SANKO Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Metin Bayram, pandemi nedeniyle yaşanan sıkıntılı günlerin geride kalması temennisinde bulundu.
SANKO Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Metin Bayram, pandemi nedeniyle yaşanan sıkıntılı günlerin geride kalması temennisinde bulundu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde yeni yıl öncesinde düzenlenen etkinlikte konuşan Prof. Dr. Bayram, “Gelecek senelerin umutlarla dolmasını ve bütün umutlarınızın gerçekleşmesini diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun” dedi.
SANKO Üniversitesi Genel Sekreteri Dr. Yusuf Ziya Yıldırım da 2022 yılının güzel günlerin başlangıcı olması dileğiyle, herkese aileleriyle sağlıklı, mutlu ve başarılı yıllar temennisini iletti.
Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Salih Murat Akkın da, “Hastanemizin değerli çalışanları ve değerli meslektaşlarım zorlu pandemi koşullarındaki zorlu süreçle birlikte, işimizle olan mücadelemiz yanında üniversitemizin öğrencilerine ayrıca emek verdiğiniz için teşekkür etmek istiyorum” diye konuştu.
Prof. Dr. Akkın, “Zor bir yılı bitiriyoruz. Umarım 2022 yılında sağlıklı, iyilik, şans ve başarı dolu günler bizimle olur. Çalışmalarımıza aynı heyecanla devam ederiz. Hepinizin yeni yılını kutluyorum” ifadelerine yer verdi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci de, özellikle pandemi döneminde zor şartlarda yoğun bir şekilde çalışan hastane personeline teşekkür ederek sözlerine başladı.
Her geçen gün daha da büyüyen hastanede personele yönelik güzel projelere imza atmayı hedeflediklerini kaydeden Kileci, “Bu zor süreçleri birlikte ve dayanışma içinde atlatacağız. Umarım 2022 yılı 2021 yılından çok daha sağlıklı ve huzurlu geçer. Hepinizin yeni yılını kutluyorum” diyerek sözlerini tamamladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdür Yardımcıları Rabia Ağar, Hüseyin Söylemez, Mesul Müdür Dr. Suat Özerbaş, hekimler ve idareciler ile çok sayıda personelin katıldığı programda, konuşmaların ardından canlı müzik eşliğinde pasta kesimi gerçekleştirildi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Romatoloji Kliniği hizmete girdi, romatoloji Uzmanı Doç. Dr. Bünyamin Kısacık hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Romatoloji Kliniği hizmete girdi, romatoloji Uzmanı Doç. Dr. Bünyamin Kısacık hasta kabulüne başladı.
Doç. Dr. Bünyamin Kısacık, 25 Haziran 1975 tarihinde İstanbul’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da yapan Doç. Dr. Kısacık, 1992 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde lisans eğitimine başladı, 1998 yılında Tıp Doktoru unvanı kazandı. 2002 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde İç Hastalıkları Uzmanı olarak eğitimini tamamladı.
Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı’nda 2003 yılında Yrd. Doç. Dr. olarak görev yapan Doç. Dr. Kısacık, 2004-2007 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalından Romatoloji Uzmanı unvanı kazandı.
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Ankara Hastanesi’nde 2008 yılında Tabip Asteğmen olarak askerlik görevini tamamlayan Doç. Dr. Kısacık, 2009-2010 yıllarında Gaziantep 25 Aralık Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmet, 2010 yılında ise Gaziantep Üniversitesi Romatoloji Bilim Dalında Yardımcı Doçent olarak görev yaptı.
2011 yılında Romatoloji Doçenti unvanı kazanan Doç. Dr. Kısacık, 2010-2016 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalında, 2017-2021 yılları arasında Gaziantep’te özel bir hastanenin Romatoloji Ünitesinde çalıştı.
Türkiye Romatoloji Derneği Üyesi olan Doç. Dr. Kısacık, Türkiye İç Hastalıkları Derneği Üyesi Ödülleri ve 2007 yılı Romatoloji Araştırma Ödülü Üçüncülüğü sahibidir.
Doç. Dr. Kısacık, ROVAG 3 (Vakalarla Romatoloji 3) Kitabı, Klinik Romatoloji Kitabı, Romatest Soru Bankası Kitabı, Romatolojide Karıştırıcılar Kitabı editörlüğü yanında, ROVAG kitapları ve KROM kitabında bölüm editörlüğü, dergi editörlüğü ve European Journal of Rheumatology Dergisi Yardımcı Editörüdür. Uluslararası hakemli 111, ulusal hakemli yedi dergide makalesi bulunmaktadır.
Aralık 2021 tarihi itibariyle SANKO Üniversitesi Romatoloji Kliniği’nde hasta kabulüne başlayan Doç. Dr. Bünyamin Kısacık, evli ve üç çocuk babası olup, iyi derecede İngilizce bilmektedir.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Romatoloji Kliniği’nde tedavi edilecek hastalıklar; Romatoid Artrit, Ankilozan Spondilit, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi, Sistemik Lupus Eritematozus, Skleroderma, Bağ Doku Romatizmaları, Vaskülitler, Gut Hastalığı, Fibromiyalji, Osteoporoz (kemik erimesi), Osteoartrit (eklem kireçlenmesi).
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Çocuk Endokrinolojisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Romatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi (transplANTEPSANKO) ile SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı tarafından Divan Otel’de “Beyin Ölümü ve Organ Nakli Sempozyumu” düzenlendi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi (transplANTEPSANKO) ile SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı tarafından Divan Otel’de “Beyin Ölümü ve Organ Nakli Sempozyumu” düzenlendi.
Sempozyumun açılışında bir konuşma yapan SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Güner Dağlı “Böylesine güzel bir konuda etkinlik düzenlemekten büyük mutluluk duyuyoruz. Konu seçimi ve yapacakları paylaşımlar için tüm hocalarıma teşekkür ediyorum. Verimli bir toplantı olmasını diliyorum” dedi.
İl Sağlık Müdürü Dr. Ümit Mutlu Tiryaki de konuşmasında, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin organ nakli konusunda önemli bir yol kat ettiğini söyledi.
Ülkemizde canlı nakillerin, kadavra nakillerden daha ön planda olduğunu anımsatan Dr. Tiryaki, şöyle devam etti:
“Beyin ölümü tanısı konması, insanların bu konuda ikna edilmesi çok önemli. Çünkü sadece kişinin organlarını bağışlaması yetmiyor, aileden izin alınması noktasında da sorun yaşanabiliyor. Bugünkü toplantı bu açıdan da bizlere yol gösterecektir.
İlimiz pek çok konuda öncülük ettiği gibi umarım bu konuda da öncülük eder. Ortadoğu’nun sağlık üssü olma iddiamızı gerçekleştirecek işler çıkarırız. Toplantının verimli geçmesini umuyorum.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Salih Murat Akkın ise “Pek çok konuda olduğu gibi organ nakli alanında da başarılı çalışmalar yapıyoruz. Beyin ölümü gibi önemli bir konunun, transplantasyon konusuyla birlikte ele alındığı bu değerli sempozyum için emeği geçenlere teşekkür ediyorum” diye konuştu.
SANKO Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Metin Bayram, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ayşen Bayram, Gaziantep – Kilis Tabip Odası Başkanı Dr. Ayşegül Ateş Tarla, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Genel Müdür Yardımcısı Rabia Ağar, hekimler ve koordinatörlerin de katıldığı sempozyumda, açılış konuşmalarının ardından sunumlara geçildi.
Sempozyum Başkanı SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Doç. Dr. Mehtap Akdoğan yaptığı konuşmada “Ülkemizde her yıl 12 binin üzerinde hastaya kronik böbrek yetmezliği tanısı konulmaktadır. Bu hastaların da yüzde 12-14’ü böbrek nakli şansı bulabilmektedir” ifadelerini kullandı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji Uzmanı da olan Doç. Dr. Akdoğan, nakil olabilen hastaların yüzde 20’sinin kadavradan böbrek nakli olabildiğini anımsatarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu sayı pandeminin etkisi ile 2020 yılında yüzde 10’a kadar gerilemiştir. Canlı vericisi olmayan hastaların ülkemizde nakil şansı ciddi anlamda azalmaktadır. Kadavradan organ nakli imkânını hastalara daha fazla sunmak amacıyla sempozyumu düzenliyoruz.
“Tıbbi teknolojinin de desteği ile beyin ölümü tanısı daha kolay kondukça, toplumumuzda da bu bilinç ve verici olma isteği artacaktır. Tabii kadavra bağışçılığında sosyal ve kültürel desteğin önemi yadsınamaz. Bu ve benzeri bilimsel toplantı sonuçlarımızla halkımızda bu bilinci artıracak girişimlerimiz devam edecektir.
Bu konuda öncelikle bize düşen görev beyin ölümü tanısını daha doğru koyup, hastalara nakil şansı için elimizden geleni yapmaktır. Sempozyumumuzun amacı bu konudaki eksikleri ortaya koymak ve hep birlikte gerekli adımları atıp, kadavra bağışçılığını artırmaktır.”
Türkiye’de son 20 yılda organ naklinde çok önemli gelişmelerin olmasının önemine dikkat çeken SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi Sorumlu Hekimi Doç Dr. Yücel Yüksel, “Kadaverik Böbrek Naklinde Dünyada Neredeyiz?” konulu sunumunda kadavra bağışı ile ilgili şu bilgileri paylaştı:
“Canlı organ nakli sayıları yıldan yıla artarken maalesef kadavra bağışından organ nakil sayıları hep aynı düzeyde. Kadavra bağışı yönünden gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olan ülkemizde, kadavra bağış oranı bölgesel olarak da değişmektedir. Organ bağışının en yüksek olduğu bölge Marmara, en düşük olduğu bölgeler ise Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleridir.
Beyin ölümü kavramı pek çok doktor tarafından da yeteri kadar bilinmemektedir. Bu sempozyumda amacımız, beyin ölümü tanısı koyan Anesteziyoloji ve Reanimasyon, Nöroloji, Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahisi uzmanları ile organ nakli koordinatörlerine, beyin ölümü tanımını tekrar anımsatmaktır.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Aykut Akyılmaz “Beyin Ölümü” konulu bir sunum yaptı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Akyılmaz, “Dönor havuzunu genişletmek amacı ile birçok bilgilendirme ve tanıtımlar yapılmasına karşın, organ bağışı bekleyen hasta sayısı giderek artmaktadır” uyarısında bulundu.
Beyin ölümü kavramının, hastanın geriye dönüşümsüz olarak tüm beyin fonksiyonlarını kalıcı olarak yitirmesi ve tıbben ölüm hali olduğunu hatırlatan Dr. Öğr. Üyesi Akyılmaz, özetle şunları anlattı:
“İşte bu aşamada yoğun bakımlarda beyin ölümü tanısını koymak ve potansiyel donör bakımını yapmak Anestezi ve Reanimasyon ile Yoğun Bakım Uzmanlarının görevleri arasındadır. Beyin ölümü olan hastalara hemen teşhis koyup, bu hastaları donör olarak duyurmak, donör bakımı yapmak, organ bekleyen hastalara yeniden bir hayat sunmakla eşdeğerdir.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı’ndan Dr. Öğr. Üyesi Yunus Baydilek, sempozyumda donör bakımına değindi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Baydilek, organ naklinin günden güne artış gösterdiğini ancak, potansiyel organ verici sayısı ile nakil planında olan hasta sayısı arasında büyük bir fark bulunduğunu bildirdi.
Bu nedenle, potansiyel organ vericisi havuzunun genişletilmesinin önemli olduğuna işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Baydilek, şunları kaydetti:
“Potansiyel organ vericisi, beyin ölümü gerçekleşmiş veya önemli oranda beyin hasarı olan hastalardır. Nakil yapılan hastalarda sonuçların başarılı olması için organların korunması zorunludur. Bunun için, potansiyel donör bakımının en iyi şekilde yapılması gereklidir. Beyin ölümü gerçekleşmiş organ donörlerinin bakımı için klinisyenlerin patofizyolojik yaklaşım konusunda bilgilendirilmeleri büyük önem taşımaktadır.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi hekimlerinden Genel Cerrahi Uzm. Opr. Dr. Kenan Demirbakan, son dönem böbrek yetmezliğinin altın standart tedavisinin “Böbrek Nakli” olduğunun altını çizdi.
“Kadavra bağışını artırmak için ne yapılabilir” konusuna değinen Opr. Dr. Demirbakan,
“Ülkemizde yılda yaklaşık 3 bin dolayında böbrek nakli yapılmakta ve bu nakillerin yaklaşık yüzde 80’i canlı vericilerden, kalanı kadavra donörden yapılmaktadır” dedi.
Organ bağışı konusunda iki noktada sıkıntı yaşadıklarını belirten Opr. Dr. Demirbakan, şu ifadelere yer verdi:
“Sıkıntı yaşadığımız konulardan ilki beyin ölümü tanısı koyamama, ikincisi hasta yakınlarının organ bağışlamamasıdır. Bu konularda eksiklerimizi görüp gerekli adımları atarak beyin ölümü sonrası organ bağışını artırmak temel hedefimiz olmalıdır.”
Medical Park Antalya Hastanesi Organ Nakli Koordinatörü Dr. Levent Yücetin, Türkiye'de hep organ azlığından bahsedildiğine vurgu yaptı.
“İnsanlarımız organlarını bağışlamıyor diyoruz. Bu çok doğru. Ölümden sonra organ bağışında çok gerilerdeyiz ama bu işin bir de diğer yüzü var” diyen Dr. Yücetin, devamla şöyle konuştu:
“Canlı vericili organ bağışında da dünya birincisiyiz. Buradan çıkan sonuç şu hayattayken organlarımızı bağışlıyoruz, ölünce bağışlamıyoruz. Türk insanı kadar sevecen, yardım etmekten, ekmeğini paylaşmaktan daha mutlu olan bir millet yok. Yakınının organa ihtiyacı olduğunda hiç gözünü kırpmadan ameliyat masasına yatıp, bir organını bağışlayabiliyor. O zaman biz de bir eksiklik var, çok başarılı ve zor ameliyatların altından kalkıyoruz ama insanımıza bu konuyu doğru şekilde anlatamıyoruz.
Türkiye’de Sağlık Bakanlığı bekleme listesinde 22 bin hasta var, sadece birisini size anlatmak istiyorum. İlk göreve başladığımda odama gelen gözü yaşlı bir anne şunları anlatmıştı; ‘Hocam kızım beş yaşında ve diyalize giriyor. Evde sofra kurulurken masaya bardak konmaz, su şişesi gelmez. 11 yaşındaki oğlum, eşim ve ben hep kapıların arkasında gizli gizli su içeriz. Evdeki tüm musluklara eşim kilit takti ki kızımız bizden gizli fazla sıvı almasın.’
Bir tarafta vefat, eş, anne-baba hayatını kaybediyor, maalesef onun için yapabileceğimiz bir şey yok ama bağışlanan organla sadece bu kızın su içmesini sağlamayı bırakın, abisinin de rahatça su içmesini sağlama şansımız var.”
Böbrek yetmezliği hastalarının organ yetmezliğinin en konforlu hastaları olduğuna dikkat çeken Dr. Yücetin, “Zor bir yaşam da olsa diyalizle uzun süre yaşama şansları var. Böbrek bekleyen bir hastam bir defasında diyalizsiz bir gün istemişti” dedi.
“Burada olma amacımız, Gaziantep’teki meslektaşlarımız ile bilgi alışverişi yaparak, daha çok insana can olmak” diyen Dr. Yücetin, sözlerini şöyle tamamladı:
“Organ nakil koordinatörleri olarak sizin mirasınıza talibiz. Miras olarak ne evinize, arabanıza, paranıza ne de yakınlarınıza bırakabileceğiniz yaşanmış güzel anılarınıza. Sadece sevdiklerinize, yanınızda götüremeyeceğiniz organlarınızı miras olarak bırakmanızı istiyoruz ki binlerce organ bekleyen hasta ve yakınının yüzlerini güldürebilelim. Karar sizin; organlarınızı ya toprağa ya da bize miras bırakabilirsiniz.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Koordinatörü Ahmet Yücel, “Beyin Ölümünde Organ Nakil Koordinatörü” konusunda sunum yaptı.
Beyin ölümü sonrasında sürecin iyi yönetimi ve yeterli koordinasyonun sağlanması için iyi iletişim ve doğru bilgilerin zamanında iletilmesini sağlamaya çalıştıklarını kaydeden Yücel, şöyle devam etti:
“Organ bağışı yapanlara ve ailelerine süreç hakkında bilgilendirme yapıyoruz. Hayattayken organ bağışında bulunan kimsenin bu durumu ailesi ile paylaşması uygun olacaktır. Çünkü bu durum kişinin olası beyin ölümü gerçekleştiğinde aile görüşmesi esnasında, koordinatöre süreçle ilgili zaman kazandıracaktır.”
Sempozyumda ayrıca organ nakli koordinatörlerine yönelik, “Beyin ölümü olan hastanın beyin ölümü nasıl açıklanmalı” konulu bir oturum düzenlendi.
Medical Park Antalya Hastanesi Organ Nakli Koordinatörü Dr. Levent Yücetin ve Adana Bölge Koordinasyon Merkezi Sorumlusu Dr. Nezahat Bingöl, organ nakli, organ bağışı, hastane süreçleri ve yaşanan sıkıntılar konusunda yapılabileceklerle ilgili paylaşımda bulundu.
Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Bülent Meşe, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Bülent Meşe, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Doç. Dr. Bülent Meşe, 1971 yılında Kahramanmaraş Afşin’de doğdu. 1989 yılında Afşin Lisesinden, 1996’da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu, 2002 yılında aynı fakültede Kalp ve Damar Cerrahisi uzmanlık eğitimini tamamladı.
Erişkin kalp cerrahisi yanında periferik damar cerrahisi ve pediatrik kalp cerrahisinde deneyim kazanan Doç. Dr. Meşe, Mart 2002- Kasım 2003 tarihleri arasında Adana’da özel hastane, Aralık 2003-Mayıs 2005 yıllarında SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Haziran 2005-Ekim 2011 tarihleri arasında Kahramanmaraş Devlet Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğinde, Kalp Cerrahisi Kliniği kurucu ve sorumlu hekimi, Kasım 2011’den 2017 yılına kadar Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yaptı.
Ulusal ve uluslararası dergilerde hakemlik yapan ve iki uzmanlık tezi yöneten Doç. Dr. Meşe, Türk Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi ile Ulusal Vasküler ve Endovasküler Cerrahi Derneği üyesidir.
Kasım 2021 tarihi itibariyle SANKO Üniversitesi Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği’nde hasta kabulüne başlayan Doç Dr. Bülent Meşe, evli ve üç çocuk babası olup, iyi derecede İngilizce bilmektedir.
1996 yılında faaliyete geçen hastanenin Kalp ve Damar Cerrahisi Polikliniği'nde ilk operasyon 18 Eylül 1997 tarihinde gerçekleştirildi.
Kurulduğu günden itibaren bölgede sağlık alanında öncü hastanenin Kalp Damar Cerrahisi Polikliniği zamanla yapılan ameliyatların sayısı ve çeşitliliğinin artması ile Türkiye genelinde saygın yer edinmiş, bölgede referans hastane konumuna gelmiştir.
Kalp ameliyatları laminer hava akımı olan hepa filtreli ameliyat salonlarında gerçekleştirilmektedir. Hastalar ameliyat sonrası tek kişilik odalarda kalmaktadır.
Klinikte koroner bypass, kalp kapak operasyonları, doğumsal kalp hastalıklarının operasyonları, aort cerrahisinin yanı sıra küçük kesi ile kozmetik kalp ameliyatları, bypass ameliyatlarında bacakta kesi olmadan kapalı yöntemle iz bırakmadan ağrı çekmeden damar çıkartma yöntemleri, tamamen kapalı yöntemle damar ameliyatları, kozmetik varis operasyonları gibi yeni teknik ve teknolojilerle kalp cerrahisinin yenilikçi ve az sayıda merkezde uygulanan en özellikli operasyonları yapılmaktadır.
Re-DO cerrahisi: Daha önceden kalp ameliyatı geçiren ancak yeni ortaya çıkan hastalıkları nedeniyle tekrar kalp ameliyatı gereken hastaların cerrahisi.
Koroner arter bypass cerrahisi: Kalbi durdurmadan çalışan kalpte bypass. Küçük kesi ile bypass.
Kalp kapak hastalıkları cerrahisi: Kapak değişim veya tamirinin yanı sıra küçük kesi ile kapak ameliyatları. Dikişsiz kapalı değişim ve kapalı yöntem ile kalp kapağı onarımı.
Doğumsal kalp hastalıkları cerrahisi: Çocuk ve erişkin hastalarda doğuştan gelen kalp hastalıklarının cerrahisi.
Aort damar cerrahisi: Aort damarının genişlemesi veya yırtılması durumunda gereken damar değişim ameliyatları. Kapalı yöntemle aort cerrahisi.
Atar damar tıkanıklarının cerrahi tedavisi: Vücuttaki atar damar tıkanıklarının bypass veya stent ile tedavisi.
Varis ameliyatları: Her boyuttaki varisli damarların, ağrısız, ameliyatsız yapıştırıcı veya lazer ile tedavisi Varis Tedavi Merkezinde yapılmaktadır. Kozmetik varis tedavisi ve yaygın akciğer embolisi tedavisi.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Çocuk Endokrinolojisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Çocuk Endokrinolojisi Kliniği hizmete girdi. Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Doç. Dr. Özge Yüce, hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Çocuk Endokrinolojisi Kliniği hizmete girdi. Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Doç. Dr. Özge Yüce, hasta kabulüne başladı.
Doç. Dr. Özge Yüce, 1981 yılında Gaziantep’te doğdu, ilk orta ve lise eğitimini aynı kentte aldı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2000 yılında yükseköğrenime başlayan Doç. Dr. Yüce, 2011 yılında Ankara Başkent Üniversitesi’nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanlık Eğitimini, aynı yıl Adıyaman Üniversitesi Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nde mecburi hizmetini tamamladı.
Yandal uzmanlığını Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı’nda 2014 yılında tamamlayan Doç. Dr. Yüce, yandal mecburi hizmetini Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Yenimahalle Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tamamlayarak 2018 – 2021 yılları arasında, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doktor öğretim görevlisi olarak hasta kabul etti, asistan ve tıp fakültesi öğrencilerine eğitim verdi.
Eylül 2021’de “Doçent” unvanı alan Doç. Dr. Yüce’nin ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış çok sayıda yayını yer almaktadır. Çoğunluğu boy kısalıkları, erken ergenlik üzerine olmakla birlikte endokrinolojinin diğer alanlarında da çalışmaları bulunuyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Endokrinolojisi Kliniği’nde hasta kabulüne başlayan Doç. Dr. Yüce’nin ilgi alanlarını, çocukluk çağı şeker hastalıkları, büyüme yetersizlikleri, erken ergenlik, gecikmiş ergenlik, tiroit hastalıkları, vitamin D eksiklikleri (raşitizm), adrenal ve hipofiz bez hastalıkları tanı ve tedavileri oluşturmaktadır.
Doç. Dr. Yüce, evli ve iki çocuk annesidir.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Çocuk Endokrinolojisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
Adıyaman’da yaşayan Hanım Akıncı, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi (TransplANTEPSANKO) tarafından gerçekleştirilen başarılı organ nakli ameliyatı ile eşi Hasan Akıncı’yla sadece hayatı değil, böbreğini de paylaştı.
Adıyaman’da yaşayan Hanım Akıncı, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi (TransplANTEPSANKO) tarafından gerçekleştirilen başarılı organ nakli ameliyatı ile eşi Hasan Akıncı’yla sadece hayatı değil, böbreğini de paylaştı.
Hasan Akıncı’nın (65) rahatsızlığı, eşinin dikkatli gözlemi sonucu teşhis edildi. Hanım Akıncı (66), hal ve hareketlerinde değişiklik fark ettiği eşini bir sağlık kuruluşuna başvurmaya ikna edince, gittiği sağlık kuruluşunda muayene ve tahlliler sonucu Hasan Akıncı’ya, kronik böbrek yetmezliği teşhisi konularak haftada dört gün, üçer saat diyaliz önerilmiş.
Böbrek naklinin kolay olmadığını ve nakil için İstanbul'a ya da Antalya'ya gitmesi halinde ameliyat sonrasında aynı kentte bir ay kalması gerektiğinden çok paraya ihtiyacı olacağını düşünen Hasan Akıncı’ya, bir yakını Gaziantep SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde bu ameliyatın tecrübeli ve başarılı hekimler tarafından yapıldığı söylenmiş.
Bu kez de nakil yapılacak böbreğin nasıl bulunacağı sorusu gündeme gelince, Hanım Akıncı eşine ‘Hayat paylaşmaktır, eğer benim böbreğim uyarsa, seve seve böbreğimi verebilirim' demesi üzerine Adıyaman'dan SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi’ne gelerek süreci başlatmışlar.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel, yapılan tetkikler sonucu Akıncı çiftinin nakil hazırlıklarının üç günde tamamlandığını kaydetti.
Merkezde tüm böbrek verici ameliyatlarının laparoskopik olarak kapalı yöntemle yapıldığını belirten Doç. Dr. Yüksel, “Hanım Akıncı’nın ameliyatı bir saatte, Hasan Bey'in ameliyatı ise yaklaşık 1,5 saatte bitti. Vericimiz ikinci günde, Hasan Bey dördüncü günde sağlıklı bir şekilde taburcu olarak, mutlulukla evlerine gittiler. Buradaki asıl kahraman Hanım Akıncı’dır. 47 yıllık evliliklerinde iyi ve kötü günleri paylaşan, kader birliği eden Hasan ve Hanım Akıncı’ya sağlıklı bir ömür diliyoruz” diye konuştu.
Doç. Dr. Yüksel “Hanım Akıncı, eşine önce teşhis koydu, sonra böbreğini vererek, tedavisine vesile oldu” diyerek sözlerini tamamladı.
Eşinin iknası üzerine yaptıkları araştırmalar sonucu SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne geldiklerini anımsatan Hasan Akıncı, yaşadığı süreci şöyle anlattı:
“Kronik böbrek yetmezliği teşhisi konunca ya diyalize girecektim ya da böbrek nakli ameliyatı olacaktım. Böbrek nakli olmak kolay mı? Çok masraflı olur mu? Bu çevrede nakil merkezi var mı diye düşünürken bir yakınımdan SANKO Üniversitesi Hastanesinde bu ameliyatın tecrübeli ve başarılı hekimler tarafından yapıldığını duydum.
Hastaneye geldiğimde doktor ve tüm ekip tarafından çok güzel bir şekilde karşılanadık. Her bilgi verilerek merakımız giderildi, rahat etmemiz sağlandı. Eşim büyük bir fedakarlık yaparak bana böbreğini bağışladı. Ameliyat olduktan dört gün sonra taburcu oldum. Doktorların tavsiye ettiği ilaçları kullandım.”
Sağlık durumunda hiçbir sorun olmadığını ve kendisini çok iyi hissettiğine vurgu yapan Hasan Akıncı, “Bana yeniden hayat veren eşime ve hekimlerimize minnettarım. Allah hepsinden razı olsun” diyerek duygularını paylaştı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Mumcu, bağışıklığı güçlendirmek, hastalıkları daha hafif atlatmak ve enerjiyi yüksek tutmak için beslenmeye dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Mumcu, bağışıklığı güçlendirmek, hastalıkları daha hafif atlatmak ve enerjiyi yüksek tutmak için beslenmeye dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Kış aylarıyla birlikte mevsimsel hastalıkların da başladığına dikkat çeken Mumcu, “Havaların soğuması ile kapalı alanlarda daha fazla zaman geçiriliyor, çocukların okulda birbirleriyle temasları artıyor. Bu durum grip, öksürük, bronşit, soğuk algınlığı gibi kış hastalıklarına yakalanma riskini de artırıyor. Evde geçirilen zaman uzayıp, güneşi az görünce kendimizi daha mutsuz, yorgun, depresif hissedebiliyoruz ve iştahımız tüm bunlara paralel artış gösterebiliyor” dedi.
Gribal enfeksiyonları önlemek ve bu sorunun şiddetli ve uzun sürmesini engellemek için günlük beslenme programında daha fazla vitamin, mineral, antioksidan ve probiyotik ürünlere yer verilmesinin önemine değinen Mumcu, “Vitamin, mineral ve antioksidan deposu olan meyve ve sebze grubuna ağırlık verilmeli, günde en az 5, en fazla 8 porsiyon meyve ve sebze tüketmeliyiz” uyarısında bulundu.
Mumcu, vitamin gruplarından antioksidan kaynağı olan A, C, E; minerallerden ise selenyum, magnezyum ve çinkoya ağırlık verilerek antioksidan özellikleri sayesinde bağışıklık sisteminin daha da güçlenmesine katkı sağlanabileceğini kaydetti.
Mumcu, antioksidan kaynaklı besinleri şöyle sıraladı:
“A vitamini: Karaciğer, yeşil yapraklı sebzeler, domates, brokoli, havuç, kayısı, yumurta
C vitamini: Greyfurt, portakal, kivi, limon, çilek, maydanoz, yeşil sivri biber, karalahana, brokoli, domates, kuşburnu çayı
E vitamini: Bitkisel yağlar, soya, yağlı tohumlar, yumurta sarısı, avokado
Selenyum: Deniz ürünleri, böbrek, yürek ve diğer etler, kırmızıbiber, sarımsak, soğan
Çinko: Et, karaciğer, bulgur, balık, süt, yumurta, badem içi, ceviz, elma, kuru baklagiller.
Magnezyum: Badem, ceviz, fındık, fıstık, muz, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler ve tahıllar.”
“Günlük beslenmede kırmızı et, tavuk, balık ve bol miktarda omega-3 yağ asidi içeren yağlı tohumlar (ceviz, fındık, badem, fıstık) mutlaka bulunmalıdır. Ayrıca haftada 2 defa somon, ton, uskumru, sardalye gibi omega-3 bakımından zengin balıklar tüketin” diyen Mumcu, bağışıklığı güçlendirmek için şu önerilerde bulundu:
“Bol su ve kalorisiz sıvı tüketin. Susamayı beklemeden gün içinde 8-10 bardak su tüketin. Kahve, çay, kola gibi kafein içeren içecekler yerine C vitamini içeren içecekler tüketin. Kuşburnu çayı, rezene, yeşil çay, melisa, papatya ve ıhlamur gibi bitki çayları bağışıklık sisteminizi güçlendirecektir.
Halsizlik yorgunluk için bol sebze ve meyve tüketin.
Süt, yoğurt, ayran, kefir gibi süt grubunu hem probiyotik içermesinden dolayı hem de kalsiyum içermesinden dolayı mutlaka günde 2 porsiyon tüketin.
Spor yapmak metabolizmanızı hızlandırır. Mevsim geçişlerine adapte olmaya çalışan vücudunuza dost olur. Her gün 30-40 dakikalık orta tempolu yürüyüşler yapın.”
Kökeni Hindistan olan altın sütün soğuk algınlığı, öksürük ve uykusuzluğu gidermek için kullanıldığına vurgu yapan Mumcu, ana maddesi zerdeçal olan bu karışımın süte verdiği altın sarısı renginden dolayı “altın süt” olarak adlandırıldığını bildirdi.
Mumcu, “Altın süt, içerisindeki kurkumin sayesinde hücrelerin yenilenmesine, bağışıklığınızı güçlendirirken kilo vermenize de yardımcı olur. Serbest radikalleri vücudunuzdan atarak, temizler. Hamile ve emziklilerin tüketmesi doktor onayı olmadan uygun görülmemektedir” ifadelerini kullandı.
Mumcu altın sütün malzemelerini ve hazırlanışını ise şöyle özetledi:
SANKO Üniversitesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gökhan Bülent Sever, kemik ve yumuşak doku tümörlerini başarıyla tedavi ettiklerini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Gökhan Bülent Sever, kemik ve yumuşak doku tümörlerini başarıyla tedavi ettiklerini söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi de olan Doç. Dr. Sever, “Kemik ve yumuşak doku tümörleri, diğer organ tümörlerine göre daha az görülmektedir” dedi.
Kemik ve yumuşak doku tümörlerine bağlı hasta şikayetlerini enfeksiyon, romatizma, travma hastalıklarından ayırmanın her zaman kolay olmadığını belirten Doç. Dr. Sever, hasta muayenesinin, özellikle kemik ve yumuşak doku tümörleri konusunda deneyimli ortopedi ve travmatoloji uzmanı tarafından yapılmaması durumunda tanı ile ilgili sorunlar yaşanmasına yol açabileceğine dikkat çekti.
Kemik ve yumuşak doku tümörlerinin tedavisinin tarihçesine bakıldığında tedavi sonucunun sakatlık veya yaşam kaybı gibi üzücü sonuçlarının sıklığına vurgu yapan Doç. Dr. Sever, şöyle devam etti:
“Günümüzde ise tıp alanındaki ilerlemeler, tedavinin bu denli dramatik sonuçlanma riskini azaltmıştır. Görüntüleme teknolojilerindeki gelişmeler tanı koymayı kolaylaştırırken, tıbbi onkoloji alanında kullanılan ilaçların etkinliği ve ortopedik tümör cerrahisi alanındaki ilerlemeler, bu hastalar için uzun yaşam ve uzuv feda etmeden hastalıktan kurtulabilme umudunu artırmıştır.”
Çoğu kanser türünde olduğu gibi bu tümörlerde de erken teşhisin hastalığı yenebilmek için en önemli adım olduğunu kaydeden Doç. Dr. Sever, ilerlemiş ve vücuda yayılmış tümörlerde, hastalar için tüm bu bilimsel ilerlemelerin dahi yetersiz kalabileceğini anımsattı.
Kemik ve yumuşak doku tümörlerinin tanı ve tedavi sürecinin sadece ortopedik onkoloji cerrahı tarafından yürütülemeyeceğini kaydeden Doç. Dr. Sever, “Bu tümörlerin tanı ve tedavi süreci ortopedi, onkoloji, patoloji ve radyoloji uzmanlarının olduğu bir ekip tarafından, multidisipliner bir yaklaşımla yürütülmeli, ameliyatlarında zaman zaman diğer cerrahi branşlardan da destek alınmalıdır” diye konuştu.
Doç. Dr. Sever, SANKO Üniversitesi Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde bu tümörlere yönelik gerçekleştirilen tedaviler konusunda ise şu bilgileri paylaştı:
“Kemik ve yumuşak doku tümörlerinin cerrahi tedavisi hastanemiz bünyesinde, yurt içi ve yurt dışı eğitimlerle güncel cerrahi ve tıbbi tedaviler uygulanarak tedavi edilmektedir.
Hastanemiz bünyesinde bulunan Onkoloji Konseyi sayesinde, bu hasta grubunun tanı ve tedavisine multidisipliner yaklaşılmakta ve ortopedik cerrahi tedavi gereken hastalara, çağımızın gerektirdiği şekilde ameliyatlar uygulanabilmektedir.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Baştemir, “COVID 19, tüm düzenli randevularınızı almanızı engellediyse, şimdi olabildiğince iyi ve sağlıklı olduğunuzdan emin olmak için sağlık ekibinizle yeniden bağlantı kurmanın zamanıdır” dedi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Baştemir, “COVID 19, tüm düzenli randevularınızı almanızı engellediyse, şimdi olabildiğince iyi ve sağlıklı olduğunuzdan emin olmak için sağlık ekibinizle yeniden bağlantı kurmanın zamanıdır” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı da olan Prof. Dr. Baştemir, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, diyabeti önlenmek ve tedavi etmekle ilgili artık çok daha fazla bilgi sahibi olunduğuna dikkat çekti.
Buna rağmen diyabetlilerin sayısının hızla arttığını ve bu kişilerin COVID -19 hastalığına daha duyarlı olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Baştemir, “Dünyada 420 milyondan fazla insan diyabet hastası. Diyabetli sayısı 1980'den beri dört kat arttı ve yarım milyarın üzerine çıkması bekleniyor” şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Baştemir, “Tip 2 diyabetli her iki yetişkinden biri durumlarından habersizdir. 2000-2019 yılları arasında diyabetten ölümler küresel olarak yüzde 70 arttı. Yakın tarihli Dünya Sağlık Örgütü anketine göre, örgüte üye 194 devletin yüzde 62'sinde diyabet hizmetleri COVID-19 salgını sırasında kısmen veya tamamen kesintiye uğradı” ifadelerini kullandı.
Dünya Diyabet Günü’nün bu yılki temasının, diyabet bakımına erişim, herkes için diyabet bakımına erişimin iyileştirilmesinin önemine, diyabeti ve komplikasyonlarını önlemek için harekete geçme ihtiyacına odaklandığını kaydeden Prof. Dr. Baştemir, şöyle devam etti:
“Diyabetli kişiler, diyabetle iyi yaşamak ve komplikasyonlardan kaçınmak için sürekli bakım ve desteğe ihtiyaç duyarlar. Diyabet bakımının temel bileşenleri arasında insülin ve ilaca erişim, eğitim ve psikolojik destek yer alır. Diyabetle yaşayan insanlar, durumlarını yönetmelerine yardımcı olmak için sürekli ve güncel eğitime ihtiyaç duyar. Ömür boyu diyabetle yaşam glikoz problemlerine, böbrek, kalp, damar, karaciğer ve ayrıca sinirlerde yaygın hasara neden olur.
Kalp krizi, böbrek yetmezliği, inme, göz hastalığı ve bacak ampütasyonları, zayıf glikoz kontrolünün sonucu olabilir. Vücuttaki kan damarlarının iç kısımları o kadar kırılgan hale gelirki, ihtiyacımız olan besinleri organlara gerektiği gibi taşıyamazlar. Enflamasyon dediğimiz iltihaplanma artar ve bağışıklık sistemi iyi performans göstermez. Tip 2 diyabette daha sık olmakla birlikte Tip 1'de de görülebilen obezite, bu tabloları daha da kötü hale getirir.”
Metabolik bir hastalık olan diyabette, virüsün bir şekilde insülin üreten pankreası (kan şekeri seviyelerini düzenleyen salgı organı) etkileyebileceğini ya da kandaki glikoz seviyesini yükseltebileceğini anımsatan Prof. Dr. Baştemir, bu nedenle COVID-19 ve diyabetin ‘çift yönlü bir ilişki’ olarak tanımlanabileceğini söyledi.
“Elimizdeki verilerle Tip 2, Tip 1 ya da gebelik diyabeti, COVID-19'da ciddi hastalık riskini artıracaktır” diyen Prof. Dr. Baştemir, sözlerini şöyle sürdürdü:
Araştırmalar diyabet öyküsü olmayanlarda bile yüksek kan şekeri seviyeleri, daha yüksek COVID-19 ölüm oranı ile güçlü bir şekilde ilişkili bulunmuştur. Diyabet hastalarının, COVID -19'a yakalanmaları durumunda hastalık veya ölüm riskiyle karşılaşma oranlarının çok daha yüksek oldukları belgelenmiştir.
Aynı zamanda diyabet, COVID-19 riskinin artmasıyla ilişkili iken, diğer yandan da diyabetik ketoasidoz (komplikasyon) ve aşırı yüksek insülin dozlarının gerekli olduğu hiperozmolarite (kan şekeri konsantrasyonunun aşırı derecede artışı) dahil ciddi metabolik komplikasyonlar, COVID-19’lu yeni başlangıçlı diyabet hastalarında ve bilinen diyabetli hastalarda rastlanmıştır.”
Prof. Dr. Baştemir, diyabet ve diğer kronik hastalıklar arasındaki ilişkileri ise şöyle açıkladı:
“Obez kişilerde kalp-solunum sistemi zindeliği daha düşüktür. Akciğer fonksiyonu zayıf, muhtemelen şiddetli uyku apnesi ve kan damarı hastalığı nedeniyle yeteri kadar hareket edememektedirler. Bu olumsuzluklar, hastalık durumunda daha da önemli olmaktadır.
İyi nefes alabilmek ve optimal dolaşım fonksiyonuna sahip olmak gerekli olmakla birlikte obezler, koronavirüs enfeksiyonuna yakalanma durumunda, uygun bağışıklık tepkisi oluşturamamaktadırlar. Hipertansiyon ve diğer kardiyovasküler hastalıklar da büyük bir risk oluşturmakta, COVID-19 hastalığının iyileşme sürecini olumsuz etkilemektedir.
Virüsün neden olduğu iltihaplanma veya altta yatan diyabetli ya da COVID-19 nedeniyle yeni oluşan diyabet hastalarında, diyabetle ilgili acil bir durumun yaşanması, kas ağrısı, yorgunluk, aşırı susuzluğa, zorlukla nefes alma, idrara sık çıkma, zihinsel yorgunluk, konsantrasyon bozukluğu ve mide bulantısına neden olarak, acil bakım ihtiyacı gerektirebilir.”
Prof. Dr. Baştemir, Tip 2 diyabet için yaşlı veya fazla kilolu olma gibi risk faktörleri olmayan hastalarda COVID -19'a maruz kaldıktan sonra diyabetik bir acil durum görülebileceği uyarısında bulundu.
Diyabet hastalarının kronik enflamatuvar durumda yaşama eğiliminde olup, COVID -19'a karşı yaşamı tehdit eden bir sitokin (protein grubu) fırtınasıyla neticelenebilecek daha şiddetli bir enflamatuvar yanıtla karşı karşıya bırakabileceğini bildiren Prof. Dr. Baştemir, özetle şu bilgileri paylaştı:
“Bu aşırı bağışıklık tepkisinin viral enfeksiyondan daha çok organ hasarı yoluyla bazı hastalara zarar verdiği düşünülmekle birlikte diyabet, bağışıklık sisteminin virüslerle savaşını da zayıflatabilir.
Etnik köken yanında sosyoekonomik yetersizlik, farklı kronik tıbbi durumlar gibi risk faktörlerini hesaba kattıktan sonra, COVID -19'dan hastaların hayatını kaybetme riski, diyabeti olmayanlara göre Tip 1 diyabetli hastalarda yaklaşık üç kat, Tip 2 diyabetli hastalarda ise yaklaşık iki kat daha yüksektir.”
Prof. Dr. Baştemir, yeni araştırma bulgularıyla ilgili şu değerlendirmeyi aktardı:
“Diyabet ya da hiperglisemi SARS-CoV-2'ye karşı antikor yanıtını bozuyor görünmüyor. Bu da COVID-19 aşısının diyabetli olmayanlarda olduğu kadar diyabetli kişilerde de etkili olacağını göstermiştir.
Virüsün bulaşmasını önlemeye yönelik tedbirlerin alınması diyabetli hastalarda öncelikli ve en iyi yoldur. Kan şekerlerini kontrol altına almadıkları sürece COVID -19 onlar için diğer insanlardan çok daha fazla tehlike oluşturacaktır.”
Diyabet hapları ve insülinin her zamanki gibi almaya devam edilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Baştemir, yapılabilecekleri şöyle özetledi:
“İnsülin dahil diyabet ilaçlarınızı en az 30 günlük tedarik ettiğinizden emin olun. Sağlık uzmanınızın belirttiği gibi kan şekerinizi test edin ve sonuçları takip edin. Hasta hissettiğiniz durumlarda sağlık uzmanınızın talimatlarına uyun. Durumunuzla ilgili endişeleriniz varsa veya kendinizi hasta hissediyorsanız, sağlık uzmanınızı arayın. Gerekirse en yakın sağlık merkezi ile iletişim kurun.”
“Kötü kontrol edilen diyabetli bireyler ister grip ister tüberküloz olsun şiddetli enfeksiyonlara karşı daha duyarlıdır” diyen Prof. Dr. Baştemir, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Yüksek kan şekeri, bağışıklık fonksiyonunu doğrudan olumsuz etkiler. COVID -19'daki kötü sonuçların iki ana nedeni yaş ve zayıf glikoz kontrolüdür. 65 yaşın altındaki, obez olmayan ve glikoz kontrolü iyi olan bireylerin riski daha düşüktür.
Diyabet ve COVID -19'u olan herkesin hastaneye yatırılması gerekmemekle birlikte bu düzeyde bir bakıma ihtiyaç duyarlarsa, glikoz seviyelerini kontrol etmek ve izlemek büyük önem taşır.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi, Organ Bağış Haftası kapsamında, organ bağışının önemine dikkat çekmek amacıyla etkinlikler düzenliyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi, Organ Bağış Haftası kapsamında, organ bağışının önemine dikkat çekmek amacıyla etkinlikler düzenliyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi (TransplANTEPSANKO) Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel, Gaziantep Valisi Davut Gül ve İl Müftüsü Dr. Hüseyin Hazırlar’ı ziyaret ederek, organ bağışı ile ilgili sağlanacak her türlü desteğin önemi konusunda sunumda bulundu.
Başarılı nakillerle insanlara umut olmanın verdiği mutluluk ve gurura değinen Doç. Dr. Yüksel, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nin fiziki, teknolojik altyapısı ve yetişmiş personeliyle bölgeye verdiği hizmetleri de anlattı.
Organ Bağışı Haftası nedeniyle SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde açılan stantta Organ Nakli Merkezi yetkilileri, organ bağışı konusunda bilgilendirme yaparken, gönüllü vatandaşlardan da bağış için kayıt alıyor.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü unutmamak fikirlerini, ilke ve inkılaplarını yaşatmakla mümkündür” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü unutmamak fikirlerini, ilke ve inkılaplarını yaşatmakla mümkündür” dedi.
Dr. Kileci, Cumhuriyetimizin Kurucusu Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 83’üncü yıl dönümü nedeniyle bir mesaj yayımladı.
“Mustafa Kemal Atatürk, milleti ve silah arkadaşları ile birlikte en zor şartlarda verdiği destansı mücadeleyle, tüm dünyanın takdirini kazanmış büyük bir liderdir” diyen Dr. Kileci, mesajını şöyle sürdürdü:
“Aramızdan ayrılışından 83 yıl sonra bile, dünyada birçok lider, düşünür, bilim insanı Büyük Atatürk’ün ilkelerini benimseyip, fikirlerine saygı göstererek örnek alıyor. Böylesine büyük bir lidere sahip olmak, Türk Milleti olarak bizlere gurur verirken, sorumluluklarımızı da artıyor.
Savaş meydanlarındakini mücadelesini, sanayi, eğitim, bilim, kültür, sanat alanlarında yaşamı boyunca sürdüren Büyük Önder’imiz, milletimizin refahı, birlik ve beraberliği kadar çağdaş uygarlık seviyesinde ulaşması için her türlü fedakarlığı da göstermiştir. Ona layık evlatlar olarak, ‘Yalnız tek bir şeye ihtiyacımız vardır, çalışkan olmak’.
Büyük Atamızın ebediyete intikalinin 83’üncü yılında aydınlattığı yolda hiç durmadan yürüyeceğimize bir kez daha ant içiyor, saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 3-9 Kasım Organ Bağış Haftası nedeniyle çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 3-9 Kasım Organ Bağış Haftası nedeniyle çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi (TransplANTEPSANKO) Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel, Organ Bağışı Haftası kapsamında ziyaretlerde bulunuyor.
Şahinbey Kaymakamı Tahir Şahin, Şehitkamil Kaymakamı Ömer Kalaylı ve Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu’nu ziyaret eden Doç. Dr. Yüksel, organ bağışının önemine dikkat çekti.
Organ Nakli Merkezinde yaptıkları başarılı nakillerle hem Gaziantep hem de bölge için umut olmaya devam ettiklerini belirten Doç. Dr. Yüksel, organ bağışının artması konusunda tüm kamu ve özel kuruluşların desteğinin gerekli olduğunu söyledi.
Öte yandan, SANKO Park AVM’de de Organ Bağışı Haftası nedeniyle stant açan SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi, organ bağışının önemine dikkat çekerken gönüllü vatandaşlardan da bağış alıyor.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel, “Tedavisi yalnızca organ ve doku nakli ile mümkün olan hastalıklar, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli sağlık sorunlarından biridir” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı düzenlenen törenle kutlandı.
SANKO Üniversitesi’nde akademik yükselmeler devam ediyor. Dr. Öğretim Üyeleri Nimet Yılmaz ve Pınar Günel Karadeniz “Doçent” unvanını aldı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Kliniği Meme Kanseri Farkındalık Ayı kapsamında etkinlikler düzenledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Ali İrfan Güzel, menopozun yaygın bilinenin aksine hastalık değil, kadın yaşamının bir evresi olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanseri büyüme, yayılma veya sorunlara neden olmadan erken evrede teşhis etmekte meme kanseri taramasının büyük rolü bulunduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanseri büyüme, yayılma veya sorunlara neden olmadan erken evrede teşhis etmekte meme kanseri taramasının büyük rolü bulunduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı da olan Prof. Dr. Yıldırım, ‘Meme Kanseri Farkındalık Ayı’ nedeniyle yaptığı açıklamada, “Meme kanseri taraması, meme kanseri belirtisi olmayan kişilerde, kanserin erken belirtileri için kullanılan bir yöntemdir. Kanserin erken teşhisine ve tedavisine kolaylık sağlar, kanserden hayat kaybı olasılığını azaltır” dedi.
Meme kanserini taramak için kullanılan ana testin, "mamogram" adı verilen özel bir röntgen türü olduğunu anımsatan Prof. Dr. Yıldırım, “Araştırmalar, meme kanseri taraması yaptırılmasının, hastalıktan hayat kaybı olasılığını azalttığını göstermektedir” ifadelerine yer verdi.
Meme kanseri ve meme kanserine yakalanma riski yüksek olan kişiler için farklı tarama önerileri olduğunu belirten Prof. Dr. Yıldırım, şunları kaydetti:
“Yüksek meme kanseri riski taşıyan kişilerin 40 yaşından önce taramaya başlaması gerekebilir. Taramaya daha erken başlanması gerekip gerekmediğini öğrenmek için doktorunuzla görüşmelisiniz. Örneğin, 40 yaşın altındaysanız ancak genç yaşta meme kanserine yakalanmış bir akrabanız varsa veya meme kanseri riskinizi artıran belirli genleriniz ("BRCA" genleri gibi) varsa bunu yapabilirsiniz. 40 yaşından itibaren ise taramanın yararları hakkında doktor ile görüşerek tarama yapılıp yapılmayacağına ve ne zaman yapılacağına karar verilebilir.”
“Mamogramınız anormal ise panik yapmamaya çalışın. 10 vakanın dokuzunda anormal bir mamogramın meme kanseri olmadığı ortaya çıkıyor. Gerçekten neler olduğunu öğrenmek için daha fazla teste ihtiyacınız olacak” diyen Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:
“Doktor sizi daha fazla test için gönderecektir. Bir ultrason veya MRI da önerilebilir. Bu testler şüpheli bulgular gösteriyorsa, doktorunuz muhtemelen biyopsi isteyecektir. Biyopsi sırasında doktor meme dokusundan bir örnek alır ve kontrolü için laboratuvara gönderir. Biyopsiler genellikle mamogram veya ultrason sırasında memeden iğne ile bir miktar doku alınarak yapılır. Ancak bazı durumlarda biyopsiler küçük bir ameliyatı içerebilir.”
Uzmanların çoğunun günümüzde bir doktor veya hemşire tarafından yapılan meme muayenesinin, kanser belirtileri olmayan kişilerde yararına inanmadığını anlatan Prof. Dr. Yıldırım, kendi kendine meme muayenesi yapmanın memenin normal olarak nasıl göründüğünü, nasıl hissedildiğini ve bir değişiklik fark edildiğinde ne yapılacağını içerdiğinin altını çizdi.
Prof. Dr. Yıldırım, fark edilen herhangi bir değişiklikte mutlaka doktora başvurulması gerektiğine vurgu yaptı.
Mamografi çektirme sıklığı için uzmanların farklı görüşleri olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yıldırım, “Birçok uzman, çoğu insan için iki yılda bir çekim önerirken, bir kısmı ise her yıl mamografi önermektedir. Yüksek meme kanseri riski olanlar için tarama programı farklı olabilmektedir” değerlendirmesini yaptı.
Bazı insanların, COVID-19 aşılarını aldıktan sonra koltuk altı bölgesinde lenf düğümlerinde geçici olarak şişme oluşabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yıldırım, şu uyarılarda bulundu:
“Bu durum doktorların mamogramınızı yorumlamasını zorlaştırabilir. Bu nedenle uzmanlar, mamogramınızı COVID-19 aşısını almadan önce veya son dozunuzdan en az 4 ila 6 hafta sonra planlamaya çalışmanızı önerir. Mamogramınızı ne zaman planlayacağınızdan emin değilseniz, doktorunuzla konuşarak, planlama yapabilirsiniz. Meme kanseri taraması önemli olmakla birlikte, uygun şartlarda COVID-19 aşısını yaptırmak çok daha önemlidir.”
“Bebek Dostu Hastane” unvanına sahip SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 1-7 Ekim Emzirme Haftası kapsamında etkinlikler düzenlendi.
“Bebek Dostu Hastane” unvanına sahip SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde 1-7 Ekim Emzirme Haftası kapsamında etkinlikler düzenlendi.
Sağlık Bakanlığı tarafından, bebekler için en sağlıklı besin olan anne sütünün özendirilmesi, anne ve anne adaylarına emzirme konusunda doğru bilgi ve alışkanlıkları kazandırmaya yönelik olarak çeşitli çalışmalar yürütülmektedir.
Emzirme Haftası dolayısıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde sosyal sorumluluk anlayışı ile kurulan stantta, Eğitim Hemşiresi Aslıhan Tabur, anne ve anne adaylarına yönelik bilgilendirme yaparak, armağan takdim etti.
Yoğun ilgi gören standı İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Başkanlığı Çocuk, Ergen, Kadın ve Üreme Sağlığı Birim Sorumlusu Saime Nilgün Keloğlu, Şube Personeli Seda Kıroğlu, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, Genel Müdür Yardımcıları Rabia Ağar, Hüseyin Söylemez, Mesul Müdür Dr. Suat Özerbaş, Başhemşire Ceylan Özyılmaz ile hekimler ve personel de ziyaret etti.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.
Daha önce başka kentte iki kez böbrek nakli olan ve nakil olan böbreklerini kaybeden Suriyeli Yaser Aljader, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde oğlu Muhammed Aljader’in verdiği böbrekle yapılan başarılı nakil sonrası sağlığına kavuştu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Eğitim Hemşiresi Aslıhan Tabur, “Bebek dostu hastanemiz, bebekler için en değerli besin olan anne sütünün önemine dikkat çekmek için eğitimler düzenlemeye devam ediyor” dedi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Aykut Akyılmaz: “Sepsis hastalığında erken tanı koyarak, tedaviye hemen başlamak ölüm oranlarını ciddi bir şekilde düşürmektedir” dedi.
Nöroloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Buket Yılmaz, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Ali İrfan Güzel, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Ali İrfan Güzel, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Doç. Dr. Ali İrfan Güzel, 1977 yılında Hatay’da doğdu, ilk orta ve lise eğitimini aynı yerde tamamladı. 1995 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitime başladı. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanlık Eğitimini 2009 yılında Dicle Üniversitesi’nde aldı, mecburi hizmetini Ergani’de yerine getirdi.
Başasistanlık sınavını başarıyla geçerek, Ankara Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde göreve başlayan Doç. Dr. Güzel, 2015 yılında “Doçent” unvanı aldı. 85’i yurtdışı olmak üzere 150’ye yakın, çok sayıda atıf almış bilimsel çalışması bulunmaktadır.
İki yıl İzmir’de ve bir yıl Hatay’da özel hastanede çalışan Doç. Dr. Güzel, 2018- 2019 yıllarında SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, sonrasında ise İzmir’de özel bir sağlık kuruluşunda görev yaptı.
Eylül 2021 tarihinde SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde hasta kabulüne başlayan Doç. Dr. Güzel’in ilgi alanları; riskli gebelikler, laparoskopik ve histeroskopik cerrahiler, genital sarkma ve idrar kaçırma, kısırlık tanı ve tedavileridir. Doç. Dr. Güzel, evli ve üç kız çocuk babasıdır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde jinekolojik muayene, gebelik takibi, ağrısız normal doğum, sezaryen, infertilite tedavileri, ilaçlı rahim filmi (HSG), her türlü jinekolojik ameliyatlar, ileri düzey laparoskopik ve histeroskopik (kapalı) operasyonlar, menopoz tedavisi, yüksek teknoloji ve uzman kadroyla gerçekleştirilmektedir.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Tüp Bebek Merkezi Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Ilgın Türkçüoğlu, tüp bebek uygulamalarını büyük bir başarıyla gerçekleştirdiklerini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Mumcu, bir şeyler içmek için susama mekanizmasına güvenilemeyeceğini belirterek, “Susama hissi oluşana kadar bir miktar sıvı kaybına uğramış olabiliriz. Gün boyunca sıvı takviyesi yapmak sıvı kaybının önüne geçecektir” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gamze Ganime Mumcu, bir şeyler içmek için susama mekanizmasına güvenilemeyeceğini belirterek, “Susama hissi oluşana kadar bir miktar sıvı kaybına uğramış olabiliriz. Gün boyunca sıvı takviyesi yapmak sıvı kaybının önüne geçecektir” dedi.
Mumcu, su tüketiminin vücutta hayati öneme sahip olduğunu, suyun beyin, omurilik ve diğer organların dış etkenlerden korunmasını sağladığını söyledi.
Su tüketiminin ağız, burun ve göz dokularını nemlendirdiğini, akciğerdeki havanın, vücuttaki su yardımıyla nemlendiğini, bunun da solunuma yardımcı olacağını kaydeden Mumcu, su tüketiminin önemini şöyle sıraladı:
Mumcu, hafif, orta ve ileri derece su eksikliği bulgularını ise şöyle özetledi:
“Hafif ve orta derece su eksikliği bulguları; ağız ve mukozada kuruluk, ateş, idrar çıkışının azalması, kas güçsüzlüğü, baş ağrısı ya da bazı durumlarda baş dönmesi, kısa ve uzun süreli hafızada zayıflık, algıların zayıflaması, uyku hali, hafif sersemlik ve yorgunluk, aritmetik (analitik düşünme) yeteneğin zayıflaması durumu, taşikardi, ortostatik hipotansiyon ve göz yaşında azalmadır.
İleri derecede su eksikliğine yönelik bulgular ise aşırı susama, ağız, cilt ve mukozada aşırı kuruma, hipertermi, terlemenin azalması, hipotansiyon, koyu sarı ya da kehribar rengi idrar gelmesi, idrarın az gelmesi ya da hiç olmaması, göz kürelerinde çökme meydana gelmesi, bilinç kaybı ve sinirlilik durumudur.”
Sıvı kaybıyla ilgili bazı grupların olduğunu, genel anlamda çocuk ve yaşlıların dikkat etmesi gerektiğinin altını çizen Mumcu, çocukların ne kadar ve ne sıklıkta sıvı tükettiğine dikkat etmenin büyük önem taşıdığını vurguladı.
Çocukların susama duyularının, yetişkinlerde olduğu kadar iyi gelişmediğini ve fiziksel olarak aktif olduklarından sıvı dengesini korumak için çocuklara düzenli olarak su ile sıcak ve soğuk içecekler vermek gerektiğini anlatan Mumcu, “Tıpkı yetişkinler gibi çocukların da yaz aylarında sıvı tüketimine daha çok dikkat edilmelidir” uyarısını yaptı.
Yaşlandıkça susama mekanizmalarında duyarlılığın yaşa bağlı olarak azaldığını anımsatan Mumcu, “Bu duruma bir de çoğu yaşlının fiziksel olarak genelde yorucu bulduğu düzenli tuvalete gitme durumundan kaçınmak için sıvı alımını özellikle kısıtladığını eklersek, artan sıvı kaybı riski ortaya çıkar. Yaşlıların, gün içinde suya ek olarak düzenli bir şekilde sevdikleri meyve suları, çay, kahve, sıcak çikolata ile çorba tüketmeleri önerilir” diye konuştu.
Sıvı ihtiyacını en iyi karşılayan besinin su olduğunu ve bu nedenle sıvı ihtiyacını karşılamak için günde en az 2 litre su tüketilmesi gerektiğine vurgu yapan Mumcu, sıvı alımını artırmaya yönelik yöntemlerle ilgili şu bilgileri paylaştı:
Kadavradan böbrek nakli olan Rabia Öztürk, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde başarılı takip ve tedaviyle sağlıklı ikiz bebek dünyaya getirdi.
Kadavradan böbrek nakli olan Rabia Öztürk, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde başarılı takip ve tedaviyle sağlıklı ikiz bebek dünyaya getirdi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Böbrek Nakil Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel ile SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi ve SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan’ın başarılı takip ve tedavileriyle beş yıl önce kadavradan böbrek nakli olan Rabia Öztürk, ikiz bebek sahibi oldu.
Ev hanımı Rabia Öztürk’ün (30) 10 yaşında tanısı konulan kronik böbrek yetmezliği nedeniyle, sekiz yıl diyaliz tedavisi gördüğünü belirten Doç. Dr. Yüksel, “Annelik, doğanın kadına verdiği en büyük ayrıcalıktır” dedi.
Gebeliğin anne için hayati risk taşıdığını anımsatan Doç. Dr. Yüksel, “Tüm gebelikler anne ve bebek sağlığı için; düşük, orta ve yüksek riskli olarak sınıflandırılır. Annenin sağlık durumu ve önceki hastalıkları bu risk grubunu belirler. Böbrek nakli sonrası gebelik de yüksek riskli gebelik sınıfındadır” ifadelerini kullandı.
Normal bir gebelikte hem anne hem de bebek sağlığının dikkatle izlendiğini, böbrek nakli sonrası gebelikte ise nakledilen böbreğin değerlerinin yakından takip edildiğini anlatan Doç. Dr. Yüksel, “Böbreğin normal çalışması anne sağlığını ve dolayısıyla bebeğin sağlığını etkilemektedir. Böbrek nakli sonrası hastalara, vücudun böbreği reddetmemesi için bazı ilaçlar verilmektedir. Gebelik durumunda ise bu ilaçların bazıları kesilirken, bazılarının dozu artırılmalıdır” diye konuştu.
“Bebeklerin doğum sonrası yeni doğan yoğun bakımda takibi gerekebilir. Bu da hastanemizde olduğu gibi, nefroloji, kadın doğum ve yeni doğan uzmanı doktorların tecrübesi ve koordineli çalışması ile mümkün olmaktadır” diyen Doç. Dr. Yüksel, şöyle devam etti:
“Hastamız beş yıl önce hastanemizde böbrek nakli oldu. Gebelik düşünmesi üzerine Nefroloji Uzmanımız Doç. Dr. Mehtap Akdoğan ile görüştü. Böbrek fonksiyonlarının normal düzeyde seyrettiğinin saptanması sonrası, nakil dolayısıyla kullandığı ilaçlarda değişiklik yapılarak, kontrollü bir gebelik ve doğum sürecinin ardından hastamız sağlıklı olarak ikiz bebek dünyaya getirdi.
Böbrek naklini, nakil sonrası hastaları odaya kapatıp sadece diyalizden kurtarmak için yapmıyoruz, hastalarımızın normal hayatına devam etmelerini istiyoruz. Çiftçi, öğretmen, doktor, hakim, savcı, esnaf kısacası her meslekten hastamız var ve hastalarımız böbrek nakli sonrası normal hayatlarına devam ediyor.”
Böbrek nakli olan ve nakil sonrası sağlığına kavuşan genç kadın hastaların kafalarındaki en büyük soru işaretinin, “Acaba doğum yapabilir miyim?” konusu olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Yüksel, sözlerini şöyle tamamladı:
“Hastamız Rabia Öztürk de sağlıklı ikiz bebek dünyaya getirerek, böbrek nakli sonrası doğumun tam donanımlı kurumlarda, tecrübeli uzmanlarca mümkün olduğunu göstermiştir. İkiz bebeklerin hastamıza hayırlı olmasını diliyor, bebekleriyle uzun ve sağlıklı bir ömür temenni ediyoruz.”
Rabia Öztürk ise 10 yaşında teşhis konan kronik böbrek yetmezliği nedeniyle 20 yıllık zor bir sürecin ardından anne olma mutluluğunu yaşadığını söyledi.
Öztürk, sekiz yıllık diyaliz sürecinin ardından yakınlarının ısrarla önerdiği SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne nakil için başvurduğunu vurgulayan Öztürk, şunları kaydetti:
“Yakınlarım, SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne başvuru yapmamı, sıranın daha çabuk geleceğini belirttiler. Başvuru yaptıktan bir süre sonra kadavradan nakil için aradılar, inanamadım ama gerçekti. Sabretmek gerekiyor. Çok mutlu oldum. Zor günler geride kaldı. Nakilden sonra kısıtlamalar, ilaçlar bitti ve artık su içebiliyorum.
Her şeyden önemlisi bir kız ve bir erkek bebeğimiz oldu. Sizin de olabilir. Yeter ki insanlar böbrek bağışı yapsın. Lütfen böbreklerinizi bağışlayın ve insanlar yeni bir hayata tutunsun. Böbrek bağışı, insanlar için yeni bir hayat, yeni bir umut kaynağı. Sonuçta vücudumuz toprak olacak. Böbreklerimiz toprak olacağına başka insanlara umut olsun.”
Bu süreçte ailesinden büyük destek gördüğünün altını çizen Öztürk, duygularını şöyle özetledi:
“Aileme çok teşekkür ederim. Allah onlardan razı olsun. Kadavradan bağışı gerçekleştiren aileye de çok teşekkür ediyorum. Kabul etmeseler, yeni bir hayatım olamazdı. Onlara sabır, böbreklerini bağışladıkları yakınlarına bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Böbrek Nakil Merkezi’nin tüm çalışanlarına da ayrıca teşekkür ediyorum. Özellikle Doç. Dr. Mehtap Akdoğan ve Doç. Dr. Yücel Yüksel’e çok teşekkür ederim. Allah hepsinden razı olsun.”
Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Kenan Demirbakan, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi ile Genel Cerrahi Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.
Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Kenan Demirbakan, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakli Merkezi ile Genel Cerrahi Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.
Opr. Dr. Kenan Demirbakan, 1977 yılında Almanya’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini Aydın’ın Karacasu ilçesinde tamamladı. 2000 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Opr. Dr. Demirbakan, 2000- 2006 yılları arasında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Kliniği’nde uzmanlık eğitimi aldı.
2006- 2008 yılları arasında Antalya Manavgat Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmet görevini yerine getiren Opr. Dr. Demirbakan, 2008- 2009’da İstanbul Haydarpaşa GATA Askeri Hastanesi’nde Genel Cerrahi Uzmanı olarak askerliğini yaptı.
2009- 2016 yılları arasında Gaziantep 25 Aralık Devlet Hastanesi’nde görev yapan Opr. Dr. Demirbakan, organ nakli eğitimini 2014 yılında Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Organ Nakli Merkezi’nde tamamladı.
2016- 2021 yılları arasında Dr. Ersin Arslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapan Opr. Dr. Demirbakan, Ağustos 2021 itibariyle SANKO Üniversitesi Hastanesi kadrosuna katıldı.
İlgi alanları; böbrek- karaciğer nakli, mide, kolon, rektum, karaciğer, pankreas, meme kanserleri, meme rekonstrüksiyonu (memesi alınan hastalarda yeniden meme dokusu yapmak), karın ön duvarı fıtıkları, mammoplasti ve abdominoplasti (Karın germe) olan Opr. Dr. Demirbakan, evli ve üç çocuk babasıdır.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakli Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Tıbbi Onkoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik Rekonstrüktif Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Fetullah Ateş, ön çapraz bağın, dizde en sık yaralanan bağ olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Fetullah Ateş, ön çapraz bağın, dizde en sık yaralanan bağ olduğunu söyledi.
Toplumda sık görülen ön çapraz bağ yaralanmalarıyla ilgili bilgi veren Ateş, “Genç erişkinlerin dizdeki güç dengesizliğine yol açan en önemli etken, ön çapraz bağın yaralanması sonucu gelişen yetersizliktir ve önemli fonksiyon kayıpları ile sonuçlanabilir” dedi.
Ön çapraz bağ yaralanmalarının, genellikle sabit ayak üzerinde ani dönme hareketi sırasında ortaya çıktığını ve sıklıkla kişinin kendi yaptığı bir hareket esnasında olduğunu belirten Ateş, “Daha nadiren dize gelen doğrudan darbeler, trafik kazaları, yüksekten düşme ve endüstriyel kazalar sonrasında ön çapraz bağ yaralanmaları ortaya çıkabilir” ifadelerini kullandı.
Ateş, ön çapraz bağ yaralanması belirtilerini şöyle sıraladı:
Ateş, ön çapraz bağ ameliyatı sonrası rehabilitasyon protokollerinin cerrahide oluşturulan yeni bağda, kişinin aktivite düzeyine ve yaşına, ön çapraz bağ yaralanmasına eşlik eden diğer yaralanmalar gibi faktörlere göre farklılık gösterebildiğini kaydetti.
Rehabilitasyon protokollerinin hedeflerinin aynı maddeler üzerinde yoğunlaştığını anlatan Ateş, bunları şu şekilde özetledi:
“Erken dönem normal eklem hareketliliğini ve tam diz fonksiyonunu sağlamak, erken ağırlık aktarımı ile diz eklem stabilitesini restore etmek, kas kuvvetini kapalı ve açık kinetik halka egzersizleri ile iyileşen bağda aşırı strese neden olmadan artırmak ve ilerleyici kas ve sinir sistemine yönelik eğitimler ile kişileri eski fiziksel aktivite düzeyine ulaştırmaktır.”
Ateş, ön çapraz bağ ameliyatı sonrası rehabilitasyona yönelik adımlarla ilgili şu bilgileri paylaştı:
“İltihabın Kontrolü: İltihabın kontrol altına alınması, ön uyluk kas zayıflığını önlemede, tam diz hareket açıklığı kazanımında ve erken ağırlık aktarma toleransında önemli rol oynamaktadır. Ödemin ve ağrının kontrolünde soğuk uygulama, elevasyon, bandajlama ve kinezyo bantlama yararlı olabilmektedir.
Elektrik Akımı Uygulamaları: Kas kuvvet zayıflığı ön çapraz bağ ameliyatı sonrası en çok uğraşılan problemdir. Ön uyluk kasının eski gücünü kazanabilmesi için elektrik akımı kullanılır. İstemli kas aktivitesi yeterli düzeye eriştiğinde elektrik akımı sonlandırılır.
Normal Eklem Hareketi: Erken eklem hareket açıklığının kazanımı ağrıyı azaltmada, kıkırdağın iç dengesini düzenlemede ve patellofemoral eklem problemlerinin engellenmesinde önemlidir. Cerrahi sonrası ilk hafta dizin bükme yönündeki eklem açıklığındaki hedef 90°’dir. Dizin bükme yönündeki eklem hareket açıklığı yatarken veya otururken pasif ve aktif olarak çalıştırılabilir. Tam diz eklem hareketinin düz pozisyonu cerrahi sonrasında hemen kazanılmalıdır. Bunun yanında, dizin düz pozisyonundaki kayıp uyluk ön kas aktivitesinin yetersiz olmasına neden olabilir.
Ağırlık Aktarma: Ön çapraz bağ ameliyatından sonra hastaların uzuvlarına tam ağırlık vermesi önerilebilmektedir. Ağırlık aktarma eğitiminin yumuşak zeminde yapılması duyusal girdiyi artırma açısından tercih edilebilir. Ön çapraz bağ ameliyatına eşlik eden menisküs veya kıkırdak tamirlerinde ağırlık aktarımında yavaş ilerlemek gerekmektedir.
Kas ve Sinir Sistemine Yönelik Eğitim: Kas ve sinir sistemine yönelik eğitim kas kuvvetlendirme, duyusal eğitim, denge ve pertürbasyon eğitimi, patlayıcı hızda eğitim ve çeviklik eğitimini içermektedir. Kuadriseps kasının yeniden eğitimi sağlandıktan sonra, ilerleyici dirençli egzersizlere ağırlık verilir.
Yürüyüş, Denge ve Duyusal Eğitim: Ameliyat olmuş uzva ağırlık aktarma eğitimi tamamlandıktan sonra normal yürüyüş yönünün geri kazandırılması için en erken dönemde yürüyüş eğitimine başlanılır.”
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zarema Karben, günümüzde ölüm nedenlerinin başında yer alan koroner arter hastalığının tedavisinde, stent ya da bypass için uygun olmayan hastalara ‘doğal bypass’ olarak adlandırılan EECP tedavi yöntemi uygulandığını söyledi.
Gaziantep İl Sağlık Müdürlüğü Acil Sağlık Hizmetleri Başkanlığı Afetlerde Sağlık Hizmetleri Birimi tarafından, SANKO Üniversitesi Hastanesi ev sahipliğinde 12 -14 Temmuz 2021 tarihleri arasında “Hastane Afet ve Acil Durum Planı Uygulayıcı Eğitim Programı” düzenlendi.
Gaziantep İl Sağlık Müdürlüğü Acil Sağlık Hizmetleri Başkanlığı Afetlerde Sağlık Hizmetleri Birimi tarafından, SANKO Üniversitesi Hastanesi ev sahipliğinde 12 -14 Temmuz 2021 tarihleri arasında “Hastane Afet ve Acil Durum Planı Uygulayıcı Eğitim Programı” düzenlendi.
SANKO Üniversitesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, toplantıda yaptığı konuşmada, “Hastanemizde üç gün süren ve başarıyla tamamlanan Hastane Afet ve Acil Durum Planı Uygulayıcı Eğitim Programı’na katılan tüm arkadaşlarımızı tebrik ediyorum” dedi.
Kurumların afet ve acil durum planı hazırlamasının önemine değinen Dr. Kileci, “Bu tür organizasyonlar için kapılarımız daima sizlere açık. Hepimiz için çok verimli bir eğitim programı olduğuna inanıyorum” diye konuştu.
Gaziantep İl Sağlık Müdürlüğü Acil Sağlık Hizmetleri Başkanı Dr. Vejdi Yıldız ise “Her an gerçekleşebilecek afet durumları için hazırlıklı olmak amacıyla eğitimlerimize ve tatbikatlarımıza ara vermeden devam ediyoruz” ifadelerini kullandı.
Katılımcılardan önemli beklentisinin eğitimlerin teorik olarak kalmaması, kendilerinin sürekli hazır ve diri tutulması olduğunu kaydeden Dr. Yıldız, şöyle devam etti:
“Kurumlarda bu eğitimleri ve tatbikatları pratiğe dökmeniz ve kurumunuzu her zaman hazır halde tutmanız çok önemli. Bunu futbol antrenmanlarına benzetiyorum. Nasıl ki bir futbolcuya gel maç yap denmiyor, o futbolcu sürekli idmanlarla maçlara hazır halde tutuluyorsa, biz de eğitim ve tatbikatlarla sizleri ve kurumlarınızı afet durumlarına sürekli hazır tutmaya çalışıyoruz.”
Dr. Yıldız, ev sahipliği için SANKO Üniversitesi Hastanesi yönetimine teşekkür ederek konuşmasını tamamladı.
Her zaman bu tür iş birliklerine hazır olduklarına dikkati çeken SANKO Üniversitesi Hastanesi Mesul Müdürü Dr. Suat Özerbaş, eğitim programına ev sahipliği yapmaktan duydukları memnuniyeti dile getirdi.
Afetlerde Sağlık Hizmetleri Birimi Planlar Sorumlusu (Risk Yönetimi), Eğitmen ve Eğitim Sorumlusu Sağlık Memuru Mehmet Önal, eğitim programının içeriği hakkında paylaşım yaptı.
Üç gün süren eğitimde; Afetlerde Sağlık Hizmetleri Birimi Planlar Sorumlusu (Risk Yönetimi), Eğitmen ve Eğitim Sorumlusu Sağlık Memuru Mehmet Önal; “Afet ve Acil Durum İle İlgili Kavramlar, Hastane Afet Riskinin Azaltılması ve Risk Değerlendirilmesi, Güvenli Hastane Kontrol Listesi, Kaizer Risk Analizi, Tatbikat Hazırlığı ve Değerlendirilmesi (Masa Başı Tatbikatı)”, Adıyaman İl Sağlık Müdürlüğü UMKE Sorumlusu ve Eğitmen Sağlık Memuru Aydan Canlı “Hastane Afet ve Acil Durum Planı Hazırlama Kılavuzunun Tanıtımı, Hastanenin Tıbbi Kapasitesi Olaya Özel Planlar”, Eğitmen Sağlık Memuru Meryem Tokat “Standart Operasyon Prosedürü (SOP), İş Akış Talimatı (İŞAT), Acil Servis ve Hastane İçi ve Dışı Trafik Akışı, Psikosoyal Destek Faaliyetleri”, Eğitmen Sağlık Memuru Ayhan Günindi “Hastane Afet ve Acil Durum Müdahale Yönetimi, Kitlesel Yaralanmalı Olaylarda Hastanenin Müdahale Aşamaları, Olay Bildirimi ve Acil Müdahale Planının Aktivasyonu, Acil Müdahale Planının Aktivasyonunda Bilgi Yönetimi” konularında sunumlar gerçekleştirdi.
Masa başı tatbikat yapılarak tamamlanan eğitim, sertifika töreniyle son buldu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi’nde, kadavradan bağışlanan böbrekler iki hastaya yeni bir hayat şansı verdi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi’nde, kadavradan bağışlanan böbrekler iki hastaya yeni bir hayat şansı verdi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Yücel Yüksel ve SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğr. Üyesi, SANKO Üniversitesi Hastanesi Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan’ın titiz takip ve tedavileri ile iki hastaya böbrek nakli yapıldı.
Kadavradan bağışlanan iki böbrek ile 9 yıldır diyaliz tedavisi gören iki hastaya yeni bir yaşam şansı verildiğini belirten Doç. Dr. Yücel Yüksel, “Bağışlanan böbrekler, merkezimize kayıtlı iki hastamıza başarı ile nakledildi. Şemsi Tebrizi’nin ifadesi ile ‘Hayat bu, bir bakarsın her şey bir anda son bulur; hayat bu, son dediğin an her şey yeniden can bulur’. Hayat böyle” dedi.
Hatay’da yaşayan Seyfo Kartal ve Gaziantep’te yaşayan Sevcan Doğan’ın hayatlarının gece yarısı gelen bir telefon ile değiştiğini kaydeden Doç. Dr. Yüksel, şöyle devam etti:
“Hastanemizde beyin kanaması nedeniyle hayatını kaybeden ve yakınları tarafından organları bağışlanan hastamız, üç kişiye yeni bir yaşam şansı verdi. Beyin kanaması nedeniyle yoğun bakımda takip edilen hastamızın vefatıyla, hastanın yakınları tarafından karaciğer ve böbrekleri bağışlandı.
Hastanemiz organ nakli cerrahi ekibi tarafından başarılı bir operasyonla alınan karaciğer, Malatya'da nakil bekleyen bir hastaya gönderildi. Karaciğer nakli sonrası hasta yeniden hayata merhaba dedi. İki böbrek için ise nakil için bekleyen hastalarımız gece yarısı hastanemize davet edildi.
Nakil öncesi tetkikleri, hastanenin Organ Nakil Koordinatörlüğünce hızlı bir şekilde tamamlandı, hastaların dokularının uyumlu olduğu tespit edildi. Dokular uyumlu çıkınca, ekibimle birlikte hastalarımızı hemen ameliyata aldık. Her iki hastamız da yaklaşık 1,5 saat süren nakli ameliyatından sonra yeni birer böbreğe kavuştu.”
Doç. Dr. Yüksel, “Böbrek nakli sonrası takipleri Hastanemiz Nefroloji Uzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan tarafından büyük bir titizlikle yapılan hastalarımız, nakillerin dokuzuncu gününde diyalizden kurtularak yeni böbrekleri ile sağlıklı ve mutlu bir şekilde taburcu edildi” ifadelerini kullandı.
Hatay’da yaşayan 59 yaşındaki Seyfo Kartal, yüksek tansiyon hastalığı sonucu böbreklerinde sorun yaşadığını ve dokuz yıldan beri diyaliz tedavisi gördüğüne vurgu yaptı.
Diyaliz tedavisi görmenin çok zor olduğunu, haftada en az üç gün, dört saat kıpırdamadan diyaliz makinesine bağlandığını vurgulayan Kartal, “Sosyal bir hayatım kalmamıştı. Hatta normal günlük bir yaşam dahi süremiyordum. Her şey kısıtlıydı ve biliyorum ki diyalize girmezsem risk altındayım. Bu da üzerimde çok büyük bir baskı oluşturuyordu” diye konuştu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nden hiç beklemediği bir anda kadavradan böbrek bağışı gerçekleştiği haberini aldığını anlatan Kartal, duygularını şu sözlerle dile getirdi:
“Nakil için hastaneye çağrılınca inanamadım. Elim ayağım birbirine dolaştı, tüm ailem sevincime ortak oldu. Gayet başarılı bir ameliyat geçirdim. Ameliyat sonrası ikinci gün yürümeye başladım. Artık diyaliz tedavisine gerek yok. Stres yok, ailemle daha güzel, daha rahat bir yaşam süreceğim, torunlarımla daha rahat kucaklaşacağım. Bu bambaşka bir mutluluk. Nakil olduğum günü, yeniden doğduğum gün olduğu için doğum günüm olarak kutlayacağım.
Organlarını bağışlayarak hayata yeniden tutunmamızı sağlayan kardeşimize Allahtan rahmet, ailesine sabır diliyorum, minnet duygularımı sunuyorum. Doktorlarımız için ne söylesem az, hastaneye ilk geldiğimden şu ana kadar çok ilgilendiler. Doktorlarımızdan ve tüm personelden Allah razı olsun, çok teşekkür ediyorum.”
Gaziantep’te yaşayan 55 yaşındaki Sevcan Doğan da dokuz yıldır yaşadığı sağlık problemleri nedeniyle diyaliz makinesine bağlı bir yaşam sürdüğüne dikkat çekti.
İstediğini yiyip içemediğini, sabaha kadar diyalize girecek olmanın stres ve korkusuyla yaşadığını bildiren Doğan, sözlerini şöyle tamamladı:
“SANKO Üniversitesi Hastanesi’nden nakil uygunluğu için haberi gelince, hastaneye nasıl geldiğimi bilemedim. Ameliyatım çok iyi geçti. Nakil sonrasında istediğim gibi yiyip, içmeye başladım. Organ nakli olduğum için çok mutluyum. İhtiyacı olan herkes mutlaka nakil için başvuruda bulunmalı.
Allahtan umudumu hiç kesmedim. Organlarını bağışlayarak bize yeniden yaşam şansı veren kardeşimizin mekanı Cennet olsun, yakınlarına baş sağlığı ve sabır dilerim. Doktorlarımızdan, hastanemizden ve tüm çalışanlarından Allah razı olsun. Yaşama yeniden başladım.”
Dünyada geleneksel tek port kapalı (laparoskopik) yöntemle kasık fıtığı onarımını geliştiren Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Osman Zeki Karakuş, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Dünyada geleneksel tek port kapalı (laparoskopik) yöntemle kasık fıtığı onarımını geliştiren Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Osman Zeki Karakuş, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Doç. Dr. Osman Zeki Karakuş, 1974 yılında Antalya’nın Korkuteli İlçesi’nde doğdu. İlk ve orta öğretimini Korkuteli’de, lise eğitimini 1992 yılında Konya Atatürk Sağlık Meslek Lisesinde tamamladı. 1994 yılında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu Tıbbi Laboratuvar Bölümünden mezun oldu. Sağlık Memuru ve Tıbbi Laboratuvar Teknikeri unvanları ile 1992 – 2002 yılları arasında Ankara Onkoloji Hastanesi ve Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesinde görev yaptı.
Doç. Dr. Karakuş, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1995-2001 yılları arasında tamamladığı tıp eğitiminin ardından, 2002-2003 yıllarında Samsun’da pratisyen hekim olarak görev yaptı. 2003-2008 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalında uzmanlık eğitimi alan Doç. Dr. Karakuş, 2009 yılında Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde Çocuk Cerrahisi Uzmanı olarak askerlik görevini tamamladı.
Doç. Dr. Karakuş, 2009-2012 yılları arasında Tokat Vali Recep Yazıcıoğlu Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi ile Tokat Devlet Hastanesi’nde Çocuk Cerrahisi Uzmanı olarak mecburi hizmet görevini yaptı.
2012 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı’na atanan, 2016 yılında “Yardımcı Doçent, 2017 yılında “Doçent” unvanı alan Doç. Dr. Karakuş, aynı yıl Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu.
Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sağlıkta Kalite Geliştirme ve Akreditasyon Ana Bilim Dalında yüksek lisans eğitimini tamamlayarak “Kalite Yönetim Direktörü” unvanını alan Doç. Dr. Karakuş, halen Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümünde eğitimine devam etmektedir.
0-18 yaş arasındaki bebek, çocuk ve ergenlerin doğumsal ve sonradan kazanılmış cerrahi hastalıklarında güncel bilgi ve deneyimi bulunan Doç. Dr. Karakuş, özellikle kapalı yöntemle ameliyatlarda (Torakoskopi, bronkoskopi, laparoskopi, sistoskopi, üreterorenoskopi, özefagoskopi, gastroskopi gibi endoskopik cerrahi işlemler) geniş bir tecrübeye sahiptir.
Dünyada ve ülkemizde sadece birkaç merkezde uygulanabilen konvansiyonel (geleneksel) tek port laparoskopik (kapalı) cerrahiye özel ilgisi olan Doç. Dr. Karakuş, tek bir kesi ile sadece göbekten girilerek yapılan bu yöntemle apandisit, kadınlarda yumurtalık kistleri, erkeklerde varikosel, meckel divertikülü ve kasık fıtığı ameliyatlarını görünür iz olmadan başarıyla yapmaktadır.
Dünyada ilk kez konvansiyonel tek port laparoskopik kasık fıtığı onarımını geliştiren Doç. Dr. Karakuş, evli ve iki çocuk babasıdır.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde;
SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, kaygının çok önemli, hayati ve gerekli bir duygu olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, kaygının çok önemli, hayati ve gerekli bir duygu olduğunu söyledi.
Uzm. Dr. Özcan, testle ilgili olarak çok fazla kaygı yaşamanın sınav kaygısı olarak tanımlandığını belirterek, “Bu durum öğrenciler arasında çok yaygındır. Sınav kaygısı çalışmanızı engelleyebilir, bilmeniz gerekenleri öğrenmekte ve hatırlamakta zorluk çekebilirsiniz” dedi.
Kaygının çok önemli, hayati ve gerekli bir duygu olduğuna ve vücutta önemli bazı değişiklikler meydana getireceğini ifade eden Uzm. Dr. Özcan, şunları kaydetti:
“Fiziksel belirtiler: Nefes darlığı, çarpıntı, baş ağrısı, mide bulantısı, karın ağrısı, ishal, aşırı terleme, sersemlik/bayılma, ağız kuruluğu olabilir.
Duygusal belirtiler: Aşırı korku ve bunun yanında öfke, hayal kırıklığı, çökkünlük, çaresizlik hissi ya da kontrol edilemeyen ağlama- gülme gibi duygu değişimleri olabilir.
Davranışsal belirtiler: Yerinde duramama, gezinme, ders çalışmaktan/sınava girmekten kaçınma ya da kaygıyla baş etmek için madde kullanımına başvurma görülebilir.
Bilişsel belirtiler: Dikkati toplayamama, organize olmada güçlük, kendisiyle ilgili yargılayan, kıyaslayan olumsuz düşüncelerde (ben yapamam, vb.) bulunabilir.
Hayatı tehlikeye sokan durumlarda, beynin bu tehlikeyi algılayarak, otomatik bir yanıt başlattığına dikkat çeken Uzm. Dr. Özcan şöyle devam etti:
“Buna ‘savaş ya da kaç yanıtı’ diyoruz. Bu yanıtın başlamasındaki önemli rol ‘kaygı’ duygusuyla ilgilidir. Kaygı başladığında vücudumuzda belirtiler başlar ve bizi olası tehlikelerden korur.
Sınavda başlayan kaygı yanıtı az miktardaysa, bizim için itici güç olabilir ancak kaygı miktarı kontrol edilemeyecek kadar yüksekse o zaman dikkat dağınıklığı, problem çözme becerilerinde azalma ve öğrenilmiş bilgiyi tekrar çağırmada güçlük başlar.
Zihne gelen olumsuz düşünceler beynin yanılmasına ve ‘yanlış alarm’ çalışmasına neden olur. Sınavda yapamayacağım, herkes bana gülecek, iyi bir geleceğim/işim olmayacak, yalnız kalacağım, işsiz olursam yeterince beslenemeyeceğim, hastalanacağım, öleceğim vb.”
Uzm. Dr. Özcan, kaygının azaltılabilmesi için öncelikle kaygı arttığında zihne hangi düşüncelerin geldiğinin farkına varmak gerektiğine vurgu yaptı.
“Bu düşünceleri hangi durumlar artırıyor? Ebeveynimizle ilişkimiz mi? Öğretmenlerin geri bildirimleri mi? Arkadaşlarla edilen sohbetler/ yarış içinde olduğumuz hissi mi? Bu düşüncelerin farkına vardığımızda aslında baş etme başlayacak” diyen Uzm. Dr. Özcan, kaygının azaltılabilmesi için yapılabilecekleri ise şöyle özetledi:
“Bazen bu düşünceler ve fiziksel belirtiler çok artar ve rahatsızlık hissi çoğalırsa sevdiğimiz etkinliklere bir müddet yönelebiliriz. Örneğin nefes alıp vermeye odaklanabilir ya da beden farkındalığı için tüm bedenimizdeki kasları düşünerek sırasıyla gevşemeye çalışabiliriz. Bu egzersizler için meditasyon aplikasyonlarından faydalanabiliriz. 20- 30 dakikalık kalp hızını yükselten bisiklet, basketbol, koşu, yüzme, tenis gibi egzersizler yapabiliriz.”
Sınava istikrarlı şekilde hazırlanmanın kaygıyı azaltacağını anlatan Dr. Özcan, “Yoğun kaygı hissi ders çalışmaktan kaçınmayla sonuçlanabilir. Bu sürece uzun bir maraton koşusu ya da yüksek bir yere adım adım tırmanma olarak bakmalıyız, her gün sistemli bir şekilde elimizden geldiğince adım adım ilerlemeliyiz. Tabii ki hızımızda artış/azalışlar olabilir, maraton koşusu da öyledir, önemli olan koşmaya, tırmanmaya, her gün bir basamak daha çıkmaya çalışmaktır” ifadelerini kullandı.
Gerçekçi olmayan beklentilerin de kaygı düzeyini artırabileceğini vurgulayan Uzm. Dr. Özcan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Pek çok öğrencinin bir sayfayı anlayarak okuma-öğrenme süresi üç dakikadır. Çalışma hızımız okuyacağımız materyalin uzunluğuna-kısalığına göre değişmez. Bu nedenle çalışılacak materyali önümüze koyup buna uygun bir hazırlanma planı oluşturmalıyız.
Öğrenme süreci istikrarlı çalışma ve periyodik tekrarlarla gerçekleşir. Beyindeki nöronlar arasındaki yol ancak ve ancak tekrar ederek pekişir, bu yolla da sınav anında depolanan bilgiyi geri çağrılabilir.”
Kaygının bulaşıcı olduğunu ve kişinin kendi kaygısıyla baş edemeyeceği durumda yardım almayı düşünebileceğini dile getiren Uzm. Dr. Özcan, ailelere şu uyarılarda bulundu:
“Kaygıyı artırabilecek her türlü yaklaşımdan kaçınılmalı. Kıyaslamak- kendi küçüklüğünden örnekler vererek ya da komşuyu/ kuzeni örnek göstererek, mesela ‘bizim zamanımızda özel okullar kitaplar yoktu’, ‘bak Ayşe ne güzel yapıyor.’, ‘Senden bir şey olmaz" gibi negatif söylemlerden uzak durulmalıdır. Yüksek beklentiler, yüksek standartlar olumsuz düşünceleri pekiştirir.
Olumluya odaklanıp onların pekişmesini sağlamak çocuğun rahatlatacaktır. Geri bildirimler gerçekçi ve uygun olmalıdır. Sınav sonucunu felaketleştirme, sınava çalışma sürecinden çok sonuca odaklanma kaygıyı artıracaktır.”
Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Yücel Yüksel, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi ile Genel Cerrahi Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.
Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Yücel Yüksel, SANKO Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi ile Genel Cerrahi Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Ilgın Türkçüoğlu, SANKO Üniversitesi Hastanesi Tüp Bebek Merkezi ile Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Özlem Nuray Sever, hasta kabulüne başladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Özlem Nuray Sever, hasta kabulüne başladı.
Aynı zamanda SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı’nda öğretim görevlisi olarak da görev üstlenen Dr. Öğr. Üyesi Özlem Nuray Sever, 1976 yılında Çorum’un Sungurlu İlçesi’nde doğdu.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden 1999 yılında mezun olan Dr. Öğr. Üyesi Sever, 2000-2006 Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği’nde, 2008-2012 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı / Tıbbi Onkoloji Bilim Dalında uzmanlık eğitimi aldı.
Dr. Öğr. Üyesi Sever, 2000-2006 yılları arasında Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği’nde, 2006-2008 yılları arasında Artvin Devlet Hastanesi’nde, 2008-2013 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’nda, 2014-2016 yılları arasında Dr. Ersin Aslan Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü’nde, 2016-2017 yıllarında özel bir hastanede Tıbbi Onkoloji Bölümünde, 2017-2018 yıllarında ise SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalında görev yaptı.
Halen Prof. Dr. Mustafa Yıldırım’ın görev yaptığı SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Kliniğinde hasta kabulüne başlayan Dr. Öğr. Üyesi Sever, evli ve 2 çocuk annesi olup, iyi derecede İngilizce bilmektedir.
Ülkemizin tek çatı altında 600 yatak kapasitesiyle en büyük özel hastanesi olarak birbirine bağlı iki binada 60.000 m2 kapalı alanda çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen hastanede, Acil Servis, Biyokimya, Patoloji ve Tıbbi / Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarları, Radyoloji, Nükleer Tıp, Kardiyovasküler Cerrahi, Organ Nakil Merkezi, Nefroloji, Hematoloji, Terapötik Aferez Merkezi, Genel Cerrahi, Beyin Cerrahisi, Çocuk Cerrahisi, Dahiliye, Gastroenteroloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Tıbbi Onkoloji, Çocuk Hematolojisi ve Çocuk Onkolojisi, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, Üroloji, Ortopedi ve Travmatoloji, Enfeksiyon Hastalıkları, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi, Göz Hastalıkları, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Nöroloji, Psikiyatri, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Uyku Laboratuvarı, Obezite Merkezi, Periton Diyalizi Merkezi, Pulmoner Rehabilitasyon Merkezi, GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanmaktadır.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapisti Nursena Kılıç, Fibromiyaljinin (kronik ağrı ve yorgunluk) enfeksiyon, travma, stres gibi tetikleyicilerle etkisini gösteren genetik eğilimlerden kaynaklanan bir sendrom olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapisti Nursena Kılıç, Fibromiyaljinin (kronik ağrı ve yorgunluk) enfeksiyon, travma, stres gibi tetikleyicilerle etkisini gösteren genetik eğilimlerden kaynaklanan bir sendrom olduğunu söyledi.
Fizyoterapist Nursena Kılıç, Fibromiyalji Sendromunu; vücutta genel hassasiyet alanlarının oluştuğu, kaslarda ve kemiklerde yaygın ağrı ile genel yorgunluk hissedilen, uyku düzeninde sorunlara ve bilişsel bozukluklara yol açan kronik, yani uzun süre devam eden romatizmal ağrı sendromu olarak açıkladı.
Fibromiyaljinin baş arkası, ense, omuz üstleri, üst göğüs, kalçalar, dizler ve dirsek başları gibi özellikle vücudun belirli noktalarında aşırı hassasiyet ile kendini belli ettiğini kaydeden Kılıç, “Henüz kesin bilinmemekle birlikte son araştırmalara göre fibromiyalji enfeksiyon, travma ve stres gibi bir kısım tetikleyicilerle etkisini gösteren, kalıtsal özelliklere bağlı genetik eğilimlerden kaynaklanmaktadır” dedi.
Fibromiyaljinin kadınlarda erkeklere göre üç kat daha sık görüldüğünü vurgulayan Kılıç, “Araştırmalar, ülkemizde yaklaşık 1,3 milyon fibromiyalji hastası olduğunu göstermektedir. Fibromiyalji tedavi edilmediğinde yaşam kalitesinde azalma ve işgücü kaybına neden olmaktadır” ifadelerini kullandı.
İnsanın günlük yaşamını olumsuz etkileyen fibromiyaljinin değişik şekillerde uyarı verdiğine dikkat çeken Kılıç, belirtileri şöyle sıraladı:
Fibromiyalji değerlendirmesinde vücudun 18 hassas noktasından 11’inde bu ağrılı noktaların bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerektiğini anlatan Kılıç, “Hastanın öyküsüne eşlik eden belirtiler ve ağrının vücuda dağılımı tanı için çok önemlidir. Bu referans noktalarında hastanın aşırı hassas olması temel şart kabul edilir” diye konuştu.
Tedavi için, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ünitelerine başvurulması gerektiğinin altını çizen Kılıç, “Çok karmaşık bir hastalık olan fibromiyalji için multidisipliner bir tedavi uygulanır. Tedavi süreci, semptomları en aza indirip yaşam kalitesini yükseltmeyi amaçlar” uyarısını yaptı.
Kişiye özel hazırlanan tedavi programlarına değinen Kılıç, şu bilgileri aktardı:
Fizik tedavi ve rehabilitasyonun, kasların dayanıklılığı ve gücünü artırırken aynı zamanda vücuttaki stresi azaltarak, bireyin kendisini daha iyi hissetmesine yardımcı olacağını anlatan Kılıç, hastaların destek ve rehberlik için SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ünitesine başvurabileceğini sözlerine ekledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Kadir Çınar, bel ağrısı ile başvuran hastaların sadece yüzde 5-10’unda bel fıtığının teşhis edildiğini ve bunların da çok azının ameliyat gerektirdiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Kadir Çınar, bel ağrısı ile başvuran hastaların sadece yüzde 5-10’unda bel fıtığının teşhis edildiğini ve bunların da çok azının ameliyat gerektirdiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahisi Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Çınar, bel fıtığı (lumbal disk hernisi) ve tedavisi konusunda yaptığı değerlendirmede, omurganın bel kısmında beş adet omur- disk bulunduğunu ve vücut ağırlığının en çok yük taşıyan bölgesi olduğunu kaydetti.
Dr. Öğr. Üyesi Çınar, bel fıtığını, “Bel bölgesindeki omurlar arasındaki disklerin ağır kaldırma, ani olarak öne eğilme, düşme gibi nedenlerle yırtılması ve kayarak bacağa giden sinirlere baskı yapması ile oluşan durum” sözleriyle tanımladı.
Bel fıtığının 30- 50 yaş arasında ve erkeklerde daha sık görüldüğüne vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Çınar, belirtilerini ise şöyle sıraladı:
“Alt bel bölgesinde ağrı: Ağrı şikayetleri öksürme, hapşırma veya uzun süre ayakta durma ile daha da kötüleşebilir. Ayrıca bel kaslarında spazm oluşabilir.
Belden bacağa yayılan ağrılar: Bel fıtığının en önemli belirtilerinden biridir.
Uyuşukluk: Bacaktaki ağrıya ek olarak uyuşma, keçeleşme gibi semptomlar görülebilir.
Kas zayıflığı: Geç dönemde oluşur.
Mesane veya bağırsak fonksiyonundaki değişiklikler: Nadiren görülür, bağırsak veya mesane işlevi de etkilenebilir. İdrar yapamamaya bağlı olarak mesane dolar ve damla damla idrar kaçırma ortaya çıkar.”
Bel fıtığının risk faktörlerine değinen Dr. Öğr. Üyesi Çınar, özetle şu bilgileri paylaştı:
“Hareketsizlik: Hareketsiz yaşam kaslarda zayıflamaya olur ve biyomekanik denge bozulur.
Meslek: Ağır fiziksel aktivite ve ağırlık kaldırma gerektiren meslekler ile uzun süre ayakta durma veya oturma gerektiren mesleklerde çalışanlarda bel fıtığı riski daha yüksek. (Masa başında çalışanlar, uzun yol şoförlüğü yapanlar, inşaat işçileri, vb.)
Aşırı kilo- obezite: Disklerde baskıya ve omurgaya ek yük binmesine neden olur.
Genetik: Ailesinde bel fıtığı hastalığı olanlarda görülme riski daha yüksektir.
Sigara içmek: Sigaradaki toksik maddeler sıvı kaybına neden olarak diske giden oksijen kaynağını azaltır. Bu durum diskin daha çabuk yaşlanmasına neden olur.”
Bel fıtığı tanısı için öncelikle hastanın şikayetlerinin dinlenip, ayrıntılı nörolojik muayene yapılması gerektiğini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Çınar, “Röntgen ve bilgisayarlı tomografi de faydalı olmasına rağmen esas tanı aracı Manyetik Rezonans Görüntülemedir (MR)” dedi.
Hiçbir şikâyeti olmayanlarda MR çekildiğinde yüzde 25 bel fıtığı tespit edilebileceğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Çınar, klinik bulgu olmaması durumunda, MR’da fıtık görülmesinin anlamı olmadığına dikkat çekti.
Bel fıtığının, çoğunlukla istirahat, ilaç tedavileri (4-6 hafta) ve fizik tedavi ile ameliyata gerek kalmadan düzeldiğini bildiren Dr. Öğr. Üyesi Çınar, “Bu tedavilere ek olarak bel bölgesine çeşitli enjeksiyon ve algolojik (ağrıya yönelik) tedaviler de yapılmaktadır” ifadelerini kullandı.
Dr. Öğr. Üyesi Çınar, bel fıtığı olan hastalarda ameliyat gerektiren durumları şöyle özetledi:
Dr. Öğr. Üyesi Çınar, ameliyat yöntemleri ile ilgili şöyle konuştu:
“Açık ameliyat (diskektomi) artık çok nadiren yapılmaktadır. Bel fıtığı cerrahisinde genel kabul gören ameliyat şekli mikroskobik diskektomidir. Mikroskop eşliğinde küçük bir kesi ile açık ya da tüplerle ekartasyon yapılarak uygulanır. Bu yöntemle çevre dokular daha az zarar görür ve iyileşme süreci daha hızlı olur.
Endoskopik diskektomi ise günümüzde uygulansa bile hala tanımlanma ve öğrenilme aşamasındadır. Ancak sonuçları mikrodiskektomiden çok farklı değil.”
Bel fıtığı ameliyatı sonrası hastanın 4-6’ncı saatte ayağa kaldırıldığını ve tuvalet ihtiyacını kendisinin giderebildiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Çınar, şöyle devam etti:
“Ameliyatın birinci gününde taburcu edilir. Hastanın mesleği ve işinin ağırlığına göre, üçüncü gün (hafif masa başı işi, kısa süreler) ile altıncı hafta arasında (ağır beden işi) iş yaşamına dönmesi beklenir. 12’nci haftadan itibaren giderek arttırılarak spor yapabilir.”
“Öne ve yanlara doğru eğilme gibi hareketler yapılmamasını isteyen Dr. Öğr. Üyesi Çınar, şu uyarılarda bulundu:
“Yerden bir şey alınacaksa, belden eğilmeden çömelerek alın, 3- 5 kg’ı geçen ağırlık kaldırmayın, otururken bel boşluğunu dolduracak şekilde bir yastıkla destekleyin ve uzun süre oturmayın, soğukta kalmayın, açık pencere veya havalandırma önünde durmayın.”
Gaziantep SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) İl Müdürlüğü tarafından SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne “Teşekkür Belgesi” verildi.
Gaziantep SGK (Sosyal Güvenlik Kurumu) İl Müdürlüğü tarafından SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne “Teşekkür Belgesi” verildi.
Sosyal Güvenlik Haftası kapsamında, SGK İl Müdürü Mehmet Uzun ve beraberindeki heyet SANKO Üniversitesi Hastanesi’ni ziyaret etti.
Ziyarette, SGK İl Müdürü Uzun, SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci ve Genel Müdür Yardımcısı Hüseyin Söylemez’e çalışanların hizmetlerini kuruma yasal sürede bildirdikleri ve primlerini düzenli olarak ödedikleri için teşekkür ederek, başarılar diledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, 12 – 18 Mayıs Hemşirelik Haftası kapsamında çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde, 12 – 18 Mayıs Hemşirelik Haftası kapsamında çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Genel Müdür Dr. Sermet Kileci, Genel Müdür Yardımcısı Rabia Ağar, Mesul Müdür Dr. Suat Özerbaş ve Başhemşire Ceylan Özyılmaz, koronavirüs salgınıyla mücadelede ön saflarda yer alan ve sorumluluklarının bilinciyle görev yapan hemşireleri birimlerinde ziyaret ederek armağan takdim ettiler.
Genel Müdür Dr. Kileci, bu önemli haftada hemşirelere çalışmalarından dolayı teşekkür ederek, başarılarının devamını diledi.
Kardiyoloji ve kalp damar cerrahisi alanlarında bölgede referans hastane olan SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde bölgenin ilk başparmaktan anjiyo işlemi gerçekleştirildi.
Kardiyoloji ve kalp damar cerrahisi alanlarında bölgede referans hastane olan SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde bölgenin ilk başparmaktan anjiyo işlemi gerçekleştirildi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Çetin tarafından bölgede ilk kez uygulanan ‘başparmaktan anjiyo’ yöntemi hastanın konforu açısından büyük avantaj sağlıyor.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı da olan Prof. Dr. Çetin, “Bölgede ilk kez hastanemizde gerçekleştirdiğimiz ‘başparmaktan anjiyo’ (enfiye kutusu- snuff box) işlemi, hasta kolunu daha rahat bir pozisyonda tuttuğundan hem hasta hem de doktor açısından büyük bir konfor” dedi.
Başparmaktan anjiyo (enfiye kutusu- snuff box) yaklaşımının birçok tıbbi avantajı olduğunu belirten Prof. Dr. Çetin, bu avantajları şöyle sıraladı:
“1. Anjiyo sırasında ele kan akışı radial arterin yüzeyel dalı yoluyla devam eder.
2. Erişim alanının hemen altındaki sert yapılar (Örneğin karpal kemikler) işlem bitiminde damara baskıyı kolaylaştırır ve kanama daha hızlı durur.
3. İşlem sonrası kanı durdurmak için bilek çevresine baskıya gerek olmadığı için işlemden sonra bileğin serbestçe hareket etmesini sağlar, bu da elin venöz (toplardamar) tıkanıklığını azaltır ve eldeki şişmenin verdiği rahatsızlığı önler.
4. Girişim sırasında damarda oluşabilecek vazospazm (damar büzüşmesi) ve hematom durumunda, operatör kolaylıkla geleneksel radial yaklaşıma geçebilir.
5. Kronik böbrek hastalığı olan hastalar için, vasküler geleneksel radial yaklaşımda damardaki olası yaralanma hemodiyaliz için bu bölgenin kullanılmamasına neden olur. Dolayısıyla, enfiye kutusu yaklaşımı gelecekteki arterio-venöz fistül ihtiyacı için damarı korumuş olur.
6. Enfiye kutusu yaklaşımı radial damarı daha çok korur ve potansiyel koroner arter baypas cerrahisi adaylarında yedek damar olarak kullanılmasına olanak tanır.”
Prof. Dr. Çetin, koroner anjiyografinin, kalp damarlarının görüntülenmesi veya başka deyişle kalbi besleyen damarların röntgeninin çekilmesi olduğunu söyledi.
Anjiyo işleminin lokal anestezi ile yapıldığını, anjiyo sırasında hastanın uyanık olduğunu ve ağrı hissetmediğini anımsatan Prof. Dr. Çetin, bu işlemin yaklaşık 15 dakika kadar sürdüğünü kaydetti.
Koroner anjiyografinin kalp damarlarını görüntüleyebilmek için kasık damarından (femoral arter) veya el bileğinden (radial arter) girilerek yapılabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Çetin, şu bilgileri paylaştı:
“Damar giriş yerine lokal anestezi yapılır ve damar içine kılıf yerleştirilir, bu işlem hafif ağrılı olabilir. Sonraki işlemler ağrısızdır.
Damar kılıfından girilen kateter (ince plastik borucuk 1.5 - 2 mm.) ile kalbi besleyen damarlara ulaşılır. Kateter yoluyla koroner damarlara opak madde (boya) verilerek koroner damarların filmi çekilir.”
Kasık damarından (femoral arter) anjiyonun, işlem sonrası en az 4-6 saat yatakta kalmayı gerektirmesi ve damar sorunlarının kola göre daha fazla olması nedeniyle, hasta için daha sıkıntılı olduğunu anlatan Prof. Dr. Çetin, “Ancak bazı kompleks balon-stent işlemlerinin yapılabilmesi için kasık damarının daha büyük olması bir avantajdır” ifadelerini kullandı.
Koldan anjiyonun el bilek damarından (radial arter) girilerek yapıldığını vurgulayan Prof. Dr. Çetin, şöyle devam etti:
“Koldan anjiyo, hasta konforu bakımından kasıktan anjiyodan daha üstündür. Koldan anjiyo sonrası hasta hemen ayağa kalkabilir. Bilek damarında (radial arter) anjiyoya bağlı sorun çıkma ihtimali çok daha düşüktür.
Bunun dışında çok yakın zamanda tanımlanan ve giderek popülerliği artan ve hastanemizde de uyguladığımız baş parmak (enfiye kutusu- snuff box) yaklaşımı, geleneksel radial (koldan) erişime göre çok sayıda avantaja sahiptir. Bu yaklaşımda hasta kolunu daha rahat bir pozisyonda tuttuğundan işlem hem hasta hem de operatör tarafından daha konforlu geçer.”
Bu yöntemlerden hasta için hangisinin daha iyi olacağının yapılacak işleme göre değiştiğinin altını çizen Prof. Dr. Çetin, “Anjiyo öncesi, hastanın durumu ve yapılacak işleme göre kasıktan mı, koldan mı yapılacağına doktor ve hastanın birlikte karar vermesi gerekir” diye konuştu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Başhemşiresi Ceylan Özyılmaz COVID-19 pandemisi sürecinde zor görevler üstlenen hemşirelerin hasta bakımında, iyileşmesinde ve salgının kontrolünde etkin rol oynayan sağlık profesyonelleri olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Başhemşiresi Ceylan Özyılmaz COVID-19 pandemisi sürecinde zor görevler üstlenen hemşirelerin hasta bakımında, iyileşmesinde ve salgının kontrolünde etkin rol oynayan sağlık profesyonelleri olduğunu söyledi.
Özyılmaz, 12-18 Mayıs tarihleri arasında kutlanan Hemşirelik Haftası nedeniyle yaptığı açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü’nün, COVID-19 pandemisi öncesi 2020 yılını hemşire ve ebe yılı ilan ettiğini anımsatarak, “2020, sağlık profesyoneli olan hemşireler ve ebelerin, insan sağlığının korunması ve sürdürülmesinde oynadığı hayati rol kadar, farkındalığın da oluşturulduğu bir yıl olarak iz bıraktı” dedi.
“Oynadıkları bu hayati rol düşünüldüğünde sağlık çalışanlarına hak ettikleri değer ve saygının verilmesi gerektiği de unutulmamalıdır” diyen Özyılmaz, şöyle devam etti:
“Hemşireliğin Kurucusu Florence Nightingale, 1860 yılında hemşireliği ‘hastayı iyileştirmek için hasta çevresini düzenleme ve iyileştirme eylemi’ olarak tanımlamıştır. Hemşirelik, bu iyileştirme eylemi temeli üzerinde insan var olduğu sürece, bilim ve teknolojiyle harmanlanarak ilerleyecek ender mesleklerdendir.”
Pandemilerin sağlık sistemi üzerinde çok büyük olumsuz etkileri bulunan ve kitlesel ölümlerle sonuçlanan önemli bir halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çeken Özyılmaz, mesajında özetle şu görüşlere yer verdi:
“Sağlık çalışanları içerisinde en büyük grubu oluşturan hemşireler, COVID-19 pandemisi sürecinde zor görevler üstlendi. Sağlık ekibinin en önemli üyesi olan hemşireler; COVID-19 pandemisiyle birlikte gerek sağlığın korunmasında gerek hastalık sürecindeki tedavi ve bakımın sağlanmasında sahada aktif görev alarak, hayata dokunmanın sorumluluğunu, hayatlarından fedakârlık yaparak, empati kurarak, şefkat göstererek ve bilgileriyle en iyi şekilde gerçekleştirmektedirler. Bu bağlamda özveri ile çalışan bütün meslektaşlarımın 12 Mayıs Hemşireler Gününü kutluyorum.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapisti Nurhayat Çulcuoğlu, inme tedavisinde en etkili yöntemin fizik tedavi ve rehabilitasyon olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapisti Nurhayat Çulcuoğlu, inme tedavisinde en etkili yöntemin fizik tedavi ve rehabilitasyon olduğunu söyledi.
Fizyoterapist Nurhayat Çulcuoğlu, “10 Mayıs Dünya İnme Önleme Günü” nedeniyle yaptığı açıklamada, “İnme, beyin damarlarında tıkanıklık ya da kanama sonucu, beynin bir bölgesinin kanlanmasındaki bozulmaya bağlı olarak beyin dokusunda oluşan hasarlanmadır” dedi.
Çulcuoğlu, yüksek tansiyon, diyabet (şeker hastalığı), sigara kullanımı, aşırı alkol kullanımı, fiziksel hareket eksikliği, kalp ritim bozuklukları ve kalp kapak hastalıklarının inmenin bilinen önemli risk faktörlerinden olduğunu ifade etti.
İnme sonrası beyinde oluşan hasarın yerine, şiddetine ve büyüklüğüne göre vücudun sağ ya da sol yarısında kol ve bacaklarda güçsüzlük, duyusal kayıplar, yürüme ve denge bozuklukları, yutma ve konuşma bozuklukları, hafıza kayıpları ve bilişsel fonksiyon kayıplarından komaya kadar gidebilen çeşitli klinik tablolarla karşılaşılabileceğini belirten Çulcuoğlu, şunları kaydetti:
“Oluşan hasar sonrası “Nöroplastisite” (beynin uyum sağlama yeteneği) denilen mekanizma sayesinde beyinde yeniden bir yapılanma oluşmakta ve beyin kendini yenileyebilmektedir. Bu nedenle geçirilen inme sonrası ilk altı ay hem yeniden yapılanma hem de iyileşme için oldukça önemlidir.”
İnme sonrası beyin dokusunda oluşabilecek kalıcı hasarın önüne geçilebilmesi için inmenin tipi ve hastanın klinik durumu göz önünde bulundurularak en erken dönemde tedaviye başlanması gerektiğine vurgu yapan Çulcuoğlu, “İnme tedavisinde en etkili yöntem fizik tedavi ve rehabilitasyondur. Fizik tedavi ve rehabilitasyon programlarının temel amacı oluşabilecek deformiteleri engellemek ve kişinin fonksiyonel bağımsızlığını yeniden kazandırarak yaşam kalitesini artırmaktır” diye konuştu.
Çulcuoğlu kişiye özgü hazırlanan inme rehabilitasyon programlarında uygulanan yöntemler konusunda ise şu bilgileri aktardı:
“Kuvvet kaybı gözlemlenen kaslara yönelik kuvvetlendirme egzersizleri ve elektroterapi yöntemleri, eklem hareket açıklığı egzersizleri, germe egzersizleri, duyu eğitimi, denge ve koordinasyon eğitimleri, yürüyüş eğitimleri, Bobath tekniği (Çeşitli uyaranlarla anormal hareket oluşumunu engelleyerek kişiye normal hareket hissini yeniden kazandırmayı amaçlayan bir yöntem) başta olmak üzere çeşitli nörofizyolojik yaklaşımlar, ayna tedavileri, zorunlu kullanım tedavileri ve ortezleme (Oluşabilecek deformiteleri önlemek, hareketin eksik kaldığı noktada harekete destek olmak ya da hareketin oluşamadığı noktada ise hareketi ortaya çıkarmak amacıyla yardımcı cihaz kullanımı) şeklindedir.”
Çulcuoğlu, fonksiyonel bağımsızlığı artırmak, yaşam kalitesini korumak ve detaylı bilgi almak için SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne başvurulabileceğini sözlerine ekledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, pandemi döneminde çocuğun soru sorabileceği ve güvenle cevap alabileceği bir ortam oluşturulması gerektiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, pandemi döneminde çocuğun soru sorabileceği ve güvenle cevap alabileceği bir ortam oluşturulması gerektiğini söyledi.
Uzman Dr. Burcu Gökalp Özcan ve Psikolog Gizem Başkılıç Turan, 2020 yılının ilk yarıyılı itibariyle yeni yaşam şeklinin benimsenmeye başlandığı pandemi döneminde çocukların ruh sağlığına yönelik yapılması gerekenlerle ilgili açıklama yaptı.
Birçok insanın ilk defa karşılaştığı pandemi döneminde öğrenilen yeni nesil hastalıkların bir ifade şekli olarak günlük hayatta yerini aldığını belirten Dr. Özcan, ilişkilerin, sosyal yaşantının, alışkanlıkların, vb. birçok şeyin değişmeye, yeni anlamlar kazanmaya ve alışkanlık haline gelmeye başladığını kaydetti.
Dr. Özcan, “Tam da değişimin başladığı yerde kaygılarımıza, öngöremediğimiz durumlara tahammül etmek zorunda kaldık. Bizler Covid-19 salgınını kendi süzgecimizden geçirirken, işlevselliğini kaybetme kaygısı ile günlük rutini büyük bir değişim geçiren çocuklarımız için bu süreci anlamak daha da zorlaştı” dedi.
Pandemi sürecinin çocuklara doğru şekilde aktarılması gerektiğine dikkat çeken Dr. Özcan, şu önerilerde bulundu:
“Öncelikle ebeveyn olarak kendi ruh sağlığı sürecimizden başlayarak, psikolojik iyi hal durumumuzu kontrol etmeliyiz. Psikolojik iyi hal durumu bireyin zihinsel, bedensel ve ruhsal anlamda iyi olması demektir.
Çocuk ruh sağlığı ise çocuğun zihinsel, fiziksel ve duygusal anlamda iyi ve gelişebilir olmasıdır. Çocukların gelişme döneminde olması, onların sosyal ve bilişsel alanda yeterliliklerinin de değişebilmesi durumudur.”
Çocukların bulunduğu konumun, yaş ve ay aralığına göre farklılık gösterdiğini, buna bağlı olarak bir çocuğun ruh sağlığının iyi olmasının; gelişim basamaklarındaki uyum, akranları ile ilişki kurabilmesi, öğrenebilir durumda olması ve oyun kurabilmesine göre belirlendiğini anlatan Dr. Özcan, şöyle devam etti:
“Bu süreçte çocuğun soru sorabileceği ve güvenle cevap alabileceği bir ortam oluşturmak çok önemlidir. Çocuklarımızın birçok soruya yanıt aradığını göz ardı edemeyiz. Çocuk merakla keşfetmek ister. Duyduğu, öğrendiği ya da merak ettiği her konuya, onun yaşına uygun cümleler kullanarak yalın cevaplar verilmelidir.
Ebeveynin bilmediği veya yanıt vermekte zorlandığı bir durumda, bu iletişimden kaçınmamalı, bilmediğini ve öğrenmek için araştıracağını mutlaka belirtmeli, çocuğun kaygılarının farkında olmalıdır.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikoloğu Gizem Başkılıç Turan ise içinde bulunulan durumu ve pandeminin etkisini göz önünde bulundurarak, üstü kapatılan her bir bilginin, çocukta kaygı ve merak uyandıracağını vurguladı.
Yapılması gerekeni, çocuğun yaşadığı her duygunun ebeveyn tarafından kabul görmesi ve kavrama sürecine destek olunması olarak anlatan Turan, yapılması gerekenleri şöyle özetledi:
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Mustafa Çelik, kulak zarı arkasında, yani orta kulak boşluğunda bilinen anlamda iltihap olmadan sıvı birikmesi olarak tanımlanan kulak nezlesinin; çocukluk çağının en sık görülen hastalıklarından biri olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Mustafa Çelik, kulak zarı arkasında, yani orta kulak boşluğunda bilinen anlamda iltihap olmadan sıvı birikmesi olarak tanımlanan kulak nezlesinin; çocukluk çağının en sık görülen hastalıklarından biri olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı da olan Doç. Dr. Çelik, “Kulak nezlesi olan çoğu hastada tek şikâyet işitme kaybıdır. Hastaların bir kısmının ise herhangi bir şikâyeti yoktur ve başka nedenlerle muayene sırasında tanı konulur” dedi.
Küçük çocuklarda orta kulak ve östaki kanalının gelişimini tam olarak tamamlamadığını kaydeden Doç. Dr. Çelik, “Bu nedenle kulak nezlesi büyük çoğunlukla çocukluk çağı hastalığıdır. Özellikle 4- 6 yaşlarında karşılaşılır. Yaş ilerledikçe östaki kanalı eğimli hale gelir ve bu nedenle erişkinlerde kulak nezlesi nadir görülür” diye konuştu.
Kulak nezlesinin orta kulak iltihabından farklı bir hastalık olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Çelik, belirtileri şöyle özetledi:
“Orta kulak iltihabında orta kulak boşluğunda ve kulak zarında iltihap oluşur ve bu durumda, orta kulak dokularında ve kulak zarında şişlik, kızarıklık ve şiddetli ağrı meydana gelir. Kulak nezlesinde ateş, kulak ağrısı ve kulak zarında şişme ve aşırı kızarıklık gibi aktif enfeksiyon bulguları yoktur. Çoğu hastada tek şikâyet işitme kaybıdır. Kulak nezlesi olan çocuklar, şikayetlerini ifade edemezler ve dikkat çekici şekilde sürekli olarak kulaklarıyla oynarlar. Hastaların bir kısmının ise herhangi bir şikâyeti yoktur ve başka nedenlerle muayene sırasında tanı konulur.
İşitme kaybı hafif dereceden orta- şiddetli derecelere kadar değişen seviyede olabilir. Hafif işitme kaybı bile çocuğun gün içerisinde iletişiminde birçok kelimeyi kaçırmasına neden olabilir. İşitme kaybının uzun süre fark edilmemesi çocukların zihinsel gelişiminde, konuşmasında ve entelektüel fonksiyonlarında gecikmelere neden olabilir.
İşitme kaybı yaşayan çocuklar televizyonu yüksek sesli olarak izlerler, işitme azalması nedeniyle seslere hemen cevap vermezler veya ilgisiz kalırlar, derslerinde başarısızlık ve sosyal uyumunda bozulmalar başlar, iyi duyamadıkları için konuşma bozuklukları gelişebilir.”
Doç. Dr. Çelik, kulak nezlesi tanısında, hastalığın genellikle çocuklarda görülmesi nedeniyle kişisel ifade yetersizliği, belirtilerin az ve belirsiz olması ve muayene bulgularının da belirsiz olmasının yaşanan en önemli sorun olarak karşılarına çıktığına vurgu yaptı.
Muayenede, kulak zarının değişik görünüm, renk ve özellikte olabileceğini anlatan Doç. Dr. Çelik, “Kulak zarının şeffaf görünümü ve beyaz rengi genellikle değişmiş olup, renk bazen açık pembe, bazen kehribar sarısı, bazen de soluk mor refleli olabilir. Kulak nezlesinde kulak zarı şeffaf ya da donuk olup hava- sıvı seviyeleri ya da hava kabarcıkları seçilebilir. Tanıda, orta kulak basıncı ölçümü ve hasta uyumlu ise işitme testleri kullanılır” ifadelerine yer verdi.
Doç. Dr. Çelik, kulak nezlesi tedavi yöntemlerini ise şu şekilde açıkladı:
“Takiplerle Koruma Tedavisi (Konservatif Tedavi): Kulak nezlesi tedavisinin doğrudan altta yatan nedenlere ve risk faktörlerine yönelik olması ve orta kulağın normal havalanmasının sağlanması gerekir.
İşitmede aşırı bozulma yoksa ve yapılan muayenelerde dönem dönem orta kulağın normale döndüğü görülüyorsa ve muayenede kulak zarında belirgin çökme yoksa orta kulak sıvıları 3-6 ay takip edilebilir. Kulak zarında çökme, ileri seviyede işitme kaybı, hastalık süresi 3 ayı geçmemişse, konuşmada gecikme, sık orta kulak atakları öyküsü yoksa hastalar birer ay aralıklarla 3 ya da 6 ay takip edilebilir.
İlaç Tedavisi: Kulak nezlesinde orta kulakta mikrobik hastalık etkenleri bulunmadığı için ilaç tedavisinin etkisi çok azdır. Ancak orta kulağa enfeksiyon yayılmasına yol açan burun, boğaz, sinüs, geniz bölgesinde enfeksiyon varsa antibiyotikler, geniz açıcı ilaçlar ve alerji ilaçları üst solunum yolu enfeksiyonu geçene kadar 10-14 gün kullanılması yeterlidir. Kulak nezlesinde ağrı kesiciler iltihap sürecini uzattığı için önerilmez.
Cerrahi Tedavi: Kulak zarında çökme, işitme kaybının fazlalığı (35 dB ve üzeri), sinirsel tip işitme kaybı, konuşmanın gecikmesi, dirençli ve yakın bir gelecekte düzelmenin olası görülmediği durumlarda cerrahi tedavi uygulanması kaçınılmaz ve göreceli olarak acildir.
Cerrahi tedavide kulak kanalından kulak zarına havalanma sağlayıcı tüp takılır. Hastada geniz eti varsa ve enfeksiyon kaynağı olarak risk oluşturuyorsa geniz eti ameliyatı yapılması gerekir. Tüp genellikle takıldıktan sonra 6 ay içinde dış kulak yoluna doğru kulak zarı kapandıktan sonra atılır. Tüp ameliyatının hayati komplikasyonu yoktur.”
Erişkinlerde çocuklardan daha seyrek karşılaşılan kulak nezlesinin, buna karşın daha ciddi nedenlere bağlı olabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Çelik, “Özellikle tek taraflı olan erişkin kulak nezlesinde ilk elenmesi gereken patoloji, geniz kanseri ya da lenf kanseri olmalıdır” diyerek sözlerini tamamladı.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, ilerlemiş kanser hastalarının tedavi seçenekleri sayesinde, aylarca hatta yıllarca iyi bir yaşam kalitesini koruyabileceklerini söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, ilerlemiş kanser hastalarının tedavi seçenekleri sayesinde, aylarca hatta yıllarca iyi bir yaşam kalitesini koruyabileceklerini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı da olan Prof. Dr. Yıldırım, 1-7 Nisan Ulusal Kanser Haftası nedeniyle yaptığı açıklamada, “Bir kanser tedavi edilemezse bile hastanın daha rahat ve uzun yaşamasını sağlayacak tedaviler verilebilir” dedi.
Metastatik (yayılmış) kanser hastalığı teşhis edildiğinde de tedavi seçenekleri bulunduğunu anımsatan Prof. Dr. Yıldırım, “Sağlık bakımıyla ilgili tedavi seçeneklerini anlamak için tedavi ekibi ile iletişim kurulması doğru olacaktır” diye konuştu.
Tedavi seçeneklerine değinen Prof. Dr. Yıldırım, hastanın doktoru tarafından standart tedavi, klinik çalışmalar, palyatif (rahatlatıcı) ve hospis (ağrı ve ıstırabı azaltarak konfor ve yaşam kalitesine öncelik vermek) bakımı seçeneklerinden birinin ya da birkaçının önerilebileceğine dikkat çekti.
Standart tedavi ve bazı klinik araştırmaların amacının, tümörleri küçültmek veya büyümelerini durdurmak olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yıldırım, şunları kaydetti:
“Buna hastalığa yönelik tedavi denir. Standart tedavi, kanser türü ve evresi için şu anda mevcut olan en etkili tedavidir. Bu tür tedavi, doğrudan hastalığı kontrol etmeye odaklanır. Çoğu zaman standart tedavi ilerlemiş kanseri tedavi edememekle birlikte, bazı hastalar, aileler ve doktorlar ameliyatı, kemoterapiyi, radyasyon tedavisini veya kanserin büyümesini yavaşlatması veya durdurması umuduyla yönlendirilmiş (hedeflenmiş, bireyselleştirilmiş) tedaviyi seçer. İlerlemiş kanserli bazı insanlar, standart tedaviyi bırakmayı seçerler. Bu genellikle tedavinin hoş olmayan veya zararlı yan etkilere neden olması durumunda söz konusudur.”
Hastanın standart tedaviye başlamaya veya devam etmeye karar vermeden önce, sağlık ekibiyle konuşması gerekenlere değinen Prof. Dr. Yıldırım, “Bunlar; kanserin tedaviye yanıt verme şansı, tümörü küçültmek veya kanser büyümesini yavaşlatmak gibi tedavi hedefleri, riskler, özellikle yan etkiler ve standart tedaviyi bıraktıktan sonra ne olacak sorularıdır” ifadelerine yer verdi.
Klinik çalışmaların gönüllüleri içeren çok kontrollü bir araştırma olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Birçok klinik araştırma, bunların güvenli, etkili ve muhtemelen doktorların şu anda kullandığı tedaviden daha iyi olup olmadıklarını bulmak için yeni tedavilere odaklanır. Bir klinik araştırmaya katılmak, ilerlemiş kanserli bir kişinin gelecekte ilerlemiş kanserli başka bireylere yardım etmesine izin verebilir. Ayrıca tedavinin yardımcı olma ihtimali de var.
Klinik araştırma ilerlemiş kanserli insanlar için genellikle iyi bir tedavi seçeneğidir. Kanserli kişilerin, klinik deneyleri sadece son çare olarak değil, tedavi süresince düşünmeleri gerekir. Destekleyici ya da palyatif bakım ise semptomları azaltmaya, yaşam kalitesini iyileştirmeye, hastaları ve ailelerini desteklemeye odaklanan herhangi bir tedavidir. Yaşı ya da kanserin türü ve evresi ne olursa olsun herkes gerektiğinde palyatif bakım almalıdır.”
Kanser ve yan semptomları ile tedavinin yan etkilerini yönetmenin önemine de değinen Prof. Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:
“Bunlar ağrı, yorgunluk, zor nefes alma, mide bulantısı veya kilo kaybını içerebilir. Geniş bir yelpazede tedaviler, semptomları ve yan etkileri yönetmeye yardımcı olabilir. İlaç tedavisi, beslenme tavsiyesi, cerrahi, sakinleştirici teknikler, radyasyon tedavisi, masaj, fizik tedavi, meditasyon, rehabilitasyon çok önemlidir.
Palyatif bakımda pratik ihtiyaçlar önceliklidir. Hastalar, mali ve yasal endişeler, ulaşım sorunları, istihdam sorunları ve daha fazlasını ele alma konusunda yardım alabilirler. Duygusal ve sosyal ihtiyaçlara odaklanılmalı hastaların depresyon, kaygı bozukluğu, korku, aile ve ilişki sorunları ve diğer endişeleri ele alınmalıdır.”
Hastaların manevi ihtiyaçlarıyla endişelerinin de ele alınması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Yıldırım, “Onkoloji sosyal hizmet ve palyatif bakım uzmanları, kanserli kişilerin yaşamlarını tamamlama kavramını kabul etmeye çalışırken inançlarını keşfetmelerine yardımcı olabilir. Bu uzmanlar ayrıca hastaları ve ailelerini yerel manevi ve dini kaynaklara ulaştırabilir” ifadelerini kullandı.
“Hospis bakım, hastanın yaşamın sonuna barış, saygı ve haysiyetle yaklaşmasına yardımcı olmayı ve palyatif bakımı içerir” diyen Prof. Dr. Yıldırım, kanser sıklığının artmasıyla birlikte, ilerlemiş kanser hastalığı ile daha fazla karşılaşılacağının altını çizdi.
Uygun tedavi seçenekleri oluşturulmasının önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yıldırım, “SANKO Üniversitesi Hastanesi yeni onkoloji servisiyle, nükleer tıp tedavileri gibi önemli gelişmelerle hizmet vermektedir. Onkoloji ekibi olarak, ‘insan odaklı bütüncül tıp yaklaşımı ve bilimin gücüyle’ hastalar ve yakınlarının yanındayız” diyerek sözlerini tamamladı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Lenfödem Fizyoterapisti Ceyda Çiçek, kronik ve ilerleyici bir hastalık olan lenfödem tedavisinde en yaygın ve geçerli yöntemin, Kompleks Boşaltıcı Fizyoterapi (KBF) Programı olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Lenfödem Fizyoterapisti Ceyda Çiçek, kronik ve ilerleyici bir hastalık olan lenfödem tedavisinde en yaygın ve geçerli yöntemin, Kompleks Boşaltıcı Fizyoterapi (KBF) Programı olduğunu söyledi.
Lenfödem Fizyoterapisti Çiçek, lenfödem hastalığı ve tedavisi ile ilgili yaptığı açıklamada, lenfödemin çeşitli nedenlerle lenfatik sistemin bütünlüğünün bozulması sonucu proteinden zengin sıvının hücreler arası boşluklarda birikmesi ile kendini gösteren bir hastalık tablosu olduğunu belirtti.
Çiçek, “Lenfödem başlarda sadece dokuda şişlik oluşması şeklindeyken, tedavi edilmediği taktirde ilerleyerek, cilt bozulmaları ve yaraların eşlik ettiği bir tabloya dönüşmektedir” dedi.
Lenfödemin iki tipi olduğunu anımsatan Çiçek, “Primer Lenfödem, bebek anne karnında büyürken lenfatik sisteminin yetersiz gelişmesi sonucu oluşur ve lenf sistemindeki yetersizliğin büyüklüğüne göre bebek direkt lenfödemli doğabilir veya ilerleyen yaşlarda lenfödem açığa çıkabilir. Sekonder lenfödemi ise sağlıklı lenfatik sistemin sonradan yapılan bir müdahale ile bütünlüğünün bozulması sonucu açığa çıkmaktadır” diye konuştu.
Günümüzde lenf sistemine en çok zarar veren girişimlerin kanser teşhis (lenf nodülü biyopsisi) ve tedavi (lenf nodüllerinin alınması, radyoterapi, kemoterapi) yöntemleri olduğunu kaydeden Çiçek, “Bunun yanında travma, yanık, tekrarlayan enfeksiyonlar, toplar damar yetmezliği, anormal yağ dokusu artışı (lipödem) gibi faktörlere bağlı olarak da lenfatik sistemin bütünlüğü bozulabilir ve lenfödem açığa çıkabilir” ifadelerini kullandı.
Lenfödemin sadece şişlik değil bir hastalık olduğuna dikkat çeken Çiçek, şu bilgiyi paylaştı:
“Şişen vücut bölgesinin ebadı genişler, ağırlığı artar ve doku beslenmesi bozulduğu için ciltte bozulmalar oluşur. İleri evrelerinde yaralar açılır. Büyüyen vücut bölgesi estetik açıdan görünümü bozar, hareketi engeller, eklem ağrılarına neden olur ve sonuçta günlük yaşam aktivitelerini zorlaştırarak yaşam kalitesini düşürür.”
Lenfödemin en önemli belirtisinin şişlik olduğunu, ilk dönemlerde dinlenme ile geçtiğini, zamanla kalıcı hale geldiğini ve doku sertleşmesinin eşlik ettiğini anlatan Çiçek, şöyle devam etti:
“Bunun yanında hastanın hikayesi çok önemlidir. Lenfödem en sık kol ve bacakta ortaya çıkarken; gövde, baş-boyun bölgesi ve genital bölgede de gelişebilir. Birden fazla bölgenin aynı anda etkilenmesi de söz konusu olabilir.
Erken evrede etkilenen alandaki şişlik ve hasta hikayesi, teşhis için en önemli iki kriterdir. Hekim, hastanın semptomlarını, tıbbi geçmişini ve vücudun etkilenen bölümünü değerlendirir ve tanıyı kesinleştirmek için ultrasonografi, venöz doppler ultrasonografi, lenfosintigrafi gibi tetkiklerden bir ya da birkaçını isteyebilir.”
Günümüzde lenfödem tedavisinde en yaygın ve geçerli yöntemin Kompleks Boşaltıcı Fizyoterapi Programı olduğunu vurgulayan Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Son yıllarda değişik cerrahi yöntemler de geliştirilmiştir. Fakat bu cerrahi yöntemlerin başarıya ulaşabilmesi için mutlaka KBF ile desteklenmesi gerekmektedir. KBF, uluslararası sertifikasyon programları ile uygulama yetkinliği kazanmış fizyoterapistler tarafından uygulanmaktadır.
KBF, manuel lenf drenajı, cilt bakımı, basınç uygulaması ve egzersizden oluşan bir tedavi protokolüdür. Bu dört parametrenin her tedavi seansında uygulanması gerekmektedir. KBF, yoğun faz ve koruma fazı olmak üzere iki fazda uygulanmaktadır.
Yoğun faz, lenfödemin indirilmesi için manuel lenf drenajı, cilt bakımı, kompresyon bandajı uygulaması ve terapatik egzersiz, fizyoterapist tarafından yapılmaktadır. Aynı zamanda bu dönemde hastaya manuel lenf drenajı, bandajlama, bası giysisinin kullanımı ve egzersizler konusunda eğitim verilir. Lenfödemin şiddetine göre 10- 30 seans arası sürebilir.
Koruma fazı olarak da adlandırılan ikinci aşamada ise yoğun fazda elde edilen kazanımların korunması ve/veya artırılması için hasta tarafından drenaj ve basınç uygulamasının yapıldığı dönemdir. Bu aşamada hasta kendisine özel tasarlanmış ve örülmüş bası giysisi kullanır. Koruma fazı mevcut koşullarda ömür boyu sürmektedir.”
Çiçek, KBF’nin etken fark etmeksizin (primer/sekonder lenfödem) bütün lenfödem tablolarında kullanılan bir tedavi yöntemi olduğunu bildirdi.
Amaçlananın basit önlemlerle bireyi yaşanabilecek olumsuzluklara karşı korumak ve yaşam kalitesini artırmak olduğunun altını çizen Çiçek, bireylerin günlük yaşamda genel olarak dikkat etmesi gereken noktaları ise şöyle sıraladı:
Çiçek, lenfödem hastalığı ve tedavisi ile ilgili detaylı bilgi, değerlendirme ve tedavi için SANKO Üniversitesi Hastanesi’ne başvurulabileceğini, sözlerine ekledi.
Psikolog Işıl Afat, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde görev yapmaya başladı.
Psikolog Işıl Afat, SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde görev yapmaya başladı.
Işıl Afat, 1992 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk ve ortaokul eğitimini Gaziantep Kolej Vakfı’nda, lise eğitimini Erdem Koleji’nde tamamladı.
2010-2015 yılları arasında Girne Amerikan Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde Lisans Eğitimi, 2015-2017 döneminde Üsküdar Üniversitesi Klinik Psikoloji Tezli Yüksek Lisans Eğitimi alan Afat, 2018’de Gaziantep’te özel bir hastanede, sonrasında ise Şahinbey Belediyesi Konuşma Bozukluğu Projesi’nde görev yaptı.
Eğitimi süresince çeşitli eğitimlere ve kongrelere katıldı. Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi Mehmet Zihni Sungur (Kognitif ve Davranış Terapileri Eğitimi) ve Çocuk Terapisi (Başkent Üniversitesi) eğitimleri aldı.
Uygulamış olduğu ölçek ve envanterler; Scl90 (Psikolojik Belirti Tarama Ölçeği), MMPI (Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri), KENT EGY (zeka testi), AGTE (Ankara Gelişim Envanteri), standardize mini mental test (demans tarama testi), gessel gelişim testi (çocuk psiko-motor gelişim testi), peabody resim kelime testi (çocuk dil gelişim ölçeği), bender geştalt algı testi (görsel motor algılama testi), draw a person (psikolojik yansıtmalı kişilik ve bilişsel tarama ölçeği) ve good enough (çocuklardaki zihinsel gelişme tarama ölçeği) ve MOXO (dikkat eksikliği ve hiperaktivite tarama ölçeği).
Afat, Mart 2021 itibariyle Psikiyatri Uzmanları Dr. Öğr. Üyesi Halil İbrahim Öztürk, Dr. Öğr. Üyesi Barış Yılbaş, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Burcu Gökalp Özcan, Uzm. Psikolog Didem Doğru, Uzm. Psikolog İrem Kileci ve Psikolog Gizem Başkılıç Turan’ın görev yaptığı SANKO Üniversitesi Hastanesi Psikiyatri Kliniği’nde görev yapmaya başladı.
Çağdaş hastane yönetimi anlayışıyla yönetilen ve sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde;
14 Mart Tıp Bayramı kutlamaları kapsamında SANKO Üniversitesi ve SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde akademisyenlere ve hekimlere armağan takdim edildi.
14 Mart Tıp Bayramı kutlamaları kapsamında SANKO Üniversitesi ve SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde akademisyenlere ve hekimlere armağan takdim edildi.
SANKO Üniversitesi’nde, Rektör Prof. Dr. Güner Dağlı, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Metin Bayram, Genel Sekreter Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ve Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Salih Murat Akkın, akademisyenlerin 14 Mart Tıp Bayramını kutlayarak, armağan takdim etti.
Prof. Dr. Dağlı, akademisyenlere üzerinde Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafı ve imzasının olduğu kahve fincanlarını takdim ederek, başarılar diledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde ise Rektör Prof. Dr. Dağlı, Genel Sekreter Dr. Yıldırım, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Akkın, Hastane Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci ve Mesul Müdürü Dr. Suat Özerbaş, hekimleri ziyaret ederek, üzerinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafı ve imzasının olduğu kahve fincanları armağan ederek, 14 Mart Tıp Bayramlarını kutladı, sağlık ve başarı dileklerinde bulundu.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Hastalarının sağlığını, kendi yaşamlarının önüne koyan hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın hakkını ödeyemeyiz” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Hastalarının sağlığını, kendi yaşamlarının önüne koyan hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın hakkını ödeyemeyiz” dedi.
Dr. Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle yayımladığı mesajında, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının büyük bir aile olduğunu ve bu ailede herkesin önemli roller üstlendiğine dikkat çekerek, sağlıkta başarının temelinde insana saygı, mesleğe olan inanç ve büyük bir çaba bulunduğunu ifade etti.
Dr. Kileci, “Mesai saati kavramı olmadan, mesleğini büyük bir inanç ve çabayla yerine getiren başta hekimlerimiz olmak üzere tüm sağlık profesyonellerinin 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyor, sağlık ve başarı diliyorum” ifadelerini kullandı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Genel Müdürü Dr. Sermet Kileci, “Hastalarının sağlığını, kendi yaşamlarının önüne koyan hekimlerimizin ve sağlık çalışanlarımızın hakkını ödeyemeyiz” dedi.
Dr. Kileci, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle yayımladığı mesajında, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının büyük bir aile olduğunu ve bu ailede herkesin önemli roller üstlendiğine dikkat çekerek, sağlıkta başarının temelinde insana saygı, mesleğe olan inanç ve büyük bir çaba bulunduğunu ifade etti.
Dr. Kileci, “Mesai saati kavramı olmadan, mesleğini büyük bir inanç ve çabayla yerine getiren başta hekimlerimiz olmak üzere tüm sağlık profesyonellerinin 14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyor, sağlık ve başarı diliyorum” ifadelerini kullandı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Nimet Yılmaz, mide ülserinin en sık 30-50 yaşlar arasında olmak üzere her yaşta görülebildiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Nimet Yılmaz, mide ülserinin en sık 30-50 yaşlar arasında olmak üzere her yaşta görülebildiğini söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, erkeklerde mide ülseri görülme sıklığının kadınlardan daha fazla olduğuna dikkat çekti.
Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, “Midenin iç yüzünü döşeyen ve mukoza denilen zarın mide asidi, safra sıvısı, sindirim enzimleri veya birtakım ilaçlarla hasarlanması sonucu oluşan doku kaybı ‘Mide ülseri’ olarak adlandırılır” dedi.
Mide ülseri oluşmasında midenin iç zarında bulunan ve koruyucu bariyer olarak görev yapan mukus tabakası ile mide mukozasına zarar veren etkenler arasındaki dengenin bozulmasının sorumlu tutulduğunu anımsatan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, şunları kaydetti:
“Mide mukozasına zarar veren ve mide ülserine yol açan nedenlerden bazıları; mide bakterisi olarak bilinen Helikobakter pylori, birtakım ağrı kesici ve antiromatizmal ilaçlar, aspirin, sigara ve alkol kullanımıdır. Bununla birlikte yoğun stres, genetik yatkınlık, aşırı kafein tüketimi, acı, baharatlı ve asitli gıdaların dengesiz ve fazla tüketimi de mide ülseri nedenleri arasındadır.”
Mide ülserinin belirtilerinin kişiden kişiye değişlik gösterdiğini, genellikle üst karın bölgesinde ağrı, gaz, şişkinlik, kazınma ve yanma hissi gibi farklı şekillerde tarif edilebileceğini anlatan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, iştahsızlık, kilo kaybı, bulantı, kahve telvesi şeklinde kusma, sık acıkma ve hazımsızlığın da mide ülserinde görülen diğer belirtiler olduğuna vurgu yaptı.
Mide ülserinin belirtilerinin yemekle birlikte daha da kötüleştiğinin altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, şöyle devam etti:
“Ülser olan hastalarda yemek yemek ağrıya neden olduğu için hastalar yemekten kaçınır ve kilo kaybederler. Ağrı bazen gece uyandırabilir ve mevsim dönüşü olan ilkbahar ve sonbahar aylarında daha da şiddetlenebilir. Ancak ülser, mide çıkışında bulunan oniki parmak bağırsağında ise yemek yemek hastayı rahatlatmaktadır.
Bu belirtiler mide ilaçları ile kısa bir süre geçiyor fakat sık tekrarlıyorsa mutlaka bir doktora başvurmak gerekmektedir. Çünkü tanı konulmamış ve tedavi edilmemiş ülserlerde midede kanama ve delinme gibi hayatı tehdit eden ciddi komplikasyonlar görülebilmektedir.
Kahve telvesi şeklinde kusma veya katran gibi siyah pis kokulu cıvık dışkılama mide ülser kanaması belirtisidir. Başka hiçbir şikayeti olmasa dahi dışkısının siyah renkli olduğunu gören kişilerin acil bir şekilde bir sağlık kurumuna başvurması gereklidir.”
Mide ülserini teşhis etmenin en doğru yönteminin üst gastrointestinal sistem endoskopisi olduğunu vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Endoskopi ile hem ülser direkt görülebilmekte hem de gerektiği zaman doku örneği alınabilmektedir. Ayrıca kanayan ülserlere endoskopi esnasında endoskopik tedavi yöntemleri uygulanabilmekte ve kanamanın durdurulması sağlanabilmektedir. Mide ülserlerinde mide kanserini ekarte edebilmek ve erken teşhis konabilmesi için de endoskopi önerilmektedir.”
Mide ülseri tanısı konduktan sonra tedavide ilk aşamanın mide asidinin azaltılması olduğunu ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Yılmaz, tedavi yöntemlerine ilişkin şu bilgileri paylaştı:
“Mide asidini güçlü bir şekilde baskılayan ilaçlar histamin reseptör blokerleri ve proton pompa inhibitörleridir ve bu ilaçlar sayesinde ülser tedavisi başarılı bir şekilde yapılabilmektedir. Tedavide ikinci aşama ise ülsere neden olan etkenin ortadan kaldırılmasıdır.
Etken bir mide bakterisi ise birtakım spesifik antibiyotikler kullanılmaktadır. Ülserin nedeni aspirin veya antiromatizmal ilaçlar ise doktor kontrolünde doz ayarlaması yapılmalıdır.
Hastaların yaşam tarzı değişiklikleri de ülser tedavisinde çok önemlidir. Sigara ve alkol kullanımının kesilmesi, acılı, baharatlı, kafeinli ve asitli gıdaların tüketiminin kısıtlanması tedaviye önemli katkı sağlayacaktır.”
SANKO Üniversitesi’nde ve Üniversite Hastanesinde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı.
SANKO Üniversitesi’nde ve Üniversite Hastanesinde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı.
Rektör Prof. Dr. Güner Dağlı, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. M. Metin Bayram, Genel Sekreter Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ve İnsan Kaynakları Müdürü Tuğba Özgüven, üniversitede görevli akademik ve idari personelin Kadınlar Günü’nü kutladı, üzerinde Cumhuriyetimizin Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafının bulunduğu kahve fincanı armağan etti.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde ise Genel Müdür Dr. Sermet Kileci, Genel Müdür Yardımcısı Rabia Ağar, Mesul Müdür Dr. Suat Özerbaş, Başhemşire Ceylan Özyılmaz, Hasta Hizmetleri Müdürü Yasemin Turunç ve İnsan Kaynakları Sorumlusu Nazlı Durakoğlugil tarafından kadın personelin Dünya Kadınlar Günü’nü kutlandı, üzerinde, Büyük Önder Atatürk’ün “Yeryüzünde gördüğünüz her şey, kadının eseridir” sözü yazılı olan mini kaktüs takdim edildi.
SANKO Üniversitesi ve Hastanesinde kadın personele ayrıca Kadınlar Günü dolayısıyla SANKO Holding tarafından SANMED (SANKO Okulları Mezunlar Derneği) Hatıra Ormanı’na yapılan fidan bağış sertifikaları da armağanlarla birlikte sunuldu.
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde yatan kadın hasta ve hasta yakınlarına karanfil verildi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Selver Seval Soğan, idrar ve gaita kaçırmanın bireylerin yaşantılarına ve sosyal aktivitelerine önemli ölçüde sınır koyduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Fizyoterapistlerinden Selver Seval Soğan, idrar ve gaita kaçırmanın bireylerin yaşantılarına ve sosyal aktivitelerine önemli ölçüde sınır koyduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde idrar kaçırma tedavisine yönelik hizmet verilmeye başlandığını belirten Selver Seval Soğan, ürodinami (mesane fonksiyonlarını ölçmeye yarayan test), Üroflowmetri(işeme testi) ve Emg-Biofeedback (Pelvik Taban Kas Eğitimi) ile tedavinin mümkün olduğuna dikkat çekti.
Selver Seval Soğan, “İdrar ve gaita kaçırma toplumumuzda sık görülen bir durumdur. İdrar kaçırma kontrol edilemeyen ve istemsiz idrar tutamama halidir. Her yaş aralığını içermekle beraber 4 yaşından sonra gaita, 5 yaşından sonra idrar kaçırma mutlaka tedavi edilmeli” dedi.
Pelvik taban kaslarının mesane ve bağırsak kontrolünü gerçekleştiren, üreme organlarına destek sağlayan hamak yapıdaki kaslar olduğunu anımsatan Selver Seval Soğan, şöyle devam etti:29.07.2021 Gaziantep Özel San Konukoğlu Hastanesi -
“Pelvik taban kaslarının fonksiyon bozukluğu işeme ve gaita problemlerine neden olabilir. Hastanemizde, gece idrar kaçırma, gündüz idrar kaçırma, hem gece hem gündüz idrar kaçırma, nörojenik mesaneli olup işeme problemi yaşama, böbrek yetmezliği sonucu idrar kaçırma, mesanede idrar kalması, Temiz Aralıklı Kateterizasyon (TAK) kullanımı, gün içinde işeme sıklığının artması, ani idrar boşaltma hissi, dirence karşı işeme, zayıf akımlı işeme, genital ağrı, kabızlık, gaita kaçırma, cinsel disfonksiyon gibi birçok hastalığın tedavisini Üroloji Uzmanı, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı ile Fizyoterapist işbirliğinde HAPPY (Tedavinin En Mutlu Hali) protokolü ile uygulamaktayız.”
Yetişkin bireyler yanında çocuk hastalara ve ailelerine sağlıklı mesane ve bağırsak eğitimi verdiklerini vurgulayan Selver Seval Soğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu eğitimde, bireyin günlük yaşamında uygulayacağı mesane ve bağırsak önerileri yer alıyor. İşeme saatlerini, sıvı saatlerini, gaita saatlerini, yemesi ve yememesi gerekenleri, ailenin çocuğa nasıl bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini belirliyoruz. Gece idrar kaçıran çocuklara, alarm tedavisini görsellerle destekleyerek anlatıyor, mesane, bağırsak ve pelvik taban kasları hakkında bilgi veriyor, yapacağımız tedavinin nasıl olacağını açıklıyoruz.”
Kişiye özel tedavide birçok yöntem kullandıklarını anlatan Selver Seval Soğan, “Ürodinami (mesane fonksiyonlarını ölçmeye yarayan test),Üroflowmetri(işeme testi), Emg-Biofeedback (Pelvik Taban Kas Eğitimi), manuel teknikler, pelvik taban egzersizleri, solunum eğitimi gibi farklı tekniklerden yararlanıyoruz” diye konuştu:
Selver Seval Soğan, kullanılan tekniklerle ilgili olarak şu bilgileri paylaştı:
SANKO Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen Korona virüs aşı uygulaması araştırması, aşılamanın önemini ortaya koydu.
SANKO Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen Korona virüs aşı uygulaması araştırması, aşılamanın önemini ortaya koydu.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayşen Bayram, aynı bölümden Dr. Öğretim Üyesi Hadiye Demirbakan ile Araştırma Görevlileri Dr. İpek Koçer ve Merve Erdoğan ile yürüttükleri araştırma sonuçlarını açıkladı.
Gaziantep’te sağlık çalışanlarına uygulanan Korona virüs aşısının birinci dozundan sonra saptanan antikor sonuçlarının aşının etkinliğini ortaya koyduğunu belirten Prof. Dr. Bayram, Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel salgın olarak kabul edilen COVID-19 hastalığı ile mücadele kapsamında Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun, CoronoVac aşısı için acil kullanım onayı verdiğini anımsattı.
Türkiye’de aşılamanın başladığı 14 Ocak 2021 tarihinden itibaren, CoronaVac aşısının COVID-19’a karşı bağışıklık oluşturmadaki etkinliğini göstermeye yönelik en geniş katılımlı çalışmanın Gaziantep’te gerçekleştirildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Bayram, “SANKO Üniversitesi tarafından Sani Konukoğlu Uygulama ve Araştırma Hastanesinde yürütülen çalışmada, inaktive SARS-CoV-2 CoronoVac (Sinovac, Çin) aşısının ilk dozdan28 gün sonra etkinliği araştırıldı” dedi.
Dr. Bayram, Sağlık Bakanlığı Bilimsel Araştırma Platformu tarafından onaylanan ve SANKO Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenen çalışmaya SANKO Üniversitesi ve Hastanesinde çalışan akademisyenler ile sağlık çalışanları ve Tıp Fakülte sistajyer ve intörnlerinden oluşan toplam 1070 gönüllünün katıldığına vurgu yaptı.
“Çalışmada, katılımcılardan birinci doz aşı uygulamasından 28 gün sonra, ikinci doz aşı uygulamasından 3 hafta sonra, ilk aşıdan 4 ay ve 6 ay sonra olmak üzere toplamda dört ayrı zaman diliminde dört kez kan örneklerinin alınarak antikor değerlerinin izlenmesi planlandı” diyen Prof. Dr. Bayram, şöyle devam etti:
“SARS-CoV-2 virüsünün Spike proteiniS1 alt biriminin ‘Reseptör Bağlanma Bölgesine’ (RBD) karşı oluşan nötralizan IgG antikorları hastanemizin Merkez Laboratuvarında kemiluminesan mikropartikül immuno assay (CMIA) yöntemi ile kantitatif olarak saptandı.
Çalışmadan elde edilen verilere göre, sağlık çalışanlarından oluşan 1070 kişilik grupta tek doz aşı sonrasında yüzde 77,5 oranında SARS-CoV-2virüsüne karşı antikor oluştuğu gözlendi. Araştırma sonucu elde edilen veriler, ikinci doz aşıdan sonra aşılananların çok büyük bir kısmının Korona virüse karşı bağışık duruma geçecekler iyönündeki umutları artırmıştır.”
SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Kliniği tarafından 4 Şubat Dünya Kanser Günü etkinlikleri kapsamında mini bir müzik dinletisi düzenlendi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / Tıbbi Onkoloji Kliniği tarafından 4 Şubat Dünya Kanser Günü etkinlikleri kapsamında mini bir müzik dinletisi düzenlendi.
Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Yıldırım müzik dinletisi öncesi yaptığı konuşmada, Dünya Kanser Günü nedeniyle düzenledikleri etkinlikte hastalarla bir arada olmaktan mutluluk duydukların ı söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Prof. Dr. Yıldırım, “SANKO Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniğimizin açılmasına destek olan Konukoğlu Ailesine, SANKO Holding, üniversite ve hastane yöneticilerimize teşekkür ederim. Tüm hastalarımıza süreçte birlikte olduğumuzu bir kez daha hatırlatarak bu mücadelede başarılar diliyorum” dedi.
Ferit Ginol Kültür ve Sanat Merkezi’nin katkılarıyla düzenlenen müzik dinletisiyle moral bulan hastalara, Prof. Dr. Yıldırım tarafından karanfil takdim edildi.
4 Şubat Dünya Kanser Günü etkinlikleri kapsamında hastane yönetimi, personeli ile hasta ve hasta yakınlarına günün anlamını sembolize eden kurdeleler dağıtılarak, Kemoterapi Ünitesi balonlarla süslendi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanserin tüm dünyada görülen bir sağlık sorunu olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, kanserin tüm dünyada görülen bir sağlık sorunu olduğunu söyledi.
4 Şubat Dünya Kanser Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Yıldırım, bulaşıcı olmayan hastalıklar arasında kanserin, tüm gelişmiş vegelişmekte olan ülkelerde hızla ciddibir yük haline geldiğini belirtti.
SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / TıbbiOnkolojiUzmanı da olan Prof. Dr. Yıldırım, “Kanser araştırmalarında ve kanserle mücadeledeyapılan tüm ilerlemelere rağmen öngörülebilir gelecekte hastalığın tamamen ortadan kaldırılamayacağı bir gerçektir” dedi.
Kanserin, yüzde 46'sı gelişmiş ülkelerde olmak üzere, dünya çapında tahmin edilen yılda 10 milyon yenivaka sıklığı ile önemlibir küresel sağlıkolduğunun altını çizen Prof. Dr. Yıldırım, hastalığın yılda yaklaşık 7 milyondan fazla can kaybına yol açtığını kaydetti.
“Kanser, çok eski zamanlardan beri bilinmesine karşın, nedenleri konusundaki ilk bilgiler yaklaşık 200 yıl önce elde edilmeye başlamıştır” diyen Prof. Dr. Yıldırım, kanserin oluşumu ile ilgilişu bilgileriverdi:
“Genel olarak kanserin tek bir hücrenin malign (kötü huylu) dönüşümü sonucunda geliştiğikabul edilmekle birlikte, bu olay klinik anlamda karsinogenez (normal hücrelerden kanserli hücrelerin meydana gelmesi) için yeterli değildir.
Karsinogenez çok basamaklı bir süreçte, değişik karsinojen (kanser yapıcı) faktörlerin (kimyasal, fiziksel ve viral) etkisiyle uzun bir sürede gerçekleşir. Kanser hücresinin büyüme ve çoğalma sürecinde meydana gelen genetik (onkogenler, antionkogenler, vb.) değişiklikler, konakçı faktörleri ve tümör- konakçı etkileşimi(anjiogenez, invazyon, metastaz) sonucunda bir tümör kitlesi ortaya çıkar. Kanser gelişim sürecinde hücrede izlenen yapısal ve fonksiyonel değişiklikler çeşitli faktörlerin etkisiyle olmaktadır. Kısaca karsinojen olarak adlandırdığımız bu faktörler başlıca;kimyasal karsinojenler, fiziksel karsinojenler (radyasyon, UV) ve biyolojik (viral, bakteriyel) karsinojenlerdir.
Sonuç olarak, mevcut bilgilerimize göre karsinogenez, kesin çizgilerle ayrılmış olmamakla birlikte, birkaç basamakta gerçekleşmektedir. Kimyasal,fiziksel ve viral karsinojenlerin hücrenin genetik yapısını etkilemesiyle büyüme ve çoğalmayı artıran ve tümör baskılayıcı genlerin inaktive olmasınınyanı sıra, programlı hücre ölümü baskılanması sonucunda kontrolsüz çoğalma sürecibaşlar. Genetik yapıda meydana gelen ek değişiklikler(karsinojen ajanlar veya herediter bozuklukların etkisiyle) sonucunda kansere dönüşüm meydana gelir.”
Prof. Dr. Yıldırım, ülkemizde erkeklerde en sık görülen kanser türlerinin sırasıyla akciğer, prostat, kolorektal ve mesane kanseriolduğunu, dünyadaise mide kanserinin 4’üncü sırada yer aldığını, Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk sırayı prostat kanserinin aldığına vurgu yaptı.
Kadınlarda ise ülkemizde en sık görülen kanserlerin sırasıyla meme, tiroit, kolorektal ve uterus kanseriolduğunu anlatan Prof. Dr. Yıldırım,“Dünyada bu sıralamada meme, kolorektal, akciğer ve uterus kanserişeklindedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde meme, akciğer, kolorektal ve tiroitkanseriolarak sıralanmaktadır” diye konuştu.
Kanserin herkesi etkilediğini, hasta, aile ve toplum üzerinde muazzam bir yük oluşturduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Yıldırım, “Kanser ülkemizde vedünyada ölüm nedenleriarasında ikincisırada yer almaktadır. Yaşam kaybının küresel olarak yaklaşık altıda biri, ülkemizde ise beşte biri kanser nedeniyledir” ifadeleri kullandı.
Kanserden yaşam kayıplarının yaklaşık üçte birinin başlıca beş̧davranışsal ve beslenme ile ilgilirisk faktörlerinden kaynaklandığını bildiren Prof.Dr. Yıldırım, şöyle devam etti:
“Tütün kullanımı, yüksek beden kütle indeksi(fazla kilolu ya da şişman olma), meyve ve sebzeyi az tüketme, yetersiz fiziksel aktivite ve alkol kullanımı. Tütün kullanımı kanser için en önemli risk faktörüdür ve kanser ölümlerinin yüzde 22’sinden sorumludur. Hepatit ve insan papillomavirüsü (HPV) gibikansere neden olan enfeksiyonlar, düşük ve orta gelirli ülkelerde kanser vakalarının yaklaşık yüzde 25'inden sorumludur.
Günümüzde kanserin yüzde 30-50’si risk faktörlerinden kaçınma ve mevcut kanıta dayalı önleme stratejileriniuygulama yoluyla önlenebilir. Birçokkanserin iyileşme olasılığı, erken tanı konmuş̧ ve uygun şekilde tedavi edilmişse yüksektir. Hangi bölgede olursa olsun kanserle mücadelede ve kanser hizmetlerinde öncelikler belirlenirken kanser yüküne ve o bölgede yoğun biçimde görülen kanser türlerine yönelik bilgi esas alınmalıdır.”
Kanserden korunmada kansere yol açtığı düşünülen etkenlerden sakınmanın, bunlarla etkileşimi en aza indirmenin ve prekanseröz (henüzkanserleşmemiş) lezyonların kanserleşmesine engel olmanın önemine de değinen Prof. Dr. Yıldırım, uyulması gereken noktaları şu şekilde sıraladı:
Kanserde erken tanı olanaklarının bazı kanser türlerinde mümkün olduğunu anımsatan Prof. Dr. Yıldırım, sözlerini şöyle tamamladı:
“Sonuç olarak, kanser n kontrolünde korunma ile başlayan süreç, tarama çalışmaları ve sonunda kanserli hastanın terminal dönemde palyasyonuna kadar uzanmaktadır. Tüm aşamalarda, toplum ve hekimlerin eğitim önemlidir. Hastanın yaşam kalitesin artıran destek tedavilerle kanser tedavisi ve sonuçlarının izlenmesinde başarı için, multidisipliner (disiplinler arası) yaklaşım zorunludur.”
Bilim ve eğitimde başarıyı hedefleyen SANKO Üniversitesi’nde akademik yükselmeler ve atamalar devam ediyor.
Bilim ve eğitimde başarıyı hedefleyen SANKO Üniversitesi’nde akademik yükselmeler ve atamalar devam ediyor.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Mustafa Çetin, gerekli koşulları sağladığından akademik unvanı Profesörlüğe yükseltilerek yeni kadrosuna atandı.
Gerekli koşulları sağlayan SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / TıbbiOnkoloji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Yıldırım’ın da akademik unvanı Profesörlüğe yükseltilerek SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalında Profesör kadrosuna ataması yapıldı.
SANKO Üniversitesi Hastanesi İç Hastalıkları / NefrolojiUzmanı Doç. Dr. Mehtap Akdoğan, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalında; Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Çelik ise Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalında öğretim üyesi kadrolarına atandı. Doç. Dr. Mustafa Çelik aynı zamanda Anabilim Dalı Başkanlığı görevini üstlendi.
Prof. Dr. Mustafa Çetin Kardiyoloji Uzmanı, Prof. Dr. Mustafa Yıldırım İç Hastalıkları / TıbbiOnkoloji Uzmanı, Doç. Dr. Mehtap Akdoğan İçHastalıkları / Nefroloji Uzmanı ve Doç. Dr. Mustafa Çelik ise Kulak Burun Boğaz Uzmanı olarak akademik görevlerinin yanı sıra, SANKOÜniversitesi Hastanesi’nde hasta kabulüne devam ediyorlar.
SANKO Üniversitesi Hastanesi, COVID -19 geçiren hastalara verdiği hizmetlere yenilerini ekliyor.
SANKO Üniversitesi Hastanesi, COVID -19 geçiren hastalara verdiği hizmetlere yenilerini ekliyor.
Tüm dünyayı etkisi altına alan ve Mart 2020 tarihinden itibaren ülkemizide sağlık alanında olumsuz etkileyen COVID – 19 salgına yönelik SANKO Üniversitesi Hastanesi’nde kurulan COVID -19 Sonrası Takip Polikliniği hizmet vermeye başladı.
COVID - 19 Sonrası Takip Polikliniği Koordinatörü, SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Nevhiz Gündoğdu, “İki ayrı binada hizmet veren hastanemiz Mart 2020 tarihinden bu yana, ayrıştırılmış alanlarda COVID – 19 hastalarına yönelik hem poliklinik hem de yatış hizmeti vermektedir” dedi.
SANKO Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı da olan Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu, bu poliklinikte COVID – 19 hastalığı geçiren hastaların takibini yaparak, hala süren sağlık problemlerine yönelik tedavi programları oluşturduklarını söyledi.
COVID – 19 geçiren hastaların bir kısmının tamamen sorunsuz bir şekilde yaşamlarına devam ederken, bir kısmının ise özellikle solunum semptomları da içeren farklı sağlık sorunları yaşayabildiklerini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Gündoğdu; “Hastalarımızın bu ihtiyacına yönelik olarak polikliniğimizi hizmete sunduk. Hastanemizdeki tüm tanı ve tedavi branşlarıyla hastalarımızın yanındayız” şeklinde konuştu.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Çağlar Yazıcıoğlu SANKO ÜniversitesiHastanesiTüpBebek Merkeziile Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Çağlar Yazıcıoğlu SANKO ÜniversitesiHastanesiTüpBebek Merkeziile Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde hasta kabulüne başladı.
Opr. Dr. Çağlar Yazıcıoğlu, 1975 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu. Orta öğreniminiKahramanmaraşAnadolu Lisesi’nde tamamladı. 1999 yılında Akdeniz ÜniversitesiTıp Fakültesi’nden mezun oldu. İkiyıl içhastalıkları asistanlığı yaptı. Sonrasında bölüm değiştiren Opr. Dr. Yazıcıoğlu, Gaziantep ÜniversitesiTıpFakültesi’nde ihtisasını tamamlayarak 2008 yılında Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı oldu.
2008-2010 yılları arasında Siverek’te mecburihizmetini, Kütahya’da vatanigöreviniyaptı. 2011 yılındaEge ÜniversitesiKadın Doğum Kliniğinde laparoskopi-histeroskopieğitimialdı. 2011-2017 yılları arasındaKahramanmaraş Kadın, Doğum ve Çocuk Hastanesi’nde, ardından Gaziantep’te özel bir hastanede veözel kliniğinde çalışmalarını sürdürdü.
2016 yılında Acıbadem Kadıköy HastanesiTüp Bebek Kliniğinde, tüp bebek uygulamaları ile ilgilieğitimler alarak infertilite ve üreme tıbbı alanında uzmanlaştı. 2018 yılında Fransa ve Macaristan’da ileridüzey hands-on laparoskopik cerrahieğitimlerine katıldı. 2017-2021 yılları arasında Kayseri’de özel birhastanenin tüp bebek merkezinde çalıştı. Çok sayıda başarılı tüp bebek uygulaması yanı sıra sayısızlaparoskopik ve histeroskopik operasyona imza attı.
Ocak 2021 tarihiitibariyle SANKO ÜniversitesiHastanesiTüp Bebek Merkeziile Kadın Hastalıkları veDoğum Polikliniği’nde hastalarını kabul etmeye başlayan Opr. Dr. Yazıcıoğlu’nun yerlive yabancıdergilerde yayınlanmış makaleleribulunuyor.
SANKO ÜniversitesiHastanesiKadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde jinekolojik muayene, gebeliktakibi, ağrısız normal doğum, sezaryen, infertilite tedavileri, ilaçlı rahim filmi(HSG), her türlü jinekolojikameliyatlar, ileridüzey laparoskopik ve histeroskopik (kapalı) operasyonlar, menopoz tedavisi, yüksekteknolojive uzman kadroyla gerçekleştirilmektedir.
SANKO ÜniversitesiHastanesiTüp Bebek Merkezi, dünyanın en ileriteknolojilerinikullanarak, doğalyollardan çocuk sahibiolamayan ailelerin sağlıklı çocuklara kavuşmasını amaçlamaktadır.
İnfertilitenin nedenleritespit edildikten sonra aileye en uygun tedaviyöntemi(ilaçlı tedavi, inseminasyon -aşılama-, azospermihastalarında TESA/TESE, IVF, mikroenjeksiyon, genetiğideğerlendirilmiş embriyotransferi) belirlenir.
Teknolojik gelişmeler her alanda olduğu gibi, tüp bebekte de yeniyaklaşımlar sunmaktadır. Özellikletekrarlayan tüp bebek başarısızlığı, tekrarlayan gebelik kaybı, çikolata kistive düşük yumurta rezervi(erken menapoz) hastalarında kişiye özgü ve öncü tedaviyöntemleriyle yüksek gebelik oranları eldeedilmektedir.
Tüp bebek merkezinde, tedavilerdekison gelişmeler bebek arzusu içinde olan birçok aileye mutlusonuçlar vermektedir. Bu amaçla, ileriteknolojiürünü olan inkübatörler ve geliştirilmiş besiyerlerikullanılmaktadır. Transfer sonrası kalan embriyolar dondurularak saklanmakta ve ileridönemlerde anneadaylarına bu embriyolar transfer edilmektedir.
Sperm tetkikisonucunda, hiç sperm çıkmayan hastalara, TESE yapılarak, sperm bulunabilmekte ve tüpbebek yapılarak, çocuk sahibiolmaları sağlanmaktadır.
Embriyonun en yüksek kalitede gelişmesinisağlayacak, dünyanın en iyibesiyerleriile lazer teknolojisikullanılarak yüksek kalitede embriyo gelişimisağlanmaktadır. Genetik hastalıkların embriyo aşamasındatespit edilerek önlenmesi(PGD-preimplantasyon genetik tanı) yöntemiyle, ailelerin sağlıklı bebeklerekavuşması gerçekleştirilmektedir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindekiilk Tüp Bebek Merkezi’ni2001 yılında faaliyete geçirenSANKO ÜniversitesiHastanesi, çocuk özlemiçeken birçok ailenin bu özlemlerine son verilmesinisağlamıştır.
Gebeliğin başlangıcından, bebeğin sağlıklı doğumuna kadar uzman ve deneyimlibir ekiple aileye gerektıbbigerekse psikolojik destek verilmektedir.
Bebeğin sağlıklı bir şekilde doğabilmesive yaşayabilmesiiçin gereklidoğumhane, ameliyathane ve yoğunbakım koşullarına sahip olan SANKO ÜniversitesiHastanesi’nde infertilitenin nedenlerinin tespitinde vegebeliğin takibinde gereklitüm ileritetkikler gerçekleştirilmektedir.