeyi koronavirüs salgınında ruhsal olarak daha olumsuz etkilenen ve salgın tehdidini bireysel olarak yönetmekte zorlanan kişilerden de duyar hale geldik” diyen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Bir olayın stres etkeni olarak algılanıp algılanmaması, olayın doğasına, kişinin kaynaklarına, psikolojik savunmalarına ve başa çıkma mekanizmaları gibi farklı etkenlere bağlıdır. Bazı kişiler biyolojik olarak kaygılanmaya yatkın mizaca sahip olabilirler.

Erken çocukluk çağlarından itibaren yaşadıkları, sadece kendi hayatlarından değil diğer insanların hayatlarından da öğrendikleri, belki de geçmiş travmaları onları kaygılanmaya yatkın kişiler haline getirmiş olabilir. Bu durumu zayıflıktan ziyade duyarlılık ya da yatkınlık olarak tanımlamak daha gerçekçi olacaktır.”

SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN UYARILARI VE BİLGİ KİRLİLİĞİ

Bilgi kirliliğinin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine değinen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, şöyle konuştu:

“Dijital çağın önemli sorunu haline gelen bilgi kirliliğinin bu global krizde olmaması şaşırtıcı olacaktı ama maalesef şaşırmadık. Bu salgında yine bilgi kirliliği bombardımanına maruz kalıyoruz. Bu durum hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak süreci yönetmemizi olumsuz etkiliyor. Resmi ve güvenilir kaynaklardan teyit edilmeyen sansasyonel bilgilere bir şekilde kaçınılmaz olarak maruz kaldığımızda en azından bunun yayılmasına aracılık etmemek yapılması gereken en basit ve doğru tutum olacaktır.

Sağlık Bakanlığı’nca yapmamız ve yapmamamız gerekenler konusunda yeterli düzeyde aydınlatıldığımıza inanıyorum. Bu tedbirleri önemseyip özen göstermek yapıcı kaygının ürünüdür. Hem fiziksel hem de ruhsal sağlığımıza olumlu etki ederek bu krizden en az zararla çıkmamızı sağlayacaktır. Bu tedbirlerin ötesinde aşırı çabalar, ek tıbbi katkı sağlamadığı gibi patolojik kaygımızı beslemekten ve ruh sağlığımızı bozmaktan başka bir işe de yaramayacaktır.”

KORONAVİRÜS SALGINI BİZLERE NE DİYOR?

“Belki de bu salgın bizlere bir şeyleri anımsatmaya vesile olabilir ya da öğrenmemiz gereken yeni şeyler var bu krizden” diyen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, bunları şöyle sıraladı:

“Mesela gezegende sadece insanoğlunun var olmadığını hatırlatıyor olabilir. Uzun zamandır sarılmayı unuttuğumuz, bu günlerde ise zorunlu olarak uzak durduğumuz aile büyüklerimizi ya da hastalığı olan riskli yakınlarımızın kıymetini anımsatıyor olabilir. Teknolojik cihazlarla iletişime geçmenin bağ kurmak olmadığını, sağlık çalışanlarıyla aynı safta yer aldığımızı ve bir ötekine muhtaç olduğumuzu anlamamıza yardımcı olabilir.”

TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ’NİN KORONAVİRÜS SALGINI ÖNERİLERİ

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin yeni koronavirüs salgını ile ilgili önerilerine değinen Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı:

  • “COVID-19’la ilgili medya yayınlarına gereğinden fazla maruz kalmaktan kaçının.
  • Bedeninize iyi bakın. Sağlıklı, dengeli yemekler yemeye çalışın, düzenli egzersiz yapın, bolca uyuyun, alkol ve uyuşturuculardan kaçının.
  • Rahatlamak için zaman ayırın ve yoğun duyguların geçeceğini kendinize hatırlatın.
  • Haberleri izlemeye, okumaya ya da dinlemeye mola verin. Tekrarlayan biçimde krizi duymak ve görüntüleri görmek üzücü olabilir.
  • Normal yaşamınıza dönmek için hoşlandığınız diğer bazı etkinlikleri yapmaya çalışın.
  • Diğer kişilerle bağlantı kurun. Endişelerinizi ve nasıl hissettiğinizi bir arkadaşınız ya da aile üyenizle paylaşın. Sağlıklı ilişkileri sürdürün.
  • Umut duygusunu koruyun ve olumlu düşünmeyi sürdürün.”

NABIZ’IN “KORONAVİRÜS” KONULU ÖZEL SAYISI ÇIKTI

NABIZ’IN “KORONAVİRÜS” KONULU ÖZEL SAYISI ÇIKTI

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin süreli yayını Nabız Dergisi’nin 72’inci sayısı özel içeriğiyle çıktı. Dünyayı etkisi altına alan Yeni Koronavirüsü (COVID-19) konu alan dergi, vatandaşların virüse karşı bilgilendirilmesini hedefliyor.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin süreli yayını Nabız Dergisi’nin 72’inci sayısı özel içeriğiyle çıktı. Dünyayı etkisi altına alan Yeni Koronavirüsü (COVID-19) konu alan dergi, vatandaşların virüse karşı bilgilendirilmesini hedefliyor.

SANKO Üniversitesi Hastanesi yayını olan Nabız Dergisi’nin 72. sayısı, yeni koronavirüsü (COVID-19) konu alan özel içeriğiyle yayınlandı. 

Dergi; hastaneler, eczaneler, oteller, lokantalar, üniversiteler, mesleki ve değişik sivil toplum kuruluşlarına gönderiliyor.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Nabız özel sayısında yer alan yazısında, “Bölge insanımızın sağlığı için en iyi hizmetin verilmeye çalışıldığı hastanemizde Sağlık Bakanlığı’nın COVID-19 ile Mücadele Eylem Planı rehberliğinde gerekli tedbirleri alarak çalışmalarımıza devam ediyoruz” ifadelerine yer verdi.

Dr. Kileci, COVID-19’un Türkiye’de gündeme gelmesinin ardından, bu hastalıktan etkilenenler için ayrı servis, ameliyathane, doğumhane ve yoğun bakım hizmeti sunacak şekilde düzenleme yaptıklarını vurguladı.

SANKO Üniversitesi Genel Sekreteri Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ise bu sayıyı enfeksiyon hastalıkları, özellikle de koronavirüsle ilgili uzmanların bilgi, görüş ve düşüncelerine ayırdıklarına dikkat çekti.

Dr. Yıldırım, “Sadece insan yaşamına dokunmak değil, hastaya nasıl yaklaşılması gerektiği de sağlık eğitiminin önemli bir parçasıdır. Uzmanlarımız gerek sağlık hizmeti verirken gerek öğrencilerimizin eğitiminde gerekse haklı bilinçlendirme noktasında büyük çaba harcamaktadır” dedi.

KORONAVİRÜS ÖZEL İÇERİĞİ

Nabız'ın yeni sayısında SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayşen Bayram “Yeni Koronavirüs/SARS-CoV-2”, Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve SANKO  Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Celal Ayaz “COVID-19 Hastalarında Bulgular ve Tedavi”, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Necdet Aytaç,  “Koronavirüs Hastalığından Korunma”, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve SANKO Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Çetin, “COVID-19 ve Kalp Hastalıkları”, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı ve SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk, “Koronavirüs (Covid-19) Salgını Ve Ruh Sağlığımız”, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı  Başkanı ve SANKO Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Demet Arı Yılmaz, “COVID-19 İle İlgili Acil Durumlarda Neler Yapmalıyız?” ve SANKO Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Araştırma Görevlisi Saadet Özen “Bağışıklık Sistemimizi Güçlendirmek İçin Nasıl Beslenmeliyiz?” konularını ele aldı. 

PROF. DR. BAYRAM: “SOLUNUM YOLU SALGININA YOL AÇMAKTADIR”

Hastalığın, 2-14 günlük inkübasyon (kuluçka) süresinden sonra ani başlayan yüksek ateş (39°C), öksürük ve nefes darlığı ile karakterize olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Bayram, “Bazı hastalarda boğaz ağrısı, burun akıntısı gibi bulgular da görülebilir ve genellikle orta- ağır bir klinik seyir göstermektedir. Sağlıklı erişkinlerde hastalık nispeten hafif seyretmekte, ağır veya ölümcül enfeksiyonlar, genellikle ileri yaşta (>65), altta yatan hastalığı olanlarda (akciğer hastalıkları, diyabet, organ yetmezlikleri ve bağışıklığı baskılanmış kişiler) görülmektedir” uyarısını yaptı.

PROF. DR. AYAZ: “ŞİKÂYETLER YAVAŞ YAVAŞ BAŞLAR”

COVID-19 hastalarında görülen en yaygın şikâyetlerin ateş, yorgunluk ve kuru öksürük olduğunu anımsatan Prof. Dr. Ayaz, bazı hastalarda ağrı ve sızı, burun tıkanıklığı, burun akıntısı, boğaz ağrısı veya ishal de olabileceğini, bu şikâyetlerin genellikle hafif ve yavaş yavaş başladığının altını çizdi.

PROF. DR. AYTAÇ: “MESAFEYİ KORUYUN”

Hastalığı önlemenin en iyi yolunun bu virüse maruz kalmaktan kaçınmak olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Aytaç, “Virüsün kişiden kişiye yayılımı esas olarak yakın (Bir metreden kısa mesafede) temas ile ve enfekte (etkilenen) bir kişi öksürdüğünde veya hapşırdığında üretilen solunum damlacıkları ile olmaktadır. Bu damlacıklar, yakınlarda bulunan insanların ağız ve burunlarından girebilir ve akciğerlere kadar inebilir” diyerek sosyal mesafenin gerekliliğini anımsattı.

DOÇ. DR. ÇETİN: “CİDDİ KALP-DAMAR HASARINA YOL AÇMAKTADIR”

COVID-19’un klinik belirtilerine büyük oranda solunum yolu belirtileri (öksürük ateş nefes darlığı) hakim olsa da bazı hastalarda ciddi kalp- damar hasarına yol açtığını anlatan Doç. Dr. Çetin, “SARS-CoV-2’nin kalp-damar sistemine verdiği zararı ve altta yatan mekanizmaları anlamak hastalığın takip ve tedavisinde büyük önem taşımaktadır” dedi.

DR. ÖĞR. ÜYESİ ÖZTÜRK: “KORKU VE KAYGI İNSANİ DUYGULAR”

Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, Çin’den başlayarak dünyaya adım adım yayılan Covid-19 salgınının hem bireysel hem de toplumsal düzeyde düşünce, duygu ve davranışlarda bir dizi değişikliklere yol açtığını söyledi. Dr. Öğr. Üyesi Öztürk, bu salgın karşısında kaygı ve belki de korku duymanın doğal ve insani tepkiler olduğunu anımsattı.

DR. ÖĞR. ÜYESİ YILMAZ: “HANGİ DURUMLAR TIBBİ YARDIM GEREKTİRİR?”

Ateş, öksürük ve nefes alıp vermede zorluk şikâyetleri olanların tıbbi bakım için erken başvuru yapması gerektiğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, şunları kaydetti:

“Bu sırada mutlaka maske takarak evinizden çıkın. Eğer kendiniz sağlık kuruluşuna başvuramayacak kadar kötüyseniz evde kalın, acil tıbbi yardım için arayın, durumunuzu bildirin. Yerel sağlık hizmetlerinin talimatlarına uyun. Bu hem sizi korumak hem de virüsün yayılımını önlemek için önemlidir.”

ÖZEN: “BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ GÜÇLÜ TUTMALIYIZ”

Covid-19’a karşı tedbirli olunması için Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı 14 kurala uymanın çok önemli olduğunu belirten Araştırma Görevlisi Özen, “Aynı zamanda vücudumuzun doğal bağışıklık sisteminin de güçlü tutulması gerekmektedir. Bağışıklık sistemini güçlü tutmanın bir yolu da sağlıklı ve dengeli beslenmeden geçmektedir” ifadelerini kullandı.

ULUSAL KANSER HAFTASI

ULUSAL KANSER HAFTASI

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, kanserin hala tam olarak tedavisi başarılamamış ve çoğu hasta için ancak “hastalıksız sağ kalımın” teselli olarak kabul edildiği bir hastalık olduğunu söyledi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MARALCAN:

“KANSER HALA TAM OLARAK TEDAVİSİ BAŞARILAMAMIŞ VE ÇOĞU HASTAMIZ İÇİN ANCAK ‘HASTALIKSIZ SAĞ KALIMI’ TESELLİ OLARAK KABUL ETTİĞİMİZ BİR HASTALIKTIR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, kanserin hala tam olarak tedavisi başarılamamış ve çoğu hasta için ancak “hastalıksız sağ kalımın” teselli olarak kabul edildiği bir hastalık olduğunu söyledi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı da olan Prof. Dr. Maralcan, “1 – 7 Nisan Ulusal Kanser Haftası” nedeniyle bir açıklama yaptı.

Prof. Dr. Maralcan, “Koronavirüs Pandemisi nedeniyle dünyanın ve ülkemizin çok ciddi bir sınav verdiği şu günlerde bir an önce bu pandemiyi atlatmak ümidini taşırken, bir taraftan da güncel hayatın akışı içinde, 1-7 Nisan Ulusal Kanser Haftası nedeniyle insanlığın süregelen bir problemi olan kanser hastalığı ile ilgili bazı hatırlatmaları yapmamız gerekiyor” dedi.

“Kanser; hala tam olarak tedavisi başarılamamış ve çoğu hastamız için ancak ‘hastalıksız sağ kalımı’ teselli olarak kabul ettiğimiz bir hastalıktır” ifadelerini kullanan Prof. Dr. Maralcan, kanserin bilinen başlıca risk faktörlerini şöyle sıraladı:

“Temelde kanserin bilinen başlıca risk faktörleri genetik geçiş, ciddi düzeyde radyasyona maruz kalmak ve ailesel kanser durumudur. Daha çok bildiğimiz şey, kanser çeşitlerine göre değişen risk faktörleridir. Bu risk faktörlerinden haberdar olursak ve uzak durursak veya bu risk faktörlerinden herhangi biri bizde varsa hekim kontrolünde takiplere gidersek küçük de olsa bir önlem almış oluruz.

Tiroit kanseri için radyasyon maruziyetinin olması, meme kanseri için hiç doğum yapmamış olunması veya ilk canlı doğumun 35 yaşından sonra yapılmış olunması, kolon-rektum kanseri için tuvalet alışkanlığında sonradan oluşmuş ve uzun süredir devam eden düzensizliğin olması, mide kanseri için 10 yıldan fazla zaman önce bir mide ameliyatı geçirilmiş olunması, aşırı tuzlu ve yağlı gıdalarla beslenilmesi, çok miktarda kalitesi güvensiz ve nitrat içeren konserve tipi gıda tüketilmesi, mide ülseri varlığına rağmen üst gastrointestinal endoskopi yaptırılmaması bu risk faktörlerinden birkaç tanesine örnektir.”

ERKEN TEŞHİSİN ÖNEMİ

Halen kanser için net olarak söylenebilecek basit ama etkili eylemler bulunduğunu anımsatan Prof. Dr. Maralcan, bunlar içerisinde en önemlisinin, erken teşhis olduğunun altını çizdi.

Erken teşhisin yolunun “kanser tarama testleri” olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Maralcan, şöyle devam etti:

“Örneğin meme kanseri için bu testler; kendi kendini muayene, genel cerrahi uzmanı muayenesi ve mamografi iken kolon-rektum kanserleri için genel cerrahi veya gastroenteroloji uzmanı muayenesi ve kolonoskopi şeklindedir.

Bir başka kanser türü olan mide kanseri için de tarama testi, genel cerrahi veya gastroenteroloji uzmanı muayenesi ve üst gastrointestinal endoskopidir.

Bu durumda yapılabilecek en akıllıca şey, olası kanserin erken teşhisi için tarama testlerinin farkında olmak ve hastanelere bu konuda zamanında başvurmaktır.”

Koronavirüs Pandemisi yaşanan bugünlerin önünde sonunda biteceğini vurgulayan ve sürecin bir an önce en az zararla bitmesini temenni eden Prof. Dr. Maralcan, “Kanserle mücadelemiz muhtemelen daha uzun yıllar sürecektir. Bu bakımdan yapabileceğimiz en anlamlı şey; bilinçli olmak, bilgi edinmek, hekimlerin ve sağlık kuruluşlarının önerdiği kanser tarama testlerini yaptırmaktır.”

PROF. DR. LEVENT ELBEYLİ SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE

PROF. DR. LEVENT ELBEYLİ SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE

SANKO Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Levent Elbeyli’yi güçlü hekim kadrosuna kattı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Levent Elbeyli’yi güçlü hekim kadrosuna kattı.

Prof. Dr. Levent Elbeyli, Kasım 1958’de Gaziantep’te doğdu. İlköğrenimini Gaziantep Mehmetçik İlkokulu’nda, orta ve lise eğitimini ise Gaziantep Kolej Vakfı’nda tamamladı.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1982 yılında mezun olan Prof. Dr. Elbeyli, mecburi hizmetini 1982- 1984 yılları arasında Yozgat’ın Çayıralan İlçesi’nde yaptı.

Uzmanlık eğitimini, 1984-1989 yılları arasında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı’nda tamamladı. Aynı üniversitede 1990 yılı Eylül ayına kadar uzman olarak çalışan Prof. Dr. Elbeyli, 1990 yılında Yardımcı Doçent unvanı ile Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde göreve başladı.

“Berlin Lungenklinik heckeshorn”da misafir öğretim üyesi olarak 1993- 1994 yılları arasında Prof. Dr. Dick Kaiser ile çalışan Elbeyli, 1996 yılında Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Doçenti unvanını aldı, 2002 yılında Profesörlüğe yükseldi.

Gaziantep Üniversitesi’nde 1990- 2003 yılları arasında Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanlığı, 2003-2017 döneminde Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanlığı görevlerini üstlendi.

Gaziantep Üniversitesi Yerel Etik Kurul Başkanlığını iki dönem yürüten Prof. Dr. Elbeyli, 2008-2013 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi Başhekimliği görevini üstlendi. Tıp Fakültesi Acil Servisinin ve Yoğun Bakım Ünitesinin kurulmasında görev aldı ve uzun süre koordinatörlüğünü yaptı.

Yüksek Öğrenim Kurulu tarafından 2013 yılında atandığı Tıp Fakültesi Dekanlığını 2016 yılına kadar yürüten Prof. Dr. Elbeyli, Dekan olarak Tıp Fakültesinin akreditasyon sürecini başlattı.

Türk Göğüs Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığını 2013- 2018 yılları arasında iki dönem yürüten Prof. Dr. Elbeyli, 2017 yılında 36 yıllık devlet hizmetini tamamlayarak emekli oldu ve 3 yıl süre ile özel bir hastanede görev yaptı.

Prof. Dr. Elbeyli’nin 105 bilimsel yayını bulunmaktadır. Bunların 35’i uluslararası hakemli dergilerde İngilizce, 70’i ulusal hakemli dergilerde İngilizce ve Türkçe yayınlanmıştır. 32’si uluslararası, 81’i ulusal olmak üzere çok sayıda bilimsel bildirisi bulunmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışı çok sayıda kongre, toplantı, sempozyum ve kurslarda konuşmacı ve oturum başkanı olarak görev almıştır.

Göğüs Cerrahi Derneği Ulusal Kongresi Başkanlığı ve Türk Akciğer Kanseri Derneği ile düzenlenen kongrelerde başkanlık görevlerini üstlenen Prof. Dr. Elbeyli, uluslararası ve ulusal bilimsel dergilerin hakem kurulunda yer almaktadır. 5 uzmanlık tezi yöneten Prof. Dr. Elbeyli’nin 3 ulusal ve bir uluslararası kitapta bölüm yazarlığı vardır.

Prof. Dr. Elbeyli, Mart 2020 tarihi itibariyle, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Göğüs Cerrahisi Polikliniğinde pediatrik ve erişkin hasta kabul etmeye başlamıştır. Aynı bölümde, Opr. Dr. İbrahim Nacak da görev yapmaktadır.

Prof. Dr. Elbeyli’nin çalışma alanı, akciğerin doğumsal enfektif hastalıkları, akciğer ve mediastenin iyi ve kötü huylu tümörleri, göğüs kafesinin şekil bozuklukları, hava yolu problemleri, endoskopik rezeksiyonlar ve tüm girişimsel işlemlerdir.

Türk Tabipleri Birliği, Türk Göğüs Cerrahisi Derneği, Türk Toraks Derneği, Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği, Akciğer Sağlığı ve Yoğun Bakım Derneği, Türk Akciğer Kanseri Derneği, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu, Avrupa Göğüs Cerrahisi Derneği üyelikleri bulunmakta, İngilizce bilmektedir.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GÖĞÜS CERRAHİSİ POLİKLİNİĞİ

Hastalara en son teknolojik gelişmelerle hizmet vermektedir. Sürekli büyüyen ve gelişen hastanede Göğüs Cerrahisi Polikliniği bölgemizdeki özel hastaneler içinde sadece SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde mevcuttur. Özellikle acil servise başvuran göğüs travmalı hastalara çok kısa sürede müdahale edilip, 24 saat hazır haldeki ameliyathane ve yoğun bakım ünitemizle gerekli tüm tedaviler çok hızlı bir şekilde gerçekleştirilmektedir.

Göğüs cerrahisi ameliyatları, SANKO Üniversitesi Hastanesi güvencesi ile son teknolojik cihazlar ve dünyaca kalitesi kanıtlanmış özel malzemeler kullanılarak yapılmaktadır. Akciğere yönelik açık ve kapalı ameliyatlarda kullanılan kaliteli malzemeler, ameliyat sonrası iyileşme hızını artırmakta ve oluşabilecek yan etkileri azaltmaktadır.

Göğüs cerrahisini ilgilendiren tüm erişkin ve pediatrik hastalıkların tanı ve tedavisi, yapılan açık ve kapalı (endoskopik) (VATS) ameliyatlarla sağlanmaktadır.

Bu hastalıkların ve ameliyatların başlıcaları aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Akciğer kanserinin erken teşhis ve tedavisi,
  • Akciğerin her türlü kistik ve bronşektazik hastalığının teşhis ve tedavisi,
  • Göğüs duvarındaki şekil bozukluklarının teşhis ve tedavisi,
  • Akciğer zarı hastalıklarının teşhis ve tedavisi,
  • Akciğerde hava ve sıvı toplanmasının teşhis ve tedavisi,
  • Trakeal ve bronşial (solunum yolları) yabancı cisimlerin çıkartılması,
  • Özofagial (yemek borusu) yabancı cisimlerin çıkartılması,
  • Ellerde aşırı üşüme ve morarmanın (Reynaud hastalığı) ve aşırı terlemenin kapalı ameliyatla tedavisi,
  • Göğüs duvarı ve göğüs boşluğundaki tümör ve kistlerin teşhis ve tedavisi,
  • VATS: Video assisted toracoscopic surgery (Video yardımlı torakoskopik cerrahi),
  • Özefagusun (yemek borusu) iyi ve kötü huylu hastalıkları,
  • KOAH’ta endoskopik balon ve valv yöntemi,
  • Hava ve yemek borusu problemlerinde stent, lazer uygulamaları,
  • TOS (Torasik çıkış problemi),
  •  Mezotelyoma (akciğer zarı kanseri) tedavisi,
  • Mediastinal (göğüs kafesinde yer alan, akciğerler dışında kalan bölümle ilgili) tüm problemlerin cerrahisi.
  • Bebek ve çocukların cerrahi gerektiren tüm göğüs problemleri.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.

SANKO’DA 14 MART TIP BAYRAMI KUTLAMALARI

SANKO’DA 14 MART TIP BAYRAMI KUTLAMALARI

SANKO Üniversitesi’nde ve Üniversite Hastanesinde 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle, akademisyen ve doktorlara armağan takdim edildi.

SANKO Üniversitesi’nde ve üniversite hastanesinde 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle, akademisyen ve doktorlara armağan takdim edildi.

SANKO Üniversitesi’nde, Rektör Prof. Dr. Güner Dağlı, Genel Sekreter Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Salih Murat Akkın, akademisyenleri ziyaret ederek, 14 Mart Tıp Bayramlarını kutladı.

Prof. Dr. Dağlı, üzerinde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” sözü yazılı armağan takdim ettiği akademisyenleri, başarılı çalışmalarından dolayı tebrik etti.

ÜNİVERSİTE HASTANESİ’NDE 14 MART TIP BAYRAMI

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde de 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında hekimlere armağan sunuldu.

Genel Müdür Dr. Sermet Kileci, Mesul Müdür Dr. Suat Özerbaş ve Hastane Müdürü Hüseyin Söylemez ile hekimlere, üzerinde Büyük Atatürk’ün Türk hekimlerine güveninin ifadesi olan “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” sözü yazılı armağan takdim ederek, 14 Mart Tıp Bayramlarını kutladı, sağlık ve mutluluk temennisinde bulundu.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE “ANTEP HARBİNDE SAĞLIK HİZMETLERİ” KONULU FOTOĞRAF SERGİSİ AÇILDI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE “ANTEP HARBİNDE SAĞLIK HİZMETLERİ” KONULU FOTOĞRAF SERGİSİ AÇILDI

14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Gaziantep Kent Konseyi Başkanı Uzm. Dr. Samet Bayrak’ın arşivinden oluşan fotoğraf sergisi açıldı.

14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Gaziantep Kent Konseyi Başkanı Uzm. Dr. Samet Bayrak’ın arşivinden oluşan fotoğraf sergisi açıldı.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi ev sahipliğinde düzenlenen serginin açılışında bir konuşma yapan Rektör Prof. Dr. Güner Dağlı, böyle anlamlı bir sergiyi açtığı için Uzm. Dr. Samet Bayrak’a teşekkür ettiğini söyledi.

“Sağlıkla ilgili hassas günler geçirdiğimiz bu dönemde, çevremize ve toplumumuza katkımız olması için, öncelikle kendi sağlığımıza özen göstermeliyiz” diyen Prof. Dr. Dağlı, şöyle devam etti:

“Mensubu olmaktan büyük gurur duyduğum tıbbiyenin Cumhuriyetimizin şekillenmesinde olduğu gibi, Gaziantep’in kurtuluş mücadelesinde de tıbbiyeliler büyük katkılarda bulunmuş olup, bugün fotoğraflarla bu tarihin kahramanlarını bir kez daha minnetle anıyoruz.”

Prof. Dr. Dağlı, sağlıkta şiddetin olmadığı, sağlıklı, huzurlu ve nice 14 Mart kutlamaları temennilerinde bulundu.   

TIP FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. SALİH MURAT AKKIN

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Salih Murat Akkın ise 14 Mart tarihinin Türk tıbbının ruhu ve 101 yıl önce yakılan bir meşale olduğuna vurgu yaptı.

Prof. Dr. Akkın, “101 yıl önce bu meşalenin yakıldığı ortama benzer şekilde yine küresel bir biyolojik güç karşısında; sağlık hizmeti alanlar, sağlık hizmeti sunanlar, sağlık otoritesi meslek birlikleri bir güç birliği içinde büyük bir mücadele yürütüyor” ifadelerini kullandı.

Bu mücadele ruhu bağlamında Gaziantep Kent Konseyi Başkanı Uzm. Dr. Samet Bayrak’ın arşivinden Antep Harbinde Sağlık Hizmetleri konulu bir sergi açılışında bir araya gelmekten mutluluk duyduklarını kaydeden Prof. Dr. Akkın, “Hepimiz adına teşekkür ediyor, 14 Mart Tıp Bayramınızı kutluyorum” diyerek sözlerini tamamladı.

GAZİANTEP KENT KONSEYİ BAŞKANI UZM. DR. SAMET BAYRAK

Gaziantep Kent Konseyi Başkanı Uzm. Dr. Samet Bayrak da “Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’dan Bandırma Vapuru ile Samsun’a giderken tıbbiyelilerle yola çıktıysa, Antep’teki mücadele de tıbbiyelilerle başlamıştır” şeklinde konuştu.

Tıbbiyelilerin vatan savunmasında daima ön planda olduğuna dikkat çeken Uzm. Dr. Bayrak, “Bugünkü sergimiz Antep harbindeki sağlık hizmetleri. Bana bu fırsatı tanıdığınız için hepinize teşekkür ediyor, Tıp Bayramınızı kutluyorum” dedi.    

Konuşmaları ardından toplu kurdele kesimiyle açılan sergide, Uzm. Dr. Samet Bayrak, fotoğraflarla ilgili açıklamalarda bulundu.

Etkinliğe Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Metin Bayram, Genel Sekreter Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Türkan Pasinlioğlu, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Prof. Dr. Ayşen Bayram, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Gaziantep Kent Konseyi Genel Sekreteri Avukat Aybüke Yıldırım, SANKO Üniversitesi Mesul Müdürü Dr. Suat Özerbaş, Hastane Müdürü Hüseyin Söylemez ile akademisyenler, hekimler, idareciler ve öğrenciler katıldı.  

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ: “HEKİMLİK MESLEĞİ, YAŞAM BOYU ÖĞRENMEYİ VE ÖĞRENDİKLERİNİ HASSASİYETLE UYGULAYABİLMEYİ GEREKTİRİR”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ GENEL MÜDÜRÜ DR. KİLECİ: “HEKİMLİK MESLEĞİ, YAŞAM BOYU ÖĞRENMEYİ VE ÖĞRENDİKLERİNİ HASSASİYETLE UYGULAYABİLMEYİ GEREKTİRİR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle bir mesaj yayımladı.

Dr. Kileci, yaşamın tüm aşamalarında, insan sağlığına katkı sağlayan hekimlerin yanı sıra, sağlık çalışanlarının görevlerini büyük bir özveriyle yerine getirdiklerine dikkat çekti.

Hekimlik mesleğinin, yaşam boyu öğrenmeyi ve öğrendiklerini hassasiyetle uygulayabilmeyi gerektirdiğini kaydeden Dr. Kileci, hekimler ve sağlık çalışanlarının bilgi, uyum ve birliktelikle bir ekip olarak çalıştıklarına vurgu yaptı.

Dr. Kileci, “Büyük bir sorumluluk üstelenerek, görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek için gece gündüz demeden büyük gayret sarf eden tüm sağlık çalışanlarının 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyor, başarı, huzur ve sağlık diliyorum” dedi. 

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı. Hastane yöneticileri, kadın personele üzerinde Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” sözünün yazılı olduğu armağan takdim etti.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KADINLAR GÜNÜ KUTLANDI

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı. Hastane yöneticileri, kadın personele üzerinde Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” sözünün yazılı olduğu armağan takdim etti.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Mesul Müdürü Dr. Suat Özerbaş, Hastane Müdürü Hüseyin Söylemez, Başhemşire Ceylan Özyılmaz, Hasta Hizmetleri Müdürü Yasemin Turunç ve İnsan Kaynakları Sorumlusu Nazlı Durakoğlugil, hastanede görev yapan kadın personelin Kadınlar Günü’nü kutlayıp, sağlık, başarı ve mutluluk dileğinde bulundu. 

BÖLGENİN İLK ÖZEL OBEZİTE MERKEZİ AÇILDI

BÖLGENİN İLK ÖZEL OBEZİTE MERKEZİ AÇILDI

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde bölgenin ilk özel Obezite Merkezi hizmet vermeye başladı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDEN ÖNEMLİ BİR HİZMET DAHA

DR. ÖĞRETİM ÜYESİ BAŞAR AKSOY: “YAŞAM TARZI, BESLENME ALIŞKANLIKLARINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER GİBİ NEDENLERLE ÜLKEMİZDE DE OBEZ İNSAN SAYISINDA ARTIŞ GÖZLENMEKTEDİR”

“SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE BÖLGE İNSANIMIZA FARKLI BİR HİZMET DAHA VERMEYE BAŞLAMANIN MUTLULUĞUNU YAŞIYORUZ

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde bölgenin ilk özel Obezite Merkezi hizmet vermeye başladı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Obezite Merkezi Sorumlu Hekimi Genel Cerrahi Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Başar Aksoy, “İnsan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen günümüzün en büyük sağlık sorunlarından biri olan obeziteye (şişmanlığa) yönelik tedavinin etkin ve sürdürülebilir olması amacıyla ülkemizde Obezite Merkezleri yaygın hale getirilmektedir” dedi.

Tüm dünyada olduğu gibi, yaşam tarzı, beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler gibi nedenlerle Türkiye’de de obez (vücudundaki yağ miktarı, sağlığını kötü yönde etkileyecek kadar artmış kişi) insan sayısında artış gözlendiğini anımsatan Dr. Öğretim Üyesi Aksoy, sigaradan sonra önlenebilir ölüm sebepleri arasında ikinci sırada yer alan obezitenin pek çok sağlık sorununu da beraberinde getirdiğine dikkat çekti.

 “Obezite başlı başına sorun olmakla birlikte kronik hastalıklar dediğimiz hipertansiyon (yüksek tansiyon), tip-2 diyabet (vücut düzgün çalışması için yeterli insülin üretmediğinde veya vücut hücreleri insüline tepki vermediğinde meydana gelir-şeker hastalığı), kalp ve damar, kas-iskelet sistemi hastalıkları yanında depresyon, kısırlık, kanser, vb. hastalıklar ile sosyal yaşamı olumsuz etkileyen, toplumsal bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır” diyen Dr. Öğretim Üyesi Aksoy, şöyle devam etti:

 “Dünya Sağlık Örgütü tarafından en riskli 10 hastalıktan biri kabul edilen obezitenin kanserle yakın ilgisi olduğu belirlenmiştir. Sağlık Bakanlığı, ülkemizde obezite hastalarına yapılan yanlış tedavi ve ameliyatlardan dolayı tedavi uygulamalarının düzenlenerek, bir standarda bağlanması ve bu hizmeti veren merkezlerde hastaların kayıt altına alınarak, günümüz koşullarına uygun, doğru, bilimsel tedavi almaları için çalışmalar yapmaktadır. Belirlenen bu standartları sağlayan ve denetimler sonucunda gerekleri yerine getiren hastanelere Obezite Merkezi açma izni verilmektedir.

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin gerekli şartları sağlaması ile bölgemizin ilk özel, ülkemizin 33 obezite merkezinden birinin bünyemizde açılmasıyla bölge insanımıza farklı bir hizmet daha vermeye başlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Obezite merkezleri bir program çerçevesinde işleyişlerini sürdürecek. Programa kayıt ve ön tarama yaptıran hastalar, program kapsamında İç Hastalıkları, Kardiyoloji, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon, Genel Cerrahi, Psikiyatri gibi ger gün en az bir daimi konsültan hekimle değerlendirildikten sonra hastanın kilosuna neden olan temel sebepler belirlenerek, obezitenin önünde yer alan sağlık sorunlarının varlığı tespit edilebilir.”

HASTALARA EĞİTİM

Hastalara verilecek eğitimle, farklı bakış açıları oluşturulmaya çalışıldığı kaydeden Dr. Öğretim Üyesi Aksoy, “Bu hastaların, grup eğitimine dahil edilerek, hastada obezite ile ilgili farkındalık oluşturup, konuya daha bilinçli yaklaşması sağlanmaktadır. Bunlar sağlandığı takdirde, hemşire, fizyoterapist, diyetisyen ve psikologla ayrı ayrı ve gruplar halinde yoğun paylaşımla gerçekleşecek haftalık toplantılarla 8 haftalık sürede kilo vermeye başlaması için planlamalar yapılır” ifadelerini kullandı.

Sekizinci hafta sonuna kadar kilo kaybının başlamaması ya da verilecek kilonun yüzde 10– 20’si kadarına ulaşılmaması halinde hastanın, beslenme ve aktivite davranışlarında değişiklik yapmak amacıyla ek olarak ilaç tedavileri, aile veya bireysel görüşmeleri, geleneksel tamamlayıcı tıp uygulamaları, endoskopik girişim ve bariatrik (obezitenin nedenleri, önlenmesi ve tedavisi ile ilgilenen tıp dalı) cerrahi tedavisine de alındığını vurgulayan Dr. Öğretim Üyesi Aksoy, “Tüm bunların sonunda davranış değişimiyle hedef kiloya ulaşan hastanın davranışlarını kalıcı olarak değiştirebilmesi ve hedef kilosunu koruması amaçlanır” şeklinde konuştu.

Obezite cerrahisinin uygulanmasında dikkat edilmesi gerekenlere de değinen Dr. Öğretim Üyesi Aksoy, sözlerini şöyle tamamladı:

 “Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 40 kg/m2’nin üzerindeyse ya da VKİ 35-40 kg /m2 olup da beraberinde hipertansiyon, Tip 2 Diyabet, vs. bir hastalık bulunması, ayrıca obezitenin en az üç yıldır varlığı, hormonal hastalıkların bulunmaması, ilaç ve diyet tedavisine rağmen, en az bir yıldır kilo verilememesi, hastanın ilaç ve alkol bağımlısı olmaması, hastanın uygulanacak yöntemi anlaması ve ameliyattan sonra uyum sağlayabilecek durumda olması ve kabul edilebilir ameliyat riski olması gerekir.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GAPTARIM VE GAPFOOD FUARLARINDA STANT AÇTI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, GAPTARIM VE GAPFOOD FUARLARINDA STANT AÇTI

SANKO Üniversitesi Hastanesi, Gaziantep Sanayi Odası (GSO), İl Tarım ve Orman Müdürlüğü, Gaziantep Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği, Gaziantep Ziraat Odası, Gaziantep Ticaret Borsası (GTB), Güneydoğu Anadolu İhracatçılar Birliği (GAİB) destekleriyle, Akort Fuarcılık tarafından düzenlenen 11’inci GAPTARIM Tarım, Tarım Teknolojileri ve Hayvancılık Fuarı ile 16’ıncı GAPFOOD Gıda Fuarı’nda stant açtı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi, Gaziantep Sanayi Odası (GSO), İl Tarım ve Orman Müdürlüğü, Gaziantep Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği, Gaziantep Ziraat Odası, Gaziantep Ticaret Borsası (GTB), Güneydoğu Anadolu İhracatçılar Birliği (GAİB) destekleriyle, Akort Fuarcılık tarafından düzenlenen 11’inci GAPTARIM Tarım, Tarım Teknolojileri ve Hayvancılık Fuarı ile 16’ıncı GAPFOOD Gıda Fuarı’nda stant açtı.

Vali Davut Gül, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet Tahmazoğlu, Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, GSO Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Ünverdi, Gaziantep Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Yıldırım, GTB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Akıncı, GAİB Koordinatör Başkanı Ahmet Fikret Kileci, İl Tarım ve Orman Müdürü Mehmet Karayılan, Akort Fuarcılık Yönetim Kurulu Başkanı Hülya Akkaya ve diğer yetkililerin katılımıyla açılışı yapılan fuarda, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nce kurulan stant, katılımcılardan olduğu kadar, ziyaretçilerden de yoğun ilgi görüyor.

Stantta, dileyen katılımcı ve ziyaretçilerin ücretsiz kan şekeri ve tansiyon ölçümü yapılırken, hastanede verilen sağlık hizmetleri hakkında bilgiler veriliyor. 

Ortadoğu Fuar Merkezi'nde (OFM) düzenlenen fuar 7 Mart 2020 tarihine kadar ziyaret edilebilecek.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen hastanede, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Pediatri, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.

 

SANKO ÜNİVERSİTESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ FATMA ELİF YILDIRIM: “KIŞIN ANİ HAVA DEĞİŞİMİ KILCAL DAMAR ÇATLAMASINA YOL AÇIYOR”

SANKO ÜNİVERSİTESİ DR. ÖĞR. ÜYESİ FATMA ELİF YILDIRIM: “KIŞIN ANİ HAVA DEĞİŞİMİ KILCAL DAMAR ÇATLAMASINA YOL AÇIYOR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Fatma Elif Yıldırım, kış mevsiminde, sıcaktan soğuğa veya soğuktan sıcak ortama geçişler nedeniyle damarsal yapının ortam sıcaklığına uyum sağlayamamasına bağlı ani hava değişimlerinin kılcal damar çatlamalarına yol açtığını söyledi.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Fatma Elif Yıldırım, kış mevsiminde, sıcaktan soğuğa veya soğuktan sıcak ortama geçişler nedeniyle damarsal yapının ortam sıcaklığına uyum sağlayamamasına bağlı ani hava değişimlerinin kılcal damar çatlamalarına yol açtığını söyledi.  

SANKO Üniversitesi Hastanesi Cilt Hastalıkları Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, soğuk, kuru hava ve çevre kirliliğinin kış aylarında cilt sağlığının önemini artırdığına dikkat çekerek, alınacak bir dizi önlemlerle kış mevsiminin cilt üzerindeki olumsuz etkilerinden korunmanın mümkün olduğunu kaydetti.

CİLDİN NEM DENGESİ BOZULUYOR

Mevsim değişimlerinden en fazla cildin etkilendiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, “Soğuk hava ve çevresel faktörler nedeniyle cilt yıpranıyor. Kış mevsiminde çeşitli faktörler cildin nem dengesini bozuyor, bu da cilt sağlığını tehdit ediyor. Dışarıdaki soğuk hava, içeride kalorifer, soba, klima gibi ortamın nemini azaltan çevresel faktörlerin etkisiyle, banyoda sıcak suyun tercih edilmesiyle cildimizin nem dengesi bozuluyor ve cilt kuruluğu gözlenebiliyor” dedi.

CİLT KURULUĞUNUN ARTMASINA BAĞLI EGZAMALAR GÖZLENEBİLİR

Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, cilt kuruluğunun özellikle yaşlılarda daha sık gözlendiğine vurgu yaparak, şöyle devam etti:

“Ciltteki bu kuruma hastada kaşıntı oluşmasına neden oluyor. Bu kaşıntı hastayı hastaneye getirecek kadar rahatsız ediyor. Düzenli nemlendirilmediği sürece de bu kaşıntı geçmiyor. Ciltte bu durumu kepeklenme hatta bu kepeklerin kaşınmasına bağlı yaralar şeklinde de görebiliyoruz. Hasta cildini nemlendirdiğinde, cilt kuruluğundan kurtulduğunda bu şikâyetleri de düzeliyor. Bunun yanı sıra cilt kuruluğunun artmasına bağlı egzamalar gözlenebiliyor. Ayrıca sedef hastalığında güneş ışınlarının azalmasına bağlı olarak alevlenmeler de görülüyor.”

ANİ HAVA DEĞİŞİMİNE KARŞI MUTLAKA ÖNLEM ALINMALI

Soğuk havanın derinin üst tabakasında kalınlaşmaya ve çatlamalara neden olduğunun altını çizen diyen Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:

 “Vücudun açıkta kalan kısımlarını eldiven, bere gibi giysilerle soğuktan korumak gerekiyor. Kış mevsiminde karşılaşılan sorunlardan biri de kılcal damar çatlamasıdır. Bu sorun, sıcaktan soğuk veya soğuktan sıcak ortamlara geçişlerde damarsal yapının ortam sıcaklığına uyum sağlayamamasından kaynaklanıp, ciltte kızarıklık ve yanma olarak karşımıza çıkıyor. Vücudun daha çok açıkta kalan bölgelerinde özellikle de yüzde görülüyor.

 Bu durumdan korunmanın en iyi yolu ortam ısısını iyi ayarlamak ve cilt tipimize uygun olarak kullandığımız nemlendiricimizi daha yoğun kullanmaktır. Özellikle klima ve ısıtıcı gibi ofis tipi ısınmalarda cilt çok daha fazla kuruyacağından nemlendiricimizi daha sık sürmeliyiz. Halk arasında ‘damar çatlaması’ olarak bilinen ‘telenjiektaziler’ için özel lazer tedavileri uygulanıyor. Son yıllarda geliştirilen lazer tedavileri ile güvenli ve yüz güldüren sonuçlar elde ediliyor.”

CİLT SAĞLIĞI İÇİN HER MEVSİM SU TÜKETİN

Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, su tüketiminin cilt sağlığı açısından büyük önem taşıdığına işaret ederek, “Su içmek cilt sağlığı için önemlidir. Hangi mevsim olursa olsun su içmek çok önemlidir. Su, cildin nemini korumak için gereklidir. Mevsim değişimiyle ortaya çıkan cilt kuruluğunu önlemek için bol su içmek cilt sağlığı açısından iyi bir başlangıç olacaktır” ifadelerine yer verdi.

BANYO SÜRESİ 10 DAKİKAYI AŞMAMALI

Cilt temizliğinin doğru ürünlerle ve bilinçli bir şekilde yapılması gerektiğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, şu uyarılarda bulundu:

“Cildi kuruttuğu için aşırı sıcak banyo ve sauna gibi ortamlardan uzak durmak gerekiyor. Banyoda, günlük el ve yüz temizliğinde deriyi kurutmayan temizleyicileri, eğer kuru bir cilt tipine sahipseniz nemlendiricili temizleyicileri tercih etmelisiniz. Çok sıcak su kullanmamaya ve banyo süresinin 10 dakikayı aşmamasına dikkat edilmelidir. Cilt kış mevsiminde daha güçlü nemlendiricilere ihtiyaç duyar. Kışın cilt daha kuru olabileceğinden yazın kullanılan nemlendiriciden daha yoğun bir ürün tercih edilebilir.

Cilt gerginleşmeye başladıysa ciddi bir kuruma söz konusudur. Ayrıca cildiniz parlaklığını kaybettiyse seramitli nemlendiriciler cildin parlaklığını geri kazandırmaya yardımcı olmaktadır. Banyodan sonra yüzünüz ve vücudunuz için cilt tipinize uygun nemlendirici krem ve losyonları kullanmayı ihmal etmeyin. Gün içerisinde defalarca yıkamak zorunda kaldığınız ellerinizi, her yıkamadan sonra nemlendirin. Ayrıca kullandığımız ürünlerin vitamin A, C, E gibi antioksidanları içermesine dikkat etmeliyiz.”

CİLDİN KIŞIN DA GÜNEŞTEN KORUNMASI GEREKİYOR

Kışın cildin üst tabakası daha da kalınlaşacağından bunu önlemek için haftada 1-2 gün peeling (ölü hücrelerin cilt yüzeyinden uzaklaştırılması ile yapılan bir nevi cilt temizleme işlemi) yapılmasını öneren Dr. Öğr. Üyesi Yıldırım, sözlerini şöyle tamamladı:

“Retinoik asit türevleri, kimyasal peeling ürünleri ve mikrodermabrazyon ile soyma işlemi hassas olmayan, kalınlaşmış ciltlerde tercih edilebilir. Cilt yalnızca yaz aylarında değil kış aylarında da güneşten zarar görebilir. Cilt yaşlanmasının, lekelerin ve kırışıklıkların en önemli nedeni güneş olduğundan cildi sadece yazın değil kışın da güneşten korumak gerekiyor. Bu nedenle de kızarıklık ve hassasiyet sorunu olan ciltler için geliştirilmiş ürünler kullanılmalı. Aynı zamanda güneş koruyucu seçiminde cilt hekiminin önerileri dikkate alınmalıdır.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE EĞİTİM PROGRAMI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE EĞİTİM PROGRAMI

Gaziantep İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Hizmetleri Başkanlığı Çocuk, Ergen, Kadın ve Üreme Sağlığı Hizmetleri Birimi tarafından SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Yeni Doğan Canlandırma Programı (NRP) düzenlendi.

GAZİANTEP SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ TARAFINDAN SAĞLIK KURULUŞLARINA YÖNELİK YENİ DOĞAN CANLANDIRMA PROGRAMI DÜZENLENDİ

Gaziantep İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Hizmetleri Başkanlığı Çocuk, Ergen, Kadın ve Üreme Sağlığı Hizmetleri Birimi tarafından SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Yeni Doğan Canlandırma Programı (NRP) düzenlendi.

Gaziantep’teki farklı sağlık kuruluşlarında görev yapan Yeni Doğan Canlandırma Programı Eğitimcileri Dr. Selda Doğan, Ebe Hülya Durdu Bayır (Kurs Sorumlusu), Yeni Doğan Uzmanı Dr. Melek Büyükeren, Yeni Doğan Uzmanları Doç. Dr. Ünal Sarıkabadayı ve Doç. Dr. Servet Özkiraz tarafından doktor, hemşire ve ebe olmak üzere 25 katılımcıya NRP Uygulayıcı Eğitimi verildi.

Verilen eğitimde toplumdaki ekonomik ve sosyal durumun iyileşmesi ve sağlık alt yapısının güçlendirilmesi ile bebek ve çocuk ölümlerinde önemli azalmaların gözlendiğine dikkat çekildi.

Neonatal (doğumdan sonraki ilk ayı kapsayan dönemi) ve perinatal (gebeliğin son dönemlerini ve doğumun olduğu zamanı da kapsayan dönem) ölümlerin sosyal ve ekonomik gelişmelere daha az duyarlı olduğu, bu ölümlerin erken tanı ve tedavi, gebelik ve doğum sırasında verilen bakımın iyileştirilmesi gibi sağlık ile doğrudan ilişkili önlemlerden daha fazla etkilendiğinin anımsatıldığı eğitimde şu bilgiler paylaşıldı:

“Tüm dünyada yılda 4 milyon yeni doğan ölmekte ve bunların yüzde 23’ü doğum sonrası asfiksiye (oksijen yetersizliğinden ileri gelen boğulma) bağlı kaybedilmektedir.

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de asfiksi temel bir neonatal sorun olmayı sürdürmekte ve özel bir neonatal deneyimi olmayan kurumlarda da neonatal resüsitasyon (solunumu veya kan dolaşımı durmuş bir kişiye dışardan yapılan destekleyici müdalale, canlandırma, hayata döndürme) gereksinimi doğabilmektedir. Doğumu izleyen dakikalar bebeğin uterus (rahim) dışındaki yaşama uyum sağlamasına yardım edilmesi gereken kritik dakikalardır.

Asfiksili bir bebeğe yaşamın ilk birkaç dakikasında yapılan girişimlerin sonuçları, yaşamın niteliğini doğrudan etkileyerek tüm bir yaşam boyunca sürecek sonuçlar doğurur. Her yeni doğanın, yeterli bir resüsitasyona hakkı vardır. Bu ise doğum odasında uygun gereçlerin her an hazır olmasıyla birlikte, burada çalışan sağlık personelinin yeni doğan resüsitasyonunda becerili olmalarını ve bir ekip olarak uyumlu çalışabilmelerini gerektirir.

Bu nedenle asfiksiye bağlı ölümlerin ve sekellerin (Bir hastalıktan sonra yerleşip kalan işlev veya doku bozukluğu) önlenmesi amacıyla 1998 yılında başlatılmış olan Yeni Doğan Canlandırma Programı kapsamında yer alan uygulayıcı ve eğitici eğitimleri Türkiye geneline yaygınlaştırılarak, 2014 yılı sonu itibariyle 2 bin 310 uygulayıcı kursunda, 47 bin 382 sağlık personeli (Kadın Hastalıkları ve Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ve Anestezi uzmanları, Pratisyen Hekimler, Ebeler, Hemşireler, Anestezi Teknisyenleri vs.) eğitilmiştir.

Her doğum salonunda eğitilmiş en az bir personelin mutlaka bulunmasının amaçlandığı program kapsamında gerçekleştirilen uygulayıcı eğitimleriyle, temel resüsitasyon uygulamalarının yerleştirilebilmesi için, bu konuda eğitim almış ve standart uygulama yapacak personel yetiştirilmektedir.

“Doğum odasındaki herkesi” hedefleyen bu programın, ülkemizde doğumda gelişebilecek yeni doğan mortalitesini (ölüm oranı) ve asfiksinin yol açacağı sekelleri en aza indirebilme konusunda önemli bir yer tuttuğu gerçektir.

Neonatal döneme yönelik yürütülen NRP ve diğer çalışmalar sonucunda bebek ölüm hızı binde 7,2 e, neonatal ölüm hızı ise binde 4,1’e düşmüştür.”

3 gün süren eğitim sonunda katılımcılara sertifika verildi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ GÜNDOĞDU: “BRONŞİTTE TEŞHİS VE TEDAVİ BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR”

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ GÜNDOĞDU: “BRONŞİTTE TEŞHİS VE TEDAVİ BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Nevhiz Gündoğdu, bronşitin en sık görülen kış hastalıklarından olduğuna dikkat çekti.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Öğretim Üyesi Nevhiz Gündoğdu, bronşitin en sık görülen kış hastalıklarından olduğuna dikkat çekti.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı da olan Dr. Nevhiz Gündoğdu, sigara tüketimi, enfeksiyonlar, hava kirliliği, tekrarlayan soğuk algınlığı gibi olumsuz etkenlerin tetiklemesiyle ortaya çıkan bronşitte teşhis ve tedavinin büyük önem taşıdığını söyledi.

Bronşitin akciğerlere giden havayollarının iç yüzündeki zarın iltihaplanmasıyla ortaya çıktığını, akut ve kronik olmak üzere iki şekilde görüldüğünü kaydeden Dr. Öğretim Üyesi Gündoğdu, Akut bronşit, bronşların sınırlı yangısı olarak tanımlanır. Öksürük ve balgam akut bronşitin en önemli klinik belirtileridir” dedi.

ÖKSÜRÜK UZUN SÜRER

Genellikle üst solunum yolu enfeksiyonunu takiben başlayan akut bronşitle üst solunum yolu enfeksiyonunu birbirinden ayıran en belirgin farkın akut bronşitte öksürüğün beş günden fazla sürmesi olduğunu anlatan Dr. Öğretim Üyesi Gündoğdu, “Akut bronşit etkenleri, üst solunum yolu enfeksiyonuna da yol açan virüslerdir. İnfluenza A ve B, parainfluenza, coronavirüs (tip1-3), rhinovirüs, respiratuar sinsisyal virüs ve insan sık karşılaşılan etkenlerdir” şeklinde konuştu.

TANI ÖNEMLİDİR

Akut bronşitin tanısında zatürre, KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) alevlenmeleri, astım ve geniz akıntısı sendromlarının göz ardı edilmemesi gerektiğine vurgu yapan Dr. Öğretim Üyesi Gündoğdu, şöyle devam etti:

“Akut bronşiti olan hastaların çoğunda hastalık hakkında bilgilendirme ve semptomatik tedavi yeterlidir, ileri tetkik gerekmez. Ancak hastada çarpıntı, hızlı soluk alma, ateş ve zatürre düşündüren semptomlar varsa akciğer grafisi istenebilir. Ayrıca 75 yaş ve üstü olgularda normal fizik muayene bulgusu olanlarda dahi zatüree ekarte edilemez. Bu yaş grubunda akut bronşit saptanan olgularda rutin akciğer grafisi gerekir.”

HASTALARIN BÜYÜK BÖLÜMÜ SİGARA KULLANICILARINDAN OLUŞUYOR

Sigara kullanımının bronşite yol açan en önemli etkenlerden biri olduğunu belirten Dr. Öğretim Üyesi Gündoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bronşitte yapılacak ilk iş eğer içiliyorsa sigarayı bırakıp istirahat etmektir. Kronik bronşitte; havayollarını yağlayan bezler büyümüş, iç yüzlerinde bulunan tüyler görevini yapamaz olmuştur. Kronik bronşitte başka bir hastalığa bağlanamayan birbirini izleyen en az iki yıl boyunca her yıl en az üç ay devam eden öksürük ve balgam görülür.

Kronik bronşit aniden ortaya çıkan bir hastalık değildir. Soğuk algınlığı tedavisi sonrası, hasta öksürmeye devam eder ve birkaç hafta boyunca büyük miktarlarda balgam çıkarmayı sürdürür. Kronik bronşit hastalarının büyük çoğunluğu sigara kullanıcıları olduğundan, bu öksürükler sigara öksürüğü olarak algılanabilir. Zaman ilerledikçe, öksürük ve balgam çıkarma her soğuk algınlığından sonra daha da artar ve kısa sürede bu belirtiler yıl boyunca görülür hale gelir.”  

KİRLİ HAVADAN UZAK DURULMALI

Dr. Öğretim Üyesi Gündoğdu, hava kirliliğinin de bronşit hastalığını tetiklediğini belirterek “Sigara kullanmayanlarda hastalığın nedenleri arasında; hava kirliliği, endüstriyel toz ve kül, kronik astım, kistik fibroz, kronik akciğer enfeksiyonları vardır. Kronik bronşitte tozlu ve kirli havadan mümkün olduğunca uzak durulmalı, sağlıklı beslenmeye özen göstermeli ve soğuk algınlığına karşı dikkatli olunmalıdır” ifadelerini kullandı.

MUTLAKA TEDAVİ EDİLMELİDİR

Bronşitin mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu vurgulayan Dr. Öğretim Üyesi Gündoğdu, “Doktor önerisi ile takip edilen hastalığın tedavisinde solunum yollarını genişletici ve balgam söktürücü ilaçların yanında, iltihap giderici ilaç ve antibiyotikler kullanılabilir.  Mutlaka tedavi edilmelidir” diyerek sözlerini tamamladı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, PENTEX 2020’DE STANT AÇTI

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ, PENTEX 2020’DE STANT AÇTI

SANKO Üniversitesi Hastanesi, 9. PENTEX Penye, Tekstil ve Teknolojileri Fuarı’nda stant açtı.

SANKO Üniversitesi Hastanesi, 9. PENTEX Penye, Tekstil ve Teknolojileri Fuarı’nda stant açtı.

Ortadoğu Fuar Merkezi’nde düzenlenen fuarın açılış törenine, Vali Davut Gül, Milletvekilleri Nejat Koçer, Bayram Yılmazkaya, Muhittin Taşdoğan, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin, Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, Gaziantep Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Ünverdi, Türkiye Moda ve Hazır Giyim Federasyonu Başkanı Hüseyin Öztürk, Güneydoğu Anadolu İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Ahmet Fikret Kileci, Gaziantep Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Yıldırım, Penye, Konfeksiyon ve İmalat Hazır Giyim Derneği Başkanı Reis Reisoğlu, AK Parti İl Başkanı Eyüp Özkeçeci, MHP İl Başkanı Muzaffer Çelik, Akort Fuarcılık Yönetim Kurulu Başkanı Hülya Akkaya ve çok sayıda davetli katıldı.

Fuarda açılan SANKO Üniversitesi Hastanesi standında dileyen katılımcı ve ziyaretçilerin ücretsiz tansiyon ve kan şekeri ölçümü yapılıyor. Yoğun ilgi gören stantta hastanede verilen sağlık hizmetleri ile uygulamalar konusunda da bilgiler paylaşılıyor. 

Çok sayıda davetlinin katılımıyla açılan fuar 8 Şubat 2020’ye kadar ziyaret edilebilecek.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.

DÜNYA KANSER GÜNÜ

DÜNYA KANSER GÜNÜ

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, kanserin günümüzde sık görülen bir hastalık konumunda olduğunu belirtti.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. MARALCAN:

“HEKİMLERİN BİLGİ VE DENEYİMLERİ ARTTI, TANI ARAÇLARI ÇOK GELİŞTİ”

“HER GEÇEN GÜN GELİŞEN İLAÇ SEKTÖRÜ VE TIP BİLİMİ SAYESİNDE BİRÇOK KANSER HASTASININ YAŞAM SÜRESİ ESKİYE ORANLA UZAMAKTA VE DAHA KALİTELİ YAŞAMAKTALAR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Göktürk Maralcan, kanserin günümüzde sık görülen bir hastalık konumunda olduğunu belirtti.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı da olan Prof. Dr. Maralcan, 4 Şubat Dünya Kanser Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, kanserin sık görülmesinde, hekimlerin bilgi ve deneyimlerinin artması ve tanı araçlarının çok gelişmiş yapıda olmasının etken olabileceğini kaydetti.

Kanserin çok çeşitli tipleri olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Maralcan, “Bunların birçoğunda neden çoğu kez saptanamamakta veya tam olarak çözülememektedir. Ancak her geçen gün gelişen ilaç sektörü ve tıp bilimi sayesinde birçok kanser hastasının yaşam süresi eskiye oranla uzamakta ve daha kaliteli yaşamaktalar” dedi.

“Halen çok klasik ama en geçerli olan kanserde başarılı tedavi ve uzun yaşamın anahtarı erken tanı ve tedavidir” diyen Prof. Dr. Maralcan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Her tür kanser için farklı tanı ve tedavi yaklaşımları mevcuttur ve uygulanmaktadır. Kanser tedavisinde başarıyı arttırmanın en önemli unsurlarından birisi multi- disipliner yani takım çalışmasıdır.

Zamanı geldiğinde hekimlerin önerileri doğrultusunda kontrollerin periyodik olarak yapılması gerekir. Sağlıklı ve doğal gıdalar mevsiminde dengeli bir şekilde tüketilmeli, düzenli spor da alışkanlık haline getirilmelidir.”

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR.  KÜÇÜKDURMAZ: “İYİ HUYLU PROSTAT BÜYÜMESİ YAŞAM KALİTESİNİ DÜŞÜRÜYOR”

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. KÜÇÜKDURMAZ: “İYİ HUYLU PROSTAT BÜYÜMESİ YAŞAM KALİTESİNİ DÜŞÜRÜYOR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Faruk Küçükdurmaz, iyi huylu prostat büyümesinin erkeklerde, yaşla birlikte sıklıkta görüldüğünü ve yaşam kalitesini düşürdüğünü söyledi.

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Faruk Küçükdurmaz, iyi huylu prostat büyümesinin erkeklerde, yaşla birlikte sıklıkta görüldüğünü ve yaşam kalitesini düşürdüğünü söyledi.

İyi huylu prostat büyümesini, “mesane ile üretraya (idrar kanalının üst kısmı) yerleşmiş prostat bezinin büyümesi” olarak tanımlayan Doç. Dr. Küçükdurmaz, iyi huylu prostat büyümesinin 50 yaş üzeri erkeklerin yarısında, 70 yaş üzerinde ise yüzde 80- 90 oranında görüldüğünü kaydetti.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Üroloji Uzmanı da olan Doç. Dr. Küçükdurmaz, “Ürolojide en sık tanı konulan hastalık olan iyi huylu prostat büyümesi yaşla birlikte artan sıklıkta görülür. Hastalık büyüyen prostatın idrar yolunu kapatmasına veya sıkmasına bağlı olarak idrar yapmada yaşanan şikayetlerle başlıyor” dedi.

Türkiye’de 6 milyona yakın erkekte iyi huylu prostat büyümesine bağlı şikâyet ve belirtiler olduğunu belirten Doç. Dr. Küçükdurmaz, Amerika’da 30- 79 yaş arası alt üriner sistem semptomları olan yaklaşık 15 milyon, Avrupa’da ise 30- 79 yaş arası 35 milyon erkek bulunduğunu kaydetti.

OBEZİTE RİSK OLUŞTURUYOR

“Obezite, şeker hastalığı, artmış protein, kırmızı et, yağ ve tahıl tüketimi iyi huylu prostat büyümesi açısından risk oluşturuyor. Sebzeler, meyveler, doymamış yağ asitleri, linoleik asit ve D vitamini bitkisel kaynaklı gıdalarla beslenme ve egzersiz, iyi huylu prostat büyümesine karşı koruyucu özellik taşıyor” diyen Doç. Dr. Küçükdurmaz, iyi huylu prostat büyümesinin belirtilerini şu şekilde sıraladı:

İyi huylu prostat büyümesinin belirtileri arasında gece idrara kalkma, sık idrara gitme, kesik kesik idrar yapma, çatallanma, mesanenin (idrar torbası) tam boşalmama hissi, idrar yapmadan önce bekleme, zayıf idrar akımı, idrar sıkıştırması ve idrar yaparken ıkınma yer almaktadır.

Alt üriner sistem semptomları olarak da ifade edilen bu belirtileri taşıyan erkeklerde mutlaka kan tahlili yapılarak prostat spesifik antijen (PSA) düzeyleri ölçülmelidir. İyi huylu prostat büyümesi prostat kanseri demek değildir. Ancak kandaki PSA değeri ve parmakla rektal muayene ile prostatın değerlendirilmesi iki hastalık arasındaki farkın belirlenmesi açısından çok önemlidir.

Prostatın büyümesini önlemek mümkün değilse de hayat tarzı değişikliği ve erken teşhis ile ilaç tedavisi kullanılarak belirtiler tedavi edilebilir.”

PROSTAT BELİRTİLERİ TEDAVİ EDİLMEZSE NE OLUR?

Alt üriner sistem semptomları nedeni ile değerlendirilen ve iyi huylu prostat büyümesi tanısı konan erkeklerde, tedavi uygulanmaması durumunda idrar kesesinde divertikül, taş, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları ve idrarda kanama gözlenebileceğine vurgu yapan Doç. Dr. Küçükdurmaz, “İleri evrelerde idrar yapamama ve buna bağlı kronik böbrek yetmezliği gibi ciddi durumlarla karşılaşılabilir” uyarısında bulundu.

YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİĞİ TEDAVİDE BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR

İyi huylu prostat büyümesinin tedavisine de değinen Doç. Dr. Küçükdurmaz, şöyle devam etti:

 “Tedavide öncelik yaşam tarzı değişiklikleridir. Günde en az 1,5- 2 litre su içilmesi, egzersizin artırılması, gece yatmadan birkaç saat öncesinde sıvı alımının sınırlandırılması, alkol ve kafein tüketiminin kısıtlanması, dengeli beslenme, karnın alt tarafını sıcak ve kuru tutma, denize girdikten sonra ıslak mayonun değiştirilmesi uygulanacak hayat tarzı değişiklikleri arasında yer almaktadır.

Yaşam tarzı değişikliklerinin yeterli olmadığı kişilerde ilaç tedavisi ile şikayetlerin azaltılması ve kişinin yaşam kalitesinin arttırılması amaçlanır. Bu amaçla alfa blokerler, 5- alfa redüktaz inhibitörleri ve antikolinerjik ilaçlar tek başına ya da kombinasyon halinde reçete edilebilir.

İyi huylu prostat büyümesi saptanan hastalarda cinsel problemler de sıklıkla görülebilmektedir. İdrar ile ilgili şikayetlerine ek olarak cinsel yakınmaları da olan hastalarda bu belirtiler dikkate alınmalı ve ilaç tedavisi buna göre düzenlenmelidir.”

CERRAHİ İŞLEM HANGİ AŞAMADA UYGULANMALIDIR?

İyi huylu prostat büyümesinin cerrahi tedavisini de anlatan Doç. Dr. Küçükdurmaz, iyi huylu prostat büyümesi takip tedavisi altında olan hastaların 5 yıl içerisinde yüzde 30’unun cerrahi uygulama gördüğüne dikkat çekti.

Böbrek yetmezliği, mesane taşı, tekrarlayıcı kanamalar, medikal tedavinin etkisizliği, çoklu sonda uygulamaları, tekrarlayan üriner enfeksiyonlar ve mesane divertikülü görüldüğü durumlarda cerrahi uygulama yapılması gerektiğinin altını çizen Doç. Dr. Küçükdurmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Geçmiş yıllarda cerrahi uygulamalar sıklıkla açık yapılırken artık endoskopik (kapalı) ameliyatlar yapılmaktadır. Kapalı ameliyatlarda en sık monopolar ve bipolar sistemler kullanılmaktadır. Ancak son dönemde teknolojideki ilerlemelerin de katkısıyla popülarize olan lazer tiplerine göre olmak üzere prostatı buharlaştıran (KTP- greenlight laser) veya doku olarak çıkartan (Holmium laser) tipleri bulunmaktadır.

Prostatik stentler, prostatik üretral liftler, minimal invazif basit prostaktetomi, transüretral mikrodalga terapi, transüretral prostata iğne ablasyonu, intraprostatik enjeksiyonlar da iyi huylu prostat büyümesinin cerrahi tedavisindeki yeni yöntemlerdir.”

Cerrahi teknik seçiminin kişiye özel olarak yapılması gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Küçükdurmaz, aile öyküsü olan erkeklerde 40, olmayanlarda ise 50 yaş itibariyle prostat hastalıkları belirtileri gösterenlerin prostat kanser taraması için üroloji uzmanlarına başvurmaları gerektiğini, sözlerine ekledi.

KARNE HEYECANI

KARNE HEYECANI

SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Psikoloğu Melis Tümer Süyür “Kişiselleştirme yapıp, karnesi zayıf gelen çocuğa, zayıf öğrenci muamelesi yapılmamalıdır. Zayıf olan çocuğun karnesidir, kişiliği değil. Bu nedenle de kişiliğine genelleme yapılması doğru değildir” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ UZM. PSİKOLOĞU SÜYÜR:

KİŞİSELLEŞTİRME YAPIP, KARNESİ ZAYIF GELEN ÇOCUĞA, ZAYIF ÖĞRENCİ MUAMELESİ YAPILMAMALIDIR”

SANKO Üniversitesi Hastanesi Uzm. Psikoloğu Melis Tümer Süyür “Kişiselleştirme yapıp, karnesi zayıf gelen çocuğa, zayıf öğrenci muamelesi yapılmamalıdır. Zayıf olan çocuğun karnesidir, kişiliği değil. Bu nedenle de kişiliğine genelleme yapılması doğru değildir” dedi.

Süyür, yarıyıl tatilinin başlamasına günler kala, karne heyecanı yaşayan öğrenciler ve aileleri için uyarılarda bulundu.

Kişiliğine yönelik olumsuz davranışlarla karşılaşan çocuğun yalnızca, “başarılıysam değerliyim ve yeterliyim, başarısız olursam kimse beni sevmeyecek” gibi işlevsel olmayan gerçek dışı düşünceler geliştirebileceğine dikkat çeken Süyür, bu durumun çocukta, özgüven eksikliğine ve dolayısıyla ikinci döneme de motivasyonu düşük başlamasına neden olabileceğini söyledi.

Çocuğun, “sadece başarılı olursam toplumdan onay ve değer görebileceğim” inancı ile yalan söyleme ya da kaçınma davranışları gibi yollara da başvurabileceğinin altını çizen Süyür, “Çocukların bazısı matematikte, bazısı güzel sanatlarda veya el becerisinde daha başarılıdır. Beceri ve ilgi çocuktan çocuğa farklılık gösterir” şeklinde konuştu.

TELEVİZYON VE BİLGİSAYAR TEMBELLİĞE YOL AÇABİLİR

Okul dönemince aynı saatte yatıp kalkmaya alışan, tempolu ve düzenli günlük ders çalışmak durumundaki öğrenciler için yarıyıl tatilinin büyük önem taşıdığına vurgu yapan Süyür, şöyle devam etti:

“Bu öğrenciler için yarıyıl tatili özgürlük gibidir.  Arada bir soluklanmak, disiplinden az da olsa uzaklaşma fırsatı buldukları bir dönemdir. Çocuklar için gerçek anlamda dinlenmek, rahatlamak ve motivasyonla ikinci döneme başlamalarını sağlamak ailelerin elindedir. Vakit buldukça ders çalışarak, bolca kitap okunması sağlanmalıdır.

Unutulmaması gereken bir nokta da her öğrencinin tatille ilgili beklentisinin farklı olduğudur. 15 günlük tatili kimi öğrenci eksiklerini gidermek için ders çalışmayı, kimi ise televizyon, bilgisayar, vs. başında geçirmeyi tercih ediyor. Ancak, televizyon veya bilgisayar başında geçirilen zaman dinlenmekten çok yorgunluk oluşturur.  Bu düzene alışık olmayan fizyolojik yapı önceleri zorlanır, daha sonrasında da yavaş yavaş tembellik ortaya çıkar. Tatil boyunca tembelliğe alışan bünye okul açıldığında eski düzenine dönebilmek için zorlanacağından uzun süre kendini toparlayamaz. Sonucunda ikinci döneme iyi bir başlangıç yapmak amacıyla verilen tatil tersi bir durumla sonuçlanır.”

Her öğrencinin kendince çalışma stratejisi belirlemesinin önemine değinen Süyür, “Kısa ve uzun vadeli hedefler, öğrencilerin çalışma isteklerini kamçılayacaktır. Hayali ve gerçekleşmesi imkânsız hedefler bir süre sonra öğrencinin ümidinin kırılmasına ve çalışma isteğinin azalmasına neden olabilir” ifadelerini kullandı.

Bu dönem “Eksik konuların tamamlanması, konuların tekrarı, bolca kitap okunması ve yeni konulara çalışılması” olmak üzere 4 temel stratejinin izlenmesini öneren Süyür, şöyle devam etti:

“İnsanların öğrendiklerinin yüzde 75’ini bir haftada, yüzde 66’sını bir günde, yüzde 54’ünü de bir saat içerisinde unutuyor. Unutmayı önlemenin yoluysa yapılanları tekrar etmekten geçiyor. Özellikle geçmiş konularla ilgili çalışmalarda çok fazla hata yapan öğrencilerin mutlaka genel tekrara ağırlık vermeleri gerekir.

İkinci dönemde zamanın daha kısa olması, bahar mevsiminin gelmesiyle birlikte sıcakların başlaması öğrenciler için zorluk oluşturacaktır. Konu eksiği fazla olan öğrenciler tatilde önceliği, eksik konularını tamamlamaya vermeli. Konu eksiği olmayan, çalıştığı konularda az hata yapanlar yeni konulara çalışabilirler.”.

Kitap okumaya karşı ilgisi olmayan öğrencilerin kalıcı başarılar yakalamasının çok güç olduğunu anlatan Süyür, bu öğrenciler için tatilin bulunmaz fırsat olduğunu dile getirdi.

ÇOCUĞUNUZU BAŞKA ÇOCUKLARLA KIYASLAMAYIN

Süyür, çocukların başarısında ailelerin yaklaşımının büyük rol oynadığına dikkat çekerek, şu önerilerde bulundu:

“Çocukların sağlıklı bireyler olarak yetişmesinde ‘koşulsuz sevgi’ ve ‘güven’ önemlidir. Düşük not alma nedenlerini çocuklarınızla tartışarak, çözüm üretin, karar alma süreçlerinize dahil edin, sorumluluk bilincinin gelişmesine katkı sağlayın.

Okul döneminde kalkış, çalışma saati gibi rutinlere alışan çocuklarınızın tatili eğlendirici ve eğitici şekilde değerlendirmelerine destek verin ve mümkün oldukça birlikte zaman geçirerek, birbirinizi daha iyi tanımak, anlamak ve keyif almak için değerlendirin.

Yetenek, ilgi ve beceri bakımından her çocuğun kendine özgü özellikleri olduğunu unutmayın. Bu nedenle çocuğunuzun dönem boyunca sergilediği performansı başka çocuklarla asla kıyaslamayın.”

BAŞARISIZLIK NEDENİYLE ÇOCUĞA İLGİSİZ KALMAK GÜVEN KAYBI NEDENİ

İkinci dönem için motivasyonda kullanılacak en yanlış yöntemlerden birinin “Sen bu gidişle ikinci dönemde de sınıfı geçemezsin, bu kadar çalışmayla başarılı olamazsın” gibi ifadelerle çocuğa yaklaşılması olduğunu söyleyen Süyür, bu ifadelerin kaygıyı artıracağı gibi, çocuğun özgüvenini azaltacağını anımsattı.

Başarısız karne getirdiği için çocuğa sevgi göstermemek ve ilgisiz davranmak gibi yanlış tutumların güven kaybına neden olabileceğini vurgulayan Süyür, sözlerini şöyle tamamladı:

“Tatilde ilk dönemin yorgunluğunu atmak, bedeni dinlendirmek ve zihni bir nebze olsun rahatlatmak da çalışmak kadar önem taşıyor. Bu nedenle tatil programına; sevilen ve zararsız televizyon programlarının izlenmesi, arkadaşlarla bir araya gelinip ortak aktiviteler yapılması, yakınların ziyaret edilmesi, hobilere daha çok zaman ayrılması gibi zevk alınacak birtakım aktiviteleri de eklemek çocuklarımıza iyi gelecektir, ancak tüm bunları yaparken ölçülü davranmak gerektiğini unutmayalım. Eğlenceli ve dolu dolu bir tatil geçirmeleri dileğiyle.”

BÖBREK TAŞI RAHATSIZLIKLARI

BÖBREK TAŞI RAHATSIZLIKLARI

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Faruk Küçükdurmaz, Türkiye’nin dünyada taş hastalığının en sık görüldüğü ülkeler arasında yer aldığına dikkat çekerek “Yanlış beslenme ve hareketsiz yaşam nedeniyle böbrek taşı rahatsızlıklarının görülme sıklığı arttı” dedi.

SANKO ÜNİVERSİTESİ ÖĞETİM ÜYESİ DOÇ. DR. FARUK KÜÇÜKDURMAZ:

“YANLIŞ BESLENME VE HAREKETSİZ YAŞAM BÖBREK TAŞI RAHATSIZLIĞINI TETİKLİYOR”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Faruk Küçükdurmaz, Türkiye’nin dünyada taş hastalığının en sık görüldüğü ülkeler arasında yer aldığına dikkat çekerek “Yanlış beslenme ve hareketsiz yaşam nedeniyle böbrek taşı rahatsızlıklarının görülme sıklığı arttı” dedi.

SANKO Üniversitesi Hastanesi Üroloji Uzmanı da olan Doç. Dr. Küçükdurmaz, böbrek taş hastalığının son yıllarda özellikle çocuklarda ve kadınlarda daha sık görülmeye başladığını söyledi.

Beslenme tarzındaki yanlışlıklar ve hareketsiz yaşam şekli nedeniyle üriner sistem taş hastalığının görülme sıklığının tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek artış gösterdiğini belirten Doç. Dr. Küçükdurmaz, Türkiye’nin, dünyada taş hastalığının en sık görüldüğü ülkeler arasında yer aldığına dikkat çekti.

“Şiddetli ağrılara sebep olan, yaşam kalitesini bozan böbrek taşları, böbrekte ciddi ve geri dönüşümsüz hasarlara yol açabilmektedir” diyen Doç. Dr. Küçükdurmaz, üriner sistem taş hastalığının bugüne kadar erkeklerde daha çok görülmekle birlikte, son dönemde özellikle ergenlik dönemindeki çocuklar ve kadınlarda artış gösterdiğine vurgu yaptı.

Doç. Dr. Küçükdurmaz, üriner sistem taşlarının cerrahi tedavisinde teknolojik ilerlemelerin de yardımıyla açık operasyonlara gerek kalmadan minimal invaziv girişimlerle yüksek başarı oranları elde edildiğini kaydetti.

OBEZİTE VE YANLIŞ BESLENME HASTALIĞI TETİKLİYOR

Böbrek taşı hastalığındaki artışın en önemli nedenlerinin obezite ve yanlış beslenme olduğunu anımsatan Doç. Dr. Küçükdurmaz, şöyle devam etti:

“Son yıllarda bütün ülkelerde üriner sistem taş hastalığı sıklığında artış gözlenmesinin en önemli sebepleri arasında hızla yaygınlaşan obezite, az su içme, karbonhidrat ve tuzdan zengin beslenme alışkanlığı ile hareketsiz yaşam tarzı yer almaktadır.

Sağlıksız beslenme ve hareketsiz yaşam tarzına bağlı olarak oluşan insülin direnci, kadınlık hormonu olan östrojenin koruyucu etkisini ortadan kaldırarak, kadınlarda taş oluşumuna yatkınlığı artırmaktadır. Yaklaşık 50- 60 yıl önce erkeklerde taş hastalığı kadınlardan yedi kat daha fazla görülürken, son yıllarda bu oranın 1.5 kata kadar düştüğü bildirilmektedir.”

HAREKETSİZLİK VE TEKNOLOJİ BAĞIMLILIĞI ÇOCUKLARI TEHDİT EDİYOR

Çocuklarda fast food tarzı yanlış beslenme; cips, kraker gibi tuzlu yiyecekler, çikolata, gazlı içecekler, şekerli yapay ürünler gibi sağlık açısından zararlı, tüketilmemesi gereken gıdaların aşırı tüketilmesinin taş oluşum riskini artırdığının altını çizen Doç. Dr. Küçükdurmaz, “Bunların yanı sıra, oyun oynanması ve hareketli geçirilmesi gereken vakitlerin bilgisayar, televizyon ya da cep telefonlarının başında hareketsiz geçirilmesi taş hastalığının çocuklarda daha sık görülmesine yol açmaktadır” ifadelerini kullandı.

YAŞANILAN COĞRAFYA BÖBREK TAŞI SEBEPLERİ ARASINDA

Doç. Dr. Küçükdurmaz, yaşanılan coğrafya ve iklimin böbrek taşı sebepleri arasında bulunduğunu vurgulayarak, şu bilgileri paylaştı:

“Böbrek taşının ortaya çıkmasında genetiğin, doğuştan gelen metabolik hastalıkların dışında yaşanılan coğrafya, iklim, ırk, meslek gibi birçok faktör rol oynamaktadır. Bunların yanında özellikle yeterli miktarda sıvı tüketilmemesi, tuz ve rafine şeker tüketiminin fazlalığı, hayvansal proteinden zengin beslenme, sıcak ortamlarda yaşama ve böbreğin yapısal bozuklukları da nedenler arasında yer almaktadır.”

KIVRANDIRICI TARZDA ÇOK ŞİDDETLİ AĞRILARA NEDEN OLABİLİR

Böbrek taşlarının bazen hiçbir belirti vermeden rastgele saptanabildiği gibi, zaman zaman üretere (idrar kanalına) düşerek böbrekte genişleme ve çok şiddetli ağrılara neden olabildiğini anımsatan Doç. Dr. Küçükdurmaz, “Ağrı genellikle kolik tarzda olup, dalgalar halinde gelmekte ve kıvrandırıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Ağrı dışında görülen en önemli belirtiler arasında ise bulantı, kusma, idrar yaparken yanma, idrardan kan gelmesi bulunmaktadır” şeklinde konuştu.

TAŞ ANALİZİ, HASTALIĞIN TEKRAR ETMEMESİ AÇISINDAN ÖNEM TAŞIYOR

Taş analizinin hastalığın nüksetmemesi açısından büyük önem taşıdığına işaret eden Doç. Dr. Küçükdurmaz, şu noktalara dikkat çekti:

“Böbrek taşı tanısı konulması için detaylı muayenenin yanı sıra, laboratuvar ve ultrasonografi ile ilaçsız bilgisayarlı tomografi gibi görüntüleme yöntemlerinden faydalanılmaktadır. Kan ve idrarda bir takım metabolik incelemelerin yapılması ve taşın analiz edilmesi, ilerleyen dönemlerde hastalığın tekrar etmemesi açısından önem taşımaktadır.”

TEDAVİDE TAŞIN YERİ, BÜYÜKLÜĞÜ VE TİPİ DİKKATE ALINMAKTADIR

Böbrek taşı tedavisine de değinen Doç. Dr. Küçükdurmaz, şu bilgileri paylaştı:

“Böbrek taşlarının tedavisi; taşın yerleşim yeri, boyutu, tipi ve hastaya ait birtakım faktörler göz önüne alınarak planlanmaktadır. Ses dalgaları ve lazerle taş kırma ile perkütan yolla taş kırma cerrahisi bu amaçla kullanılan tedavi teknikleri olmaktadır. Bu alanda kullanılan en gelişmiş yöntemlerinden birisi lazerle taş kırmadır. Lazer tekniğinde esnek yapıda ince bir endoskop vasıtasıyla, vücuda herhangi bir kesi ya da delik açılmadan, idrar kanalından böbrekte her bir kalikse (odacık) girilerek, buradaki taşların lazer yardımıyla kırılması ya da alınması sağlanmaktadır.”

LAZERLE TAŞ KIRMADA BAŞARI ŞANSI YÜKSEK

Lazerle taş kırma işleminde hastaya herhangi bir kesi ya da delme işlemi yapılmadığı için hasta aynı gün taburcu edilebilirken, ertesi gün normal günlük yaşantısına dönebildiğini anımsatan Doç. Dr. Küçükdurmaz, şunları kaydetti:

“Başarı şansı çok yüksek, istenmeyen yan etki oranı ise çok düşük bir ameliyat tekniğidir. Aktif idrar yolu enfeksiyonu olan hastalar hariç, böbreğin alt odacığı dışında yerleşmiş 2 cm’ye kadar taşı olan tüm hastalara güvenle uygulanabilmektedir.”

Doç. Dr. Faruk Küçükdurmaz, üriner sistem taşlarının oluşmasını engellemek için alınması gereken önlemleri şöyle özetledi:

  • Günde en az 2- 2.5 litre sıvının gün içerisine yayılarak tüketilmesi gerekir.
  • Genel kanaatin aksine, taş hastaları süt ve yoğurdu normal düzeyde tüketebilirler. Tuz, kırmızı et ve rafine şekerlerin fazla tüketiminden kaçınılmalıdır.
  • İçeriğindeki sitratın koruyucu etkisi nedeni ile günde bir limon tüketilmesinde fayda vardır.
  • Hareketsiz yaşam tarzı taş hastalığı riskini artırır. Bu sebeple düzenli egzersiz yapmaya ve ideal kilonun korunmasına dikkat edilmelidir.
  • Obeziteye sebep olabilecek aşırı yağlı ve işlenmiş gıdaların tüketiminden uzak durulmalıdır.

MİNİMAL İNVAZİV CERRAHİSİNDE BÖLGEDE BİR İLK

MİNİMAL İNVAZİV CERRAHİSİNDE BÖLGEDE BİR İLK

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde bölgede ilk kez uygulanan “minimal invaziv” cerrahisi ile kalbin tüm damarlarına kapalı bypass ameliyatı yapıldı.

SANKO ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ’NDE KALBİN TÜM DAMARLARINA KÜÇÜK KESİ İLE KAPALI BYPASS AMELİYATI GERÇEKLEŞTİRİLİYOR

SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde bölgede ilk kez uygulanan “minimal invaziv” cerrahisi ile kalbin tüm damarlarına kapalı bypass ameliyatı yapıldı.  

SANKO Üniversitesi Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Uzmanları Prof. Dr. Gökhan Gökaslan ve Doç. Dr. Erkan Kaya, kapak ameliyatlarının yanı sıra, sol meme altından küçük kesi ile koroner arter bypass ameliyatlarını da yapmaya başladı.  

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı da olan Prof. Dr. Gökaslan, kalp hastalıklarının tedavisine yönelik yapılan cerrahilerde öncelikli amacın hastanın hayatını kurtarmak olduğu için, cerrahinin kozmetik sonuçları ve yara iyileşme sürecinin genellikle ikinci planda kaldığını söyledi.

Prof. Dr. Gökaslan, iman tahtası (göğüs kafesi ön tarafındaki kemik) kesilerek yapılan kalp ameliyatlarında büyük bir yara izinin kalması, kemiğin iyileşme süresinin uzun olması, bu süre içinde kemiğin oynamaması için hastanın sırt üstü yatma zorunluluğu, kemik oynadığı zaman yeniden cerrahi müdahale gerekmesi, enfeksiyon gelişme ihtimali, günlük hayata ve özellikle iş hayatına dönmenin uzun zaman alması gibi olumsuzlukların hastaların kalp ameliyatlarından korkmasına neden olduğunu kaydetti.

Çok sayıda hastanın bu nedenle ameliyat olmaktan kaçındığını ve bunun sonucunda hayatını kaybettiğine vurgu yapan Prof. Dr. Gökaslan, gelişen teknoloji sayesinde kapalı veya küçük kesi tekniği ile yapılan kalp cerrahisinin gün geçtikçe yaygınlaştığına dikkat çekti.

“Bu teknikle yapılan işlem sonucu kesi (6 - 8 cm) küçük olduğundan ve herhangi bir kemik kesilmediğinden dolayı iyileşme süreci de aynı oranda hızlı olmaktadır” diyen Prof. Dr. Gökaslan, şöyle devam etti:

“Ameliyat sonrasında hastanın yan yatması, kollarını kullanması, ağırlık kaldırması herhangi bir sorun oluşturmamakla birlikte normal yaşama ve iş hayatına dönmesi çok hızlı olmaktadır. Bu yöntemin hasta tarafından tercih edilmesindeki bir diğer etken ise görsel olarak rahatsız edici bir ameliyat izinin kalmıyor olmasıdır.”

SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi de olan Doç. Dr. Erkan Kaya da kapak ameliyatları için sağ meme altından, koroner arter bypas cerrahisi için sol meme altından kesi yapıldığını belirtti.

Doç. Dr. Kaya, “Bu cerrahinin uygulanması normal büyük kesiye göre cerrahın görüş alanını azalttığı için operasyon sırasında laparoskopik görüntüleme yöntemleri de kullanılmaktadır. Bu nedenle kapalı veya küçük kesi ile kalp operasyonunun bu konuda deneyimli kalp cerrahları tarafından uygulanması gerekmektedir” uyarısını yaptı.

Prof. Dr. Gökaslan ve Doç. Dr. Kaya, kapalı veya küçük kesi kalp cerrahisi ameliyatlarının SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, hastalardan gelen yoğun talep sonrası uzman ve deneyimli ekibin katkılarıyla başarıyla uygulandığının altını çizdiler.