Hastanemiz yöneticileri, çalışanlarına yeni yılın gönüllerince geçmesi dileğiyle bir yılbaşı kokteyli düzenledi. Acısıyla, tatlısıyla ama hep yan yana, omuz omuza ve umutla geçen bir yılın ardından hastane personeli “Hoş geldin 2015” kokteylinde bir araya geldi.
Hastanemiz Genel Müdürü Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, “Yorucu geçen bir yılın ardından göstermiş olduğunuz başarılı çalışmalardan dolayı hepinizi kutluyorum” dedi.
Hastane göreve yeni başlayanlara hoş geldiniz diyen Dr. Yıldırım, “2015 yılında da Özel Sani Konukoğlu Hastanesi olarak başarılı işler çıkarmaya devam edeceğiz. Hepinizin yeni yılının kutlar, 2015 yılında başarılarınızın artmasını ve beklentilerinizin gerçekleşmesini dilerim” diye konuştu.
Hastane yöneticilerinin de iyi temennilerini bildirmelerinin ardından, en eski ve en yeni personel kurum pastası kesti.
Kokteyl, personele çekilişle çok sayıda hediye dağıtılmasıyla sona erdi.
Yeni yılı hastanede karşılamak durumunda kalan pediatri hastalarına da hediyeler dağıtılarak, moral verildi.
Merkezi Gaziantep’te bulunan Anadolu Sağlık İşletmeleri Derneği (ASİD) Genel Başkanı Dr. Yıldırım, yeni yıl dolayısıyla bir kutlama mesajı yayınladı.
Dr. Yıldırım, yeni yılın ülkemiz ve dünyaya sağlık ve mutluluk dolu günler getirmesi temennisinde bulunarak, “Geride bırakmaya hazırlandığımız 2015 yılı hem ülkemiz, hem de dünya genelinde oldukça dinamik bir yıl oldu. 2016 yılının herkesin beklentilerini karşıladığı bir yıl olmasını diliyoruz” dedi.
Yaşanan her tür zorluğun ve sıkıntının, sağlığınız yerinde olduğu takdirde üstesinden gelinebileceğini anımsatan Dr. Yıldırım, “Yaşadığımız her iyi ve kötü olay, ancak sağlıklıysak, bir değer anlam ifade eder. Yeni yılın sağlık, huzur ve mutluluk getirmesini diliyoruz” ifadelerini kullandı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülen Mavi, “abartılmışların en iyi örneklerinden biri diye tanımladığı yılbaşı sofralarından sağlıklı beslenme adına en az zararla kalkmak için çaba harcanması gerektiğini söyledi.
Mavi, yılbaşı ve benzeri özel günlerde “Nasıl beslenmeli” sorusunu yanıtlamadan önce, Fransızların özdeyişi olan “Repete est la science de la mere - Tekrar bilimin anasıdır” sözünden hareketle, sağlıklı beslenmenin temel kurallarını anımsattı.
“Az, ama sık yiyin, öğün sayısını artırıp, miktarı azaltın. Kahvaltıyı asla atlamayın. Mümkün olduğu kadar organik, doğal yiyeceklerle beslenin. Meyve ve sebze ağırlıklı beslenin. Hedefiniz günde en az 5 porsiyon meyve-sebze olmalı. Sebzeleri çiğ ya da az pişmiş olarak yemeye çalışın” diyen Mavi, salıklı beslenmenin diğer kurallarını şöyle sıraladı:
“Kızartmaları, kızgın yağda kızartılmış börekleri, tatlıları ve patates cipslerini bir kenara bırakın, zorunluluk hissetmedikçe yemeyin. Vücudunuz için en yararlı içecek sudur, günde en az 2 litre su için. Çay, kahve ve kolalı içeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durun. Çay-kahve konusu son günlerde tartışma konusu olsa da, mümkün olduğu kadar bitkisel çaylara yönelin.
Geleneksel hamur işi, kremalı ya da şerbetli tatlılar yerine sütlü, meyveli ve az şekerli tatlıları tercih edin. Tatlı yediğiniz günlerin sayısını azaltın. Çikolata, gofret ve şeker gibi yiyecekleri sadece kendinizi ödüllendirmek istediğinizde alın. Haftada 3 defadan fazla et yemeyin. Genellikle balık veya tavuk yemeye çalışın. Hazır, özel işlemden geçmiş ya da koruyucu katkı maddeleri içeren yiyeceklerden kaçının. Atıştırmak amacıyla vücudunuza zararlı yağlar kullanılan bisküvi, kek kraker yerine yararlı yağlar içeren fındık, ceviz, badem yiyebilirsiniz. Ancak ölçülü olmaya çalışın.
Beyaz ekmeği sofranızdan kaldırın. Elenmemiş buğday, mısır ve çavdar unundan yapılmış ekmeği tercih edin. Alkolden mümkün olduğunca uzak durun. Bütün bu beslenme önerilerinin yanında hiç değilse 3 gün eksersiz yapmaya çalışın, güne başlarken mutlaka duş alın ve canlandırıcı bir müzikle hayata olumlu bakmaya çalışın.”
NELERİN YENİDLİĞİ ÖNEMLİDİR
Mavi, doğru beslenme ilkeleri ışığında yeni yılın ister evde, isterse dışarıda karşılansın, yemekte ne kadar yenildiğinden çok nelerin yenildiğinin önemli olduğunun altını çizdi.
Bu gece için temel kuralın azar azar ve sık yemek olduğuna dikkati çeken Mavi, “Yemeğe zeytinyağlılar gibi hafif yiyeceklerle başlanmalı, yarım porsiyon yiyerek sürdürülmelidir, vitamin, mineral ve posa içeriği yüksek besinlere sofrada mutlaka yer verilmelidir” diye konuştu.
Mavi, yılbaşı yemeğinin mümkün olduğu kadar yavaş ve uzun zaman dilimine yayılarak yenilmesi önerisinde bulundu.
Yeni yılın ilk gününü mide ve bağırsak sorunlarıyla “berbat” biçimde karşılamamak için yiyecekler yanında içeceklere de dikkat edilmesi gerektiğine vurgu yapan Mavi, “Alkol alınıyorsa birlikte bol su ve alkolsüz içecek tüketilmeli. İçkinin rengi koyulaştıkça içindeki toksik madde artacağından, açık renkli içkiler tercih edilmeli, aç olarak kesinlikle içilmemeli. İçerken arada bir şeyler atıştırmalı, ideal ölçü kadınlar için en fazla iki, erkekler için üç kadeh sınırının aşılmamasıdır” ifadelerini kullandı.
ERTESİ SABAH NE YAPILMALI
Mavi, ertesi sabah zinde uyanmak için yatmadan önce kaloriferlerin kapatılmasının ya da yatak odasının iyice havalandırılmasının gerektiğini bildirdi.
Diyabet, hipertansiyon ve kalp hastalıkları gibi kronik rahatsızlığı olan kişilerin yılbaşı sofralarının da daha dikkatli hazırlanması gerektiğin kaydeden Mavi, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu tür kronik rahatsızlığı olan kişiler mutlaka diyetlerini sürdürmeli, gerekirse diyetisyenlerine danışıp ek besin almalıdırlar. Aşırı gıda alımı sonucu ortaya çıkan mide gerginliği tansiyonun yükselmesine, kalbe daha fazla yük binmesine ve kriz riskinin artmasına yol açmaktadır. Yeni yılın ilk günü işin sırrı öğün düzenini düzenlemektir.
Kahvaltı, hafif bir öğle yemeği, akşam yemeği olacak şekilde üç öğünde beslenilmeli. Çok fazla çeşit ve yağlı besin tüketimi mide bulantısı, hazımsızlık ve ishal gibi sağlık sorunlarına yol açacağı için mümkün olduğu kadar besin tüketiminde yağsız ve az çeşit olmasına dikkat edilmeli. Yemekten önce 45-60 dakikalık yürüyüş yaparak metabolizmanızı hareketlendirebilirsiniz.
Doygunluk sağlandıktan sonra sofrada oturmak, yemek miktarının artmasına neden olacağı için yemek bitiminde sofradan kalkmalı ve özellikle yatmadan 2 saat önce yemek tüketimi sonlandırılmalıdır. Yılbaşı sofrasına aç olarak oturulmaması ve 1 - 2 saat öncesinde çorba, yoğurt, salata, meyve gibi düşük kalorili besinler tüketilmesi sağlıklı beslenme sağlayabilir.”
YEMEKLER NASIL OLMALI
Yemeklerin kızartma, kavurma şeklinde değil de, haşlama, ızgara, buğulama veya fırında pişirme yöntemleri ile hazırlanmasının önemini anlatan Mavi, sözlerini şöyle tamamladı:
“Hamur tatlıları yerine, hafif olan sütlü ve meyveli tatlılar tercih edilmelidir. Ayrıca bu tatlıların yapımı esnasında, enerji alımını azaltmak adına, yapay tatlandırıcıların toz formları kullanılabilir. Kuruyemiş tüketilecekse E Vitamini ve Q-3 içeren fındık ve ceviz tercih edilmeli, ancak yağ oranları fazla olduğundan tüketimleri 1 avucu aşmamalı.
Gece yarısından sonra işkembe çorbası yerine mercimek veya ezogelin gibi mideyi rahatlatacak çorbalar tercih edilmeli. Yılın ilk günü 60 - 90 dakika kadar yürüyüş yararlı olacaktır. Sonuç olarak bu özel gün öncesi ve sonrasında bazı ilkelere uymak, yılın ilk gününü daha rahat geçirmenizi sağlayacağı gibi, varsa kronik hastalıkların alevlenmesini de önleyecektir.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Rezan Harman kış aylarında neredeyse tüm insanların yakalandığı ancak pek de önemsenmeyen gribin, birçok farklı hastalığı tetikleyebileceğinden ciddiye alınması gereken bir hastalık olduğunu söyledi.
Dr. Harman “İnfluenza adı verilen bir virüsün neden olduğu grip ateş, şiddetli kas ve eklem ağrıları, halsizlik, bitkinlik, titreme, baş ağrısı ve kuru öksürük gibi belirtiler ile başlayan bir enfeksiyon hastalığıdır” dedi.
Çok kolay ve hızlı bulaşan gribin, influenza virüslerinin yol açtığı, akut üst solunum yolu enfeksiyonu semptomları ile başlayan bir hastalık olduğunu bildiren Dr. Harman, “Hastalığa grip adı da verilmekle birlikte, diğer virüslerin yaptığı üst solunum yolu enfeksiyonlarına da toplumda grip denilmektedir. Bu durum hastalığın diğer üst solunum yolu enfeksiyonları ile karıştırılmasına neden olmaktadır” diyerek teşhisin önemine dikkat çekti.
NEDEN GRİP AŞI OLMALIYIZ
Gribin yayılımını engellemek açısından grip aşısının büyük önem taşıdığını anlatan Dr. Harman, “Gribin ağır seyretme ihtimali olan risk gruplarını hastalıktan korumak, hastalığın şiddetini ve ölümleri engellemek, toplumda verilmesi gereken zorunlu hizmetlerin kesintisiz sürdürülmesini sağlamak amacıyla aşı uygulanmaktadır” diye konuştu.
KİMLER AŞILANMALIDIR
Dr. Harman, mutlaka grip aşısı yaptırması gereken risk gruplarını şu şekilde sıraladı: “Hacı adayları, sağlık çalışanları, gebeler ile doğum veya düşük yapmış ilk 15 gündeki kadınlar, 6-59 ay çocuklar, diyabet, kronik akciğer hastalığı, bağışıklık sisteminin baskılandığı durumlar gibi kronik hastalık nedeniyle risk taşıyan 5-64 yaş grubu kişiler, okul öncesi, ilk ve orta öğretim ve üniversite öğrencileri, 65 yaş üstü kronik hastalığı olanlar, Silahlı Kuvvetler mensupları, kolluk kuvvetleri (Emniyet, Jandarma), 5-24 yaş arası geri kalan tüm nüfus.”
DÜNYADA KAÇ TİP AŞI VARDIR
Dünyada halen üç tip aşı üretildiğini kaydeden Dr. Harman, bu aşıların “İnaktif adjuvanlı, inaktif adjuvansız ve canlı attenue (hastalık yapıcı etkisi zayıflatılmış) sprey aşı” olduğuna vurgu yaptı.
Dr. Harman, Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun aldığı karar gereğince ülkemizde gebeler hariç tüm hedef gruplara adjuvanlı aşı uygulanacağını ifade etti.
ADJUVAN NEDİR
Adjuvan’ı “Aşıların içine bağışıklık sisteminin verdiği yanıtı artırmak için eklenen yardımcı maddeler” olarak tanımlayan Dr. Harman, bu maddenin bir doz aşıdaki virüs içeriğinin 2-8 kat azalmasını sağladığını ve 80 yıldan bu yana birçok aşıda kullanıldığını kaydetti.
“Grip aşısı adjuvan olarak skualen içerir” diyen Dr. Harman, “Skualen, insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde bulunan doğal bir maddedir. Balık yağında, zeytinyağında, kozmetiklerde ve bazı reçetesiz satılan ilaçlarda bulunur. Aşı üretiminde kullanılan skualen köpek balıklarından elde edilmektedir” şeklinde konuştu.
AŞININ KORUYUCULUĞU NE ZAMAN BAŞLAR
Aşı yapıldıktan 8-10 gün sonra koruyucu etkisinin başladığını anlatan Dr. Harman, 2 hafta sonra da tam koruma sağlandığını bildirdi.
AŞI NASIL UYGULANIR
Aşının 10 yaş ve üzerindeki kişilere tek doz olarak uygulandığını söyleyen Dr. Harman, 6 ay ve altındaki bebeklere aşı uygulanmadığını, emzirme döneminde ise aşı yapılabileceğini kaydetti.
GEBELİKTE AŞI NASIL UYGULANIR
Grip aşısının gebelikte zararlı olup olmadığına dair çalışmalar yapıldığını anımsatan Dr. Harman, bu çalışmalar hakkında şu bilgileri verdi:
“Gerek canlı gerek adjuvanlı veya adjuvansız aşılar ile hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda gebelik, bebeğin anne karnındaki gelişimi, doğum ya da doğum sonrası gelişimi üzerine doğrudan ya da dolaylı zararlı bir etkiye ilişkin kanıt saptanmamıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün aşı konusundaki Uzmanlar Komitesi pandemik A (H1N1) 2009 aşılarının gebelerde uygulanabileceğine ilişkin bir karar almıştır”.
Grip aşısının 20. haftadan ileri gebeliklerde güvenilir olduğunu belirten Dr. Harman, 20. haftadan erken gebeliklerde de herhangi istenmeyen bir etkinin tespit edilmediğini kaydetti.
20. haftadan önceki gebeliklerde aşının kişinin yazılı onayı ile uygulandığını hatırlatan Dr. Harman, “Gebeler için adjuvansız aşı temin edilmesi öngörülmüştür. Gebelere adjuvansız aşı uygulamasına 2009 yılı Aralık ayında başlanmıştır” dedi.
AŞI KİMLERE UYGULANMAZ
Dr. Harman, aşı uygulanmayacak risk gruplarını, “Daha önce aşı yapıldı ise ve alerji geliştiyse, yumurtaya karşı alerjiniz varsa, yüksek ateşiniz var ise aşının ertelenmesi gerekir” diyerek uyardı.
AŞININ BEKLENEN EN SIK YAN ETKİLERİ NELERDİR
Aşı uygulanan bölgede kızarıklık, şişlik, ağrı, morluk, vücut kırıklığı, yorgunluk, baş ağrısı, terleme, titreme, kas ağrısı gibi yan etkilerin görülebileceğini kaydeden Dr. Harman, “Ancak bu yan etkiler genellikle aşıdan sonraki birkaç günde içerisinde kendiliğinden düzelir” diye konuştu.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, GAPSHOES 2016, 22’nci Uluslararası Ayakkabı, Terlik, Saraciye ve Yan Sanayi Yaz Fuarı’nda stant açtı.
Açılışını Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in yaptığı fuarda açılan stantta, hastanede sunulan sağlık hizmetlerine yönelik bilgiler paylaşılıyor, ziyaretçilerin tansiyon ve kan şekeri ölçümü ücretsiz olarak yapılıyor.
Gaziantep Ortadoğu Fuar Merkezi’nde düzenlenen ve yerli yabancı pek çok firmanın katıldığı fuar 19 Aralık 2015 tarihine kadar ziyaretçiler tarafından gezilebilecek.
ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ
Sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen ve dünya standartlarında hizmet verilen hastanede, acil servis, biyokimya, patoloji ve klinik mikrobiyoloji laboratuvarları, radyoloji, nükleer tıp, kardiyovasküler cerrahi, organ nakli merkezi, nefroloji, genel cerrahi, beyin cerrahisi, çocuk cerrahisi, dahiliye, gastroenteroloji, endokronoloji, kulak burun boğaz, pediatri, kardiyoloji, göğüs hastalıkları, üroloji, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon, plastik rekonstrüktif cerrahi, göz hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, nöroloji, psikiyatri, göğüs cerrahisi, dermatoloji, çocuk ve ergen psikiyatrisi ile üremeye yardımcı tedavi merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Rezan Harman, AIDS’in, HIV etkeni nedeniyle insanlarda bağışıklık sisteminin çökmesine yol açan bulaşıcı bir hastalık olduğunu söyledi.
Dr. Harman, “1 Aralık Dünya AIDS Günü” dolayısıyla yaptığı açıklamada, “İlk olarak 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde Haiti’den gelen göçmenlerde hastalık tablosu görülmüş ve Human Immunodeficiency Virus (HIV) 1985 yılında tanımlanmıştır” dedi.
AIDS’in, İngilizce Acquired Immune Deficiency Syndrome (Edinilmiş Bağışıklık Eksikliği Sendromu) kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltma olduğunu anımsatan Dr. Harman “HIV enfeksiyonunun patogenezi (bir hastalığın kaynağı ve gelişmesi sırasında organizmada meydana gelen değişiklikler bütünü) çok yönlü ve çok basamaklıdır. Hastalık ilk genç homoseksüel erkeklerde görülmüş daha sonra biseksüel erkekler ile kadınlara daha sonra bebeklere geçerek yayılmıştır” dedi.
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de vaka sayısının en fazla 15-49 yaş arasında olduğunu ve vakaların yüzde 70’ine yakınını erkeklerin oluşturduğunu anlatan Dr. Harman, “Bu vakaların yaklaşık yüzde 50’si heteroseksüel cinsel temas, yüzde 10’u damar içi uyuşturucu kullanımı, yüzde 10’unu da homoseksüel cinsel temas oluşturmaktadır. Sağlık Bakanlığı 2013 verilerine göre, Türkiye'de toplam 6.802 HIV/AIDS hastası bulunduğu bilinmektedir” diye konuştu.
“Türkiye'de, kesin olmamakla birlikte genel izlenim HIV enfeksiyonuna tanı konmada gecikme olduğu yönündedir” diyen Dr. Harman, şöyle devam etti:
“Erken tanı ve buna bağlı olarak erken tedavinin, HIV enfeksiyonunun seyri üzerine olumlu etkileri olduğu bilinmektedir. Her ülkenin risk gruplarını, bulaş kaynaklarını ve HIV prevalansını (belirli bir nüfusta, belirli bir zaman dilimi içerisinde, çalışma kapsamında yer alan, belirli bir hastalık veya hastalıklara sahip tüm olguların oranı) gözeterek, ulusal bir tarama stratejisi belirlemesi gerekir.
Hedefe yönelik sürveyans (hastalıklara ait verilerin düzenli olarak toplanması, bu verilerin analiz edilerek değerlendirilmesi ve ilgili birimlere dağıtılması işlemleri) çalışmaları ile doğru risk grupları belirlenip, taranarak enfekte olduğu halde henüz tanı konulamamış kişilere biran önce tanı konulması sağlanabilir.
Gelişmiş ülkelerde daha önce riske dayalı tarama programları uygulanmaktayken, bu yöntemle enfekte kişilerin büyük bir bölümünün atlandığının gözlenmesi üzerine, hasta reddetmez ise sağlık merkezine başvuran herkese testin yapılması Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi tarafından önerilmektedir.”
NE YAPILMALI?
Damar içi uyuşturucu bağımlıları ve eşleri, para karşılığı seks yapanlar, HIV ile enfekte kişilerin eşleri, homoseksüel erkekler, kendileri ya da eşleri son HIV testinden bu yana başka kişilerle cinsel ilişkiye girmiş olan heteroseksüeller gibi bazı risk gruplarında yer alan kişilerin, yıllık ya da daha sık aralıklarla test yaptırmalarının istenildiğine vurgu yapan Dr. Harman, “Hızlı HIV tarama testlerinin, özellikle HIV-1+2 antikor ve p24 antijenini içeren hızlı 'combo' testlerinin, duyarlılık ve özgüllükleri; ELİSA testlerine yaklaşmaktadır. Ancak ülkemizde hızlı testlerin kullanımına ilişkin bir düzenleme yoktur” ifadelerini kullandı.
Standart uygulamada tarama için dördüncü kuşak ELİSA testlerinin tercih edilmesi gerektiğini, doğrulama için Western-blot (WB) testinin kullanıldığının altını çizen Dr. Harman, test sonuçları ile ilgili olarak şu bilgileri verdi:
“Test sonucu negatif olan kişi yakın zamanda riskli bir temas tanımlamıyorsa ve akut ya da ileri dönem HIV enfeksiyonu semptomu (hasta tarafından farkedilen, bir hastalık veya alışılmışın dışında bir durum nedeniyle vücut işlevlerinin veya hislerin normalden ayrılış hali) yoksa sonuç negatif değerlendirilir. Testin tekrarlanmasına ilişkin kararlar, risk durumu ya da karşılaşma/riskli ilişki öyküsüne göre verilir. Risk varsa ilk üç ay sonra testin tekrarlanması önerilir. Son derece nadir de olsa bazen antikor pozitifliği bir yıla kadar uzayabilmektedir. Semptomatik HIV/AIDS hastalarında ve primer HIV enfeksiyonu saptananlarda antiretroviral tedaviye hemen başlanması kabul edilmektedir.”
UYARI VE ÖNERİLER
“Cinsel temas sırasında en önemlisi prezervatif/kondom kullanımı olmadan cinsel ilişkiye girilmemesidir. Bulaş için HIV pozitif tek bir kişi ile temas yeterlidir” diyen Dr. Harman, cinsel temas sayısı arttıkça bulaş ihtimalinin arttığını kaydetti.
Birden fazla eşi olanlar, sık eş değiştirenler ve damar içi madde kullanımı olanlarla cinsel temasta bulunanlarda bulaş riskinin fazla olduğunu vurgulayan Dr. Harman, “Eğer korunmasız veya riskli cinsel temas oldu ise hemen bir sağlık merkezine gidip sadece HIV değil, diğer hastalıklar yönünden de test yaptırılmalı (Hepatit B ve C). Bunun nedeni, sizde öncesinde hastalık olup olmadığını anlamaktır” uyarısını yaptı.
Doktor, hemşire, ebe, hasta bakıcı, temizlik personeli ve benzeri sağlık personeline seslenen Dr. Harman, sözlerini şöyle sürdürdü:
“HIV pozitif hastanızın ya da evde bakım verdiğiniz ya da baktığınız HIV pozitif yakınınızın kanlı iğnesi elinize battı, kanı gözünüze sıçradı veya HIV pozitif olduğunu bildiğiniz biriyle riski cinsel temasınız olduysa, hemen kanın bulaştığı deri, su ve sabunla, ağız ve burun ise suyla yıkanmalıdır.
İğne batması ile bulaşma riski, iğnenin büyüklüğüne (lümen çapı), üzerinde kan olup olmamasına ve ne kadar derine battığı ile ilişkilidir. Ayrıca HIV pozitif kişinin hastalığın hangi döneminde olduğu ve vücudundaki virüs miktarı da önemlidir. İğne batması ile size geçiş riski yaklaşık yüzde 0.2 – 0.5, ağzınıza veya gözünüze kan sıçramasıyla ise bu oran yaklaşık olarak yüzde 0.1 olarak bildirilmektedir.”
TEMAS SONRASI TEDAVİ
Temas sonrasında uygulanan proflaktik (koruyucu) tedavi konusuna değinen Dr. Harman, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu durumda proflaktik tedavi dediğimiz yani virüsle bulaş olduktan sonra, virüsün sizde hastalık oluşturmasını önlemek amacıyla vücudunuza yayılmadan erken aşamada virüsü yok ederek, hiç bulaşmamış gibi olmasını sağlamak için uygulanan tedavi protokolü uygulanır. Bu durumda tedaviye mümkün olan en kısa sürede, önerilen 1 saat içinde, başlamak gerekir. Toplam tedavi süresi 28 gündür.
Tedavide ilaç seçimi hastanın durumuna ve temasın şekline (iğne batması, göze kan sıçraması vs) göre Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanının kararına göre planlanır. Sizin tek yapmanız gereken, en kısa sürede uzman doktorunuza ulaşmak olmalıdır. Tedavi sonrası 6. hafta, 3. ay ve 6. ayda Anti HIV baktırmanız gerekir. Negatif çıkarsa tedaviden yarar gördüğünüzü ve virüsün size bulaşmadığını söyleyebiliriz.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Uzman Psikologu Melis Tümer Süyür, okul başarısında ailenin çok büyük bir rolü olduğunu söyledi.
Süyür, “Ebeveynlerin en büyük hedefi kuşkusuz ki, çocuklarına mutlu bir gelecek hazırlamaktır. Her anne-baba bunu yerine getirirken çocuğunun tüm ihtiyaçlarını karşılamak ister” dedi.
Günümüzde anne babaların çocuklarının yetiştirilmesine daha çok özen gösterdiğini anımsatan Süyür, anne baba olmanın okulunun bulunmadığını, bu iş bir beceri, bir sanat işidir denildiğini, ancak çocuk yetiştirmenin bilimsel ilke ve yöntemleri olduğuna vurgu yaptı.
“Bu ilkeler çoğunlukla evrenseldir. Çağdan çağa bazı değişimler gösterse de, temeldeki ilkeler büyük bir farklılık taşımamaktadır” diyen Süyür, şöyle devam etti:
“Aile çocuğun gelişimindeki ilk eğitimci ve etkili olan ilk çevre olduğu için okul başarısında da çok önemli bir yer tutar. Okullarda verilen eğitim-öğretim çalışmaları, ailedeki eğitim ve öğretimle desteklenmeli. Başarısında ailenin çok önemli katkıları bulunan çocuk, sevgi, güven ve destekle adımlarını daha sağlam atar. Ailenin bu bilinçle hareket etmesi gerekir. Aile ancak bu mantıkla yola çıktığında çocuğuna istediklerini verebilir ve ondan istediklerini alabilir.”
ÖNERİLER
Okul başarısı için ailelere önerilerde bulunan ve çocukların sürekli bir büyüme ve gelişim içinde olduğunun unutulmaması gerektiğini kaydeden Süyür, “Ergenlik çağına özgü biyolojik, ruhsal ve toplumsal değişme ve gelişmeler ergenin davranışlarına yansır. Gençlik çağının fırtınalı ve zor olduğunun göz önünde tutulması gerekir” diye konuştu.
Ailelerin çocuklarını iyi tanımaları ve ondan yapabileceği düzeyde verim beklenmesini isteyen Süyür, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çocuğunuza değer verdiğinizi, ona güvendiğinizi, sorumluluklarını yerine getirebileceğinden emin olduğunuzu her fırsatta belirtin. Ona ve fikirlerine değer verin, onu dinleyin, okul ve çevresindeki sosyal faaliyetlere katılması için teşvik edin. Çocuğa karşı sabırla, soğukkanlılıkla, anlayışla ve sevgiyle yaklaşın.
Bu özelliklere sahip bir yaklaşım, çocuğunuzla daha yakın bir ilişki kurmanızı sağlayacaktır. Yüksek sesle söylenen emir verici sözler, ağır eleştiriler ve azarlamalar asla fayda getirmeyeceği gibi çocuğunuzun sizden kopmasına ve uzaklaşmasına hatta birçok konuda yalana başvurmasına neden olacaktır.”
KIYASLAMAYIN
Sürekli başkaları ile kıyaslanan çocukta özgüven eksikliği gelişeceğini, gelişmeye kapalı olacağını, olumsuz eleştirilerin olumsuz davranışları da beraberinde getireceğini dikkati çeken Süyür, yapıcı ve teşvik edici her sözün, çocukların bir adım daha ileri gitmelerini sağlayacağını bildirdi.
Çocukların başka çocuklarla kıyaslanmaması gerektiğinin altını çizen Süyür, “Sevgi dolu ve ılımlı bir yaklaşımla, yapabilecek arkadaşça önerilerle iletilmek istenen mesaj tam olarak verilebilir. Çocuğa, isteklerin yerine getirmesi için baskı yapılmamalı” ifadelerini kullandı.
Çocuğun eleştirilmemesi, bunun başkalarının ve özellikle de arkadaşlarının yanında hiç yapılmaması gerektiğini anlatan Süyür, “Beğendiğiniz ve takdir ettiğiniz yönlerini ona söyleyin. Onu kendi yapısı ve kişiliği ile kabul edin" önerisinde bulundu.
Çocuğun yaşamında en önemli çevrenin, aile çevresi olduğunu ve yaşamındaki en etkili örnekleri ailesinden alacağını belirten Süyür, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Anne baba olarak tüm davranışlarınızla örnek olduğunuzu unutmayın. Çocuğunuza anne ve baba olarak farklı tepkiler göstermeyin. Eşinizle ortak hareket ederek tutarlı olun. Çocuğunuzun eleştirilerini dinleyerek makul şekilde cevaplandırın. Hatalarınızı düzeltme yönünde onunla tartışın, gerekirse özür dilemeniz bile çocuğunuzun gözünde sizi yüceltecektir.
Anne baba olarak alacağınız ortak kararlarla davranışlarınızda her zaman doğru ve tutarlı olun. Çelişkili davranışlarınızla çocuğunuz her zaman bocalayacak ve doğruyu bir başkasında arayacaktır. Aile içi problemler, tartışmalar çocuğa yansıyarak, onun geleceğini de etkiler. Çocukların önünde yapılan tartışmalar, okul ve öğretmenler hakkındaki olumsuz eleştiriler çocukta bocalamaya, akademik başarısızlığa ve okuldan soğumaya neden olabilir.”
"DERS ÇALIŞ" UYARISININ ETKİLERİ
Sürekli yinelenen “Dersine çalış" uyarısının çocukta olumsuz etki yapabileceği gibi, çalışma azmini de kırabileceğine işaret eden Süyür, doğru davranışın çocuğun programlı çalışmaya alıştırılması, dinlenme, eğlence saatlerinin planlanması amacıyla yönlendirilmesi ve dersi öğrenmesi için çalışması gerektiğinin aşılanması olduğunu söyledi.
Süyür, "Çocuğun arkadaş çevresi, onun gelişimi ve sosyal hayatının oluşumunda çok büyük bir etkendir. Okul dışı zararlı arkadaşlıklar, farklı problemleri de beraberinde getirir. Zararlı alışkanlıkların bu yaşlarda büyük merak konusu olduğunu, kişiliklerinin oluşma döneminde yanlış yönlendirilebileceklerini unutmayın" dedi.
“Yaşı itibarıyla çocuğunuzun cinsel gelişiminin başladığı ve devam ettiği yıllardasınız. Onların cinsellik ile ilgili sorabileceği sorulara hazırlıklı olun” diyen Süyür, şöyle konuştu:
“Soruları yalın ve dürüst bir şekilde makul olarak yanıtlayın. Cinselliğin, korkulacak ya da sır ve gizlerle dolu bir hale girmesini engelleyin. Bu konudaki ılımlı ve destek verici yaklaşım, çocuğun çevreden yalan yanlış bilgiler almasını engeller.”
Bu çağdaki çocukların bedensel ve ruhsal gelişimlerinin doğru orantılı olmayabileceği gibi beden gelişiminin bir anda hızlanmasının, ruhsal gelişimin ise daha yavaş olmasının bazı hırçınlıklara ve sert tepkilere neden olabileceğini vurgulayan Süyür, “Bunları anlayışla karşılamak ve mantıklı bir yaklaşımla aşılmasına yardımcı olmak, çocuğun cinsel kimliğini kazanmasında büyük önem taşır” değerlendirmesini yaptı.
OKUL YAŞANTISI İLE İLGİLENİN
Ailelerin çocuklarının okul yaşantısı ile ilgilenmesini isteyen Süyür, önerilerini şöyle sıraladı:
“Derslerinde ve davranışlarında daha iyiye yöneltilebilmesi için öğretmenleri ile sıkı bir iletişim içinde bulunun, okulda gerçekleştirilen toplantılara mutlaka katılın, gelişimi ile ilgili konularda takipçi olun. Çocuğunuzun kılık ve kıyafetine, temizliğine özen gösterin. Okuldan döndüğünde, evde onu karşılayacak birinin olması, okuldan getirdiği sevinç ve üzüntü duygularını paylaşması açısından iyi olacaktır.
Çocuklarınıza iyi notların yanında zayıf not almasının da normal olduğunu ve çalışmakla durumun düzeltilebileceğini telkin edin. Ders çalışma ortamını hazırlamasına yardımcı olmak için uygun bir çalışma odası oluşturun. Eş dost toplantılarınızı onun programına uygun hale getirmeye gayret edin, ev işlerini ya da alışveriş sorumluluklarını ders çalışma saatlerinin dışında oluşturun.
Çocuğunuzun sağlık durumu ile yakından ilgilenin. Asılsız bedensel yakınmalarda bulunuyorsa bunların da dikkate alınması gerekir. Bu yakınmalar aslında onun, sorunlarını dolaylı olarak anlatış şekli olabilir. En iyi dinlenme, uyuyarak yapılan dinlenmedir. Sinir sisteminin dinlenmesi ve enerji toplayabilmesi uyumaya bağlıdır. Bu sebeple çocuğunuzun uyku saatlerinin düzenli olmasına önem verin.
Çocuğunuza yeteri kadar harçlık verin. Harçlığını mümkünse aylık veya haftalık olarak belirleyin. Böylelikle kendisini yönetmeyi öğrenecek, sorumluluk kazanacaktır. Bol bol öğüt vermek yerine, örnek davranışlarda bulunarak davranış değişikliğini hedefleyin."
Ailelere okula asla sinirliyken gitmemeleri uyarısını yapan Süyür, sözlerini şöyle tamamladı:
“Öfke öfkeyi doğurur. Çocuğu, okuldan mutsuz gelen her veli doğal olarak sinirlenir. Okul, bürokratik hiyerarşi sistemi ile yönetilir. Eğer sorun sınıf ortamında yaşanmışsa önce ilgili öğretmeni arayarak söylediklerini dikkatle dinleyin. Açıklamaları sizin için yeterli değilse o zaman okul idaresine başvurarak, öğretmenin de bulunacağı bir görüşme talep edin. İletişim kanallarınızı sürekli açık tutmanız gerektiğini unutmayın."
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Baştemir, diyabetin günümüzde sıklığı ve yarattığı sorunlar nedeniyle tüm dünyada önemi gittikçe artan bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıktığını belirtti.
14 Kasım Dünya Diyabet Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Baştemir, diyabetin insülin hormonunun yokluğu veya yetersizliği nedeniyle kan şekerinin normalin üzerinde seyrettiği, tüm yaş gruplarında görülebilen ve yaşam boyu süren bir hastalık olduğuna dikkati çekti.
Yaşam tarzındaki hızlı değişim ile birlikte gelişmiş ve gelişmekte olan toplumların tümünde özellikle tip 2 diyabet görülme sıklığının hızla yükseldiğini ifade eden Prof. Dr. Baştemir, “2013 yılında dünyada 382 milyon olan diyabetli sayısının, 2035’te yüzde 55 oranında artarak 592 milyona ulaşacağı öngörülmektedir” dedi.
Nüfus artışı, yaşlanma ve kentleşmenin getirdiği yaşam tarzı değişimi sonucu obezite ve hareketsizliğin arttığını anımsatan Prof. Dr. Baştemir, “Birçok toplumda tip 1 diyabet sıklığının da arttığı ve bu artışın okul öncesi çağlarda daha belirgin olduğu bildirilmektedir. Beslenme ve yaşam tarzındaki yanlışlıklara bağlı olarak son yıllarda çocuklarda ve gençlerde de tip 2 diyabet prevalansı hızla artmaktadır” ifadelerini kullandı.
TOPLUM RİSK ALTINDA
Toplumun çok önemli bir kısmının obezite ve prediyabet nedeniyle, diyabet açısından risk altında olduğunun altını çizen Prof Dr. Baştemir, şöyle devam etti:
“Dünyada ölüme neden olan hastalıklar listesinde diyabet 8. sırada yer almaktadır. Diyabetin temel nedenlerine bakıldığında; dengesiz beslenme, hareketsiz yaşam ve dolayısıyla obezitenin çok önemli etkileri olduğu görülmektedir. Yapılan araştırmalar, diyabetin ülke nüfusumuzun yüzde 13.7’sinde görüldüğünü ve yaklaşık 7.5 milyon insanımızı etkilediğini göstermektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2030 yılı için öngördüğü diyabet görülme sıklığı rakamlarına bu yıllarda ulaşmış olmamız diyabetle ilgili çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığımızı göstermektedir. Diyabet neden olduğu komplikasyonlar ve eşlik eden hastalıklar dolayısıyla ciddi hastalık ve buna bağlı ölümlere yol açabilir. İnsan ve toplum sağlığını tehdit etmesi yanı sıra, gerek bireylere, gerekse de devletlere önemli bir mali yük getirmektedir. Günümüzde önemi giderek artan bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir.”
Prof. Dr. Baştemir, 2013’te dünyada 5.1 milyon kişinin diyabet ve komplikasyonları nedeniyle hayatını kaybettiğinin rapor edildiğini belirterek, “Bu ölümlerin yaklaşık yarısı 60 yaş ve altı hastalarda görülmektedir ki bu oran az gelişmiş bölgelerde yüzde 75’e kadar çıkmaktadır” uyarısını yaptı.
Prof. Dr. Baştemir, “Hiperglisemiye yol açarak zamanla başta kalp-damar sistemi, göz, böbrek, sinir sistemi olmak üzere vücudun bütün sistemlerini etkileyen komplikasyonların gelişmesine neden olur. Ayrıca, diyabetli bireylerde infeksiyon gelişme riski, diyabeti olmayanlara oranla daha yüksektir” diyerek, kontrolsüz diyabetin zararlarını paylaştı.
Prof. Dr. Baştemir, kardiyovasküler hastalıkların görülme sıklığı, yeni olgu sayısı ve ölüm oranının diyabetli bireylerde, diyabeti olmayan akranlarına kıyasla 2-8 kat daha yüksek olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yaptı:
“Dünyada böbrek yetersizliğinin ve travma-dışı amputasyon olgularının en yaygın nedeni diyabettir. Diyabetli bireylerde alt ekstremite amputasyon riski diyabeti olmayanlara oranla 25 kat yüksektir. Özellikle gelişmiş ülkelerde diyabet en sık görme kaybı ve körlük nedenlerinden biridir. İnsan sağlığını tehdit eden kronik bir hastalık olması yanında, diyabetin hem bireye hem de ülkelerin sağlık sistemlerine maliyeti oldukça yüksektir.”
DİYABETİN DOĞRUDAN VE DOLAYLI MALİYETLERİ
Diyabet ve ilişkili hastalıkların takip ve tedavi maliyetlerinden kaynaklanan doğrudan maliyetler yanında, bireyin iş verimliliğinin azalması, yaşam süresinin kısalması ve hasta yakınlarının meşguliyetlerinden kaynaklanan dolaylı maliyetlerin de göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Baştemir, şunları kaydetti:
“Dünyada diyabetli bireylerin yüzde 46’sını henüz tanı konulmamış vakalar oluşturmaktadır. Türkiye’de de TURDEP-II çalışması verilerine göre diyabetli bireylerin yüzde 45.5’i hastalıklarının varlığından haberdar değildir. Diyabetin kişiye ve topluma yükünü azaltmak için hastalığın ve gelişebilecek komplikasyonların olabildiğince erken dönemde tanınması ve uygun şekilde tedavi edilmesi şarttır. Yapılan çalışmalar prediyabetli bireylerde tip 2 diyabetin yalnızca sağlıklı yaşam tarzı değişiklikleri ile yüzde 40-58 oranında önlenebileceğini göstermiştir.
Diğer kronik hastalıklar gibi diyabet tanı, tedavisi ve önlenmesi de etkin bir hastalık yönetimi gerektirmektedir. Diyabetle mücadelede sağlıklı beslenme, hareketli hayatı teşvik, tütün, alkol ve madde bağımlılığının önlenmesi gibi konulara önem verilmeli ve ‘sağlıklı yaşam’ kavramı temel strateji olarak benimsenmelidir. Diyabetli hastaların komplikasyonlardan korunması ve etkin olarak tedavi edilebilmeleri başarılı bir diyabet yönetiminin göstergesidir.
Ülke sağlık harcamalarının yüzde 25’ine yakın bir kısmının, diyabet ve ilişkili hastalıklardan kaynaklandığı düşünülecek olursa, diyabetin vatandaşlarımızın sağlığı kadar ülke ekonomisine getirdiği yük açısından da oldukça önemli olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle öncelikli hedeflerimizden birisi de diyabet ve ilişkili hastalıkların önlenmesidir. Bunun yanı sıra erken tanı ve uygun tedavinin yapılmasına ayrıca önem verilmelidir.”
Diyabetin önlenmesi ile birlikte görülme oranı yüksek olan kardiyovasküler hastalıklar, serebrovasküler hastalıklar, göz rahatsızlıkları, nöropatiler, nefropatiler gibi diyabetten kaynaklanan komplikasyonlarla da mücadele edilmesinin önem taşığını vurgulayan Prof. Dr. Baştemir, sözlerini şöyle tamamladı:
“Diyabet ile mücadelede Sağlık Bakanlığı’na yardımcı olmak için vatandaşlarımıza, diyabet ve ilişkili hastalıkların tedavisinden sorumlu tüm hekimlerimize, diğer sağlık personelimize ve sağlık ile ilişkili STK’lara önemli görevler düşmektedir. Ancak bu sayede diyabet ile mücadelede başarı sağlayabiliriz.”
DÜNYA DİYABET GÜNÜ
Hareketsiz yaşam tarzı, sağlıksız beslenme ve obezitedeki artışın bu sonuca çok önemli katkısı olduğu bilinmektedir. Diyabet konusunda toplumda farkındalığın arttırılması ve konunun öneminin vurgulanması amacıyla Dünya Sağlık Örgütü ile Dünya Diyabet Federasyonu’nun öncülük ettiği, tıp tarihinde bugüne kadar üretilmiş olan en değerli molekül olan ‘İnsülin hormonu’ nu bulan Frederick Banting’in doğum günü olan ‘14 Kasım Diyabet Günü’ tüm dünyada her yıl belirlenen değişik tema ve çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Ahmet Orhan Gürer, “Böbrek Nakli ve Organ Bağışı” konulu bir konferans verdi.
Organ Bağış Haftası nedeniyle düzenlenen konferansta organ bağışının önemi ve tarihçesini anlatan Opr. Dr. Gürer, Türkiye’de kadavradan nakillerin yeterli düzeyde gerçekleşmediğine dikkati çekti.
Kadavra organ kısıtlılığının son derece ciddi boyutlarda yaşanması ve özellikle kalp, akciğer, ince bağırsak ve son dönem organ yetmezliği yaşayan hastaların hayatta kalmalarının ancak kadavra nakliyle mümkün olabildiğini belirten Opr. Dr. Gürer, “Ülkemizde gerçekleştirilen karaciğer ve böbrek nakli ameliyatlarındaki sağkalım oranları AB ve ABD ortalamalarının üzerindedir” dedi.
Organ bağışı ile gerçekleştirilen organ naklinin çok sayıda cana umut ışığı olduğuna dikkat çeken Opr. Dr. Gürer, şöyle devam etti:
“Organ bağışı ekonomiye de çok ciddi bir katkı sağlamaktadır. Örneğin, son dönem böbrek yetmezliği nedeniyle, hemodializ tedavisinde bulunan bir hastanın tedavi maliyeti yılda yaklaşık 30-35 bin TL dolayında. Bu da özellikle gelişmekte olan ülkeler için çok ciddi bir kayba neden olmaktadır. Ölümünden sonra ailesinin organ bağışına izin verdiği bir kişinin organları 6-7 kişiye yaşam vermektedir. Tek bir kadavra ve verici 6-7 kişiyi hayata bağlarken, devletimizin önlenen kaybı ise 250-300 bin TL’dir.”
“Ülkemizde her yıl organ ihtiyacı artmaktadır. Bu nedenle de halkımızın gerek basın yoluyla, gerekse çeşitli toplantılarla bilgilendirilip organ bağışının teşvik edilmesi gerekmektedir” diyen Opr. Dr. Gürer, ülkemizde böbrek, karaciğer, akciğer, kalp, ince bağırsak, pankreas organlarıyla, kalp kapağı, kornea, kemik, kemik iliği ve derinin nakledilebilen dokular olduğuna vurgu yaptı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde gerçekleştirilen nakillerle pek çok hastanın sağlığına kavuştuğunun altını çizen Opr. Dr. Gürer “Yaşayan her can için mutlaka bir ümit vardır. Yeter ki destek olalım. 18 yaşını geçmiş akli dengesi yerinde olan herkes organ bağışında bulunabilir” diye konuştu.
Opr. Dr. Ahmet Orhan Gürer, konferansının sonunda katılımcıların sorularını yanıtladı.
Gaziantep’te yerleşik Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Ahmet Orhan Gürer, organ bağışında canlıdan olduğu kadar, kadavradan nakillerin de artmasını ümit ettiklerini söyledi.
Organ Bağış Haftası nedeniyle Gaziantep Sağlık Müdürlüğü ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi işbirliği ile 5. Zırhlı Tugay Komutanlığı’nda düzenlenen konferansta konuşan Opr. Dr. Ahmet Orhan Gürer, organ bağışının önemi, organ naklinin tarihçesi ve gelişim sürecine ilişkin bilgiler paylaştı.
Organ bağışının artmasında Sağlık Bakanlığı’nın bu yöndeki çalışmaları, halkın bilinçlenmesi ve organ nakil koordinatörlerinin yoğun çalışmalarının etkili olduğunu belirten Opr. Dr. Gürer, özellikle 1960’lı yıllardan sonra organ nakillerinin arttığına dikkati çekti.
Beslenme ve hareketsiz yaşam sonucu obezite ile birlikte şeker ve tansiyon gibi kronik hastalıkların arttığına ve bunların özellikle böbreklerde tahribata yol açtığına vurgu yapan Opr. Dr. Gürer, “Böbreklerdeki tahribattan dolayı hastalar hemodiyaliz tedavisi görmektedir. Ancak bu hem zor, hem de vakit alan bir tedavi şeklidir. Yaşam kalitesi açısından da hastaları zorlamaktadır. Normal yaşama dönebilmek için böbrek nakline ihtiyaç artmıştır” dedi.
Ülkemizde böbrek, karaciğer, akciğer, kalp, ince bağırsak, pankreas organlarıyla, kalp kapağı, kornea, kemik, kemik iliği ve derinin nakledilebilen dokular olduğunu belirten Opr. Dr. Gürer, “Yaşayan hiçbir insandan umut kesilmemelidir” ifadelerini kullandı.
Organ bağışı sayesinde insanların normal yaşamlarını, üretken biçimde sürdürdüğünü kaydeden Opr. Dr. Gürer, aynı zamanda sağlık giderlerinin de azalacağına dikkati çekti.
“Kadavradan nakiller çok önemli. İki böbreğiniz olduğu için birini yakınınıza verebilirsiniz. Peki ya tek olan organlar nasıl bağışlanacak?” diye soran Opr. Dr. Gürer, şöyle devam etti:
“Organ bağışında canlıdan nakiller kadar kadavradan nakillerin sayısının da artmasını ümit ediyoruz. Dinen bunun bir sakıncası olmadığı da defalarca dile getirildi. Kanunen 18 yaşından büyük ve akli dengesi yerinde olan herkes organlarının tamamını veya bir bölümünü bağışlayabilir.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi hakkında da bilgiler de veren Opr. Dr. Gürer “Organ Nakil Merkezimiz birçok birimle ekip olarak, başarılı nakillerle hizmet vermektedir. Son olarak şunları söylemek istiyorum; herkes organ bağışında bulunmalı, çünkü bir gün herkesin ihtiyacı olabilir” diyerek sözlerini tamamladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, sosyal sorumluluk kapsamında Organ Bağışı Haftası nedeniyle Sanko Park’ta stant açtı.
3-9 Kasım tarihleri arasında açık kalacak stantta ziyaretçilerle organ bağışı hakkında bilgiler paylaşılıyor, organ bağışında bulunmak isteyenlerin kaydı alınıyor.
Organ Bağış Haftası nedeniyle 7 Kasım 2015 tarihinde Genel Cerrahi Bölüm Başkanı ve Organ Nakli Merkezi Sorumlusu Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu tarafından, “Böbrek Nakli ve Organ Bağışı” konulu konferans verilecek.
ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ
Sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen ve dünya standartlarında hizmet verilen hastanede, acil servis, biyokimya, patoloji ve klinik mikrobiyoloji laboratuvarları, radyoloji, nükleer tıp, kardiyovasküler cerrahi, organ nakli merkezi, nefroloji, genel cerrahi, beyin cerrahisi, çocuk cerrahisi, dahiliye, gastroenteroloji, endokronoloji, kulak burun boğaz, pediatri, kardiyoloji, göğüs hastalıkları, üroloji, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon, plastik rekonstrüktif cerrahi, göz hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, nöroloji, psikiyatri, göğüs cerrahisi, dermatoloji ve üremeye yardımcı tedavi merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
Gaziantep’te yerleşik Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Çağatay Kabak, bağışıklık sistemi henüz gelişmemiş 3 yaşın altındaki çocuklarda enfeksiyon hastalıklarının sık görüldüğünü, ateşin vücudun farklı virüs, bakteri ve diğer mikroorganizmaları tanımlama ve onlarla savaşın sonucu olarak ortaya çıktığını söyledi.
Dr. Çağatay Kabak, özellikle kış aylarında enfeksiyon hastalıklarıyla birlikte çocuklarda sıkça görülen ve bazen de önemli hastalıkların belirtisi olabilen ateşe müdahale edilmediğinde, ciddi tablolara yol açabileceği uyarısında bulundu.
Yetişkin insanlar için normal vücut ısısının ortalama 37 derece olduğunu bildiren Dr. Çağatay Kabak, çocuğun vücut ısısının makatta 38, kulakta 37.5, koltuk altından ise 37.2 derecenin üzerinde ölçülmesi halinde ‘ateşli’ kabul edildiğine vurgu yaptı.
Ateşin görülme nedenlerinin başında enfeksiyonların geldiğine işaret eden Dr. Çağatay Kabak, çocuklarda ilk 6 yaş içinde viral enfeksiyona bağlı ateşli hastalık geçirme riskinin fazla olduğunu kaydetti.
Ateşten şüphelenildiğinde, çocuğun vücut ısısının mutlaka ölçülmesi gerektiğine dikkat çeken Dr. Çağatay Kabak, “Alına dokunularak hissedilen vücut ısısı güvenilir olmayıp, elden daha hassas termometreler gerçek vücut ısısını ölçerler” dedi.
UYARILAR
3 ay ve altındaki tüm bebeklerin mutlaka tıbbi açıdan değerlendirilmesi ve susuzluğu engellemek için vücut sıvısının eksik bırakılmaması gerektiğini belirten Dr. Çağatay Kabak, “Yüksek ateş, özellikle küçük çocuklarda hızlı su kaybına neden olarak ‘dehidratasyon’ yaratabilir. Su, çorba, meyve suları verilebilecek iyi seçeneklerdir” diye konuştu.
“Kafein içeren kola ve çay gibi içecekler idrar söktürücü etkisinden dolayı su kaybına neden olacağından içirilmemeli” diyen Dr. Çağatay Kabak, şöyle devam etti:
“Alın, şakaklar, koltukaltı, kasıklar ve bacak arkalarına ıslak ve ılık kompres uygulanması ateşi düşürmede oldukça etkili bir yöntemdir. Soğuk su ve alkol, ateşin yükselmesine sebep olabilecek ve titreme yaratacağından kullanılmamalıdır. Uygulanan kompresler sık sık değiştirilmelidir.
Aşırı kıyafet giydirme ateşin daha fazla yükselmesine neden olabileceğinden, çocuklar çok az giydirilmeli, giysiler uyurken daha da azaltılmalıdır. Terletme yöntemi ile ateş düşürülemeyeceği gibi, daha fazla zarar verebileceği unutulmamalıdır.
‘Reye sendromu’ olarak bilinen ani karaciğer ve beyin hasarı ile seyreden hastalığa neden olduğu için, 12 yaş ve altındaki çocuklarda aspirinin, ateş düşürücü olarak kullanılmamalı.”
ATEŞTE ACİL DURUMLAR
Ateşin çocuğun yaşına, mevcut hastalığına ve diğer bulguların varlığına göre değişiklik gösterdiğini anlatan Dr. Çağatay Kabak, çocuğun durumuyla ilgili yorum yapmakta zorluk çekildiğinde doktora danışılmasını istedi.
Dr. Çağatay Kabak, “hiç vakit kaybetmeden doktora başvurulması” gerektiğini vurguladığı belirtileri şöyle sıraladı:
“-3 ay veya daha küçük bebeğin ateşi makattan 38 derecenin üzerindeyse,
-3-6 aylık bebeklerde ateş 38.3 ve üzerindeyse
-6 aydan büyük bebeklerde 40 derece ateş ölçülüyorsa,
-Ateşle beraber ağlama susturulamıyor, ateşin düşmesine rağmen huzursuzluk devam ediyor, sürekli uyuklama hali, bilinç bulanıklığı ve sayıklama varsa
-Ateşle beraber vücutta kızarıklık bulguları varsa,
-Bebekte susuzluk bulguları (ağlarken gözyaşı olmaması, bıngıldakta çöküklük, dudak ve ağız içi kuruluğu, idrar miktarında azalma gibi) mevcutsa,
-Daha öncesinde veya ateşli iken havale geçirmişse,
-72 saatten daha uzun süre ateş devam ediyorsa,
-Ateşle beraber öksürük, kulak, boğaz veya karın ağrısı, ense sertliği, sık idrara çıkma, idrar renginde değişiklik, kusma, ishal, eklemlerde kızarıklık, eklem hareketlerinde kısıtlılık ve şişme mevcutsa doktora başvurulmalıdır.”
Anadolu Sağlık İşletmeleri Derneği Genel Başkanı Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayınladı.
Dr. Yıldırım, mesajında, Büyük Önder Atatürk liderliğinde zaferle taçlandırılan Kurtuluş Savaşı sonrası, 29 Ekim 1923’te milli mücadeleyi gerçekleştiren Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ilan edilen Cumhuriyetin 92’nci yılının kutlandığına işaret ederek, “Millet olarak kenetlenmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Birliğimiz, dirliğimiz ve bölünmez bütünlüğümüz için, Cumhuriyetimizin hangi şartlarda ilan edildiğini hatırlamamız dahi yeter” dedi.
“Üzerinde yaşadığımız bu topraklar, canlarını hiçe sayarak, vatanın ve milletin bağımsızlığı uğruna gözünü kırpmadan canlarını veren şehitlerimizin armağanıdır” diyen Dr. Yıldırım, mesajında devamla şu görüşlere yer verdi:
“Türk Milleti azmin, kararlılığın, birlik ve beraberliğin en güzel örneklerini en zor günlerinde vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti bunun en güzel örneğidir. ‘Cumhuriyet; fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister’ diyen Büyük Önderimiz ve aziz şehitlerimizin kutsal emanetçileri olarak Cumhuriyet Bayramımızı kutluyorum.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi yönetimi, yıllardır bölge sunulan kaliteli sağlık hizmetini, iş sağlığı ve iş güvenliği uygulamaları ile üst düzeye çıkarıyor.
Genel Müdür Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yetkilendirilmiş uzman, doktor ve sağlık personelinden oluşan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi İş Güvenliği Komitesi’nin, gerek aylık toplantılarla, gerekse günlük gözetimlerle sürekli iyileştirmeyi ve pro-aktif yaklaşımla tehlikeyi ve riski kaynağında yok etmeyi hedeflediğini söyledi.
Dinamik bir yaklaşımla hastanede çalışan tüm bireylerin, gelen hastaların, hasta yakınlarının, misafirlerin ve taşeronların her türlü güvenliğinin ön planda tutulduğunu belirten Dr. Yıldırım, “Sahip olduğumuz ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sisteminin yanı sıra, OHSAS 18001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemini de kurmak için de çalışmalara başlanmıştır” dedi.
“Hastanemizin İş Sağlığı ve Güvenliği ’ne verdiği önem ve hassasiyet derecesi, Kalite Yönetim Politikamızda tanımlanmaktadır” diyen Özel Sani Konukoğlu Hastanesi A Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı Ayşe Öz ise kalite yönetim politikalarını şu şekilde özetledi:
“Zamanında ve doğru risk analizi yaparak pro-aktif iş güvenliği yaklaşımını benimsemek, çalışanları iş sağlığı ve güvenliği konusunda bilinçlendirmek, ulusal mevzuat ve uluslararası standartlara göre çalışan sağlığı ve güvenliği ile ilgili yükümlülükleri yerine getirmek, iş sağlığı ve güvenliği kültürümüzü sürekli iyileştirerek, çalışan ve müşterilerimize ‘Sıfır İş Kazası’ hedefine ulaşmayı taahhüt etmektedir.”
Hastanede görev yapmaya gelen her bireyin işe başlamadan önce oryantasyon eğitimi aldığını kaydeden Öz, bu eğitimlerin içeriğini iş güvenliği kuralları ve prosedürlerinin oluşturduğunu anımsattı.
Bunların yanı sıra, çalışanlara yasal olarak İş Kanunu gereği verilmesi gereken eğitimlerle iş güvenliği toplantılarında önceden planlar konular hakkında belirli aralıklarla eğitimler hazırlandığını vurgulayan Öz, şöyle devam etti:
“Genel İş Sağlığı ve Güvenliği eğitimleri dışında, karşılaşılabilen olağanüstü afet durumları için de ayrıca eğitimler verilmektedir. Bu eğitimler daha önceden belirlenen yangın, koruma, kurtarma ve ilk yardım ekiplerinin başrol oynadığı ve önceden senaryosu yazılan tatbikatlarla sürekli desteklenmektedir. Bu ekiplere gerekli eğitimler verilmiş ve yönetmelik gereği almaları gereken sertifikalar, onaylı ve akrediteli kurumlardan alınmıştır.”
Öz açıklamasını “Hastanemizde belirli bir denetim planına göre iş güvenliği gözlemlerini ve denetimlerini yürüten uzman ve hekim heyeti, iş güvenliği ile ilgili problemleri yerinde görmektedir. Ayrıca çalışanlar ve hastaneden faydalanan tüm insanlar, iş güvenliği ile ilgili sorunlarını ve önerilerini bildirme şansına sahiptir” sözleriyle bitirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Alper Evişen, günümüzde hemen herkesin adeta elinden düşürmediği akıllı telefonların ekranlarının mat olması uyarısını yaptı.
Yrd. Doç. Dr. Evişen, bilgisayar ekranına ya da televizyona uzun süre bakmanın sanılanın aksine herhangi bir göz kusuruna neden olmadığını, ancak gizli hipermetropi veya erken-başlangıç yaşlılık hipermetropisi varsa, belli belirsiz olan göz rahatsızlıklarının belirgin hale geleceğini söyledi.
Bilgisayar ekranlarının sürekli titreşen yapıda olmasının görme güçlüğüne ve bunun da bilgisayar başında olan kişilerde yorgunluğa neden olduğunu anımsatan Yrd. Doç. Dr. Evişen, “Normalde dakikada 12-15 arası olan göz kırpma sayımız dikkatli bakış aktivitelerinde dakikada 5-6’ya kadar iner” dedi.
“Gözümüzü her kırptığımızda gözlerimizdeki gözyaşı dağılımı optimum seviyeye gelerek gözlerin nemlenmesini sağlar” diyen Yrd. Doç. Dr. Evişen, kırpma refleksinin dikkatli bakıştaki azalmasının, gözün nemlenmesini gerçekleştiren mekanizmayı yavaşlatarak göz kuruluğuna yol açtığını ve bu nedenle bilgisayar kullanıcılarında göz yorgunluğu ve göz kuruluğuna sık rastlandığına vurgu yaptı.
GÖZLER SÜREKLİ DİNLENDİRİLMELİ
Bilgisayar başında belli bir süreden fazla zaman geçirmenin göz sağlığı açısından olumsuz sonuçlar ortaya çıkarabileceğine dikkati çeken Yrd. Doç. Dr. Evişen, şu uyarılarda bulundu:
“Günümüzde kişiler zamanlarının çoğunu bilgisayar, tablet ve akıllı cep telefonları karşısında geçiyor. Araştırmalara göre, iki saatten fazla bilgisayar kullananların hemen hemen hepsinin göz sağlığı tehlikededir. Bilgisayarda 20 dakika çalıştıktan sonra, gözleri kapatarak ya uzağa bakarak 20 saniye dinlenmek gözleri korur. Ayrıca daha sık göz kırpılmalı. Karanlık ortamlarda ekrana bakmaktan kaçınılmalı.”
AKILLI TELEFONLARIN EKRANI MAT OLMALI
Daha küçük ekrana sahip olan akıllı telefonların, yatkınlığı olan kişilerde miyopinin tetiklenmesinde ve artmasında etken olabileceğinin altını çizen Yrd. Doç. Dr. Evişen, şöyle devam etti:
“Bu cihazlar genellikle standart okuma mesafesi olan 40-50 santimetreden daha yakında tutuluyor, sıklıkla da daha küçük cisimleri görmek için bizleri zorluyor. Bu da miyopinin ortaya çıkmasında ve ilerlemesinde yepyeni bir risk faktörü olabilir. Bunun yanında bilgisayar karşısında fazla zaman geçirenlerde sıklıkla rastlanan göz kuruluğu, tablet bilgisayar ile akıllı telefon kullanıcılarında da görülür. Akıllı telefonların ekranların biraz mat olması daha uygundur. Göz sağlığı açısından kullanılan ekranların yüksek çözünürlüklü ve düşük parlaklık orantılı olmalıdır. Karanlıkta bu tür cihazları kullanmak uygun değildir. Oda aydınlatması gözü yormayan, rahatça görmeyi sağlayacak şekilde ayarlanmalıdır.”
EKRAN GÖZ SEVİYESİNİ AŞMAMALI
Göz yorgunluğu ve yakınmalarını önlemek için bilgisayar ekranının üst seviyesinin, göz hizasını aşmaması gerektiğini vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Evişen, “Bu sayede, gözünüzün çalışma sırasında hafifçe aşağı bakar pozisyonda olmasını sağlayabilirsiniz. Bu da göz kapak aralığınızın bir miktar dar kalmasını sağlayarak, gözyaşınızın buharlaşabileceği göz yüzeyini azaltacaktır” diye konuştu.
Çoğu rahatsızlıkta olduğu gibi göz yorgunluğunun da farklı kişilerde ve farklı şekillerde gelişebileceğini anlatan Yrd. Doç. Dr. Evişen, sık bilgisayar kullananlarda görülen baş ağrısının, herhangi bir göz rahatsızlığının belirtisi olabileceğine işaret etti.
Gözlerde ağrı, yorgunluk, kuruluk hissi, beraberinde kızarıklık ve yaşarma gibi sorunlar ortaya çıkabileceğini bildiren Yrd. Doç. Dr. Evişen, kişide ayrıca odaklanma sorunu, bulanık veya çift görme gibi belirtiler görülebileceğini kaydetti.
3 BOYUTLU GÖZLÜKLER
3D görüntü izleme imkanı sağlayan gözlüklerle, iki saat film izlemenin göz sağlığına zarar vermeyeceğini belirten Yrd. Doç. Dr. Evişen, sözlerini şöyle tamamladı:
“Ancak 3D gözlükler 2 saatten fazla takılırsa astenopik şikayetler dediğimiz baş ağrısı, çift görme, dengesizlik hissi gibi şikayetlere neden olabilir. Ayrıca 7 yaşından küçüklerin üç boyutlu gözlük takmaları stereopsis gelişimini etkileyebileceğinden dolayı uygun değildir. Üç boyutlu gözlükler uzun süre takılıp yüksek ışığa maruz kalındığında gözlerde hasar oluşabilir.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Esra Özkaplan, zaman zaman ‘hayatın değişimi’ olarak algılanan menopoz sürecinde fiziksel, zihinsel ve cinsel değişiklikler olduğunu, ancak bunları “kötüye gidiş” olarak nitelendirilmemesi gerektiğini söyledi.
Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, “18 Ekim Dünya Menopoz Günü” dolayısıyla yaptığı açıklamada, menopozun kadınlarda âdet kanamaları ve dolayısıyla üremenin sona ermesi olduğunu anımsattı.
Çoğu kadında menopozun 45 - 55 yaşları arasında başladığını, ortalama menopoz yaşının 50 olarak kabul edilse de bazı durumlarda 40 yaşından önce başladığı ya da 50'li yaşların sonlarına sarktığının görülebildiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, “Menopozun erken ya da geç başlaması, muhtemelen kalıtımsal olmakla birlikte, iyi beslenme ve sağlıklı bir yaşam menopozu geciktirebilir” dedi.
Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, kadınların yüzde 8'inde menopozun 40 yaşından önce başladığını, bu duruma prematüre (erken) menopoz denildiğini ifade ederek, “Yumurtalıkların cerrahi operasyon ile alınması veya X ışınları ya da radyum ile yok edilmesi ile suni menopoz başlatılabilir” diye konuştu.
MENOPOZUN ORTAYA ÇIKIŞI
Menopozun ortaya çıkış nedenlerine değinen Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, “Menopoz, doğal ömrü 35 yıl olan yumurtalıkların görevlerini yerine getirememeye başlaması sonucu ortaya çıkar. Yumurtalıkların çalışamaz hale gelmeleri yaşlanmanın doğal bir sonucudur” ifadelerini kullandı.
Menopoz yaklaştıkça foliküllerin önce bir kısmının, zamanla tamamının yumurta bırakamaz hale gelmesiyle âdet düzenin bozulduğunu kaydeden Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, şöyle devam etti:
“Adet kanamaları gecikmeye veya sıra atlamaya başladığından, adet araları iyice uzar. Belirtiler bazen hamilelik ile karıştırılabilir. Bazı kişilerde kanama miktarı azalırken, bazılarında aşırı kanama görülebilir. Şanslı bir azınlığın adet kanamaları menopoza girince kesilir. Yumurtalıklar çalışamaz hale gelince giderek daha az östrojen hormonu üretmeye başlar. Bu da üreme faaliyetlerini kontrol eden bezelerdeki hormonal aktivitelerde belli belirsiz değişikliklere ve yeniden düzenlemelere neden olur.
Östrojen seviyelerinin düşmesi, hypothalamusun nörovasküler mekanizmasını bozarak menopozun tipik özelliklerinden ani ateş değişiklikleri başlatabilir. Hipofiz bezelerinin metabolizması değişir ve kan ile idrarda yüksek miktarlarda folikül stümilasyonuna yardımcı olan hormonlara (FSH) rastlanılır. Adrenal ve tiroid bezlerinin hormonal dengesi de bozulur. Bu değişiklikler birçok kadında fiziksel veya zihinsel rahatsızlıklara neden olmazlar.”
MENOPOZON BELİRTİLERİ
Menopozun en önemli belirtisinin adet düzeninde meydana gelen değişmeler olduğunun altını çizen Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, diğer belirtileri şöyle sıraladı:
“Ani Ateş Basması: Genellikle göğüste bir ısınma hissiyle ortaya çıkar. Oradan boyuna, yüze ve bazen de tüm vücuda yayılır. Bazen ateş hissiyle birlikte iğnelenme de görülür. Yüzde ateş basması sonucu ortaya çıkan kızarıklık başkaları tarafından rahatlıkla farkedilebilir. Geceleri ateş basması uyku düzenini bozabilir. Bazen de aşırı terleme veya üşüme uykuyu bölebilir. Ani ateş basması menopozdan hemen önce başlar ve yaklaşık 2-3 yıl devam eder. Yumurtalıkları ameliyatla alınmış genç bayanlarda da, operasyondan yaklaşık bir hafta sonra ani ateş basması görülür.
Baş Ağrısı: Menopozun birçok belirtisi vardır ancak kaynağı, menopozla ilgili olmayan rahatsızlıklar da görülebilir; gerginlik, baş ağrısı, baş dönmesi gibi. Ayrıca menopoz nedeniyle sık karşılaşılan ‘yaşlanma endişesi’ de bir takım rahatsızlıklara yol açabilir.
Kilo Değişiklikleri: Birçok kadın menopoz esnasında kilo aldığından yakınmaktadır. Bunun nedeni bazen tiroid faaliyetlerindeki azalma olabilir. Ancak menopoz esnasında kilo almanın nedeni genellikle azalan fiziksel faaliyetler ve aşırı yemedir. Menopozun dış görünüşü ya da zindeliği etkilediği yönünde net bir bilgi yoktur.”
HORMON TEDAVİSİ
Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, yakın zamana kadar östrojen hormonunun menopoz belirtilerini azalttığına ve damar tıkanıklığı ile osteoporozu yavaşlattığı düşünüldüğü için hastalara ve menopozdaki bayanlara yaygın olarak verildiğine dikkati çekti.
“Ancak günümüzde östrojenin rahim mukozası ve bazı meme kanserleri ile ilgili olabileceği, düşünülmektedir” diyen Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, östrojen hormon tedavisi alanlarda kalp krizi ve inme riskinde artış olduğuna ilişkin veriler nedeniyle östrojen tedavisinin tekrar gözden geçirildiğine vurgu yaptı.
ERKEN MENOPOZ
Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, erken menopoz dönemini “Menopoza giren bir kadın artık çocuk doğurma özelliğini kaybetmiş demektir. Ancak 35 – 40 yaş altı kadınlarda kesilen adet kanamaları erken menopoz olarak adlandırılmaktadır” şeklinde açıklayarak bu durumla karşı karşıya kalan kadınlardan bazılarının kendiliğinden gebe kalabilirken bazılarının ise yardımcı üreme tedavileri ile gebe kaldığının altını çizdi.
Kadının adet döngüsü bir yılı geçmiş ve bu süre içinde kanama olmamış ise menopoz tanısı konabileceğini vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Özkaplan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Erken menopoz hariç normal menopozun geri dönüşü gibi bir ihtimal söz konusu değildir. Artık doğurganlık özelliği kaybedilmiştir ve kadının gebe kalma gibi şansı yoktur. 40 yaş altında bir kadında erken menopozun tanısını koymak önemlidir. Küçük ovarian yetmezliği erken menopozdan daha farklı gelişen bir durumdur. Bu sorun ile karşı karşıya kalan bir kadında adet kanaması kendiliğinden tekrar oluşabilir ve hiçbir yardımcı üreme tedavisine gerek kalmadan gebe kalabilir. Bu hasta gruplarında yumurtalıklarda bulunan folliküller tamamen tükenmiştir ya da herhangi bir bozukluğa uğramıştır. Bu hastalığın genetik olduğu da düşünülmektedir. Ailesinde bu tür bir sorun olan kadınların yüzde 20’sinde bu hastalık görülmektedir.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Erdal Uysal, dünyada meme kanserinde her yıl yeni vaka sayısının yaklaşık bir milyon olduğunu söyledi.
SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Yrd. Doç. Dr. Uysal, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde “Meme Kanseri ve Meme Kanserinde Erken Tanının Önemi” konulu konferans verdi.
Ülkemizde ve dünyada kanser sıklığının giderek arttığına dikkati çeken Yrd. Doç. Dr. Uysal, “Buna bağlı olarak kansere bağlı ölüm oranları da paralel olarak yükselmektedir. Bu da araştırmacıları kanseri önleyecek korunma yöntemlerini ve tedavi seçeneklerini araştırmaya yönlendirmektedir” dedi.
“Bilinen bir gerçek vardır ki, erken tanının kanserin tedavisi ve ilerlemesinin durdurulmasında anahtar rol oynamasıdır. Meme kanserinde de erken tanı oldukça önemlidir” diyen Yrd. Doç. Dr. Uysal, meme kanserinin kadınlarda en sık görülen kanser türü olup, kadınlarda kansere bağlı ölüm oranlarında ikinci sırada olduğunun altını çizdi.
Meme kanserinin dünyadaki her yıl yeni vaka sayısının yaklaşık bir milyon olduğunu kaydeden Yrd. Doç. Dr. Uysal, şöyle konuştu:
“Kadınlarda erkeklere göre 100 kat daha fazla meme kanseri görülmektedir. Meme kanseri süt salgılayan süt bezelerinden (lobüler) ya da süt kanallarından (duktal) kaynaklanabilir. Sık olarak yüzde 75 oranında duktal kanserler görülmektedir. Meme kanserinin oluş nedeni tam bilinmese de bazı risk faktörleri ile ilişkisi saptanmıştır.”
RİSK FAKTÖRLERİ
Meme kanserinin risk faktörleri hakkında bilgiler paylaşan Yrd. Doç. Dr. Uysal, bu risk faktörlerinin bazıları hasta tarafından kontrol edilebilirken bazıları ise kontrol edilemediğine vurgu yaptı:
Kontrol edilemeyen risk faktörlerini yaş, cinsiyet, aile öyküsü, diğer memede kanser öyküsü, erken adet görme ve geç menopoz olarak sıralayan Yrd. Doç. Dr. Uysal, “Kontrol edilebilen risk faktörleri arasında ise alkol, yağlı diyet, şişmanlık, radyasyon etkilenmesi, doğum kontrol hapları (meme kanseri riskinde hafif artış), menopoz sonrası hormon tedavisi (10 yıl ve daha çok kullanımda) bulunuyor” ifadelerini kullandı.
BELİRTİLERİ
Memede elle hissedilen kitlelerin varlığı, meme başından kanlı kırmızı akıntı gelmesi, meme ucunun içe çekilmesi, meme derisinde ödem, meme başı etrafında egzama benzeri pullanma, koltuk altı bezelerinde büyüme ve ağrının, meme kanseri belirtileri olduğunu vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Uysal, şöyle devam etti:
“Meme kanseri sıklığının giderek artması önemli bir sağlık sorunu oluşturmasına rağmen, erkenden tanı konulduğunda bu hastalıktan yüksek oranda tamamen kurtulma şansı vardır. Meme kanserinde erken tanı yöntemleri arasında kendi kendini muayene etme, düzenli doktor kontrolleri ve tarama mamografileri bulunuyor.
Aile öyküsü olmayan sağlıklı bayanların özellikle 40 yaşından sonra her ay kendi kendini muayene etmesi, her altı ayda bir doktor muayenesi ve yıllık mamografi ile taranması önerilmektedir. Aile öyküsü olan ve risk faktörlerini barındıran bayanların taramalarına ise daha erken yaşta başlanmasında yarar görülmektedir.
Erken tespit için kadınların kendi kendilerine meme muayenesi yapmaları çok önemli. Memedeki kanser kitlelerinin yüzde 70’i hastaların kendileri tarafından, yüzde 20’si doktor tarafından, yüzde 5-10’u ise mamografi ve diğer tetkikler ile saptanır. Meme kanserinin erken tanısında en etkili araç hastanın kendi kendini muayene etmesidir.”
NASIL VE NE ZAMAN YAPILMALI
Yrd. Doç. Dr. Uysal kendi kendine meme muayenesinin nasıl ve ne zaman yapılmasına ilişkin şu bilgileri paylaştı:
“Her kadın 20 yaşından sonra kendi kendine meme muayenesine mutlaka başlamalı. En uygun zaman adet kanamasının başlangıcından itibaren 8. gündür. Menopoza giren kadınlarda ise her ayın aynı günüdür. Her ay yapılan kendi kendine meme muayenesi ile kişi memesinin doğal yapısını daha iyi tanır ve memede gelişecek olağan dışı bir gelişmeyi kolayca ayırt edebilir.
Meme kanseri tanısı alan hastalardan tümörün yayılma riskini de düşünerek vücut taramaları amacıyla bazı radyolojik ve sintigrafik testler istenilir. Daha sonra uygun hastalar ameliyatla tedavi edilir. Ameliyattan önce ve sonra medikal onkoloji ve radyasyon onkolojisi bölümlerince bazı hastalara kemoterapi ve radyoterapi tedavileri verilebilir. Bazılarına da bu tedavilere uzun süreli kullanılacak hap tedavileri eklenebilir.
Buradan da anlaşılacağı gibi meme kanseri, tanısından tedavisine kadar pek çok bölümü ilgilendiren ve multidispliner yaklaşılan bir hastalıktır. Meme kanserinde seçilecek cerrahi tedavi memeyi koruyarak yapılan ameliyatları ve memeyi korumadan yapılan ameliyatları içermektedir. Hangi hastaya, hangi ameliyatın yapılacağı her hasta için ayrı ayrı belirlenir. Bu belirleme bazı kriterler göz önüne alınarak yapılır.”
Memenin tamamen alınmasının hastalarda büyük kaygıya neden olduğunu anımsatan Yrd. Doç. Dr. Uysal, “Ancak onkoplastik cerrahideki gelişmeler sayesinde, başarılı bir operasyonun ardından alınan meme dokusunun yerine implantlarla ya da hastanın kendi dokuları ile mükemmel kozmetik görünümler sağlanabilmektedir” dedi.
“İlk doğumu 35 yaşından önce yapmak, yağlı diyetten kaçınmak, aşırı kilo almamak, alkol kullanmamak, yeterli fizik egzersiz yapmak, ailesinde meme kanseri bulunanların hormon tedavisi ya da doğum kontrol haplarını kullanmamak, eğer kullanılması mutlak zorunlu ise kısa süreli kullanmak” gibi önlemlerin meme kanserine karşı koruyucu olduğunu anlatan Yrd. Doç. Dr. Uysal, “Bu tedbirler meme kanseri riskinden korumayı sağlasa da düzenli doktor kontrolleri, mamografi taramaları ve en önemlisi kendi kendini muayene etme alışkanlığının kazanılması oldukça önemlidir” diyerek sözlerini tamamladı.
Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gökçe Başkülekçi, hızlı büyüme, gelişme ve öğrenme süreçlerini kapsayan okul döneminin, sağlıklı beslenme açısından büyük önem taşıdığını söyledi.
Başkülekçi, okulların açılması ile birlikte ebeveynlerin çocuklarının sağlıklı gelişimi için “Bugün çocuğuma ne pişirsem?”, “Beslenme çantasını nasıl hazırlasam” diye düşünmeye başladıklarını kaydetti.
Çocukluk çağında büyüme ve gelişme sürecinin devam ettiğini, bu nedenle enerji ve besin öğeleri gereksinimlerinin fazla olduğunu anımsatan Başkülekçi, “Okulda hızlı öğrenme, bilgi ve beceri kazanma sürecinden dolayı çocuğun bu dönemdeki beslenme alışkanlığı, yetişkinlikteki beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi ve ilerleyen yaşlarda şeker, kalp gibi kronik hastalık risklerinin oluşumunda da etkindir” dedi.
Bu nedenle okula devam eden çocukların beslenme alışkanlıklarına özellikle dikkat edilmesini isteyen Başkülekçi, “Neyi ne kadar yemesi gerektiği çocuğa açıklanmalıdır. Bu konuda öncelikle çocuğunuza anne-baba olarak siz iyi örnek olmalısınız. Babası televizyon karşısında cips yiyen ya da annesi sebzeyi görünce yüzünü buruşturan bir çocuktan aksi davranışları beklemek mümkün değildir” diye konuştu.
UYARILAR
Başkülekçi, okul çağındaki çocukların beslenmesiyle ilgili olarak şu uyarılarda bulundu:
Gaziantep’te yerleşik Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde gerçekleştirilen başarılı operasyonla, kadavradan böbrek nakli yapılan Meryem Yılmaz, “Valizimi hazırlamış, aylardır ‘kadavradan böbrek çıktı’ diye gelecek müjdeli haberi bekliyordum. Çok şükür o haber geldi ve sağlığıma kavuştum” dedi.
İskenderun’da yaşayan Meryem Yılmaz (38), 17 yıl önce el ve ayaklarındaki şişme üzerine gittiği sağlık kuruluşunda böbreklerinden rahatsız olduğunu öğrendikten sonra uzun ve zor bir süreç yaşadığını söyledi.
“Tetkikler sonucu böbreklerimin iflas ettiği bildirildi. Hemen Ankara’ya sevk edildim” diyen Yılmaz, 4 ay yoğun bakımda yattığını ve ardından diyaliz tedavisine başlanıldığını kaydetti.
Diyaliz tedavisinin Adana’da yapıldığını belirten Yılmaz, “Haftada 4 gün diyalize girdiğim için uzun bir süre Adana’da kaldım. Büyük zorluk ve sıkıntılarla bu süreci geçirdim. Damarlarım diyaliz sırasında çok zarar gördü, bu nedenle de bana hayvan damarları nakledildi” diye konuştu.
ÇOK MUTLUYUM
Sağlığının gittikçe sıkıntılı bir döneme girmesi üzerine kadavradan nakil için Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne başvuru yaptığını vurgulayan Yılmaz, şöyle devam etti:
“Durumum kötüleşince hazırlanan rapor üzerine Sağlık Bakanlığı uygun kadavra için öncelik verdi. Uygun kadavra çıktığı haberini aldığında inanamadım. Valizimi hazırlamış, aylardır gelecek bu müjdeli haberi bekliyordum. Daha önce de uygun kadavra çıktı ancak böbrekte kaçak olduğu için nakil işlemi gerçekleşmemişti. Bu kaçak için tedavi gördüm. Tedavi sonrasında tekrar uygun kadavra çıkınca nakil işlemim gerçekleşti. Çok mutluyum.”
Organı bağışlanan kişiye Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dileyen Yılmaz, “Ona dua edeceğim. Nur içinde yatsın. Allah razı olsun. Hayatımı kurtardı, sayesinde tekrar sağlığıma kavuştum. Mutluluktan havalarda uçuyorum” ifadelerini kullandı.
“Dört dörtlük bir hastane” olarak tanımladığı Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ndeki her şeyden çok memnun kaldıklarını vurgulayan Yılmaz, “Başta Konukoğlu Ailesi olmak üzere, Prof. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu, Organ Nakil Merkezi hemşireleri ve hastane çalışanlarına gösterdikleri güler yüz ve ilgi için çok teşekkür ederim” diyerek mutluluğunu paylaştı.
Herkesin organ bağışında bulunmasını isteyen Yılmaz, “Organ bağışı konusunda toplum daha da bilinçlendirilmeli. Bu konuda farkındalık yaratılmalı ki, kadavra bekleyen çok sayıdaki hasta sağlığına kavuşabilsin” sözleri ile umudunu dile getirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu ise organ nakli merkezinin bölgede çok büyük bir ihtiyacı giderdiğine dikkati çekerek, bunu en büyük mükafatları olarak değerlendirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, uzman kadrosuna her gün yeni isimler ekliyor.
Halen Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülen Mavi’nin görev yaptığı Beslenme ve Diyetetik Bölümünde, Gökçe Başkülekçi de göreve başladı.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Gökçe Başkülekçi, 1993 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Gaziantep Kolej Vakfı’nda tamamladı. 2010-2015 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu İngilizce Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden onur belgesiyle mezun oldu.
Başkülekçi, Başkent Üniversitesi Hastanesi Diyaliz Merkezi, Onkoloji, Endokrinoloji Bariatrik Cerrahi ve Organ Nakli Merkezi’nde staj yaptı. İstanbul Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde pediatrik beslenme stajı yapan Başkülekçi, İstanbul Ataşehir Aile Sağlığı Merkezi Obezite Polikliniği’nde görev aldı.
İstanbul Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi, Bağcılar Eğitim Araştırma Hastanesi ve Gaziantep Şahinbey Eğitim Araştırma Hastanesi’nde stajyer diyetisyen olarak görev yaptı.
Acıbadem Üniversitesi’nde Sporcu Diyetisyenliği Kursu ve Anoreksiyadan Obeziteye Yeme Bozuklukları Diyetisyenliği Kursu, Başkent Üniversitesi’nde ise Onkoloji Diyetisyenliği Kursu ve Fiziksel Aktivite, Beslenme ve Sağlık Kongresi’ne katıldı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Uzman Psikoloğu Gökçe Tuğsuz Dertli, kuvvetli bir endişe nedeniyle çocuğun okula gitmeyi reddetmesi ya da bu konuda isteksiz görünmesinin okul fobisinden kaynaklanabileceğini söyledi.
Okulların açılması öncesinde okul fobisi konusunda ebeveynlere uyaran Gökçe Tuğsuz Dertli, okul fobisinin, okul çağı ve okul öncesi çocuklarda, özellikle 5-7 yaşlarında sık gözlenen sorunlardan olduğuna dikkati çekti.
“Okul fobisi; çocuğun okula ilk başladığı dönemlerde belirginleşir. Problemin esas kaynağı çocuğun anne-babadan ayrımlaşmasındaki zorluktur” diyen Gökçe Tuğsuz Dertli, şöyle devam etti:
“Çocuk anne-babadan ayrılma durumlarında şiddetli tepkiler gösterebilir. Ağlama, bağırma, anneye sıkıca yapışma, okula gitmeyi reddetme, zorlandığı dönemlerde aşırı huysuzlanma, karın ağrısı, baş ağrısı, mide bulantısı gibi yakınmalarla kendini ve aileyi huzursuz edebilir. Birbirine duygusal anlamda aşırı derecede bağlı ailelerde çocuk, okula gittiğinde anne babasının ona olan sevgisinin azalacağını düşünebilir.”
ÇOCUK BİLGİLENDİRİLMELİ
Okula giden çocuğun, kardeşi varsa kendisine gösterilen sevginin bundan sonra kardeşine yöneleceğini zannedebileceğine vurgu yapan Gökçe Tuğsuz Dertli, “Annesinin babasının başına bir şey gelebileceğinden endişe edebilir. Bu gibi benzer düşüncelere sahip çocuklar okula gitmeyi istemez veya reddedebilirler. Okul fobisinin nedenlerinden biri de okul hakkındaki belirsizlikler ve bilgisizliklerdir” dedi.
Daha önce dar bir sosyal çevrede bulunan çocuğun bu yüzden okula başlama konunda isteksizlik ve stres yaşayabileceğini kaydeden Gökçe Tuğsuz Dertli, “Bu bakımdan çocuk okula başlamadan önce okul, sınıf, sıra, öğretmen, müdür, ders, teneffüs, sınıf arkadaşı ve okul arkadaşı gibi kavramlar konusunda bilgilendirilmeli ve belirsizlikler giderilmeye çalışılmalıdır” diye konuştu.
EBEVEYNLER NELER YAPABİLİR?
Gökçe Tuğsuz Dertli, aile bireylerinin çocuğun okula gitmesi için kesin ve kararlı bir tutum sergilemesi gerektiğini vurgulayarak, okul fobisi olan çocukların ebeveynlerine şu önerilerde bulundu:
“Okula gitme konusunda ödün verilmemeli, mutlaka okula gitmesi sağlanmalıdır. Bu çözümün yarısıdır. Çocuğunuza neden okula gitmesi gerektiğini ve okulun işlevinin ne olduğunu anlatın. Okula gitmemesi halinde yapılan çalışmalardan geri kalacağı ve bunun kendisi için bazı aksaklıklara yol açacağını anlatmaya çalışılmalıdır. Çocuğunuzun korku ve kaygılarını anlamaya çalışın ve bu kaygıları anladığınızı çocuğunuza ifade edin. Çocuğunuzun kaygısı ile alay etmeyin ve onu küçümsemeyin.
Çocuğunuzu okul hayatına hazırlayın ve ona okul hayatının güzel yanlarını anlatın. Okul kıyafetlerini önceden alıp evde denemesi, onlara alışması sağlanabilir, okulda kullanacağı kitabı, defteri ve kırtasiye malzemelerini seçerek kendisinin almasına izin verilmelidir. Böylece çocuk okul ile ilgili güzel duygular hissedecek, psikolojik olarak kendisini okula hazırlayacaktır. Sabah okula gitmek üzere yapılan hazırlıkları eğlenceli hale getirin. Örneğin onu öperek uyandırın.
Kahvaltıyı aceleye getirmeyin. Kahvaltıda sohbet edin, ona okulda neler yapacağını sorun, siz de gününüzü nasıl geçireceğinizi anlatın. Çocuk okula götürüldüğünde vedalaşmaları çabuk ve kısa süreli tutarak ayrılıkların doğal olduğu hissettirilmelidir. Anne ya da babadan ayrılmakta zorlanıyorsa; çocuk kendini rahat hissedinceye kadar, kısa bir süre ebeveynlerin sınıfta oturmaları sağlanabilir. Ancak bu durum ilk birkaç günden sonra devam etmemelidir.”
“Çocuğunuza asla, ‘eğer okula gidersen sana istediğin oyuncağı alacağım’ gibi rüşvetler teklif etmeyin. Sadece istenilen davranışı yaptıktan sonra ödüllendirin” diyen Gökçe Tuğsuz Dertli, “En önemlisi çocuğunuzun korku ve kaygıları devam ediyor, rahatsızlıkları gittikçe artıyor ve yayılıyorsa mutlaka bir uzmandan değerlendirme ve yardım istenilmelidir” ifadelerini kullandı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülen Mavi, kurban bayramında et tüketilirken, miktarı kadar nasıl pişirileceği, ne kadar ve hangi besinlerle tüketileceğinin de önemli olduğunu söyledi.
Kurban bayramında et tüketiminin artışıyla birlikte şekerli besinlerin tüketiminde de artış gözlendiğini belirten Mavi “Kurban bayramı sürecinde şişmanlık, kalp ve damar, diyabet, hipertansiyon ve mide ile ilgili kronik rahatsızlığı olan bireylerin beslenmelerine özellikle özen göstermesi ve et ürünlerinde ise aşırı yağlı etler yerine az yağlı etleri tercih etmeleri gerekir” dedi.
Kurban eti tüketilirken etin niteliği yanında nasıl pişirileceğinin, ne kadar ve hangi besinlerle birlikte tüketileceğinin de önemli olduğunu anlatan Mavi “Alınması gereken önlemlerin herkes için geçerli olduğu unutulmayıp kurban bayramında da sağlıklı beslenmenin temel prensiplerine, yiyecek seçimine, porsiyon kontrolüne ve besin gruplarının dengeli dağılımına özen gösterilmeli” diye konuştu.
“Bu bakımdan kurban etinin ne miktarda, nasıl ve ne ile birlikte tüketileceğini bilmek, sağlıklı saklama, hazırlama ve pişirme yöntemlerini uygulamak hastalar kadar, sağlıklı bireyler için de önemlidir” diye konuştu.
Etin, iyi kalite proteinin yanı sıra yağ, demir, çinko, fosfor, magnezyum gibi mineraller ile özellikle B12, B6, B1 ve A vitaminleri de içerdiğini anımsatan Mavi, etin içeriğinde bulunan yüksek oranda doymuş yağların kan kolesterol düzeyini yükselterek, koroner arter hastalıklarına zemin hazırlayabileceği uyarısını yaptı.
Bayram sürecinde etin tüketilen miktarında olağandışı artış olmamasına dikkat edilmesini isteyen Mavi, “Bir yetişkin için tüketilmesi gereken günlük et miktarı yaklaşık 90-120 gram olup bu miktarın aşılmaması gerekir. Bunun yanında et ve et ürünleri özellikle C ve E vitamini içermediği için sebzelerle birlikte tüketilerek etin içindeki demirin emiliminin artırılmasının sağlamalı” ifadelerini kullandı.
KURBAN ETİ DİNLENDİRİLMELİ
Tahılların B1, B6, B2 vitaminleri, aminoasitler, doğal lifler ve yağ asitleri, magnezyum, çinko, potasyum gibi önemli mineraller içerdiğinden ekmek, pilav, börek, çorba ve benzeri besinlerin et ile birlikte uygun miktarda alınması gerektiğine vurgu yapan Mavi, şöyle devam etti:
“Süt ve ürünleri, protein, kalsiyum, fosfor, B2 ve B12 vitamini olmak üzere birçok besin öğesinden zengin olduğu için yoğurt, cacık, ayran gibi süt ve süt ürünleri de etle birlikte alınması geren besin öğelerindendir. Mide bağırsak rahatsızlıkları olan bireyler etleri hemen tüketmek yerine buzdolabında birkaç gün beklettikten sonra tüketmeli.
Yemekler ayrıca yağ eklenmeden, kendi yağıyla pişirilmelidir. Etin kızartılması ya da ızgarada pişirilmesi kanserojen maddelerin oluşmasına ayrıca B1, B12, folik asit gibi vitaminlerin kaybına neden olacağından eti ızgaraya fazla yaklaştırarak pişirmek gerekir. Çünkü pişirirken etin dış yüzeyi yanması ya da su kaybının fazla olması besin öğesi kaybını artırmaktadır. Bu nedenle pişirme yöntemi olarak kızartma ve çok yüksek ısıda pişirme yerine haşlama ve ızgara yöntemleri tercih edilmelidir.”
NASIL SAKLANMALI
Etlerin bütün olarak değil, küçük parçalara bölünerek, yağlı kağıda veya buzdolabı poşetine sarılarak derin dondurucuda muhafaza edilmesi gerektiğini vurgulayan Mavi, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bu şekilde hazırlanan etler, buzlukta ( -2 derece) birkaç hafta, derin dondurucuda ise (-18 derece) daha uzun süre ile saklanabilir. Etler buzluktan çıkarılınca yemek içinde tamamen kullanılacak şekilde parçalara ayrılmalı ve buzlukta muhafaza edilmeli. Çözdürülen et hemen pişirilmeli, tekrar dondurulmamalı. Derin dondurucuda saklanan eti çözdürürken oda ısısında değil, buzdolabının sebzelik kısmının üstüne konularak çözünmesi beklenmeli. Bayramda hamurlu tatlılar yerine sütlü ve meyve içeren tatlılar tercih edilmeli.”
Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi ve Türkiye İş Kurumu (İŞKUR) İl Müdürlüğü işbirliği ile düzenlenen işbaşı eğitim programından yararlanan kursiyerlere yönelik bilgilendirme toplantısı gerçekleştirildi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen toplantıda konuşma yapan Genel Müdür Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, bu dönem 65 kursiyerle eğitim programını sürdürdüklerini belirterek, “Program sayesinde pek çok kişiye iş imkanı sağlandığı gibi, kursiyerler işbaşı eğitim programlarıyla işi yaparak öğrenme şansı buluyorlar” dedi.
İŞKUR’la gerçekleştirilen çalışma ve işbirliklerinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Dr. Yıldırım, “Türkiye’nin tek çatı altında yatak kapasitesi en büyük özel hastanesinde işbaşı eğitim alan kursiyerler için bu bir avantaj. Önümüzdeki dönemlerde de çalışma ve işbirliğimiz devam edecektir” diye konuştu.
Gaziantep İŞKUR İl Müdürü Siraç Ekin ise kursiyerlere seslenerek “İşbaşı eğitimleri için Sanko gibi kurumsallaşmış kurumlara kabul edilmeniz bizleri çok memnun etti. İŞKUR olarak bizlerle bağınız devam ettiği için gelip sizleri ziyaret ederek, bilgilendirmeler yapmak istedik. Sizleri bir arada görmekten, sizlere burada bir istihdam olanağı yaratmış olmaktan çok mutluyuz” ifadelerini kullandı.
“Hizmet yaptığınız mekanda, sorumlularınıza karşı üstünüze düşen görevi eksiksiz yapmanızı ve size verilen görevi hakkaniyet ölçüsünde gereği gibi yapmanızı istiyoruz” diyen Ekin, şöyle devam etti:
“Çalıştığınız kurumlarda sizlerden bazı önemli noktalara dikkat etmenizi bekliyoruz. Öncelikle çalıştığınız kurumlarla ilgili ketum davranmalısınız. Sonra çalıştığınız yerin menfaati için elinizden gelen performansın en iyisini göstermek zorundasınız. Bu gösterdiğiniz performans bizleri de farklı bir noktaya taşır. Çalıştığınız yerde farklı bir itibar görürsünüz. Referanslarınız, özgeçmişleriniz iyi olacağı için istihdam şansınız daha yüksek olacaktır.”
Kursiyerlerle sohbet eden Ekin, kursiyerlerin Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen eğitim programına katılmaktan duydukları memnuniyetin kendisini ayrıca gururlandığına vurgu yaptı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde gerçekleştirilen başarılı operasyonla ablası Esra Erkan’a böbreği nakledilen Esma Yılmaz, “Küçükken kardeş kavgası yapıyorduk, şimdi hayat kavgası yapıyoruz” dedi.
Kilis’te yaşayan evli 2 çocuk annesi Esra Erkan (26), eşinin görevi nedeniyle Şırnak’ta bulunan 3 çocuk annesi kardeşi Esma Yılmaz’ın (23) verdiği böbrekle sağlığına yeniden kavuştu.
Esra Erkan, kısa bir süre önce rahatsızlandığında gittiği sağlık kuruluşunda yapılan tetkikler sonucu böbrek hastası olduğunu ve nakil ya da diyaliz tedavisi görmesi gerektiğini öğrendiğini söyledi.
Sağlık durumuyla ilgili yaşadıklarını paylaştığında ailesinin doku testi yaptırdığını belirten Erkan, “Doku uyumu olan erkek kardeşinin çalışma şartları ağır olduğu için böbreğinin naklini kabul etmedim. Şırnak’ta yaşayan kız kardeşim böbreğini verebileceğini bildirdi. Tetkikleri yapıldı. Diyalize ilk kez girerken dokuların uyduğu haberini aldık. Kız kardeşim sayesinde sadece o gün diyalize girdim” diye konuştu.
Kilis’teki sağlık kuruluşundan Gaziantep’teki başka bir sağlık kuruluşuna sevk edildiğini anlatan Erkan, şöyle devam etti:
“Sevk edildiğimiz hastanede organ nakli yapılmadığı için hemen organ nakil merkezleriyle ilgili araştırma yaptık. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi tavsiye edildi. Biz de hastaneyi, daha önce nakil olan hastaları araştırdık ve operasyonun burada olmasına karar verdik. Nakil işlemi başarılı bir şekilde geçti. Böbreğim takıldığı gün çalışmaya başladı. Çok mutlu oldum.
Kız kardeşime benim için böylesine bir fedakarlıkta bulunduğundan dolayı çok teşekkür ederim. İkimiz de son derece sağlıklı bir şeklide hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Doktorumuz Prof. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu başta olmak üzere bütün sağlık çalışanları en ufak bir konuda dahi bizi bilgilendiriyorlar. Hastane çalışanlarına, doktorumuza ve Konukoğlu Ailesi’ne teşekkür ediyorum.”
Uzun yıllar diyaliz tedavisi gören, büyük umutlarla nakil bekleyen hastalar bulunduğuna dikkati çekerek herkesi daha duyarlı davranıp organ bağışı yapmaya çağıran Erkan, ailesinin de organ bağışında bulunacağını sözlerine ekledi.
Esma Yılmaz ise ablasının hastalığını öğrendiğinde büyük üzüntü duyduğunu, eşinin de desteğiyle böbreğini vermek istediğini dile getirdi.
“Ablamın durumunu öğrendiğimde kendimi onun yerine koydum. Çocuklarını, ailesini ve yaşayacakları sıkıntıları düşündüm” diyen Yılmaz, şunları kaydetti:
“Karar verdikten sonra süreci hızlandırmak için Şırnak’ta tahlilleri yaptırdım. Sonuçlar olumlu çıkınca Gaziantep’e geldim. Ablamı diyaliz sonrası görünce bir kez daha ne kadar doğru bir karar verdiğimi anladım. Küçükken kardeş kavgası yapıyorduk şimdi hayat kavgasını birlikte yapıyoruz. Doku uyumu için tetkiklerin sonucunu ablamla el ele öğrendik. Sonucun olumlu çıkması üzerine mutluluktan ağladık. Başarılı bir nakil işlemi oldu. İnsanlar ancak başına gelince organ bağışı ve naklinin ne kadar önemli olduğunu anlıyorlar. Herkesi organ bağışı yapmaya davet ediyorum. Uygun kadavra çıktığı haberini umutla bekleyen çok fazla hasta var. Yaşam savaşı veriyorlar. Biz birbirimize desteğimiz büyük bir şanstı.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu da organ nakli bekleyen hastaların bağış sayısının yetersiz olmasından dolayı her geçen gün umutlarını daha da kaybettiklerine vurgu yaptı.
Prof. Dr. Yüzbaşıoğlu, “Vereceğiniz kararla belki bir değil, birden fazla insana yeniden yaşama hakkı vermiş oluyorsunuz. Her insanın yaşama hakkı var. Ancak bazı insanların yaşamı, başkalarının verdiği karara bağlı. Bu nedenle herkesi bir kez daha organ bağışında bulunmaya davet ediyorum” çağrısını yaptı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde babadan kızına başarılı bir operasyonla böbrek nakli gerçekleştirildi.
Kilis’te yaşayan ve 11 yıllık evli olan Filiz Ünal (30), kusma ve baş ağrısı şikayeti ile gittiği hastanede yapılan muayene sonucunda böbrek hastası olduğunu öğrendiğini söyledi.
Teşhis sonrasında ilaç tedavisine başlandığını ancak bir yıl sonra ilacın yeterli olmaması üzerine 4 yıllık diyaliz sürecinin başladığını belirten Ünal, şöyle konuştu:
“Diyaliz tedavisine başladığı dönemde kadavradan nakil için başvuru yaptım. Kardeşlerim böbreklerini vermek istedi ama kan uyuşmazlığı olduğu için nakil işlemi gerçekleşmedi. Bunun üzerine babam böbreğini vermek istedi. Babamla hastaneye geldik. Dokular uyunca nakil işlemini gerçekleştirmeye karar verdik. 4 yıldır süren sıkıntılı dönem babamın sayesinde sona erdi. Babamdan sağ olsun, Allah razı olsun.”
Organ bağışı konusunda herkesin duyarlı olmasını isteyen Ünal, “Gaziantep için büyük bir şans olan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nden çok memnun kaldık. Başta doktorumuz Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu olmak üzere sahibinden çalışanına kadar hastanenin tüm çalışanlarına gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür ederim. Ben sağlığıma kavuştum, umarım herkes sağlığına kavuşur” dedi.
Gaziantep’te yaşayan 40 yıllık evli, 8 çocuk babası Mehmet Fahrettin Aslan (60) ise kızı Filiz Ünal’ın diyaliz sürecinin çok zor geçtiğini görünce, böbreğini vermek istediğine vurgu yaptı.
“Kızım için nakilden başka çare kalmamıştı. Kardeşlerinin böbreklerini vermek istemelerine rağmen, kan uyuşmazlığı çıkınca, baba yüreği daha fazla dayanamadım ve ben böbreğimi vermek istedim” diyen Aslan, mutlu olduğunu ifade etti.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Prof. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu da hastaların sıkıntılarını, gerçekleştirdikleri başarılı nakillerle giderip, hayata ikinci kez sarılmaları için şans verebilmekten mutluluk duyduklarını kaydetti.
Prof. Dr. Yüzbaşıoğlu, insanların çoğunun nakil süreci konusunda yeterli ve doğru bilgilendirilmediği için organ bağışçısı olmak konusunda çekimser davrandığına dikkati çekti.
Genelde ameliyat korkusu yaşandığını, ancak kendilerinin laparoskopik, yani kapalı yöntemle bağışçılardan böbrek aldıklarını anlatan Prof. Dr. Yüzbaşıoğlu, “Naklin ertesi günü bağışçılar ayağa kalkarak, ihtiyaçlarını kendileri görebilecek duruma geliyor. Bir bağış, bir hayat” ifadelerini kullandı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, Gaziantep Şahinbey Belediye Gençlik ve Spor Kulübü voleybol ve ampute futbol takımlarına sağlık sponsoru oldu.
Kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında çeşitli projelerde yer alan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, 2015 – 2016 sezonunda Şahinbey Belediye Gençlik ve Spor Kulübü voleybol ve ampute futbol takımlarının sağlık sponsorluğunu üstlendi.
Bu kapsamda Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne gelen Şahinbey Belediye Gençlik ve Spor Kulübü voleybol erkek takımı oyuncuları sağlık kontrolünden geçerek, yeni sezon hazırlıklarına başladı. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, Gaziantep Şahinbey Belediye Gençlik ve Spor Kulübü voleybol ve ampute futbol takımlarına sezon boyunca sağlık desteği sağlayacak.
ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ
Türkiye’nin tek çatı altında en büyük özel hastanesi olan Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 611 yatağının yanı sıra, 103 yoğun bakım yatağı, 16 ameliyathane ve 120 poliklinik odası ile 60 bin metrekare çalışma alanında sağlık hizmeti sunuluyor.
Hastanede tam donanımlı acil servis, biyokimya, patoloji ve klinik mikrobiyoloji laboratuvarları, radyoloji, nükleer tıp, kardiyovasküler cerrahi, organ nakli merkezi, nefroloji, genel cerrahi, beyin cerrahisi, çocuk cerrahisi, dahiliye, gastroenteroloji, endokronoloji, kulak burun boğaz, pediatri, kardiyoloji, göğüs hastalıkları, üroloji, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon, plastik rekonstrüktif cerrahi, göz hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, nöroloji, psikiyatri, göğüs cerrahisi, dermatoloji ve üremeye yardımcı tedavi merkezleri bulunuyor.
Gaziantep’te yerleşik Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nin uzman hekim kadrosu, her geçen gün yeni isimlerle güçlendiriliyor.
Halen Dr. Gönül Çakmak’ın hasta kabul ettiği Nöroloji Polikliniği’nde Nöroloji Uzmanı Dr. Mesut Bulut da görev yapmaya başladı.
Osmaniye’de 1970’de dünyaya gelen Dr. Bulut, 1995 yılında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu, 2012’de Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Nöroloji Uzmanlığını tamamladı.
Hatay Samandağ Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmetinin ardından Uşak’ta özel bir hastanede çalışan Dr. Bulut, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Uyku Hastalıkları ve Epilepsi Kliniğinde 1 yıl süreyle eğitim aldı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Rezan Harman, Türkiye’de yaklaşık 4 milyon, dünya genelinde ise 400 milyon kişide Kronik Hepatit B bulunduğunu bildirdi.
Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Hepatit Birliği tarafından 28 Temmuz’un ‘Dünya Hepatit Günü’ olarak ilan edildiğini anlatan Dr. Harman, her yıl bir milyon kişinin Hepatit B enfeksiyonu nedeniyle hayatını kaybettiğinin tahmin edildiğine dikkati çekti.
Karaciğer kanseri çeşitlerinden Hepatoselüler Karsinomun yüzde 60-80 oranında hepatit B virüsünden kaynaklandığını ifade eden Dr. Harman, bu virüsün siroz ve karaciğer yetmezliğine de yol açtığını anımsattı.
Dr. Harman, dünyada sessiz katil olarak adlandırılan Hepatit B enfeksiyonunun sinsi bir hastalık olduğuna işaret etti.
NASIL BULAŞIR
Hepatit B virüsünün bulaşma yollarının dünya genelinde farklılık gösterdiğini kaydeden Dr. Harman, “Türkiye’de, Asya ve Afrika'da bulaş daha çok erken çocukluk döneminde olup anneden bebeğe geçiş şeklindedir. Kullanılmış enjektörlerin başka biri tarafından tekrar kullanılması da gelişmemiş ülkelerde sık görülen bulaş yollarındandır. Batı ülkelerinde ise geçiş daha çok yetişkin yaşlarda olmaktadır” dedi.
Türkiye'de Hepatit B taşıyıcılığı oranının yüzde 1,7 - 21 arasında değiştiğini vurgulayan Dr. Harman, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ülkemizdeki hasta sayısı yaklaşık 4 milyon. Hepatit B hastalığı en fazla Eskişehir, Diyarbakır, Antalya, Adana, Erzurum ve Sivas'ta görülüyor. Hastalığa 40-60 yaşları arasında rastlama oranı daha yüksek.
Meslek gruplarına bakıldığında sağlık çalışanlarında yüzde 2-15, çöp işçilerinde yüzde 8, berberlerde yüzde 5-14 oranında Hepatit B saptandı. Gebelerde yapılan bir taramada ise bu oranın yüzde 16'lara kadar çıkabildiği belirlendi.”
HANGİ YOLLARLA BULAŞIR
Hepatit B’nin kan yolu ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında yer aldığını anlatan Dr. Harman, bu hastalığın bulaşma yollarını şöyle sıraladı:
“Doğum esnasında anneden bebeğe bulaşma; bu oran Hbe Ag pozitif anneden doğan bebeklerde yüzde 70-90, Hbe Ag negatif anneden doğan bebeklerde yüzde 10-40'tır. Erken çocukluk döneminde taşıyıcı anne veya babadan geçiş; burada geçiş bütünlüğü bozulmuş deri ve mukozalardan olmaktadır, annesi Hbs Ag pozitif olan bebekler eğer doğumda bu virüsü almadılarsa ilk 5 yaşa kadar bulaş olasılığı yüzde 40 olabilmektedir.
Cinsel yolla; en fazla risk homoseksüellerdedir, eşi hepatit B taşıyanlar ve çok eşlilerde riskli altındadır, anal ve oral sekste risk daha yüksektir ayrıca genital uçuk, bel soğukluğu, frengi olması geçişi kolaylaştırır.
Hepatit B taşıyan kişinin kullandığı iğnenin batması, Hepatit B taşıyan kişinin kanının verilmesi, tam sterilizasyon yapılmadan Hepatit B’li hastanın kullandığı manikür setinin kullanılması, diş yaptırırken tam sterilizasyon yapılmadan Hepatit B’li hastaya kullanılan malzemelerin kullanılması, organ nakli olmak, hemodiyalize girmek, akupunkturda aynı iğnenin başkasında kullanılması, sağlık çalışanları, dövme ve piercing yaptırmakla bulaşabilir.”
ÖNLEM ALMAK GEREKİYOR
Tüm bu bulaşma yollarının bilinmesine rağmen erişkin hastaların yaklaşık yüzde 30’unun Hepatit B virüsünü nasıl aldığını bilmediğini kaydeden Dr. Harman, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Eğer sizde Hepatit B virüsü var ise bu risklerden biri genellikle vardır. Eğer sizdeki risk annenizin taşıyıcı olması ise mutlaka babanız ve diğer kardeşlerinizde test yaptırmalıdır. Çünkü aynı hastalık onlarda da olabilir. Aslında özetlenecek olursa kan ve cinsel yolla bulaşan hastalık grubundadır. Bu nedenle önlem alabilmek için bulaş yolarının neler olabileceğini doğru bilmek, önlem almak ve dikkatli davranmak gerekir.
Hepatit B aynı tabakta yemek yemek, sarılmak, tokalaşmak, hapşırmak, el sıkışmak, su ve aynı giysileri kullanmakla bulaşmaz. Diş fırçası, jilet, tırnak makası, iğne, enjektör, manikür seti gibi kan bulaşması ihtimali olan malzemeler kesinlikle ortak kullanılmamalı. Virüs sperm sıvısında, vajina salgısında, tükürük, ter ve gözyaşında bulunabilir. Buradaki virüs miktarı kandakinden daha az ve tükürük, ter ve gözyaşı, virüsün bulaşmasında önemli bir risk olarak kabul edilmiyor.”
AŞILANMA ÖNEM TAŞIYOR
Türkiye' de aşılamalara 1998 yılından itibaren başlandığını hatırlatan Dr. Harman, şu uyarılarda bulundu:
“Aşılama oranının 1 yaş altı çocuklarda yüzde 70'lere ulaştığı bilinmektedir. Hepatit B, aşısı olan ve önlenebilen sinsi bir hastalıktır. Siz de bu mikrobu hiç farkında olmadan taşıyor olabilirsiniz. Bu nedenle çok geç kalmadan mutlaka gereken testleri yaptırmalı, aşı veya takip/tedavi için bir sağlık merkezlerine başvurmalısınız.”
AKUT HEPATİT C:
Hepatit C virüsü hakkında da bilgiler veren Dr. Harman “1989 yılında tanımlanan Hepatit C virüsünü Dünya nüfusunun yüzde 3’ü taşıdığı bilinmektedir. Türkiye’de bu oranın yüzde 1 olduğu düşünülmektedir” dedi.
Hepatit C virüsünün bulaşma yollarına değinen Dr. Harman, “Kan transfüzyonu, Hepatit C taşıyan anneden doğmuş olmak, damar içi uyuşturucu kullanımı, hemodiyaliz, organ nakli, şüpheli cinsel temas, Hepatit C taşıyan kişinin iğnesinin batması veya göze kanının sıçraması, sağlığa uygun olmayan yerlerde diş yaptırılması, dövme yaptırmak ve yine sağlığa uygun olmayan yerlerde manikür yaptırmak riskli durumlardır” diye konuştu.
Riskli durumlardan birine maruz kalındığında yapılması gerekenlere değinen Dr. Harman, “Bulaş olursa kanda 1–3 haftada HCV RNA veya ilk 12 haftada HCV AB saptanabilir. Bu testler ile takip önerilir” ifadelerini kullandı.
“Ayrıca karaciğer enzimleri olan ALT ve AST’deki yükselmelerde takip de önemlidir. Takiplerde bu testler negatif çıkarsa içiniz rahatlayabilir. 3. ayda da Anti HCV negatif olursa testleri tekrarlamaya gerek yoktur” diyen Dr. Harman, sözlerini şöyle tamamladı:
“Çünkü enfeksiyon gelişirse yani Hepatit C virüsü bulaşırsa ve erken enfeksiyon döneminde tedavi alınırsa kronikleşme durumu ortadan kalkabilir yani tamamen iyileşme olur.
Kanda virüsün belirlenmesi yani bulaş olduğunun tespiti durumunda önce hiçbir şey yapılmadan hasta 2-4 ay takip edilir. Çünkü yüzde 25-30 oranında kendiliğinden iyileşme gerçekleşebilir (HCV RNA negatifleşir). Eğer bu süre içerisinde HCV RNA negatifleşmez ise o zaman tedavi verilmesi gerekir.
Kendiliğinden HCV RNA negatifleşmezse, bu durumda hastaya 24 hafta süre ile pegile interferon tedavisi verilir. Bu hastalarda tedaviye yanıt neredeyse yüzde 100 düzeyinde.”
Türkiye’nin tek çatı altında en büyük özel hastanesi olan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde iki hastaya kadavradan böbrek nakli gerçekleştirildi.
Kahramanmaraş Elbistan’da şoförlük yaparak geçimini sağlayan Süleyman Harman (50), 8 yıl önce yüksek tansiyon ve ayaklarında oluşan şişlik nedeniyle doktora gittiğinde, yapılan tetkikler sonucu böbreklerinin iflas ettiğini öğrendi.
Bunun üzerinde diyaliz tedavisi uygulanmaya başlanan Harman, “Haftada 3 gün diyaliz tedavisi görüyordum. Yorgun, halsiz bir şekilde vücut direncimi kaybetmiş oluyordum. Çok zor bir süreçti” diyerek, yaşadığı zorlukları paylaştı.
Kadavradan böbrek nakli için 3 yıl önce Kayseri’de, ardından Kahramanmaraş’ta farklı sağlık kuruluşlarına yaptığını anlatan Harman, yaklaşık 7 ay kadar önce kaydını Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne aldığına işaret ederek, “Diyalizde yaşadığım sıkıntıların ardından organ nakli benim için tek çözümdü. Kadavradan böbrek nakledileceği bildirilince çok mutlu oldum. Şükürler olsun çok iyiyim. Bağışta bulunanlardan Allah razı olsun, aileye Allah yardım etsin” dedi.
Organ bağışının çok önemli bir karar olduğuna vurgu yapan Harman, organ bağışı konusunda şu çağrıyı yaptı:
“Bu durumu başına gelmeyen bilmiyor. Diyaliz dönemi çok zor bir dönem, bunu kimsenin yaşamasını istemiyorum. İnsanlar organ bağışı konusunda daha duyarlı olmalı. Bütün bu sıkıntıları yaşayan biri olarak, benden sonra başkaları sağlığına kavuşup yaşayabilsinler diye, ben de organlarımı bağışlamak istiyorum. Herkesin aynı duyarlılığı göstermesi gerekir.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nden çok memnun kaldığını ifade eden Harman, “İyi ki kaydımı bu hastaneye almışım. Burada ikinci kez yaşama şansı buldum. Hastane çalışanlarına gösterdikleri ilgiden dolayı çok teşekkür ederim” diyerek, mutluluğunu dile getirdi.
FİLİZ TOPAL
Gaziantep’te yaşayan Filiz Topal (35) ise 13 yaşında rahatsızlığı nedeniyle gittiği doktordan, böbrek hastası olduğunu öğrendiğini bildirdi.
“Son 9 yıldır diyaliz tedavisi görüyordum. Bunun 8 yılında diyaliz ve periton, 11 ayında ise sadece diyaliz tedavisi gördüm” diyen Topal, şöyle devam etti:
“Diyalize girdiğim süreci anlatmam çok zor. Sıvı tüketimi ve yemek kısıtlıydı. Sürekli tansiyonum düşüyordu. Psikolojim bozulmuştu. Kadavradan nakil için kaydımı 4 yıl önce Sani Konukoğlu Hastanesi’ne aldırdım. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nden arayıp, uygun kadavra çıktığını söylediklerinde, anlatamayacağım kadar mutlu oldum. Daha önce de uygun kadavra çıkmıştı ancak önceliği olan başka bir nakil hastasında değerlendirilmişti. Bu haberi almak benim için çok önemliydi.”
Herkesin organ bağışında bulunmasını isteyen Topal, nakil sonrası ilk olarak bozulan psikolojisinin düzeldiğini, yaşama sevincine tekrar kavuştuğunu söyledi.
“Çünkü insan yaşamak istiyor” diyen Topal, organ bağışı yapan aileye, operasyonu gerçekleştiren Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu ve hastane çalışanlarına teşekkür etti.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu da kadavradan organ bağışına gereken önem verilmediği için, her yıl organ bekleyenlerin sayısının arttığını hatırlattı ve bu konuda duyarlılık gösterilmesini istedi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde gerçekleştirilen operasyonla, kardeşten ağabeye böbrek nakli yapıldı.
Gaziantep’te bir fabrikada işçi olarak çalışan Ali Rıza Boz (31), 11 yıl önce kan ve demir eksikliği tedavisi gördüğü sırasında el ve ayaklarında şişme meydana gelince, yapılan tetkikler sonucu böbreklerinin çalışmadığını öğrendiğini söyledi.
Bunun üzerine hemen diyaliz tedavisine başlandığını belirten Ali Rıza Boz, “11 yıl diyaliz tedavisi gördüm. Diyaliz sürecinde hem maddi hem manevi anlamda sıkıntı yaşadım. 4 yıl önce Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne kadavra için başvurdum. Kadavra çıkmasına rağmen dokular uymayınca nakil işlemi gerçekleşemedi” dedi.
Yaşananlar üzerine ailesinin nakil için böbreklerini vermek istediğini ama kabul etmediğini anlatan Ali Rıza Boz, “Sağlık durumum daha da kötüye gidince annem ve kız kardeşlerim böbreklerini vermek istedi. Dokuları uymayınca erkek kardeşime gerekli tetkikler yapıldı. Dokularımız uyunca nakil işlemi için hastaneye yattık. Başarılı bir nakil işlemi oldu. Şükürler olsun şu an ikimiz de sağlıklıyız” diye konuştu.
“Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nin olanakları ve çalışanlarından memnun kaldım” diyen Ali Rıza Boz, doktoru Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu, hemşireler ve diğer çalışanlara teşekkürlerini sundu.
Organ bağışı konusunda herkesin daha duyarlı olmasını isteyen Ali Rıza Boz, “Ben de organlarımı bağışlayacağım. İnsan hayatını kurtarmak çok güzel bir duygu” diyerek, çağrısını yineledi.
KARDEŞİN MUTLULUĞU
Ağabeyine böbreğini vererek, onu tekrar yaşama döndüren Emrah Boz (24) ise “Böbreğimi ağabeyime daha önce de vermek istedim. Ama ağabeyim bizlere kıyamadığı için kabul etmedi” diyerek ağabeyinin duyarlılığına işaret etti.
İlerleyen süreçle birlikte ağabeyinin durumunun daha da ağırlaştığını kaydeden Emrah Boz, “Yeniden böbreğimi vermeyi teklif edince, ağabeyim mecburen kabul etti. Artık ağabeyim sağlığına kavuştu. Ben de iyiyim, nihayet ikimiz de gayet sağlıklıyız” ifadelerini kullandı.
“Toprak altında kalıp çürümesine izin vermek yerine, insanların tekrar sağlığına kavuşmasına yardımcı olmak istiyorum. İnsanların tekrar sağlığına kavuşmalarına yardımcı olabilmek için herkesi organ bağışında bulunmaya davet ediyorum” çağrısını yapan Emrah Boz, bütün organlarını bağışlayacağını bildirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu da “Elinizde her türlü teknolojik imkan, fiziksel altyapı ve profesyonel bir ekip olabilir. Ancak nakil için gerekli organı bulamazsanız, hastanızın hiç şansı kalmaz” diyerek, organ bağışının önemine dikkati çekti.
Organ bağışçısının olmasına rağmen “en doğru ve en sağlık şekilde” organ naklinin geçekleştirilemediği taktirde, hem hastanın, hem de bağışla gelen organın kaybedileceğini anlatan Prof. Dr. Yüzbaşıoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
“Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi olarak günümüz teknolojisini en doğru, en etkin şeklide kullanarak, tıbbın gereklerini yerine getiriyoruz. Karşımıza çıkan en büyük zorluk, yetersiz bağışçı sayısıdır. Çünkü gerek canlıdan gerekse kadavradan bağışlanan organ sayısı hala yetersiz. Halkımızı, ‘Gelin bir hayat da siz kurtarın’ diyerek organ bağışı konusunda duyarlı olmaya davet ediyorum.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde gerçekleştirilen başarılı operasyonla 12 yıllık eşi Selver Demirbaş’ın verdiği böbrekle hayata yeniden tutunan Yusuf Demirbaş, “Eşime teşekkür ederim. İyi günümde olduğu gibi, kötü günümde de yanımda oldu” dedi.
Gaziantep’te serbest meslekle uğraşan Yusuf Demirbaş (37), 4 yıl önce sürekli halsizlik ve ayaklarındaki ağrı nedeniyle gittiği doktorda kronik böbrek yetmezliği teşhisi konulduğunu söyledi.
Demirbaş, teşhisin ardından tedavisine başlanıldığını, ancak bir süre sonra ilaçların etki etmemeye başladığını ifade ederek, bunun üzerine doktorunun, “ya diyaliz ya da nakil” diyerek, süreci özetlediğine vurgu yaptı.
Bunun üzerine eşi, 2 çocuğunun annesi Selver Demirbaş’ın (31) böbreğini vermek istediğini anlatan Yusuf Demirbaş, şöyle devam etti:
“Tetkiklerde dokular uyumlu çıkınca, en doğru hastane için araştırma yaptık. Internet üzerinden ve hastanelere giderek yaptığımız araştırmalar sonucunda tercihimiz Özel Sani Konukoğlu Hastanesi oldu. Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu ve hastane çalışanlarının ilgisini, gülen yüzünü ve sunulan hizmetleri görünce tercihimizin ne kadar doğru olduğunu anladık.
Gaziantep’te böyle bir sağlık kuruluşunun olması bizi her anlamda rahatlattı. Başka şehirde olsa, bizi hem maddi, hem de manevi anlamda çok zorlardı. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi kurucuları Konukoğlu ailesi ve yetkilileri başta olmak üzere bütün çalışanlara, hemşirelere, Organ Nakil Merkezi’ne ve Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu’na çok teşekkür ederim.
Eşimin ve benim sağlık durumum iyi. Nakil sürecimiz çok iyi geçti. Eşime yaptığı fedakârlıktan dolayı çok teşekkür ederim. Sayesinde sağlığıma tekrar kavuştum. İyi günümde olduğu gibi kötü günümde de hep yanımda oldu. Herkesi organ bağışında bulunmaya çağırıyorum. Bir organ, bir hayat demek. Toplum olarak organ bağışı konusunda daha duyarlı olmalıyız.”
“HAYAT KURTARMAK ÇOK GÜZEL BİR DUYGU”
Ev hanımı olan Selver Demirbaş, eşinin sıkıntılarını birlikte yaşadıklarını anımsatarak, “Durumu kötüye gitmeye başlamıştı. Organ nakliyle sağlığına kavuşacağını öğrendiğimde, böbreğimi vermek istedim. Tetkikler sonucunda, dokularımızın uyumlu olduğu söylediler. Nakil için gerekli işlemler yapıldı. Nakil sonrası eşimin de benim de sağlık olmamız her şeye değer” ifadelerini kullandı.
Sağlık durumu uygun olan herkesi organ bağışında bulunmaya çağıran Selver Demirbaş, “Kimse korkmasın. Korkulacak bir durum yok. Hayat kurtarmak, birisini tekrar hayata bağlamaya neden olmak çok güzel bir duygu” diyerek, sözlerini şöyle tamamladı:
Organ Nakil Merkezi Başkanı Prof. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu da başarıyla gerçekleştirdikleri organ nakli ameliyatlarının kendileri için gurur, hastalara umut olduğuna dikkati çekti.
Prof. Dr. Yüzbaşıoğlu, Organ Nakil Merkezi’nde gerek teknik altyapının, gerekse verilen tıbbi hizmetlerin kalitesi sayesinde pek çok hastanın şifa bulduğunu, organ bağışçılarının laparoskopik operasyonlar sayesinde kısa sürede ayağa kalktıklarını bildirdi.
Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Nimet Yılmaz, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde hasta kabulüne başladı.
Çok sayıda branşta, uzman kadrosuyla bölgeye üst düzey sağlık hizmeti sunan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, Dr. Azmi Serin’in hasta kabul ettiği Gastroenteroloji Kliniği’ne, Dr. Nimet Yılmaz da atandı.
Dr. Nimet Yılmaz, 1977 yılında Malatya Darende’de doğdu. 1994 yılında İskenderun Lisesi, 2001 yılında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 2004-2009 yılları arasında Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı’nda eğitim alan Dr. Yılmaz, yan dal uzmanlık eğitimini 2010-2013 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bölümünde tamamladı.
2001-2003 yıllarında Bolu Seben Sağlık Merkezi’nde pratisyen hekim, 2009-2010 yıllarında Elazığ Kovancılar Devlet Hastanesi’nde İç Hastalıkları Uzmanı, 2013-2015 yıllarında Hatay İskenderun Devlet Hastanesi Gastroenteroloji Uzmanı olarak görev yapan Dr. Yılmaz, Haziran 2015 tarihi itibariyle Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde Gastroenteroloji Uzmanı olarak hasta kabulüne başladı.
İngilizce bilen, Türk Karaciğer Hastalıkları Araştırma Derneği, Gastrointestinal Sistem Hastalıkları ve Cerrahisi Derneği ve Türk Gastroenteroloji Derneği üyesi olan Dr. Yılmaz, evli ve 2 çocuk annesi.
KKTC'de yerleşik Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Rektörü Prof. Dr. Necdet Osam, geçen yıl GAP turu sırasında trafik kazası geçiren öğrencilerinin tedavisinin gerçekleştirildiği Özel Sani Konukoğlu Hastanesi yetkililerine teşekkür ziyaretinde bulundu.
DAÜ Rektörü Prof. Dr. Osam, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Amca, DAÜ Yöneticisi Tevfik Yoldaş ve Gaziantep Bölge Sorumlusu Hakan Çayırgan ile birlikte, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Müdürü Dr. Yusuf Ziya Yıldırım’ı ziyaret etti.
Öğrencilerinin geçen yıl düzenledikleri GAP turu sırasında Şanlıurfa – Gaziantep Otoyolu’nda trafik kazası geçirdiklerini ve yaralanan öğrencilerin çeşitli hastanelerde tedavi altına alındığını anımsatan Rektör Prof. Dr. Osam, öğrencilerin tedavileriyle yakından ilgilenen Genel Müdür Dr. Yusuf Ziya Yıldırım’a teşekkür etti.
Prof. Dr. Osam, “Öğrencilerimizin tedavileri ile yakından ilgilendiğiniz için çok teşekkür ederiz. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, bu bölge için büyük bir şans. Öncelikle böyle bir sağlık kuruluşunu yaptırdıkları için Konukoğlu Ailesi’ne, siz değerli yöneticilerine ve büyük bir özveriyle görevlerini yerine getiren doktorundan hemşiresine kadar tüm sağlık personeline çok teşekkür ederim” dedi.
Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ise “Bölgede sağlık hizmetinin öncüsü olan hastanemizin kapıları sağlık hizmetine ihtiyacı olan herkese açık. Ziyaretinizle bizleri mutlu ettiniz” diyerek memnuniyetini dile getirdi.
Ziyarette, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Satış ve Pazarlama Müdürü Orhan Ahi de hazır bulundu.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi güçlü hekim kadrosuna her geçen gün yeni isimler ekliyor.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğinde görev yapan Dr. Hamide Palaz, Dr. Medeni Asma, Dr. Çağatay Kabak ve Yrd. Doç. Dr. Yusuf Ünal Sarıkabayı’nın yanı sıra, Dr. Mehmet Aksoy da hasta kabulüne başladı.
Şanlıurfa Bozova’da 1976 yılında doğan ve 1997 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olan Dr. Mehmet Aksoy, 10 yıl pratisyen hekim olarak hizmet verdikten sonra, 2011 yılında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde uzmanlığını tamamladı. 2015 yıl itibariyle Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı olarak hasta kabulüne başlayan Dr. Aksoy evli iki çocuk babası.
ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ
Sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen ve dünya standartlarında hizmet verilen hastanede, acil servis, biyokimya, patoloji ve klinik mikrobiyoloji laboratuvarları, radyoloji, nükleer tıp, kardiyovasküler cerrahi, organ nakli merkezi, nefroloji, genel cerrahi, beyin cerrahisi, çocuk cerrahisi, dahiliye, gastroenteroloji, endokronoloji, kulak burun boğaz, pediatri, kardiyoloji, göğüs hastalıkları, üroloji, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon, plastik rekonstrüktif cerrahi, göz hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, nöroloji, psikiyatri, göğüs cerrahisi, dermatoloji, çocuk ve ergen psikiyatrisi ile üremeye yardımcı tedavi merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
Okulların yaz tatiline girmesi ile birlikte öğrencilerin karne heyecanı yaşadığına dikkati çeken Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nden Uzman Psikoloğu Melis Tümer Süyür, aileleri uyararak “Kötü karneden sadece çocuğunuz sorumlu değildir” dedi.
Karneyi, “çocuğun öğrenme süreçleri ve davranışlarının bir geri bildirimi” olarak tanımayan Süyür, kötü karnenin sorumluluğun aile tarafından paylaşılması gerektiğini söyledi.
Süyür, çocuğun okul başarısızlığının nedenlerini, “Bazıları çocukların kendilerine has kişisel özellikleridir. Unutulmamalıdır ki her çocuk aynı değildir. Kimi çocuk matematikte iyiyken, kimisi sanata yatkındır. Önemi olan okul ve aile arasındaki uyumdur. Her iki gözlemci de çocuğun neye yeteneği olduğunu gözlemlemelidir ve o alanda çocuklarımız desteklenerek, geleceğimizin mirasları, özgüvenli çocuklar yetiştirilir” diye konuştu.
Başarısızlığın ikinci nedeninin aile kaynaklı olduğunu belirten Süyür, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Anne-babanın sağlıklı model olması, kültürel seviyenin, ders çalışma ortamının sağlanması, ailenin disiplini, başarıyı olumlu etkileyen faktörlerdir. Diğer bir başarısızlık nedeni ise okul kaynaklıdır. Okuldaki eğitim ve öğretim programının çocukların gelişim seviyelerine uygun zenginleştirilmiş programlar olmasına karşın, çocuğun akademik başarısı beklenenin altında ise araştırma yapılmalıdır. Bir çocuk-ergen ve psikoloğundan yardım alınarak, çocuk-aile ve okula yönelik bir çalışma düzenlenmelidir. Bu üçgen kurulabilirse, sorunu çözmeye adım atmış oluruz.”
Karne dönemi ile birlikte tatil heyecanının da yaşandığını anımsatan Süyür, “Önemli olan karne heyecanını karne sendromuna çevirmemektedir. Karne almak, bir anlamda çocuklara tatilin geldiğini çağrıştırmalıdır” uyarısında bulundu.
EBEVEYNLERE KARNE UYARISI
Ebeveynlere “Çocuğun tatilde bol bol dinlenmesine ve tatilin keyfini çıkarmasına fırsat tanıyın. Tatil zamanını birlikte vakit geçirebileceğiniz, çocuğunuzun yeni dönem için enerji depolaması için bir olanak olarak görün. Çocuğunuz düşük notlar getirmiş olsa da onunda tatile, okul düzeninden uzaklaşamaya ihtiyacı olacağını unutmayın” çağrısını yapan Süyür, şunları kaydetti:
“İyi notların olduğu karneler genellikle ödüllendirilir. Ancak çocuğunuz sadece iyi notlar aldığında ödüllendirildiğini hissetmemeli. Mümkün olduğunca maddi değeri az olan veya manevi değeri olan (ailece bir şeyler yapmak gibi) hediyeleri, gösterdiği çabası için vermeniz en uygunudur. Bu sebeple düşük notu olsa bile çocuğunuz elinden gelenin en iyisini yaptı ise ona da bir ödül vermeniz onu motive edecektir.
Böylece çocuğunuzun ona vereceğiniz ödül için çalışma gerekliliği yerini ‘kendim için çalışmalıyım’ düşüncesine bırakır. Bu da çocuğunuzda özdisiplin gelişmesini sağlayacaktır. Tatil döneminde çocuğunuzu kitap okumak, bulmaca çözmek gibi aktivitelerde bulunması için teşvik edin. Okulun açılmasına doğru, bir önceki dönemi hatırlatıcı çalışmalarla ödül yöntemini uygulayarak çocuğunuza destek olun.
Süyür “Çocuğunuzun size karşı yapmasını istemediğiniz, hiçbir davranışı siz de çocuğunuza sergilemeyiniz. Unutmayın ki çocuk söylenenden çok, gördüğünü rol model olarak alacaktır” diyerek, sözlerini tamamladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde gerçekleştirilen başarılı operasyonla böbreğinin birisi 33 yıllık eşi, 5 çocuk annesi Sebahat Yüce’ye nakledilen Yusuf Yüce, “Eşim benim için değerli. Başka ne yapabilirdim ki” dedi.
Kahramanmaraş Elbistan’da yaşayan Sebahat Yüce (53) 6 yıl önce ağız kuruluğu şikayeti ile gittiği sağlık kurumunda yapılan tahliller sonucu, şeker hastalığına bağlı olarak böbreğinin iflas ettiğini öğreniyor.
Büyük bir şaşkınlık yaşadığını belirten Sebahat Yüce, “6 yıl ilaç tedavisi gördüm. Son aşamaya gelince doktorum ‘artık ya nakil olacaksın ya da diyalize gireceksin’ dediğinde durumun ciddiyetini daha iyi anladım” diye konuştu.
Çocuklarının böbrek bağışında bulunmak istediğini anlatan Yüce, “Ama anne yüreğim elvermedi. Eşim ‘Doku uyumu olursa böbreğimi veririm’ dedi. Çevremizdekilerin de yönlendirmesi ile Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ni tercih ederek, organ nakli için başvurduk. Tetkikler sonucunda, doku uyumu olunca nakil yapıldı” ifadelerini kullandı.
“Şu anda eşim de, ben de gayet sağlıklıyız. Eşimden de Allah razı olsun. Onun sayesinde sağlığıma kavuştum” diyen Sebahat Yüce, sözlerini şöyle tamamladı:
“İyi ki Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ni tercih etmişiz, aldığımız bütün hizmetlerden çok memnun kaldık. Hastane çalışanlarından, hemşirelerden ve özellikle doktorumuz Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu’ndan Allah razı olsun. Ayrıca herkesin organ bağışında bulunmasını öneriyorum.”
“EŞİM BENİM İÇİN DEĞERLİ”
Şehirlerarası otobüs şoförlüğü yapan Yusuf Yüce (57) ise eşinin böbrek hastası olduğunu öğrendiğinde çok üzüldüğünü, sağlık durumunun kötüye gitmesi üzerine böbreğini vermek istediğini söyledi.
Başarılı operasyonla böbrek naklinin gerçekleştirildiğini anlatan Yüce, “Eşim benim için değerli. Başka ne yapabilirdim ki” diyerek, eşine olan sevgisine vurgu yaptı.
Bütün organlarını bağışlayacağını açıklayan Yusuf Yüce, herkesi organ bağışı konusunda daha duyarlı davranmaya ve bağışta bulunmaya çağırdı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlusu Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu da eşler arasındaki dayanışmanın herkese örnek olması gerektiğine dikkati çekti.
Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, “Bir ömrü paylaşmak üzere bir araya gelen insanlar hastalıkta, sağlıkta diyerek iyi ve kötü günlerinde birbirlerine destek oluyor. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi olarak eşlerin bu dayanışmasına tıbbi katkı sağladık” diyerek, mutluluğunu dile getirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Hemşirelik Hizmetleri Yöneticisi Ceylan Özyılmaz, Hospital Manager Dergisi tarafından yılın başarılı sağlık yöneticisi kategorisinde ödüllendirildi.
Özyılmaz, ödülünü alırken yaptığı konuşmada, meslek hayatının 14. Yılında olduğunu belirterek, “Özel Sani Konukoğlu Hastanesinde 11 yıl önce başladığım uzman hemşirelik görevimi, son üç yıldır hemşirelik hizmetleri yöneticisi olarak devam ettiriyorum. Bu ödül beni gururlandırdı” dedi.
Hospital Manager Dergisi’nin her yıl düzenlediği yılın başarılı sağlık girişimcisi ve sağlık yöneticisi ödülleri kapsamında ödüle değer görülmenin kendisine onur verdiğini kaydeden Özyılmaz, “Jüri üyelerine, hastanem ve adıma çok teşekkür ederim. Ayrıca 12-18 Mayıs hemşirelik haftasında böyle bir ödüle layık görülmek bana ayrı bir onur ve gurur vermiştir” diye konuştu.
Özyılmaz, sağlık hizmetleri alanında ağır sorumluluklar üstlenen ve insanlara sevgi, hoşgörü, sabırla hizmet vermeyi kendine amaç edinen bütün hemşirelerin haftasını kutlayarak, konuşmasını tamamladı.
-‘’ERGEN, ÇOCUKLUK DÖNEMİNİN BİTİŞİNİN YASINI TUTAR. ZAMAN
ZAMAN GENÇ, GEREK ERGENLİK DÖNEMİ ÖZELLİKLERİ, GEREKSE
FARKLI YAŞAM OLAYLARININ DA ETKİSİYLE, YAS SÜRECİNİ DAHA
YOĞUN YAŞAYARAK DEPRESYON BELİRTİLERİ GÖSTEREBİLİR’’
-‘’SEVGİ VE ANLAYIŞ GÖSTERMEK ERGENİN BU DÖNEMİ ATLATMASINDA YARDIMCI OLACAKTIR’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Uzman Psikologu Melis Tümer Süyür, “Ergen, çocukluk döneminin bitişinin yasını tutar. Zaman zaman genç, gerek ergenlik dönemi özellikleri, gerekse farklı yaşam olaylarının da etkisiyle, yas sürecini daha yoğun yaşayarak depresyon belirtileri gösterebilir” dedi.
Süyür, “Ergenlik ve Depresyon’’ konusunda yaptığı açıklamada, ergenlik döneminde bireyin hem bedensel hem ruhsal hem de toplumsal alanda değişime, dönüşüme uğradığına dikkati çekti.
“Büyümek ergenliğe özgü değildir, çocuklar da büyürler ama pek fazla değişmezler. Ergenler ise hem büyür, hem de değişirler” diyen Süyür, şöyle devam etti:
“Ergenlik bazı yazarlara göre ‘ikinci doğum’dur. Dolto, ergenlerin de tıpkı yaşama alışmaya çalışan yeni doğan bebekler gibi, kırılgan ve dayanıksız olduklarını belirterek, onları kabuk değiştiren yengeçlere benzetir. Yengeçler kabuk değiştirdikleri dönemde zayıf ve savunmasızdırlar. Eğer bu dönemde yaralanırlarsa bu yaranın izini tüm yaşamları boyunca taşırlar. Dolayısıyla ergenlik, bireyin oldukça zayıf ve duyarlı olduğu bir süreçtir.
Ergenlik bir hastalık olmadığı gibi doğal ve gerekli bir süreçtir. Ancak kimi zaman yetişkinlikte görülen ruhsal rahatsızlıkların başladığı dönemdir de. Bireyin birçok cephede birden mücadele etmek zorunda olduğu zorlu bir dönemdir. Ergenlik sürecinin zorunlu aşamalarından biri, çocukluk döneminin bittiğinin kabullenilmesi ve yeni bir dönemin gerektirdiği tüm yeni tanımlamaların yapılmasıdır.”
Ergenin, “çocukluk döneminin bitişinin yasını tutacağını” kaydeden Süyür, yasın, yapılandırıcı ve düzenleyici nitelikleriyle ergenliğe damgasını vuracağına dikkati çekti.
Ergenlikte yasın bütünüyle olumsuz olmadığını, ancak bu sürecin olumlu olabilmesinin bazı koşullara bağlı olduğunu ifade eden Süyür, “Zaman zaman genç, gerek ergenlik dönemi özellikleri, gerekse farklı yaşam olaylarının da etkisiyle, yas sürecini daha yoğun yaşayarak depresyon belirtileri gösterebilir” ifadelerini kullandı.
DEPRESYON NEDİR?
Süyür ,ergenlikte görülen depresyonla ilgili olarak da açıklamalar da bulunarak, şu hatırlatmaları yaptı:
“Gençlerde ilgi ve etkinliklerde azalma, uyku ve iştah bozuklukları, içe kapanma, arkadaş ilişkilerinde bozulma, okul başarısında düşme gibi belirtilerle görülebilir. Uzun süre devam eden (haftalarca), işlevselliği bozan (günlük rutinleri sürdürme, zevk aldığı aktiviteleri yapmama veya yapılan aktivitelerden zevk alamama) keder depresyon olarak tanımlanabilir. Fakat her keder depresyon değildir. Birkaç saat veya gün süren keder, kendini üzgün hissetmek depresif duygu durumudur. Kişi depresyonda olsa bile bazen başkalarına fark ettirmeyebilir. Yüzü gülebilir, mutlu görünebilir.”
ERGENLİKTE DEPRESYON
“Ergenlikten yetişkinliğe adım atılan dönemde gençlerde görülen, depresif duygu durumunun sürekli olması veya sıklıkla tekrarlanması, aileyle ve arkadaşlarla ilişkilerde sorun yaşanması, madde kullanımı ve/veya diğer olumsuz davranışlar depresif bozukluğu işaret ediyor olabilir” sözleriyle ergenlikte depresyon konusuna değinen konuşan Süyür, şunları kaydetti:
“Ailede boşanma, ayrılık, ölüm gibi benlik saygısını azaltan durumlarda pek çok gencin ilk tepkisi davranış bozukluğu biçiminde olabilir. Gencin birden umursamaz bir tavır takındığı, derslerine boş verdiği, okuldan kaçmaya, öğretmenlere karşı gelmeye başladığı gözlenebilir. Açıkça yas tutamayan, depresyon belirtisi gösteremeyen genç, dolaylı yoldan depresyonu aşmaya çabalar. Kolay arkadaş edinemeyen genç de ilişki alanını daraltıp yalnız kalacağı uğraşlara yönelebilir.’’
Süyür, kimlik krizi konusuna değinerek, “Tanımını yaptığımız depresyon gençlik çağında tüm belirtileriyle birlikte çok seyrek olarak görülür. Fakat ortaya çıkan bu belirtiler gençlik dönemine özgü belirtiler de olabilir. Kim olduğunu, yaşam amacını, değerlerini ve geleceği sorgulayan ergen bu süreçte cinsel, toplumsal ve mesleki kimliğini de oluşturur. Bazen bu süreç, sosyal uyumu hafif derecede bozacak nitelikte çalkantılı geçer ki, bu duruma kimlik krizi diyoruz” tanımlamasını yaptı.
Kimlik krizi sonunda ergenin sağlıklı kimlik gelişimini tanımlayabileceğini ancak, ruhsal çökkünlük, davranış sorunları, aşırı taşkınlık ve öfke nöbetleriyle seyreden kimlik kargaşası durumu da yaşayabileceğinin altını çizen Süyür, bu dönemin kimlik gelişimi tamamlanana kadar ve geleceğe dair beklentiler ve rol tanımları netleşene kadar devam edebileceğini, ortaya üstü örtülü, dolaylı ya da depresyonu düşündürebilecek belirtiler çıkabileceğini ifade etti. Süyür, belirtileri şu şeklide sıraladı:
“Genç can sıkıntısı çeker ve tedirgindir, hiçbir işle uzun süre ilgilenemez, bir uğraştan ötekine yönelir, istekle başladığı bir işten çabuk bıkar; coşku ile bezginlik arasında gider gelir, dikkatini yoğunlaştırmakta güçlük çeker; okuduğunu anlamaz, unutkanlıktan dalgınlıktan yakınır, ders dinleyemez, başarısı düşer, bedeniyle uğraşır.
Depresyon, çok çeşitli durumlara ve stres yaratan faktörlere karşı verilen bir tepkidir. Ergenlerde depresif duygu durumu yaygın olarak görülebilmektedir, çünkü bu normal olgunlaşma/büyüme sürecinin, bu sürece eşlik eden stres faktörlerinin ve bağımsızlığını elde etmek için anne-babayla çatışmanın bir parçası olabilmektedir.’’
Depresif duygu durumunun, bir arkadaşın ya da akrabanın ölümü, sevgiliden ayrılmak ya da okulda başarısız olmak gibi rahatsızlık verici olaylara ve durumlara karşı bir tepki olabileceğinin altını çizen Süyür, özgüvenleri düşük, kendilerini kıyasıya eleştiren, olumsuz olaylar ve durumlar üzerinde kontrol gücünün olmadığını düşünmeye eğilimli ergenlerde, stres yaratan olaylar ve durumlarla karşılaşmanın depresyon riskini artırabildiğini bildirdi.
ERGENLİKTE DEPRESYONUN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Ergenlerde depresyonun, yetişkinlerde görüldüğü gibi tipik belirtilerle seyretmeyebileceğini vurgulayan Süyür, “Ergenlerde depresyon tanısı koymak bazen zor olabilmektedir, çünkü ergenlik döneminde duygusal iniş ve çıkışlar normal bir süreç de olabilmektedir. Bazen dünyanın harika bir yer olduğu düşüncesiyle kendini iyi hisseden ergen, bazen de hayatın berbat bir şey olduğunu düşünebilir. Bu düşünceler birkaç saat içinde değişebileceği gibi birkaç gün bile sürebilir” yorumunu yaptı.
Depresif duygu durumunun sürekli olmasının, okul başarısının düşmesinin, aileyle ve arkadaşlarla ilişkilerde sorunlar yaşanmasının, madde bağımlılığı ve diğer olumsuz davranışların önemli işaretleri olduğunun altını çizen Süyür, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yemek ve uyku örüntüsünde genel değişiklikler, arkadaşlardan ve sosyal etkinliklerden uzaklaşma, reddedilme ve başarısızlık konusunda aşırı hassasiyet gösterme, otorite figürüyle sorunlar yaşama, okul başarısının düşmesi, madde, alkol ve/veya sigara bağımlılığı, evden kaçmayla ilgili sözler ve teşebbüslerde bulunma, düşmanca, saldırganca ve riskli davranışlarda bulunma, intihar düşüncesi veya manipulatif intihar girişimleri, üzüntü ve umutsuzluk hali, enerjinin ve motivasyonun düşük olması, hiçbir şeyden zevk alamama, öfkeli olma, eleştirilere karşı aşırı tepkili olma, ideallerine ulaşamayacağına dair yetersizlik hissi, özgüvenin düşük olması ve suçluluk duygusu hissetme, kararsızlık, konsantre olamama, unutkanlık, genel huzursuzluk hali, kötü giden olayların kendisinden kaynaklandığını düşünme, gruplara dahil olmama ve yalnız kalma isteği, kendine karşı düşüncelerde olumsuz tavır sergileme.
Depresyonda olan gençte bu belirtilerin hepsi birden görülmeyebilir; bu belirtilerden bir kısmı gözlemlendiğinde çocuğunuzu profesyonel yardım alma konusunda ikna etmeye çalışın. Çocuğunuz profesyonel yardımı reddetse bile, bir uzmana danışarak ona nasıl ulaşmanız gerektiği konusunda yardım almanız önemlidir. Ancak ergenlik döneminin özellikleri ile benzerlik gösteren belirtiler de söz konusu olabilir. Dolayısıyla depresyon belirtileriyle karıştırılabilecek ergen özellikleri konusunda dikkatli olmak gereklidir.”
DEPRESYON BELİRTİLERİYLE KARIŞTIRILABİLECEK ERGEN ÖZELLİKLERİ
Ergen özelliklerini “Can sıkıntısı ve tedirginlik hissinde artış, hiçbir işle uzun süre ilgilenememe, istekle başladığı işten bile çabuk uzaklaşma, coşku ve bezginlik arasında duygu ve davranış değiştirme, dikkatini yoğunlaştırmada güçlük çekme, okuduğunu anlayamama, genel unutkanlık ve dalgınlık hali gösterme, ders dinleyememeye bağlı olarak akademik başarıda düşüş gösterme, daha önce zevk aldığı şeylerden ve genel olarak hayattan zevk alamama veya daha az zevk alma” olarak açıklayan Süyür, ergenlik döneminde depresyon geçirme olasılığını artıran nedenleri şu şekilde özetledi:
“Stres altında olmak veya olduğunu hissetmek, kayıp yaşamak, dikkat ve öğrenme problemi yaşamak, anksiyete ve davranış problemi yaşamak, kişisel yatkınlık, aileyle çatışma yaşamak, daha önce depresyon atağı geçirmiş olması, bazı davranış bozuklukları gösterme, kardeş doğumu, alıştığı bir ortamın veya durumun değişmesi, arkadaş ilişkilerinde bozulma, yaşantılar ve yaşam alanları depresyon riskini arttırmaktadır. Kalıtımsal etki önemli olmasına rağmen tek başına neden olarak göstermek için yeterli veri vermemektedir. Yaşantılar, kişisel yatkınlık, yaşam alanları önemlidir.”
KİŞİ DEPRESYONU KENDİ BAŞINA ÇÖZEBİLİR Mİ?
Ağır depresyon vakalarının, yaşam boyu süreç haline geleceğini ve uzman yardımı gerektirdiğini belirten Süyür, gencin, yaşadığı durumlarla tek başına baş edemeyerek riskli ve kendine zarar veren davranışlara yönelebileceğini anımsattı.
Aile desteğinin çok önemli olduğuna dikkati çeken Süyür, şu değerlendirmede bulundu:
“Depresyon yaşayan gençlerin, genellikle ailesiyle ve çevresiyle ilişkileri sürekli gergin ve bozuk olabilir. Gençlerin bir bölümünde ise karamsarlık, isteksizlik, üzüntü, yalnızlık gibi içe çekilme belirtileri egemendir. Belirtileri ne olursa olsun depresyonda olan bu gençlerin, sorunlarla karşılaştıklarında bunları çözemediklerinden, güç durumlarda konuşacak, danışacak birini bulamadıklarından yakınmaları ilginçtir.
Aileleriyle araları gergin olan gençlerin önemli bir bölümü, yaşıtlarının desteğinden de yoksundur. Genç, kısa bir süre bile olsa umutsuzluk, güçsüzlük, değersizlik duygularını yaşadıktan sonra benlik saygısına indirilen ani bir darbe sonucu çevresine duyduğu öfke ve kızgınlığı kendisine yöneltebilir. Bu kızgınlık ve öfkenin yoğunluğu, kendisine zarar vereceği girişimleri tetikleyebilir.”
Bazen ailelerin gencin sorunlarını yadsıyabileceğini ve tedaviden kaçınabileceğini hatırlatan Süyür, “Ancak bu durum problemlerin katlanarak büyümesine neden olur. Bu durumda yapılması gereken ilişkilerin gözden geçirilmesi, sorunların mutlaka ele alınmasıdır. Aile içi dengeyi bozan nedenlerin araştırılması, bunalıma yol açan örseleyici yaşantıların değerlendirilmesi gerekir” uyarısını yaptı.
Ergenin her şeyden önce anlaşılma ve değer görme duygusunu yaşaması için anne-babanın, ergene yönelik gerek söz gerekse davranışları konusunda hassas olması gerektiğini belirten Süyür, şu bilgileri verdi:
“Aksi takdirde ergen bu duygularını tatmin adına farklı çevrelere ihtiyaç duyabilir. Çeşitli sorun ve konularda ergen objektif bir biçimde saygıyla dinlenmeli ve ortak paydalar bulunmaya çalışılmalıdır. Bu dönemde nasihatler genellikle işe yaramaz, sadece ergenin o an ebeveyni dinlemesini sağlar, uzun vadede çözüm değildir. Sevgi ve anlayış göstermek ergenin bu dönemi atlatmasında yardımcı olacaktır.”
Evdeki genel ortamın gergin olmaması konusunda da uyarıda bulunan Süyür “Genç duygularını ve düşüncelerini rahatlıkla ifade edebileceği bir ortama ve kişilere ihtiyaç duyar. Bu dönemde ise bu ihtiyacı çok daha yoğundur. Bazen sadece dinlemek, yargılamamak ve anlayış göstermek, birlikte vakit geçirmek, gence yalnız olmadığını hissettirmesi açısından önemlidir. Ancak mutlaka bu konuda bir uzman desteği de alınmalıdır” diyerek, konunun önemine dikkati çekti.
ERGENLİK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN DEPRESYON TEDAVİ EDİLMEZSE
Ergenlik döneminde görülen depresyonun tedavi edilmemesi halinde karşılaşılabilecek sorunlardan bahseden Süyür, açıklamasını şöyle tamamladı:
‘’Ergenlik döneminde tedavi edilmeyen depresyon kronikleşir, duygu durumundaki bozukluk halleri devamlılık arz ederek seyreder, çevreleriyle olan ilişkileri kopukluklar yaşanarak devam eder, aile içinde şiddet göstermeye meyilli olabilirler, kendileri ve aile bireyleri için mutsuz bir yaşam ortamı yaratabilirler, depresyonun yarattığı ruh halinden kısa süre de olsa uzaklaşabilmek için alkol ve madde kullanımına yatkın olabilirler. Mutsuzluk aniden gelmez, onu hazırlayan nedenler vardır. Anne baba olarak yapabileceğimiz en önemli şey bu dönemde iletişim kanallarını açık tutmak ve çocuğumuza destek olmaktır.’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde Halka Açık Konferanslar kapsamında, SANKO Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Obezite ve Metabolik Cerrahi Birimi Sorumlusu Genel Cerrahi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Başar Aksoy tarafından 23 Mayıs günü “Şişmanlık Kader Değil” konusu anlatılacak.
Dünya Obezite Günü dolayısıyla düzenlenen konferansta Yrd. Doç. Dr. Aksoy, Dünya Sağlık Örgütü tarafından obezitenin, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımlandığını ifade ederek, “Günlük yaşamda bireylerin yaşa, cinsiyete, yaptığı işe, genetik ve fizyolojik özelliklerine ve hastalık durumuna göre değişen günlük enerjiye ihtiyacı vardır” dedi.
Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının yüzde 15-18'ini, kadınlarda ise yüzde 20-25'ini yağ dokusunun oluşturduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Aksoy, bu oranın erkeklerde yüzde 25, kadınlarda ise yüzde 30'un üstüne çıkmasının obeziteyi oluşturduğunu bildirdi.
Yrd. Doç. Dr. Aksoy, konferansta obezitenin tanımı, obezitenin sebepleri ve dünyada görülme sıklığı, yol açtığı hastalıklar, obezitenin cerrahi tedavisindeki teknikler, kimlere cerrahi tedavi teknikleri uygulanabilir, ameliyat sonrası takipte yapılması gerekenler, diyet programları konularında bilgiler paylaşacak.
23 Mayıs 2015 tarihinde, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Toplantı Salonu’nda saat 10.00’da başlayacak konferansa dileyen herkes katılabilecek.
Hemşirelik Haftası Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
1996 yılından bu yana sağlıkta kaliteli hizmetin adresi olan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, 12-18 Mayıs Hemşirelik Haftası etkinlikleri kapsamında Antakya gezisi düzenledi.
Arkeoloji Müzesi, St. Pierre Kilisesi, Habibi Neccar Camisi ve Harbiye Şelalelerini gezen hemşireler, Hatay mutfağının değişik lezzetlerinden tatma fırsatı da buldular. İskenderun sahilindeki kısa molada halaylar çekerek, şarkılara eşlik edip gönüllerince bir gün geçirdiler.
Bu arada, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Müdürü Dr. Yusuf Ziya Yıldırım ve Başhemşire Ceylan Özyılmaz, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi bünyesinde görev yapan tüm hemşirelere karanfil takdim etti ve başarılı çalışmalarından dolayı kutladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde başarılı böbrek nakilleri devam ediyor. Böbrek nakli yapılan 13 yaşındaki Zehra Babacan’a şans doğum gününde güldü.
Gaziantep’te yaşayan Zehra Babacan, 5 yıl önce rahatsızlanıp doktora gittiğinde yapılan tetkikler sonucu böbreğinin birinin doğuştan küçük, diğerinin de görevini yapamaz duruma geldiğini öğreniyor.
Kızının yaşadıklarını “Zehra’nın böbrek hastası olduğunu öğrendikten sonra ilaç tedavisine başlandı. Son bir yıldır da periton diyaliz yapıyorduk. Hastalığın ilerlemesini önlemeye çalıştık bu sürede” diye dile getiren anne Zeynep Babacan (41), şöyle devam etti:
“Kızıma böbreğimi vermek istedim. Ancak şeker hastası olduğum için bu mümkün olmadı. Bunun üzerine ağabeyleri Zehra’ya böbreklerini vermek istediler. Ancak her ikisi de 18 yaşından küçük olduğu için bu da kaldı. Çözüm bulunamayınca evin geçimini sağlayan babası son çare olarak böbreğini verecekti."
Diyaliz tedavisi öncesinde kadavra için kayıt yaptırdıklarını anlatan Zeynep Babacan, “Daha önce başka bir merkezde olan kaydımızı, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne aldık. Çok kısa bir süre sonra kadavradan nakil için bizi aradılar. İnanamadık. Kadavra çıktığını öğrendiğimizde çok mutlu olduk. Hemen hastaneye geldik. Gerekli tetkikler yapıldı. Dokular yüzde 100 uyumlu çıktı. Bunun üzerine nakil işlemi için hastaneye yattık” sözleriyle nakil sürecini anlattı.
Zeynep Babacan, “Organ bağışında bulunan aileden Allah razı olsun, çok teşekkür ederiz. Onlar için çok zor bir süreç, Allah sabır versin. Organ bağışı insan hayatı için çok önemli. Her şeye rağmen yaşamak çok güzel. Ama sağlıklı yaşamak gibisi yok” diyerek, organ bağışımda bulunan aileye teşekkür etti.
Anne Babacan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Evimiz burada olduğundan ulaşımla ilgili hiç sıkıntı yaşamadık. Bizi merak eden herkes çok rahatlıkla yanımıza, ziyaretimize geldi. Hemşireler, hastane çalışanları herkes bizimle çok ilgilendi. Hepsine çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nin böyle bir hizmet veriyor olması bizim için çok büyük bir şans. Kendi şehrimde olduğum için, diğer çocuklarımla da ilgilenebildim. Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu, hemşireler ve bütün hastane çalışanlarına çok teşekkür ederim.”
“ÇOK MUTLUYUM”
Günde 4 defa 30 dakika diyalize girdiği için uzun süre dışarıda kalamadığını belirten Zehra Babacan da ‘’Periton diyalizi yapıp, koşa koşa okula yetişmeye çalışıyordum. Bunun yanında farklı sıkıntılar da yaşıyordum” dedi.
“Kadavra çıktığını öğrendiğimde annem yanımdaydı. Haberi alınca çok mutlu oldum anneme birbirimize sarıldık” diyerek duygularını dile getiren Zehra Babacan, hemen Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne gelerek gerekli tetkikler yapıldığını ifade etti.
Nakil işleminin doğum gününde gerçekleştiğini anımsatan Zehra Babacan, duygularını şöyle paylaştı:
“Dokular uyunca hemen nakil işlemi için hastaneye yattık ve nakil gerçekleşti. Tesadüfen doğum günüme denk geldi. Bu benim hayatımda aldığım en güzel hediye oldu. Artık okuluma ve hayatıma daha sağlıklı devam edeceğim için çok mutluyum. Doktorum Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu’na, hemşirelere, herkese çok teşekkür ediyorum. Artık diyaliz gerek kalmadığı için istediğim kadar, istediğim yerde kalabileceğim. Bana bağış yapan aileye de çok teşekkür ediyorum. Herkesin organ bağışı yapmasını istiyorum.”
Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu da Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde gerçekleştirilen her nakil işleminin kendileri için gurur ve mutluluk kaynağı olduğunu vurgulayarak, “Sağlık Bakanlığı’nın 18 yaş altı kadavra nakillerinin, 18 yaş altı hastalara nakli ile ilgili bir kararı var. Bu da bizim hastamız açısından büyük bir şans oldu’’ diye konuştu.
Organ bağışı sayesinde pek çok insanın hayatın gülümseyen yüzünü yaşama şansı yakaladığına vurgu yapan Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, tıbbın ilerlemesiyle birlikte hastalıklara çözüm bulunduğunu, ancak organ nakli için temel çözümün hala bağışçıların duyarlılığına kalmış organ bağışı olduğunun altını çizdi.
Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, ‘’Kadavradan nakil konusunda sıkıntılarımız devam ettiği sürece değişik yaştan pek çok hasta yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide yürümeye devam edecektir” diyerek, kadavradan naklin önemine dikkati çekti.
-“ÇAPRAZ NAKİL İLE İKİ BÖBREK NAKLİ ŞANSI OLMAYAN ÇİFTİ EN GÜZEL PAYLAŞIM İLE İKİ NAKİL OLAN ÇİFTE DÖNÜŞTÜRMEK MÜMKÜN OLABİLİR”
SANKO Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakil Merkezi Sorumlusu Doç. Dr. M. Fatih Yüzbaşıoğlu, çapraz böbrek nakliyle uyumsuzluk olan çiftlerin, uyumlu olacak başka çiftlerle eşleştirilme şansının ortaya çıktığını belirterek, “Bu sayede her iki çift arasında böbrek değişimi yapılarak her iki alıcıya da yüksek başarı oranı olan bir böbrek nakli ameliyatı yapılması sağlanmış oluyor” dedi.
Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, dünyada her yıl çok sayıda insanın organ yetmezliği ile karşı karşıya kaldığını, ancak verici sayısının yeterli seviyede olmamasının organ nakline olan ihtiyacı gün geçtikçe artırdığını, kadavradan yeterli bağışın yapılmamasının ise canlı vericilerden nakil yapılmasını zorunlu hale getirdiğini söyledi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nin Türkiye'de özellikle Güneydoğu’da önemli bir sağlık sorunu olan organ nakli konusunda çok ciddi ve başarılı çalışmalar gerçekleştirdiğini ve bu alanda önemli bir açığı kapattığını kaydeden Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, Şöyle devam etti:
“Günümüzde böbrek nakli yüzde 98 başarı oranı ile gerçekleştiriliyor. Ancak kan grubunun uyumsuz olması veya cross tetkiklerinin olumsuz gelmesi sebebiyle organ reddi yüksek nakillerde başarı oranları yüzde 80’lere düşüyor. Çapraz böbrek nakliyle uyumsuzluk olan bu çiftlerin, uyumlu olacak başka çiftlerle eşleştirilme şansı ortaya çıkıyor. Bu sayede her iki çift arasında böbrek değişimi yapılarak her iki alıcıya da yüksek başarı oranı olan bir böbrek nakli ameliyatı yapılması sağlanmış oluyor.”
KAN GRUBU UYUMU OLMAYAN ÇİFTER
Çapraz nâklin özellikle kan grubu uyumu olmayan çiftler için önemli bir kazanım olduğunu anlatan Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, çapraz nakil ile en kısa sürede ve uygun bir çifti bulunan kan gruplarını şöyle sıraladı:
ü Alıcı A - Verici B : Kısa sürede alıcı B - verici A ile eşleşebilir
ü Alıcı B - Verici A : Kısa sürede alıcı A - verici B ile eşleşebilir
ü Alıcı 0 - Verici A veya B : Cross tetkiki uyumsuz bir çift ile eşleşmelidir
ü Alıcı 0 - Verici AB : En zor eş bulunan durumdur.
Çapraz nakil programının sadece kan grubu uyumunu değil aynı zamanda doku uyumunu da artırmak için önemli bir olanak sağladığını vurgulayan Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, böbrek kardeşliği için eşleri bir araya getirirken doku uyumu, vericilerin yaşı ve cinsiyeti gibi nakledilecek böbreklerin benzer özelliklerde olmasına dikkat edilmesi gerektiğini bildirdi.
Böbrek kardeşliğinin sadece AB0 kan grubu uyumsuzluğunu çözmek için değil, aynı zamanda cross tetkiki uygunsuz çıkan çiftlerin nakil olmasını sağlamak amacıyla da önemli bir şans sağladığını ifade eden Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Nakil için alıcı ve vericinin kan grubu da dâhil olmak üzere her şeyin uyumlu olduğu, ancak yapılan kros tetkiki sonucuna göre yakınından böbrek aldığı takdirde şiddetli rejeksiyon gelişeceği için bu naklin mümkün olmadığı çiftler mevcut. Örneğin alıcının A, vericinin 0 olduğu ve alıcıdaki antikor yüksekliği sebebi ile kan grubu uymasına rağmen yakınından böbrek alamayan bir çifti düşünelim. Bu çift, çapraz listede 0 kan grubu olup, vericisi A kan grubu olan bir çiftle nakil gerçekleştirme şansına sahip olabilir.
Bu sayede, çapraz nakil listesinde en zor eşleşme şansı bulan 0 kan grubu olan alıcılar için de bir imkân doğar. Yani 0 kan grubu hastalar için uygun çift, cross tetkiki sebebi ile 0 kan grubu vericisinden böbrek alamayan antijen yüklü hastalardan bulunabilir. Böylece, yüksek antijenik yüklü olan bu hastaya, kanında antikorun saldırmayacağı doku grubundan olan vericilerden böbrek sağlanırken, 0 kan grubu olan verici, 0 kan grubu olan diğer alıcıya böbrek verebilir”
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR
Normal şartlarda insanların başka bir insana karşı kanında antikor gelişmeyeceğini kaydeden Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, bu nedenle organ nakli yapıldığında bağışıklık sisteminin ciddi bir reaksiyon göstermediğinin altını çizdi.
Vücutta enfeksiyon yapan bir mikrobun özelliklerinin bağışıklık sisteminde hafızaya alındığını ve o mikrop vücuda girmeye çalıştığında o bağışıklık sisteminin hemen onu ortadan kaldırdığına dikkati çeken Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, şöyle konuştu:
“Ne yazık ki bağışıklık sistemi, ‘Bu organ benim için gerekli, ona dokunmamalıyım’ demez ve aynı mekanizma böbrek naklinde bizim için önemli bir risk yaratır. Daha önceden bağışıklık sisteminin ‘Bu doku bana ait değil, vücuduma yabancı, onu ortadan kaldırmalıyım’ diye insan dokusuna karşı hafıza geliştirdiği durumlar olabilir.
Bağışıklık sistemi; ‘Önceden kan ve kan ürünü verilmesi’, ‘Gebelikler sırasında anne rahminde bebeğin dokularına karşı duyarlanma’ ve ‘Daha önceden organ nakli olma gibi durumlarda daha önceden insan dokusu ile tanışarak güçlü bir savunma yapmaya’ yönelmiş olabilir.”
Bu özel durumları olan kişilerde bağışıklık sisteminin insan dokusuyla karşı karşıya gelerek hafızasına yerleştirdiğini anımsatan Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, bu durumlarda da nakil yapılmasının mümkün olmakla beraber, bağışıklık sistemini çok daha fazla baskılamak gerektiğinin altını çizdi.
ÇAPRAZ NAKİL BÜYÜK ŞANS
Yüksek doz ilaçların ciddi enfeksiyonlar gibi çeşitli sorunlara neden olabileceğini bildiren Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, bu durumda hastanın hayati riskinin arttığını ve nakledilecek böbreğin uzun yıllar çalışmayabileceğini vurguladı.
Bu hastalar için çapraz nakil programının çok büyük bir şans olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, çapraz nakille bu hastaların duyarlı olmadıkları dokuları bulunan vericilerle eşleşme olanağı bulduklarını ve bu sayede immünolojik riski yüksek olmayan bir nâkile kavuşabildiklerini kaydetti.
Yaşama tutkuyla bağlanmış olan ve böbrek nakli için bekleyen hastalara organ yetersizliğini çözebilmek için mümkün olan tüm olanakların sağlanması gerektiğini belirten Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
“Çapraz nakil bu amaca hizmet etmek için oluşturulmuştur. Çapraz nakil ile iki böbrek nakli şansı olmayan çifti en güzel paylaşım ile iki nakil olan çifte dönüştürmek mümkün olabilir. Alıcı ve verici arasındaki doku uyumunu daha çok arttırabilmek için de çapraz nakil uygulanması mümkündür. Böbrek nakli olan bir kişiyi daha kazanmak bizim için en büyük heyecandır. Çapraz nakil hakkında bilgi almak isteyenler her zaman bizimle görüşebilir.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Duygu Erdoğdu, sınav kaygısının, öncesinde öğrenilen bilginin sınav sırasında etkili bir biçimde kullanılmasına engel olacağını ve başarının düşmesine yol açacağını söyledi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde “Sınav Kaygısı” konulu halka açık konferans veren Dr. Erdoğdu, yoğun kaygı olan sınav kaygısının, başarının yansıtılması önünde engel oluşturduğuna vurgu yaptı.
Dr. Erdoğdu, kaygının, kişinin görünürde belirli bir uyaran olmaksızın yaşanan; bedensel, duygusal ve zihinsel belirtilerle kendini gösteren bir uyarılmışlık durumu olarak tanımlanırken, sınav kaygısında olduğu gibi bir uyaranla karşı karşıya gelindiğinde yani duruma bağlı olarak da yaşanabileceğine dikkati çekti.
“Belirli bir düzeye kadar yaşanan az miktardaki kaygı, öğrencide öğrenmeye motivasyon sağlayarak başarıya ulaşmayı kolaylaştırır” diyen Dr. Erdoğdu, şöyle devam etti:
“Yüksek düzeyde yaşanan yoğun sınav kaygısı başarısızlığa neden olur. Ebeveyn ve öğretmenlerin çocuk üzerinde kurduğu ders baskısı, çocukla ilgili olumsuz nitelendirmeleri ve kıyaslamalarda bulunmaları, çocuktan potansiyelinin üstünde başarı beklentisi içinde olmaları sınav kaygısının oluşmasındaki önemli etkenlerdir. Bunun haricinde, genellikle mükemmeliyetçi ve rekabetçi kişilik yapısındaki çocukların da sınava aşırı anlam yüklemeleri nedeniyle sınav kaygısı yaşama olasılıkları daha yüksektir.”
Dr. Erdoğdu, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, güçlü uzman kadrosunu her geçen gün yeni isimlerle genişletiyor.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülen Mavi’nin görev yaptığı Beslenme ve Diyetetik Bölümünde, Güler Ezgi Öğüt de göreve başladı.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Güler Ezgi Öğüt, 1992 yılında Gaziantep’te doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Gaziantep’te tamamladı. 2010 – 2014 yılında Ege Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden onur belgesiyle mezun oldu.
Öğüt, İzmir’de Bayraklı ve Buca Sağlık Bakanlığı Obezite Birimleri ile Buca Kadın Doğum Hastanesi’nde, Ege Üniversitesi Genel Cerrahi ve Organ Nakli Merkezi, Diyaliz Merkezi, Nefroloji, Onkoloji, Endokrinoloji ve İç Hastalıkları, Gastroenteroloji, Nöroloji, Kardiyoloji ve Çocuk Hastanesi’nde staj yaptı.
Diyetisyen Öğüt, Ege Diyabet Günleri Kursu, Ege Endokrinoloji ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi (2012), Başkent Üniversitesi 3. Ulusal Sağlıklı Yaşam Sempozyumu Kardiyoloji Diyetisyenliği Kursu (2013), Hastalıklarda Diyet Tedavisinin Klinik Uygulamalara Yansıması Sempozyumu, Ege Üniversitesi ve Bornova Belediyesi 1. Engelliliği Anlamak Sempozyumu (2012) konulu kurslara katıldı.
SANKO Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Alper Serçelik, kalp ve damar hastalıklarının, bütün ülkelerde sık görülen çok ciddi bir hastalık olduğunu söyledi.
Kalp Sağlığı Haftası dolayısıyla açıklama yapan Yrd. Doç. Dr. Serçelik, en fazla ölümle sonuçlanan hastalık olması itibariyle kalp ve damar hastalıklarının öneminin gün geçtikçe daha da arttığını ifade ederek, genetik faktörlerin yanı sıra şeker, stres, sigara içimi, yüksek tansiyon, kolesterol gibi faktörlerin hastalığa yakalanma riskini arttırdığını belirtti.
Yrd. Doç. Dr. Serçelik, 40 yaş üstünde olup ailesinde kalp damar rahatsızlığı bulunanların ve şeker, tansiyon, kolesterol gibi rahatsızlıklara sahip, sigara içen kişilerin kontrollerini aksatmaması gerektiğinin altını çizdi.
GENETİK FAKTÖRLERİ ENGELLEYEMEYİZ
Kalp ve damar hastalıklarını etkileyen faktörlerin bir kısmının değiştirebilecek, bir kısmının da değiştirilemeyecek faktörler olduğuna dikkati çeken Yrd. Doç. Dr. Serçelik, kalp ve damar tıkanmalarında en önemli faktörün genetik faktör olduğuna vurgu yaptı.
Anne, baba ya da kardeşlerinde kalp ve damar hastalığı görülen kişilerin kendilerinin kalp ve damar hastası olma riskinin normale göre 12 kat daha fazla olduğunu bildiren Yrd. Doç. Dr. Serçelik, ailesinde erken yaşlarda kalp ve damar hastalığı geçirenlerde riskin daha yüksek olduğunu kaydetti.
“Diyelim ki annesi 70 yaşında kalp krizi geçirmiş. Bu durum o bireyi çok etkilemez ama annesi eğer 40 yaşında kalp krizi geçirmişse bu durum riski daha çok artırır” diyen Yrd. Doç. Dr. Serçelik, şöyle devam etti:
“Bu gruptaki insanların daha sık kontrolden geçmesi gerekiyor. Genetik faktörleri değiştiremeyiz ama en azından hasta kalp sağlığı açısından risk gurubunda olduğunu bilir ve ona göre tedbir alır. Sigara içiyorsa onu bırakır, şekeri, kolesterolü yüksekse onun tedavisini görür. Spor yapmıyorsa, spora başlar, kiloluysa kilo verir, daha sağlıklı beslenir. Kalp damar hastalıklarında şeker hastalığı risk yaratır. Kolestrol seviyesine dikkat edilmeli. Tansiyon hastaları sigara içenler, strese teslim olanlar, hareketsiz ve kötü beslenenler risk grubundadır.”
KORONER KALP HASTALIKLARININ KENDİNİ GÖSTERME ŞEKİLLERİ
Kalp ve damar hastalıklarının değişik forumlarda kendini gösterdiğini anlatan Yrd. Doç. Dr. Serçelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Örneğin ani ölüm kalp ve damar hastalığının ortaya çıkma şekli olabilir. Kişi şu ana kadar bilinen hiçbir kalp hastalığı olmadığı halde bir anda hayatını kaybedebilir. Şimdiye kadar hiçbir belirti vermemiştir ama yapılan otopside kalp damarlarının tıkanık olduğu ortaya çıkmıştır. Kalp ve damar hastalıklarının diğer bir kendini gösterme biçimi kalp krizi şeklinde olabilir. Kalp ve damar tıkanması olduğu bu şekilde ortaya çıkabilir.
Bir üçüncüsü özellikle efor sırasında göğüse gelen ağrı şeklinde kendini gösterebilir. Özellikle soğuk havalarda, tok karnına ve rüzgâra karşı yürümek, elinde bir yük varken, rampa yukarı yürümek, merdiven çıkmak gibi hallerde göğüste ağrı olması, kalp ve damar tıkanması belirtileridir. Bunlar kalp ve damar hastalıklarının çıkış şekli, kendini gösterme şekli olabilir.”
Kalp yetmezliğinin hastalığın kendini gösterme şekillerinden biri olduğuna dikkati çeken Dr. Serçelik, hastalığın bir takım belirtileri olduğunu dile getirdi.
Kalp yetmezliğinin ilk evrelerinde erken yorulma, başkalarının yürüdüğü ve yorulmadığı hallerde yorulma gibi kendini gösterebileceğini vurgulayan Dr. Serçelik, hastalığın kendisini gösterme şekillerini şöyle açıkladı:
“Hastalığın ileri evrelerinde belirtiler düz yolda ve kısa mesafelerde yorulma olarak kendini gösterebilir. Aşırı nefes darlığı olur. 5 kat merdiven çıkınca hepimiz yorulabiliriz ama eğer ilk katta yoruluyorsak bu patolojik olabilir.10 kmgidersen de yorulursun ama kişi ‘100 m yürüyünce yoruldum’ diyorsa altında kalp yetmezliği olabilir.
Kalp ve damar hastalıklarını diğer bir kendini gösterme şekli kalp bloklarıdır. Kalp damar tıkanmalarına bağlı kalp blokları görülebilir. Kalp blokları kalp atışlarının yavaşlamasıdır. Kişinin kalbi dakikada 80 atarken bir bakıyorsunuz 40’a düşüyor. Kalp ve damar rahatsızlıkları bütün bu forumlardan biri olarak karşımıza çıkabilir. Çıkan bu foruma göre hareket etmek gerekir.”
HASTALIK ÇEŞİTLİ TESTLERLE TESPİT EDİLEBİLİR
Kalp ve damar hastalıklarında hastalığı tespit etmek için çeşitli testler kullandıklarını bildiren Dr. Serçelik, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Hepsinin temelinde damarların tıkanması olduğu için şüphelendiğimiz hastada damar tıkanmasını gösterebilecek testler yapmamız lazım. En basiti elektrokardiyografidir (EKG). Bazı bulgular damar tıkanması olabileceğini gösterir. Bütün bunları görürsek altında bir damar problemi olabileceğini düşünürüz. Efor testi yapabiliriz. Damar tıkanmasını saptama şansımız EKG’ye göre daha fazladır ama hiçbir zaman yüzde 90’ların üzerinde değildir. Bir efor testinde tıkanmayı yakalama şansımız bayan ve erkekte farklıdır. Bu oran erkekte yüzde 70, bayanlarda yüzde 50 civarındadır.
Efor testi yaptığımız halde damar tıkanıklığı olmasına rağmen bunu yakalayamayabiliriz. Doktorun kalp hastalığı ile ilgili kuvvetli şüphesi varsa daha üst bir teste geçilebilir. Sintigrafi yapılabilir. Bu testle kalp damar tıkanıklığını yakalama oranımız yüzde 85’lere çıkabilir. Bu testin özellikle kilolu insanlarda yanılma payı yüksektir. Hekimin ciddi şüpheleri varsa yine bir üst teste geçilebilir ki bu da halk arasında bilinen adıyla katetersiz anjiyodur. Bilgisayarlar yardımıyla, damara ilaç verilerek yapılan bir testtir. Bunda yüzde 95’e yakın bir oranda kalp damar tıkanıklığını yakalama şansımız var.”
Tıkanmayı en iyi gösteren testin koroner anjiyo olduğunun altını çizen Dr Serçelik, sözlerini şöyle tamamladı:
“Diğer testler normal olmasına rağmen kişinin nefes darlığını, göğüs ağrısını başka testlerle izah edemiyorsak bu kişilere koroner anjiyo tavsiye ediyoruz. Koroner anjiyoyu tecrübeli bir kişi yapıyorsa yüzde 99’luk bir oranda doğru sonuç alınabiliyor. Anjiyoda damar problemini saptadıktan sonra önümüzde tedavi için 3 tane seçenek oluyor. Birincisi ilaç tedavisi. Damardaki darlıkların seviyesine, derecesine göre ilaç tedavisi tavsiye ediyoruz.
İkinci tedavi seçeneği balon - stend, üçüncü tedavi seçeneği ameliyattır. EECP dediğimiz Yeni bir yöntem var. Bu yöntem çok yeni değil ama Türkiye’de çok yaygınlaşmamış bir yöntem. Türkiye’de sadece 5–6 merkezde uygulanıyor. Bizim hastanemizde de 4–5 yıldır uygulanıyor. Diğer tedavi yöntemlerine uygun olmayan hastalarda, ameliyata, balon – stent uygulamasına uygun olmayan hastalar için bir tedavi yöntemidir. Hasta günde bir kere olmak üzere bir cihaza giriyor. O cihazla vücuda belli bir egzersiz yaptırarak yeni kılcal damarların gelişmesine katkı sağlanıyor. Uygulamaya 7 hafta devam ediliyor.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Psikoloğu Melisa Özturan, panik bozukluğunun günümüzde daha sık görülmeye başlayan bir rahatsızlık olduğunu söyledi.
Panik bozukluğun hem biyolojik, hem de strese bağlı olabileceğine dikkati çeken Özturan, “Akrabalarında panik bozukluğu olanlarda, görülme riski 8 kat fazladır. Panik bozukluğu en çok ergenlik ve 30’lu yaşların ortalarında başlar” dedi
Çarpıntılar, kalp atımlarının hızlı ve güçlü olması, terleme, ağız kuruluğu, nefes almada güçlük, boğulma duygusu, göğüste ağrı, mide bulantısı, baş dönmesi, bayılma korkusu, ölüm korkusu, ateş basması ve uyuşmanın, panik bozukluğu belirtisi olduğunu kaydeden Özturan, şöyle devam etti:
“Bu belirtiler genelde şiddetli bir şeklide başlar ve 10 dakika sürerek biter. Bu sıkıntıları gidermek için ilaç tedavisi ya da bilişsel davranışçı terapi uygulanabilir. Ancak her iki tedavinin bir arada uygulanması daha olumlu sonuçlar verir. Bilişsel davranışçı terapi ortalama 10 – 15 hafta kadar sürer.
Terapide, kişi kendine kaygı veren düşünceleri anlayarak, ayrımsamasını öğrenir. Bu terapi sürecinde amaç kaygılı düşünme örüntülerini ve bütün kanıtları göz önünde bulundurarak, daha gerçekçi ve daha mantıklı düşüncelerle yer değiştirmesini sağlamaktır. Tedavide; panik atak süresince uygulanacak yöntem düzenlenir.”
NASIL VE NE DURUMDA ORTAYA ÇIKAR
Araştırmaların genelde kişide en yoğun duygu ve düşüncelerin olduğu dönemde panik bozukluğun ortaya çıktığını gösterdiğini anlatan Özturan “Daha çok kişinin kendi başına kaldığını hissettiği, kullanıldığını düşündüğü, aşağılık duygusu yaşadığı, çaresizlik içine düştüğü ya da öfkelendiği zamanlarda panik atakların tetiklendiği görülür” diye konuştu.
Özturan, panik atak tedavisi için, atılan adımların hemen değil, süreç içinde yanıt verdiğini vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu sorun bir gün içinde kaybolmaz ancak sabırlı olmak gerekir. Çünkü herkesin tedaviye yanıt vermesi farklıdır ve atılan adımlar değişebilir. Panik atak yaşayan kişi tedavi süresince kendine tanımalı ve tedaviye şans vermelidir.
Hastanın kendine kaygılarım ne, korkularım ne, peki bunlar olunca neredeydim, atak sırasında kiminle beraberdim, ne yapıyordum gibi sorular sorması tedaviye yardımcı olacaktır. Çünkü düşüncelerin o an kontrol ve takip edilmesi çok önemlidir.”
KALP KRİZİNDE ODAKLANILMIŞ KORKU
“Panikte en çok ve en sık görülen korku kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı gibi hislerdir” diyen Özturan, bu hislerle ilgili olarak şu bilgileri paylaştı:
“Yalnız bunu yaşayan hastalar bilmelidir ki, kalp krizleri panik ataklarla gelmez, bu sadece o an yaşanan bir duygudur. Kalp krizinin gerçekte belirtileri farklı olur. Mesela göğüste basınç hissi ve yoğun bir göğüs ağrısı yaşanır. Panik atakta hisler çok gerçek gibi gelebilir bu tür şeyler sadece beynimizin oynadığı bir oyundur.
Panik atak sürecinde hissedilebilecek farklı korkular arasında, boğularak öleceğini düşünmek, felç geçireceğini düşünmek, bayılacağına inanmak, çıldıracağını hissetmek, denetimini yitireceğini odaklamak ve utanacak duruma düşmekten korkmak bulunuyor.”
YÜZLEŞMEK GEREKİR
Bu korkuları yaşayanların yapabileceği en doğru şeyin, bunun bir panik atak durumu olduğunu tekrarlayarak, kendilerini telkin etmeleri olacağına vurgu yapan Özturan, sözlerini şöyle tamamladı:
“En kötüsü neydi, peki bunun bir kanıtı var mı diyerek sorgulamak, hastayı sakinleştirerek, gerçeğe dönmesini sağlayacaktır. Ataklar sonrası kaçmak yerine korkularla yüzleşmek gerekir.
Bunlar not alınarak, daha sonraki ataklar için önleyici davranış biçimleri olarak kullanılabilir. Mesela ‘belirtilerden kaçmak istiyorum’ gibi beklenen bir tutum yerine beceri kazanmak için ‘belirtilerle yüzleşmek istiyorum’ iyileştirici tutumlar alarak yazılır.
Panik atağı genelde bir kişinin kendi düşüncelerine bir tepki olarak başlar. Bu yüzden panik atağı engellemek kişinin kendi elindedir. Bu belirtileri yaşayanların bir uzmandan yardım alması gerekir. Unutmamalıdır ki ilk adım kabul edip, yardım almaktır.”
Özel Sani Konukoğlu Organ Nakli Merkezi’nde yapılan başarılı operasyonlarla, hastalar yeniden sağlığına kavuşuyor.
Kahramanmaraş’ta yaşayan Burak Satılmış (26), 3 ay önce göz şişmesi ve mide bulantısı şikayeti ile doktora gidiyor. Yapılan muayene sonucunda böbrek hastası olduğu ortaya çıkıyor.
Böbrek hastası olduğunu öğrendikten sonra diyalize girmeye başladığını anlatan Burak Satılmış, “Bir ay diyaliz tedavisi gördüm. Ama diyalize girmek istemiyordum, nakil olmak istiyordum. Annem de babam da bana böbreğini vermek istedi” dedi.
Nakil yaptırabileceği hastaneleri internet ortamında araştırdığını belirten Satılmış, şunları kaydetti:
“Sonuçta Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde nakli gerçekleştirmeye karar verdim. Anneme ve babama gerekli tetkikler yapıldı. İkisinin de doku uyumu eşit olunca annem ‘baban çalışıyor ben böbreğimi veririm’ dedi. Bunun üzerine hemen nakil için gerekli işlemleri yapmaya karar verdik. Nakil sonrasında hem benim hem de annem Semiha Satılmış’ın (44) sağlık durumumuz çok iyi.
Çok şanslıyım ki nakil işlemim çok kısa bir sürede gerçekleşti. Keşke herkes organ bağışında bulunsa. Organ bağışıyla yeniden hayat bulan biri olarak ben de organ bağışında bulunmak istiyorum. Dinimizce de bir sakıncası yokmuş, bunu da araştırdım. Herkesi organ bağışında bulunmaya davet ediyorum.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ni seçerek çok doğru bir karar verdiklerini ifade eden Burak Satılmış, “Hastanemden çok memnun kaldım. Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu ve hastane çalışanlarından Allah razı olsun. Gösterdikleri ilgiye teşekkür ederim. Ayrıca annemden de Allah razı olsun. Sayesinde sağlığıma tekrar kavuştum” diye konuştu.
Oğlunun böbrek hastası olduğunu öğrendiğinde çok üzüldüğünü belirten Semiha Satılmış da “Oğlumun böbrek nakline ihtiyacı olduğunu öğrenince, biran olsun düşünmeden böbreğimi vermek istedim. Şükürler olsun ki, oğlum sağlığına kavuştu. Ben de gayet iyiyim. Herkes organ bağışında bulunsun. İnsanlar tekrar sağlığına kavuşuyor” ifadelerini kullandı.
Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu ise “Hekimler, teknolojinin, fiziki altyapı ve yetişmiş sağlık personelinin desteğiyle, pek çok hastaya umut oluyor. Biz de Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi olarak, her gün yeni hastalar için umut olmaya devam ediyoruz. Ancak bizler kadar hastalara umut olan diğer bir grup ise organ bağışçıları. Organ bağışlayarak onlar da umut olmaya devam ediyor. Bağışçılar, doğru sağlık kuruluşları ve organ bekleyen hastalar birbirinden ayrı düşünülemez” diyerek, organ bağışının önemine dikkat çekti.
Özel Hastaneler Platformu Derneği ve Anadolu Sağlık İşletmeleri Derneği (ASİD) işbirliği ile Bölge İstişare Toplantıları’nın dördüncüsü ASİD evsahipliğinde Gaziantep’te Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Toplantı Salonu’nda gerçekleştirildi.
Toplantının amacı; Sağlık Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatları bürokratları ile özel sağlık sektörü temsilcilerini bir araya getirerek, bölgelerde mevzuatın farklı yorumlanmasının önüne geçilip, ortak bir dil kullanımını sağlamak olarak açıklandı.
Toplantıda, Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Ömer Faruk Erbay, Ruhsatlandırma Daire Başkanı Mustafa Ferat, Mevzuat Daire Başkanı Süleyman Hafız Kapan, Genel Sekreter Serap Uluırmak, Mimar Arzu Aydın soruları cevaplandırdılar.
Toplantıya, Özel Hastaneler Platformu Derneği ve ASİD Yönetim Kurulu Üyeleri, İl Sağlık Müdürleri ve temsilcileri ile Gaziantep, Adana, Mersin, Osmaniye, Kilis, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Şanlıurfa ve Malatya illerinde faaliyet gösteren özel hastaneler ve tıp merkezlerinden çok sayıda temsilci katıldı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi faaliyete başladığı 1996 yılından bugüne, sağlık alanında yaptığı başarılı hizmetlerle adından söz ettiriyor.
Çocuk ve Ergen Psikiyatri Uzmanı Dr. Duygu Erdoğdu da başarılı hizmetler vermeye devam eden Özel Sani Konukoğlu Hastanesi uzman kadrosunda yeri aldı.
Dr. Duygu Erdoğdu; 1976 yılında Almanya’da doğdu. İlköğrenimini İstanbul'da tamamlayan Dr. Erdoğdu, orta ve lise öğrenimini Gaziantep Merkez Anadolu Lisesi'nde 1994 yılında tamamladı.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 2000 yılında mezun olan Dr. Erdoğdu, 2003 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'nda uzmanlık eğitimine başladı, 2008 yılında ihtisasını tamamladı. İhtisası süresince Kognitif Davranışçı Terapi (2 yıl, süpervizyonlu), Analitik Yönelimli Terapi (5 yıl) ve Oyun Terapisi (1 yıl) dahil olmak üzere birçok eğitime katıldı. 2008-2010 yılları arasında Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde görev yaptı.
2010-2011 yılları arasında İstanbul Erenköy Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi'nde, 2011-2015 yılları arasında İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde görev yapan Dr. Erdoğdu, Mart 2015 itibariyle Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde hastalarını kabul etmeye başladı.
-ANNESİNE BÖBREĞİNİ VEREN SEVGİ DEMİRKOL: “ANNEM DEĞİL BU DURUMDA BİR BAŞKASI DA OLSAYDI YİNE ORGANIMI BAĞIŞLARDIM”
Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde gerçekleştirilen başarılı bir operasyonla, kızının böbreği nakledilen anne, yeniden hayata tutundu.
Şanlıurfa’da yaşayan 49 yaşındaki Cemile Kaya, 13 yıl önce nefes darlığı ve tansiyon şikayeti ile doktora gittiğinde yapılan tetkikler sonucunda böbrek hastası olduğunu öğrendiğini ve hemen diyaliz tedavisine başlandığını söyledi.
Yaptıkları araştırma ve öneriler sonucu, kadavradan nakil için 3 yıl önce Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’ne başvurduklarını belirten Cemile Kaya, bu süreçte bir defa kadavradan nakil şansı olduğunu, ancak doku uyuşmadığından nakil işleminin gerçekleşmediğine vurgu yaptı.
Kızı Sevgi Demirkol’un kendisine böbrek vermek istediğini kaydeden Cemile Kaya, bir anne olarak buna yanaşmadığını vurgulayarak, şöyle devam etti:
“Sağlık durumum ağırlaşınca kızım daha fazla dayanamadı, ‘böbreğimi vereceğim’ dedi. Bunun üzerine hastaneye geldik. Tetkikler yapıldı ve dokular uygun çıktı. Hemen nakil işlemi yapıldı. Şuan ikimizde gayet sağlıklıyız. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ni iyi ki tercih etmişiz. Her şeyden çok memnun kaldık. Bizimle yakından ilgilendiler. Bu hastanede çalışanlara çok teşekkür ediyorum. Kızım sayesinde sağlığıma yeniden kavuştum. Herkesin organ bağışında bulunmasını istiyorum.”
Annesine böbreğini veren 22 yaşındaki Sevgi Demirkol ise duygularını şöyle dile getirdi:
“Annemin rahatsızlığına çok üzülmüştüm. 4 yıl önce böbrek nakli yapılması gerektiği söylendiğinde de böbreğimi vermek istedim. Ama anne yüreği, bana kıyamadığı için kabul etmedi. Durumu ağırlaşınca başka çare kalmadığı için ısrarım üzerine kabul etti. Annem artık çok daha iyi. Çok mutluyum. Böbreğimi verdiğim için asla pişman değilim. Annem değil, bu durumda bir başkası da olsaydı yine organımı bağışlardım.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne annemin arkadaşının tavsiyesi üzerine geldik. Hastaneden çok memnun kaldık. Burası aile ortamı gibi, çok sıcak karşılandık. Bu güzel ortamdan dolayı herkese çok teşekkür ediyorum. Ben de bu hastaneyi herkese tavsiye ediyorum. Organ bağışında bulunan biri olarak, herkesin organ bağışında bulunması gerektiğini düşünüyorum.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu da “Organ Nakli Merkezimiz hayat kurtarmaya devam ediyor. Bölgemizden gelen hastalara şifa dağıtırken, önümüzdeki en büyük engel organ bağışı sayısının yeterli olmaması. Organ bağışı konusunda daha fazla duyarlılık göstererek, çok sayıda kişinin hayat kurtarılabilir” ifadelerini kullandı.
Yıllardır bölgede kaliteli sağlık hizmeti veren Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, “14 Mart Tıp Bayramı” çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
1996 yılında hizmet vermeye başlayan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi aradan geçen 19 yılda pek çok başarıya imza attı. Genel Müdür Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, başarılı hizmetlerle adından söz ettiren hastanemiz hekimlerini ziyaret etti. Hekimlerin çalışmalarından duyduğu memnuniyeti dile getiren Dr. Yıldırım, 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla SANKO Holding Yönetimi adına hekimlere gül takdim ederek, Tıp Bayramlarını kutladı.
ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ
Sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen ve dünya standartlarında hizmet verilen hastanede, acil servis, biyokimya, patoloji ve klinik mikrobiyoloji laboratuvarları, radyoloji, nükleer tıp, kardiyovasküler cerrahi, organ nakli merkezi, nefroloji, genel cerrahi, beyin cerrahisi, çocuk cerrahisi, dahiliye, gastroenteroloji, endokronoloji, kulak burun boğaz, pediatri, kardiyoloji, göğüs hastalıkları, üroloji, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon, plastik rekonstrüktif cerrahi, göz hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, nöroloji, psikiyatri, göğüs cerrahisi, dermatoloji ve üremeye yardımcı tedavi merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
Genel Merkezi Gaziantep’te bulunan Anadolu Sağlık İşletmeleri Derneği (ASİD) Genel Başkanı ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Müdürü Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, “14 Mart Tıp Bayramı” dolayısıyla bir mesaj yayınlayarak hekimleri ve tüm sağlık çalışanlarını kutladı.
Dr. Yıldırım, tıp mesleğinin çok zor, aynı zamanda da fedakarlık isteyen bir meslek olduğuna dikkati çekerek “Her mesleğin kendine göre zorlukları ve riskleri vardır. Ancak hekimlik mesleği ulvi bir meslektir” dedi.
Hekimlik mesleğinin, insan sağlığı ve hayatıyla birebir ilgili olduğundan büyük bir risk taşıdığını belirten Dr. Yıldırım, mesajında şu görüşlere yer verdi:
“Hekimlik bilgi, beceri ve sabır ister. Bu önemli mesleği büyük bir özveri ve fedakarlıkla yerine getiren hekimlerimizi kutluyorum. Tüm sağlık çalışanlarımızın 14 Mart Tıp Bayramı kutlu olsun.”
-“ANNE VE BABALAR, ÇOCUKLARINA DESTEK OLDUKLARINI
HİSSETTİRMELİ VE STRESE YÖNELTMEKTEN KAÇINMALI”
Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Uzman Psikoloğu Melis Tümer Süyür, üniversite giriş sınavı öncesinde öğrenci ve velileri uyararak, “Heyecan sınavın doğal sonucudur. Paniğe kapılmayın. Önemli olan heyecanı paniğe dönüştürmemektir” dedi.
Süyür, her yıl Türkiye'de milyonlarca genci ve ailesini etkileyen üniversiteye giriş sınavının, “psikolojik etkileri açısından son derece önemli bir sınav” olduğunu, fiziksel, duygusal ve sosyal olarak yaşamlarının en zor yıllarında gençlerin bir de üniversite ile ilgili yaşadıkları stres ve belirsizliğin, onların endişelerini daha da yoğunlaştırdığını kaydetti.
Sınava bir kaç hafta kala gerek öğrenciler gerekse ebeveynlerin heyecanlı bir bekleyiş içerisinde olduğunu ifade eden Süyür, sınava hazırlanan pek çok gencin ve ebeveynin benzer duyguları yaşadığı bu süreçte yaşanan duygular ve sürecin doğru yönlendirilmesinin sınav performansına olumlu katkı sağlayacağını bildirdi.
Kaygıyı, “kaynağı belirsiz korku” olarak tanımlayan Süyür, “O zaman akla ‘Korku nedir’ sorusu gelmektedir. Korku, herkes tarafından tehlikeli olarak kabul edilen bir duruma karşı yaşandığı halde, kaygı kişinin kendisinin ürettiği bir duygudur” ifadelerini kullandı.
Genel olarak olumsuz duyguların yaşandığı durumların kaygının ortaya çıkmasına neden olduğunu anlatan Süyür, şöyle devam etti:
“Unutulmamalıdır ki, kaygı temelde yaşadığımız olaydan değil yaşadığımız olaylara yüklediğimiz anlamlardan, yorumlardan kaynaklanır. Duruma bağlı olarak gelişen kaygı, o şartlar içinde yaşanır ve kişiyi zorlayan durumun bitişi ile birlikte kaygıya ilişkin belirtiler de ortadan kalkar. Kaygılı insanların olaylara bakış biçimi oldukça karamsardır. Günlük olağan sorunları bile dünyanın sonu gelmişçesine yaşarlar.
Kaygının gelişimi oldukça karmaşıktır. Kaygı, kökenini bireyin çocukluk yaşantılarından alır. Bu yaşantılar, çocuğun ana babası, yakın arkadaşları ve öğretmenleri ile olan ilişkilerinden kaynaklanır. Kaygı, çocuğun çevresindeki kaygılı insanların varlığı ile gelişir. Çocukluğu izleyen ergenlik döneminde de ana baba ya da diğer yetişkinlerin tutumları kaygı düzeyini etkiler.”
SINAV KAYGISI VE NEDENLERİ
“Sınav kaygısı, sınav öncesi öğrenilen bilginin sınav sırasında kullanılmasına engel olan ve başarının düşmesine yol açan yoğun duygu halidir” diyen Süyür, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kaygının bir türü olan sınav kaygısının temelinde de öğrencinin sınava yüklediği anlam ve değerler bulunmaktadır. Kaygıyı doğuran unsur sınavın kendisi değil, sınava yüklenen farklı anlam ve yorumlardır. Kaygı tek bir nedene bağlı olarak ortaya çıkmaz, bir ya da birden fazla nedeni olabilir: Çevresindeki insanların (Ebeveyn, arkadaş, öğretmen vb.) kendisi hakkındaki değerlendirmelerine çok önem vermesi vs. gibi etkenler kaygıyı tetikler. Ailelerin öğrencinin ilgi, ihtiyaç ve yeteneklerine uygun olmayan yüksek beklentileri ve öğrencinin, mükemmeliyetçi, rekabetçi ve kontrolü elinde tutmak isteyen bir yapıya sahip olması kaygıya yol açan etmenlerden biridir.
Sınav tarihi yaklaşınca konu eksiklerini belirleyip bilgi eksiklerinizi tamamlamaya çalışın. Öğrendiğiniz ve bildiğiniz konuları tekrarlayarak pekiştirmeye çalışın. Belirli sürelerle kendinize deneme sınavı uygulayın. Sınav günü zinde olmanızı sağlayacak uyku düzeninizi daha önceden oluşturun. Dengeli beslenin. Fazla yorucu ve ağır olmayan fizik egzersizleri yapın. Sınava gireceğiniz okulu ve sınıfı mutlaka ziyaret edin. Sınav haftasında yapacağınız psikolojik hazırlık akademik hazırlıktan daha önemlidir. Bu nedenle olumlu düşünmenizi ve hissetmenizi sağlayacak etkinliklere zaman ayırıp, sevdiklerinizle zaman geçirin.
Sizin gibi sınava hazırlanan diğer öğrencilerle bir araya geldiğinizde sınavla ilgili konuşmamaya özen gösterin. Sınava son iki gün kala çalışmalarınızı tamamlayıp kendinizi rahatlatmaya çalışın. Sınavdan bir gün önce sınavla ilgili herhangi bir çalışma yapmayın. Sizi yoracak faaliyetlerden ve moralinizi bozacak haberlerden uzak durun. Yatmadan önce sınavda yanınızda götüreceğiniz belgeleri hazırlayın.(sınava giriş ve kimlik belgesi, nüfus cüzdanı, bir fotoğraf, en az iki adet koyu siyah ve yumuşak uçlu kurşun kalem, leke bırakmayan ve yumuşak silgi, kalemtıraş). Normal yatış saatinizde uyumaya özen gösterin.”
PANİĞE KAPILMAYIN
Süyür, öğrencileri, heyecanlandıklarını fark ettiklerinde paniğe kapılmamaya çağırarak, “Heyecan sınavın doğal bir sonucudur. Önemli olanın heyecanı paniğe dönüştürmemek olduğunu kendinize hatırlatın” uyarısını yaptı.
Dağıtılan cevap kâğıdındaki bilgilerin doğrulunun kontrol edilmesini isteyen Süyür, uyarılarını şöyle sıraladı:
“Yazılması ve kodlanması gereken yerleri yazıp kodlayın. Soru kitapçıkları dağıtıldığında kitapçık türüne dikkat edip, kitapçık türünü cevap kâğıdındaki ilgili yere kodlayın. Soru kitapçığının sayfalarını inceleyip eksik ya da hatalı sayfa olup olmadığına bakın. Soru kitapçığının kapağındaki Ad-Soyadı ve TC. Kimlik No bölümlerini kontrol edin.Soruları cevaplamaya en iyi bildiğinizi düşündüğünüz ve kendinizi güçlü hissettiğiniz bölümden başlayın.
Sınavda farklı türde soru kitapçıkları olacağından soruların geliş sırası zorluk derecesiyle paralel olmayabilir. Bu yüzden soruların kolaydan zora doğru sıralandığını düşünmeyin. Bir soruyu yapamadığınızda endişeye kapılmak yerine sınavda yer alan farklı konulara ait diğer sorulara geçin. Ve sadece yeni soruyu düşünün. Soruyla inatlaşmayın! Emin olmadığınız sorulara daha sonra bakmak üzere boş bırakın. Bir soru üzerinde gereksiz zaman harcamayın.
Soruların yanıtlarını işaretlerken kodlamalarınızda bir hata ya da kaydırma olmadığından emin olun. Belirli aralıklarla kodlamalarınızı kontrol edin. Başka adayların kaç soru yanıtladıkları ve neler yaptıklarıyla ilgilenmeyin. Cevaplarınız bittiğinde, cevaplarınızı son bir kez kontrol edin. İyi bir sınav performansı için ele alınmış tüm bu öneriler siz anne babaların sınava yönelik olumlu tavır ve davranışlarıyla desteklendiğinde anlamlı olacaktır. “
Süyür, anne ve babalara, “Çocuklarınıza verebileceğiniz en güzel destek, stres yaratabilecek her türlü diyalogdan uzak durup her koşulda ve durumda kendilerini desteklediğinizi hissettirmeniz olacaktır” diyerek, sözlerini tamamladı.
SANKO Üniversitesi ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” karanfillerle kutlandı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Müdürü ve SANKO Üniversitesi Genel Sekreteri Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, hastanede ve üniversitede görev yapan kadın personelin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayarak, yaşamlarının bundan sonrası için de sağlıklı, mutlu ve başarılı günler geçirmeleri temennisinde bulundu.
Dr. Yıldırım’a Başhemşire Ceylan Özyılmaz ve İnsan Kaynakları Müdürü Tuğba Özgüven eşlik ederek, karanfiller takdim edildi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi ve SANKO Üniversitesi tarafından, Türkiye genelinden Üroloji Hekimlerinin katılımıyla, “Laparoskopik Üroloji” eğitim toplantısı düzenlendi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde düzenlenen toplantının açılış konuşmasını yapan SANKO Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Sınav, birinci yaşını dolduran SANKO Üniversitesi’nin akademik çalışmalara ve sosyal sorumluluk projelerine destek vermesinden duyduğu memnuniyeti, “Bilgi paylaştıkça çoğalır” diyerek dile getirdi.
Prof. Dr. Sınav, “Bizim medeniyetimizde 16. Yüzyıldan bu yana üniversiteler ders veren kurumlar olarak anlaşılır. Üniversitelerde öğretmen gelir ders verir. Halbuki eğitim öğretim üniversitenin 3 fonksiyonundan birisidir. Üniversitenin birinci fonksiyonu bilim üretmektir. İkincisi eğitimdir, yeni şeyler öğrenip onu dışarıyla paylaşmaktır. Dershane gibi ders anlat çık git değil” dedi.
“Üniversite bütçemizde daha kuruluş aşamasında yurt dışında çalışmalarına devam eden Türk bilim insanlarını getirip halka, öğrencilerimize, doktorlarımıza yönelik toplantı ve konferans düzenlemek için bütçe ayırdık” diyen Prof. Dr. Sınav, bu doğrultuda çalışmaların, eğitim ve organizasyonların devam ettiğini söyledi.
-OPR. DR. KAZIMOĞLU-
Toplantının moderatörlüğünü üztlenen Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Üroloji Uzmanı Opr. Dr. Hatem Kazımoğlu da “SANKO Üniversitesi ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nin bu toplantıya destek vermesi büyük bir mutluluk. Bu imkanı bizlere sundukları için çok teşekkür ederim. Bu toplantı herkes için yararlı bir toplantı olmasını dilerim” diye konuştu.
Memorial Ataşehir Üroloji Bölümü ve Minimal İnvaziv Robotik Cerrahi Merkezi Başkanı Prof. Dr. Tibet Erdoğru ise konuşmasında, bu eğitim toplantısının Gaziantep’te geçekleşmesinden memnuniyet duyduklarına vurgu yaptı:
Prof. Dr. Erdoğru, kapalı sistem laparoskopik ve robotik böbrek, idrar kesesi ve prostat ameliyatlarının günümüzde artık açık cerrahinin yerini aldığına dikkati çekerek, “Vücuda açılan ufak deliklerden gerçekleştirilen bu tekniklerde ameliyat alanı 15 kat büyütülerek, görülür ve kanama olmadan operayon gerçekleştirilir. Hastaya, hızlı ve ağrısız iyileşmeyle birlikte kozmetik avantajlar sunar” ifadelerini kullandı.
Açılış konuşmalarının ardından Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Üroloji Uzmanları Opr. Dr. Hatem Kazımoğlu ve Opr. Dr. Mehmet Mercimek, toplantı salonundan canlı yayınla katılımcılar tarafından izlenen laparoskopik nefrektomi (kapalı böbrek) ameliyatlarını gerçekleştirdiler. Eğitim toplantısına katılanlar tarafından vakalar üzerinde değerlendirmeler yapıldı.
Tüm gün süren eğitim toplantısı, ameliyathaneden canlı yayının ardından soru cevapla son buldu.
-AMİL AÇIKGÖZ:
-‘’KIZIMIN TEKRAR ESKİ SAĞLIĞINA KAVUŞMUŞ OLMASI YAŞADIĞIM
BÜTÜN AĞRILARI BANA UNUTTURDU”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi, gerçekleştirilen başarılı organ nakilleriyle hastalara umut olmaya devam ediyor.
Osmaniye’de yaşayan diyaliz hastası Aybüke Açıkgöz (18), Özel Sani Konukoğlu’nda babasından nakledilen böbrekle yeniden sağlığına kavuştu.
Aybüke Açıkgöz, 13 yaşındayken halsizlik nedeniyle doktora gidiyor. Kan seviyesinde düşme olduğu söylenen Aybüke, yaklaşık 5 yıl boyunca bununla ilgili tedavi görüyor. Şikayetlerinde bir değişiklik olmayınca farklı hastanelere şifa arayan Aybüke, 8 ay önce böbrek hastası olduğunu öğreniyor.
“Teşhis konduktan sonra beni Adana’ya sevk ettiler. Teşhis kondu ve hemen ardından diyalize girmem veya nakil olmam gerektiği söylendi. Ailece büyük bir şaşkınlık içindeydik” diyen Aybüke, nakil kararıyla ilgili şunları söyledi:
“O anda annem ve babam ‘biz böbreğimizi vereceğiz, eğer mümkünse hemen nakil olsun’ dediler. Anne ve babanın çocukla doku uyumu yüksek olduğu için kan grupları öğrenilip, kronik bir rahatsızlıklarının olmadığı anlaşılınca nakil işleminin hemen gerçekleşebileceği söylendi.”
BABA AÇIKGÖZ: ‘’NAKİLDEN SONRA BÜTÜN ORGANLARIMI DA BAĞIŞLADIM’’
Din görevlisi (imam) ve 4 çocuk babası olan Amil Açıkgöz’ün (47) önce kendi dokularına bakılmasını istediğini gülümseyen gözlerle dile getiren Aybüke, “Gerekli tetkikleri yaptırmak için Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne geldik. Babamın dokuları uyunca hemen nakil işlemini gerçekleştirdik. Diyalize hiç girmeden nakil yapıldı. Bunun için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Nakil işlemi yapıldıktan sonra doktorumuzun böbreğin çalıştığını ve her şeyin yolunda gittiğini söyleyince çok mutlu oldum” diye konuştu.
Amil Açıkgöz ise duygularını şöyle paylaştı:
‘’Bir anda böyle bir rahatsızlığın ortaya çıkması tabiî ki bizi çok üzdü. Teşhis konulunca hemen ben de annesi de ‘böbreğimizi veririz’ dedik. Önce gerekli tetkiklerin bana yapılmasını istedim. Dokular uyunca da nakil işlemi için hastaneye yattık. Nakil yapıldıktan sonra böbreğin çalışıyor olduğunu öğrenince çok mutlu oldu. Kızımın tekrar eski sağlığına kavuşmuş olması yaşadığım bütün ağrıları bana unutturdu.”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ni, daha önce nakil tedavisi görmüş olan bir hastanın önerisi üzerine tercih ettiklerini belirten Amil Açıkgöz, geldiklerinde doktorlarından, hemşirelerden, hastane çalışanlarından göstermiş oldukları ilgiden memnun kalınca nakli de burada olmaya karar verdiklerini anlattı.
‘’İyi ki gelmişiz. Buradan çok memnun bir şekilde ayrılıyoruz. Herkes Antalya diyor. Nakil işleminden önce araştırma yapsınlar” diyen Baba Açıkgöz, şöyle devam etti:
“Biz tavsiye üzerine geldik, tavsiye edenlere çok teşekkür ederiz. Ben de nakil olacak başka hastalara tavsiye ediyorum. Nakilden sonra bütün organlarımı da bağışladım. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu organ bağışı ile ilgili fetva verdi. Nakille insanların sağlıklı olacağını, dinen bir sakıncası olmayacağını söyleyerek insanları organ bağışına teşvik etti. İnsanlar organ bağışında bulunmalı. Yaptığının hayrını fazlasıyla görecek. Evladına da olsa, bir başkası da olsa yaptığın iyiliğin karşılığını göreceksin.”
Kızının ve eşinin sağlıklı bir şekilde ameliyattan çıkmasının mutluluğunu yaşayan ve öğretmen olan anne Mukaddes Açıkgöz de organ bağışı ve organ nakliyle ilgili olarak “Eğer sağlık durumunuz elveriyorsa bir şeyleri bahane etmeden organ bağışında bulunun. Sadece ben ve babası değil, akrabalardan birçoğu Aybüke’ye böbreğini vermek istedi. Ancak herkes bizim kadar şanslı değil” ifadelerini kullandı.
‘’HASTANE OLARAK ELİMİZDEN GELENİN EN İYİSİNİ YAPIYORUZ’’
Organ nakli ile ilgili çalışmalar konusunda bilgiler veren Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlu Hekimi Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu ise organ bağışının önemine vurgu yaparak, şunları kaydetti:
“Hastane olarak gerek tıbbi, gerek teknoloji ve gerekse hizmet açısından elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Günümüz koşullarında, gerekli şartlar dahilinde kapalı şekilde de gerçekleştirilen ameliyatlarla böbrek vericileri çok kısa bir sürede ayağa kalkıp, hayatlarını devam ettirebiliyorlar. Ancak böbrek bağışı sayısı konusunda hala yol alabilmiş değiliz.”
-“HASTALIĞI TAMAMEN ORTADAN KALDIRACAK BİR TEDAVİ NE YAZIK Kİ BUGÜN İÇİN YOK. ANCAK BELLİ BİR SÜRE İLERLEME HIZINI DURDURACAK YA DA YAVAŞLATACAK BAZI YENİ TEDAVİ OLANAKLARI BULUNMAKTADIR”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Deniz Yücel, alzheimer hastalığının en sık başlama biçiminin unutkanlık olduğunu belirterek, ‘’Hastalığı tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi ne yazık ki yok. Ancak belli bir süre ilerleme hızını durduracak ya da yavaşlatacak bazı yeni tedavi olanakları bulunmaktadır’’ dedi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde, halka açık konferanslar kapsamında Nöroloji Uzmanı Dr. Deniz Yücel “Bunama ve Alzheimer” konusunu anlattı.
Alzheimer hastalığının beynin düşünce ve algılamasını etkileyen nörodejeneratif hastalıkların en sık görüleni ve “bunama” da denilen demans tablosunun da en sık nedeni olduğunu anlatan Dr. Yücel, şunları kaydetti:
‘’Bunama bir insanda zihinsel işlev alanlarından en az ikisinin bozulmasıdır. Bu bozulmanın o zihinsel alanların daha önceki düzeylerine kıyasla anlamlı bir kötüleşme ifade etmesi ve günlük yaşamı etkileyecek kadar ağır düzeyde olmasıdır. Bu üç şart bir araya geldiğinde biz o kişide bir bunama tablosunun olduğuna karar veriyoruz.”
Bunamanın bir durumu tarif ettiğini alzheimer hastalığının ise bu durumu oluşturan en sık neden olduğunu ifade eden Dr. Yücel, bu hastalığın genellikle yaşlılıkta ortaya çıktığını, 65 yaşın üzerinde 10 kişiden birinde ve 85 yaşın üzerinde iki kişiden birinde görüldüğünü, dünyada 20 milyona yakın alzheimer hastası bulunduğunu bildirdi.
Alzheimer hastalığının en sık başlama biçiminin unutkanlık olduğunun altını çizen Dr. Yücel, şu bilgileri verdi:
“Bu son derece sinsi ilerleyen bir unutkanlık, genellikle ne zaman başladığı tam olarak fark edilmez. Eşyalarını koyduğu yerde bulamamak, söylediği şeyleri unutmak, sık sık aynı şeyleri sorma, her seferinde ilk kez soruyormuş gibi davranma, son zamanlarda yaşananların yapılanların unutulması ancak eskilerin unutulmaması. Zamanla beynin diğer zihinsel işlevlerinde de bozulma ortaya çıkar.”
Alzheimer hastalığının yavaş ilerleyen, ancak zaman içinde günlük yaşamı etkileyerek hastayı geri dönüşsüz bir şekilde bakıma muhtaç bıraktığına vurgu yapan Dr. Yücel, bu hastalığın genetik ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşimi sonucu ortaya çıkan kompleks nörolojik hastalıklardan olduğunu söyledi.
RİSK FAKTÖRLERİ
Dr. Yücel, alzheimer hastalığının risk faktörlerini “Yaş, kadın cinsiyeti, düşük eğitim, ailede demans öyküsü, genetik etkenler, bilinç kayıplı kafa travması, down sendromu, majör depresyon öyküsü, vasküler olaylar, plazma homosistein düzeyi, küçük kafa çevresi, hipotiroidi, bazı toksik ve zararlı durumlara maruz kalmadır” olarak sıraladı.
-‘’GÜNLÜK YAŞAMDA YARDIM VE GÜVENLİK İHTİYACI DOĞUYOR’’-
‘’Alzheimer hastalığını tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi ne yazık ki bugün için yoktur. Ancak belli bir süre hastalığın ilerleme hızını durduracak ya da yavaşlatacak bazı yeni tedavi olanakları bulunmaktadır” diyen Dr. Yücel, bu ilaçların hastalığın bazı belirtilerini hafifleterek, hastanın yaşam kalitesini koruduğunu ve kendine daha uzun süre bakabilmesini sağladığına dikkati çekti.
Alzheimer hastaları için ilaç tedavilerinin yanı sıra özenli bir bakımın da önemine değinen Dr. Yücel, hastalık ilerledikçe günlük yaşamda daha fazla yardım ve güvenlik ihtiyacı doğduğunu anlattı.
Dr. Yücel, ‘’Bu aşamada gündüz bakım evleri, Alzheimer dernekleri ve sivil toplum örgütlerinin önemi büyüktür. Bu örgütlerin çoğalması da farkındalık yaratmakla gerçekleşecektir” diyerek, sunumunu bitirdi.
Dr. Yücel, sunumunun ardından katılımcıların sorularını yanıtladı.
Sanko Tekstil, Gaziantep’te düzenlenen ‘’4. Penye, Tekstil ve Teknolojileri Fuarı (PENTEX)’’nda stant açtı.
Ortadoğu Fuar Merkezi’nde gerçekleştirilen fuarın açılış törenine katılan Gaziantep Vali Vekili Adil Nas, Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Osman Toprak ve diğer protokol üyeleri, Sanko Tekstil standını gezdiler.
Fuara ev sahipliği yapan Gaziantep Sanayi Odası (GSO) Onursal Başkanı Abdulkadir Konukoğlu ve Yönetim Kurulu Başkanı Adil Sani Konukoğlu’nun da eşlik ettiği ziyaret sırasında, Vali Vekili Nas ve beraberindekiler, Sanko Tekstil standında yer alan ürünleri dikkatle inceleyerek, yetkililerden bilgi aldılar.
Sektörün en önde gelen firmalarından olan Sanko Tekstil, fuarda açtığı stantla yine ziyaretçilerinin en uğrak yeri oldu.
SAĞLIK HİZMETİ
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi de PENTEX’te stand açtı. Stantta ziyaretçilere hastanenin hizmetlerine ilişkin bilgiler verilerek, dileyen katılımcıların tansiyon ve kan şeker ölçümü de yapılıyor.
GSO destekleriyle Ortadoğu Fuar Merkezi’nde düzenlenen PENTEX Fuarı, 22 Şubat tarihine kadar sürecek.
SANKO TEKSTİL
Sanko Tekstil tesislerine ulaşan pamuklar 111 yıllık tecrübe, üstün kalite anlayışı ve modern teknolojiyle ipliğe dönüşüyor. 500 bin iğlik üretim kapasitesi ve ürün çeşitliliğiyle alanında lider olan Sanko Tekstil, bu özellikleriyle Türkiye’nin en büyük, dünyanın da sayılı iplik üreticileri arasında yer alıyor.
Örmede, 400’e yakın makinası ile Türkiye’deki en büyük üretim kapasitesine sahip olan Sanko Tekstil, dokumada yıllık 250 milyon metre denim üretim kapasitesi ile dünyanın sayılı tesislerindendir. Sanko Havlu tesisleri ise yılda 5.000 ton havlu – bornoz üretim kapasitesi ile sektörün önemli aktörlerinden birisidir.
ÖZEL SANİ KONUKOĞLU HASTANESİ
Sağlıkta yüksek kalitenin adresi haline gelen ve dünya standartlarında hizmet verilen hastanede, acil servis, biyokimya, patoloji ve klinik mikrobiyoloji laboratuvarları, radyoloji, nükleer tıp, kardiyovasküler cerrahi, organ nakli merkezi, nefroloji, genel cerrahi, beyin cerrahisi, çocuk cerrahisi, dahiliye, gastroenteroloji, endokronoloji, kulak burun boğaz, pediatri, kardiyoloji, göğüs hastalıkları, üroloji, ortopedi ve travmatoloji, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon, plastik rekonstrüktif cerrahi, göz hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum, nöroloji, psikiyatri, göğüs cerrahisi, dermatoloji ve üremeye yardımcı tedavi merkeziyle uzman tanı ve tedavi yöntemleri uygulanıyor.
Gaziantep ve bölge genelinde sağlık alanında kaliteli hizmeti ilke edinen Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, güçlü hekim kadrosunu her geçen gün genişletiyor.
Halen Opr. Dr. Murat Ulutaş’ın hasta kabul ettiği Nöroşirurji (Beyin, Omurilik ve Sinir Cerrahisi) Polikliniği’nde, Opr. Dr. Kadir Çınar da görev yapmaya başladı.
Opr. Dr. Kadir Çınar, 1973 yılında Şanlıurfa’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Şanlıurfa’da tamamlayarak, 1991-1997 yılları arasında Eskişehir-Osman Gazi Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldı. 2003 - 2010 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamladı.
Sırasıyla, Şanlıurfa Birecik Gültepe Sağlık Ocağı (1997-1999), Tunceli 4. Komando Tugayı 4. Komando Taburu (1999-2001), Şanlıurfa Birecik Devlet Hastanesi Acil Servis (2001-2003), Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı (2003-2010), Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi (2010-2012), Gaziantep Şehitkamil Devlet Hastanesi’nde (2012-2015) görev yapan Opr. Dr. Çınar, 2015 yılı Şubat Ayı itibariyle Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde hastalarını kabul etmeye başladı.
Türk Nöroşirurji Derneği, Sinir Sistemi Cerrahisi Derneği üyesi olan Opr. Dr. Çınar İngilizce bilmektedir. Türk Nöroşirurji Derneği 24. Kongresi Yılın Bildirileri ödülünü almıştır, pek çok ulusal bilimsel kongre, kurs ve sempozyuma katılmıştır.
-‘’İLK DÖNEM BAŞARISIZLIK YAŞAYAN ÇOCUKLAR İÇİN İLK DÖNEMLE
İKİNCİ DÖNEM ARASINDA KIYASLAMA YAPILMAMALIDIR. ÖNEMLİ
OLAN ÖNÜMÜZE BAKMAK, YENİ VE TEMİZ BİR SAYFA AÇMALIYIZ’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Psikologu Melisa Özturan, yarıyıl tatilinin pazartesi günü sona ereceğini anımsatarak, ‘’Çocukla birlikte ailelerin de aynı heyecanı yaşaması, çocuklarda okula tekrar motive olmayı kolaylaştırır’’ dedi.
Yarıyıl tatilinin sona erecek olması nedeniyle velilere önerilerde bulunan Özturan, tatil planlamasında okul ve aileler tarafından yapılan bir takım yanlışların tatili amaçsız geçirmek isteyen çocuklar için bir fırsat olduğunu belirtti.
Özturan, ‘’Ebeveynlerin yaptığı en büyük hata çocuklar tatile girdiğinde aynı tempoyu koruyamamak oluyor. Çoğu ebeveyn tatil başlamadan önce bununla ilgili belirli bir program hazırlamamış oluyor. Bu da tatil dönüşü çocukların okuldan soğumasına, derslere tekrar adapte olmakta zorlanmasına sebep oluyor” diye konuştu.
Okulların kısa tatillerde bile öğrencilere çok fazla ders yükü yüklediğini, bunun da çocukların tatillerini dersle iç içe geçirmek zorunda kalmasına yol açtığını anlatan Özturan, şöyle devam etti:
“Tatil uzun da olsa kısa da olsa çocuklar için boş zaman yaratılmalı, ders, uyku ve bir takım faaliyetler için bir plan hazırlanmalıdır. Çünkü amaçsız kalan vücut tembelliğe çabuk alıştığından, kendini bırakır. Bir okul çocuğunun tatilde de olsa uyku düzeninin bozulmaması gerekiyor. Okul başlamasına yakın o düzeni tekrar sağlayabilmek için okul dönemindeki uyku saatlerine yakın saatlerde uyuyup uyanması gerekiyor. Bu çocuğun okul hayatına daha zinde başlamasını sağlayacaktır.”
-‘’ÖNEMLİ OLAN YENİ VE TEMİZ BİR SAYFA AÇMAK’’-
Tatil kısa bile olsa tatilin bitmesine birkaç gün kala çocuğun okul arkadaşlarıyla vakit geçirebileceği bir program uygulanması gerektiğini vurgulayan Özturan, bunun birbirine özlem duyan çocuklar arasında heyecan yaratacağını ve okula dönüşle ilgili motivasyon sağlayabileceğini ifade etti.
Çocuğun belli bir hedefinin olması gerektiğini ve her dönem o hedefe ulaşırken farklı adımlar belirlenmesinin başarısını arttıracağına vurgu yapan Özturan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Okul başladığında ilk dönemdeki başarısızlığı belirlenmeli ve bir sonraki dönemde bunun etkisinde kalmayarak çocuğun motivasyonunu bozmamak için yeni hedefler belirlenmelidir. İlk dönem başarısızlık yaşayan çocuklar için ilk dönemle ikinci dönem arasında kıyaslama yapılmamalıdır. Önemli olan önümüze bakmak, yeni ve temiz bir sayfa açmalıyız. Geçmişte kalmak çocukta olumsuz etki yaratacaktır.”
Melisa Özturan, ailelerin yaklaşımı konusunda, “Okula başlıyorsun, arkadaşlarınla tekrar buluşuyorsun. Bu dönemi çok iyi geçireceğine inanıyorum. Yeni bir başlangıç olacak. Başarabilirsin. Sana inanıyoruz, güveniyoruz’’ ifadelerinin daha motive edici olduğunun altını çizdi.
-‘’GÜNLÜK ÇALIŞMA ÇİZELGELERİ OLUŞTURUN’’-
Ailelerin uzmanlarla iş birliğine giderek çocuklarının yaş gruplarına göre günlük çalışma çizelgeleri hazırlayabileceğine dikkati çeken Özturan, “Çizelge sonuçlarına göre ödül veya ceza sistemi uygulayabilir. Öncelikli olan çocuğa okulun ve eğitimin önemini anlatmak ve plana dahil ederek, çocuğa okul heyecanını tekrar kazandırmak. Çünkü bu şekilde çocuğun odaklanma süresi kısalırken, motivasyon süresi uzayacaktır” şeklinde açıklamalarda bulundu.
Çocukla birlikte ailelerin de aynı heyecanı yaşamasının, çocuklarda okula tekrar motive olmayı kolaylaştırdığına dikkat çeken Özturan, şunları kaydetti:
‘’Çocuk aynı heyecanı aileden görmeyince hevesi kırılır ve önemli olmadığını düşünür. Bunun yanında aileler imkanları doğrultusunda çocukların okul araç gereçlerini de onların ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda temin etmeye çalışmalıdır.”
Ailelerin okul dönüşünde çocuklarıyla gününü nasıl geçirdiğini, bir şeylere ihtiyaçları olup olmadığını sıkmadan yumuşak sorular sorarak ilgilenmelerinin çok önemli olduğunu anlatan Özturan, “Çocukların ailelerini yanlarında hissetmeleri çok önemli. Ebeveynleriyle bağları güçlü olan çocuklar hayatta daha güçlü ve başarılı olurlar” diyerek sözlerini tamamladı.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi, 6. Tarım, Tarım Teknolojileri ve Hayvancılık Fuarı (GAPTARIM) ile 11. Gıda, Gıda Teknolojileri ve Ambalaj Fuarı’nda (GAPFOOD) stant açtı.
Gaziantep Sanayi Odası ve Akort Fuarcılık işbirliğiyle Ortadoğu Fuar Merkezi’nde düzenlenen fuarda, Özel Sani Konukoğlu Hastanesi de açtığı stantta, ziyaretçilere sağlık hizmeti sunuyor.
8 Şubat tarihine kadar sürecek fuarda ziyaretçilerini ağırlayacak olan Özel Sani Konukoğlu Hastanesi standında, hastanenin hizmetlerine ilişkin bilgiler verilerek, dileyen katılımcıların tansiyon ve kan şeker ölçümü de yapılıyor.
-‘’MADDE TÜRÜ NE OLURSA OLSUN HEPSİNİN ORTAK NOKTASI ÖLDÜRÜCÜ VE KİŞİLERDE TAHRİBAT ANLAMINDA YARALAYICI OLMALARIDIR. O YÜZDEN YENİ GENÇLİĞİ BİLGİLENDİRMEK VE BİLİNÇLENDİRMEKTE HER ZAMAN FAYDA VARDIR’’
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Uzman Psikoloğu Melis Tümer Süyür, Türkiye’de ve dünyada alkol ve uyuşturucu madde alım oranının hızla arttığını ve maddeye başlama yaşının dikkat çekici bir şekilde düştüğünü belirterek, ‘’Bağımlılıktan kurtulmak mümkün’’ dedi.
Süyür, yaptığı yazılı açıklamada, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal hayatını yok eden uyuşturucu maddelerle mücadele etmenin, geleceğimiz olan çocuklarımızı bu maddelerden korumanın ancak iyi bir koruyucu halk sağlığı yaklaşımıyla olabileceğini belirtti.
“Ancak koruyamadığımız ve bir şekilde maddeyle karşılaşmış kişilerin maddeden kurtarılması için iyi bir psikiyatrik tedavi olması şarttır” diyen Süyür, bu kişilerin iyileşebileceğine, maddeden kurtulabileceğine öncelikle bizlerin inanması gerektiğini ifade etti.
Süyür, ‘’Psikiyatr, psikolog, sosyal hizmet uzmanları, rehber öğretmenler, aileler, yakın arkadaşlar ve bağımlı kişiler işbirliği içinde olmalı, bir ekip çalışması halinde sorunun üzerine gidilmelidir” saptamasını yaptı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde toplumun yüzde 90’ının yaşamının bir döneminde alkol aldığını, erişkinlerin yüzde 60-70’inin ise sıkça alkol aldığının tespit edildiğini bildiren Süyür, kalp hastalığı ve kanserden sonra alkole bağlı sağlık sorunlarının üçüncü sırada yer aldığını kaydetti.
ÖMRÜ KISALTIR
Erişkinlerin yüzde 30-45’inin yaşamının bir döneminde en az bir kez aşırı alkol almaya bağlı sorunla (trafik, iş, okul) karşılaştığını anlatan Süyür, şunları paylaştı:
“Hala yılda 200 bin kişi alkole bağlı bir sorundan ölmektedir. Otomobil kazalarında yüzde 75, kazadan ölümlerde yüzde 50, cinayetlerde yüzde 50, intiharlarda ise yüzde 25 oranında alkol sorumlu tutulmuştur. Ortalama yaşam süresini en az 10 yıl kısaltmakta olan alkol, bağımlılık yapan diğer uyuşturucu maddelere de öncülük etmektedir. Kentlerde kırsala göre daha yaygın olan alkolizm birinci derece akrabalarında alkol bağımlılığı olanlarda 7 kat daha fazla görülmektedir. Alkol de dâhil olmak üzere diğer tüm uyuşturucu maddeler ömrü kısaltır kişilere bağımlılık yapar. Bu konuda ebeveynlerimiz biraz daha dikkatli olmalı, çocuklarını yakından takip etmeli.”
Kişilik sorunları, çevresel etkenler, çevrede madde kullanımının yaygın olması, stres gibi sebeplerin de riski artırdığını ifade eden Süyür, aile içi iletişim ve paylaşım sorunlarının da kişileri maddeye iten önemli bir etken olduğuna vurgu yaptı.
BİR KİŞİNİN MADDE ALDIĞINDAN ŞÜPHELENDİREN ŞEYLER NELERDİR?
“Madde kullanımının en korkulan sosyal sonucu gençlerde yaygınlığının artmakta olduğudur” diyerek konunun ciddiyetine işaret eden Süyür, madde kullanan bir genci tanımak için dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıraladı:
GÖRMEZDEN GELİNMEMELİ
Uzman Psikolog Süyür, bağımlılığın sadece madde ile sınırlı olmadığını ifade ederken, bir insana bağımlılık, bilgisayar ve internete bağımlılık, kumar bağımlılığı tarzında da olabileceğini anlattı.
Süyür, şöyle devam etti:
‘’Bağımlılığın kötü sonuçları bıçak kemiğe gelene kadar görmezden gelinir. Madde keyif verici olup daha az zararlı diye bir şey yoktur. Madde kullanıcısı kendini farklı hissetmek ve kafa yapmak istemektedir. Son zamanların gündem maddesini oluşturan bonzai de bunların içerisindedir. Mesela, bir şeyden hoşlanıyorsak tekrar tekrar yapmak isteriz. Zarar görüyorsak ve yine de tekrar tekrar yapıyorsak iş kontrolden çıkmış demektir.”
İYİLEŞMEYİ İSTEMEK EN ÖNEMLİ ADIMDIR
Kişinin bağımlılıktan kurtulması için her şeyden önce “Ben iyileşmek istiyorum” demesi gerektiğini vurgulayan Süyür, açıklamasını şöyle tamamladı:
‘’Kişi bağımlılıktan kurtulmak için kararlı olmalıdır. Madde kullanmamak öldürmez kişiyi, kullanmak öldürür. Ortada bir gerçek var ki o da kişinin hiçbir şey anlamadan bağımlı olmasıdır. Kişinin ilk önce kullandığı maddeyi bırakmayı istemesi, bağımlılıkla ilgilenen bir psikiyatra gitmesi, gerekirse hastanede yatması, bu tür ortamlardan uzaklaşması, madde kullanan arkadaşlarını uyarıp maddeyi bıraktığını söylemesi, telefon kartını değiştirmesi, ortam değişikliği yapması gerekir. Ayrıca kendini kandırmadan maddenin zararlarını iyi analiz ederek her aklına geldiğinde bağımlılığın kötü sonuçlarını, ailesini düşünmesi ve bir adım geri atması gerekir ama tüm bunlar yine de yeterli değildir. Tüm bu zorluklara karşı neden hala kullanmak isteyelim ki? Madde türü ne olursa olsun hepsinin ortak noktası öldürücü ve kişilerde tahribat anlamında yaralayıcı olmalarıdır. O yüzden yeni gençliği bilgilendirmek ve bilinçlendirmekte her zaman fayda vardır.’’
-“YARIYIL TATİLİ ÇOCUKLARIN BULUNDUKLARI ÇEVREYİ TANIMALARI
İÇİN FIRSATA DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR”
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Uzman Psikoloğu Gökçe Dertli, sömestr tatili öncesinde karnesinde düşük notu olan öğrencilerin ailelerini uyararak, “Aileler düşük notlar için çocuklarını yargılamadan ve yadırgamadan çocukla birlikte çözüm aramalı” dedi.
Dertli, iki hafta sürecek olan sömestr tatilinin öğrencilerin ve velilerin dinlenmesine bir vesile olduğu kadar deyim yerindeyse ‘karne sendromu’ olarak hala birçok ailede ciddi sorunlar oluşturduğunu söyledi.
Karne sonuçlarının, birçok veli tarafından “başarının göstergesi” olarak algılanıyor olsa da bu durumun öğrenciler açısından büyük bir kaygı haline geldiğini belirten Dertli, şöyle devam etti:
“Karne notlarının, öğrenciler için başarılı veya başarısız olarak nitelendirme amacı olarak görülmemesi, aksine bu durumun sadece hangi derslere daha fazla çaba harcaması gerektiğinin bir göstergesi olarak ele alınması gerekiyor. Öğrenciler için yoğun okul temposundan sıyrılıp dinlenme ve eğlence anlamına gelen bu tatil; ebeveynler içinse getirilen düşük notları düzeltmek için bir fırsat olarak görülüyor. Sonuç böyle olunca aile büyüklerinin ‘başarısızlığı telafi’ baskısı ile çocukların ‘dinlenme hakkı’ düşünceleri ebeveyn ve çocuk arasında bir uyuşmazlık oluşturuyor.
Ebeveynlerin vereceği aşırı tepkiler sanılanın aksine çocukları olumsuz yönde etkileyebileceği gibi çocuklar için tatillerini adeta bir kabusa çevirebilmektedir. Bu durumun engellenmesi için ebeveynlere düşen birincil görev, çocuklarına koşulsuz kabul ve sevgiyi hissettirmek, Sadece karnedeki başarısızlıkları değerlendirmemek, öncelikle başarılı notlar için çocuklarını tebrik etmektir. Düşük notlar için çocuklarını yargılamadan ve yadırgamadan hangi derslerde zorlandığını beraberce konuşmak, bunun nasıl üstesinden gelinebileceğini değerlendirmek gerekir.”
ÜSLUBA DİKKAT
Çocuklarda özgüven eksikliği oluşturmamak için aile bireyleri arasında yapılan başarısızlık değerlendirmelerinde üsluba dikkat edilmesi ve başka çocuklarla kıyaslama yapılmamasının çok önemli olduğunu anlatan Dertli, “Ayrıca öğrenme güçlükleri, dikkat eksikliği gibi akademik başarıyı etkileyen konularda gerekirse bir uzmana başvurmak gerektiği de unutulmamalıdır” uyarısını yaptı.
Yarıyıl tatilinin gelecek öğrenim dönemi için önemli bir motivasyon kaynağı olduğu kadar, aile bireyleri ile beraber vakit geçirmek ve sosyalleşmek için de iyi bir fırsat olduğuna vurgu yapan Dertli, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çocuklarla birlikte karar verilecek olan ve onların biyolojik saatlerini etkilemeyecek standart, eğitici ve eğlenceli sosyal etkinlikler araştırmak ve güzel bir tatil planı hazırlamak verimli bir tatil için ilk adım demektir. Tatil planını hazırlarken çocukların tatilden beklentileri, yapmaktan hoşlandıkları ve başarılı oldukları mevcut ilgi alanları da göz önüne alınarak bir liste hazırlamak çok daha etkili olacaktır.
Öğrencilere sağlanacak düzenli bir çalışma programı, eğitici olması açısından en önemli unsurdur. Tatilde mutlaka bir ders çalışma programı oluşturmak, birinci dönemde okulda veya dershanede görülen konulardan hangilerinde eksikliklerin olduğunu belirlemek, o konulara yoğunlaşmak ve konu tekrarı yapmak öğrencinin tatil sürecini çok iyi planlamasına ve tatili verimli değerlendirmesine katkı sağlayacaktır.
Tatil süresince öğretmenler tarafından verilen ödevler, tatilde bilgilerin unutulmasını engeller. Ödevlerin ve çalışmaların günlere yayılması ve son güne sıkıştırılmaması hem ebeveynin hem de öğrencilerin sorumluluğu altındadır. Öğrencilerin akademik başarısının artması kitap okumayla da doğrudan ilişkili olduğu için kitap okumak da hem ders başarılarını olumlu etkileyecek, hem sözcük dağarcıklarının gelişmesini sağlayacaktır. Kitap okudukça kavrama ve yorumlama yeteneği gelişen çocuklar ayı zamanda verimli bir dinlenme fırsatı elde edeceklerdir.”
BAŞKA NELER YAPILABİLİR?
Uzman Psikolog Gökçe Dertli, yarıyıl tatili sürecinin, çocukların aileleri ile birlikte bulundukları çevreyi tanımaları açısından fırsata dönüştürülebileceğini ifade etti.
Müzeler ve hayvanat bahçelerine yönelik programların yaşamın koşuşturmacasına kapılan aile üyeleri için bağları güçlendirici kültürel bir yolculuk olarak görülebileceğine dikkati çeken Dertli, hayvanat bahçelerinin öğrencilerin görsel-mekansal zeka gelişimine katkıda bulunurken öğrencilerde hayvanlara karşı bilinçlendirme olgusu katabildiğini kaydetti.
“Tatil süresince daha fazla uyku, sınırsız bilgisayar ve internet kullanımı isteyecek olan çocuklar için bu haklı isteklerine yerinde sınırlama getirmek çocuklarda ikinci döneme hazırlık ve diğer aktivitelerin ihmalini ortadan kaldırmak için oldukça önemli” diyen Dertli, şu ifadeleri kullandı:
“Okul dönemince uykuya ve oyuna aç kalan çocukların yalnızca bu ihtiyaçlarını karşılamak listenin kalan diğer maddelerinin hayata geçirilmesini olumsuz yönde etkileyeceği gibi çocuklarda gelecek döneme uyum zorluğuna neden olabilir. Bilgisayar ve televizyon karşısında geçirilecek süreye dikkat etmek azalan arkadaş etkileşimi ve sosyal ilişkileri yeniden şekillendirebileceği gibi çocuklarda neden olacak olası fiziksel rahatsızlıkları da engeller.
Tatiller aile içi ilişkileri geliştirme ve birlikte geçirilen zamanı artırma yönünden de önemli bir fırsat olarak da görülebilir. Bu zaman diliminde ara verilen akraba ilişkilerine fırsat tanımak, güçlenen aile bağlarıyla çocuklarda geçmiş öğrenim döneminin zihinsel yorgunluğu unutturmak açısından etkili olacaktır. Çalışan anne-babanın mümkünse izin zamanlarını çocuklarının tatil dönemlerine göre ayarlaması, çocuklarıyla olan iletişimini arttırır ve mevcut problemlerin çözüme kavuşturulmasına yardımcı olur.
Aile bireyleri ile nitelikli vakit geçirmek çocuklarda okulun verdiği duygusal kopukluğu azaltacağı gibi stressiz bir tatil dönemi açısından da olumlu sonuçlar doğuracaktır. Birlikte yapılabilecek hobilere ağırlık verilmesi ebeveyn ve çocuk arasında beraber geçirilecek zamanların ilk yapıtaşını oluşturur. Her iki tarafın da seveceği ve rahat edeceği çeşitli aktivitelere katılıp zamanlarını iyi ve verimli değerlendirebilecekleri yerleri seçmeleri bütün aile bireyleri için çok daha iyi bir seçim olur. Hep beraber vakit geçirmek, hem çocuğun özgüveninin artmasına hem de anne-baba ile olan arkadaşlığının gelişmesine önemli katkı sağlayacaktır.”
SPOR İÇİN FIRSAT OLABİLİR
Yarıyıl tatilinin çocukların spora başlaması için iyi bir fırsat olabileceğinin altını çizen Dertli, sözlerini şöyle tamamladı:
“Kapalı yüzme havuzları ve spor salonları çocukların enerjilerini olumlu yönde kullanma, onlarda genç yaşta spor bilinci oluşturma ve spora teşvik etme açısından faydalı olacaktır. Spor aktiviteleri fiziksel sağlığa yararlı olduğu gibi çocuklarda zaman ve sorumluluk bilinci oluşturmaktadır.
Bu ara dönem, öğrenciler için gelecek yarıyılda, yeni ve farklı sorumluluk bilincini oluşturma ve eksik yanlarını telafi etme gibi nitelikli kullanılması gereken önemli bir zaman dilimidir. Bu tatil öğrencilere kendilerini daha iyi tanıma, yeni kararlar alarak akademik açıdan başarıya giden yolların gerekliliklerini yerine getirme bilincinin oluşturulması açısından önem taşır.
Ebeveyninin gösterdiği sevgi, saygı ve gerekli ilgi ile oluşturulacak ortamı soluyan çocuklarda düzelmenin daha hızlı olduğu, anne-babanın çocuklarını ikinci döneme motive etme ve başarıya teşvik etme açısından önemli rol oynadıkları da unutulmamalıdır.”
Merkezi Gaziantep’te bulunan Anadolu Sağlık İşletmeleri Derneği (ASİD) ev sahipliğinde, Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği (SASDER) tarafından Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Toplantı Salonu’nda “Sağlık Yöneticisinin Gündemi” konulu panel düzenlendi.
Panelin açılış konuşmasını yapan ASİD Genel Başkanı ve Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Genel Müdürü Dr. Yusuf Ziya Yıldırım, bu tür organizasyonlara ev sahipliği yapmaktan duydukları memnuniyeti dile getirdi.
ASİD Yönetim Kurulu adına tüm konuşmacı ve katılımcılara teşekkür eden Dr. Yıldırım, “Bu tür organizasyonlarda paylaşılacak bilgiler sağlık kuruluşlarının geleceği için hayati önem taşıyor. Şu anda nerede olduğumuz ve gelecekte nasıl bir yol izlememiz gerektiği konularında paylaşımda bulunarak doğru hedefler belirleyebiliriz. Böyle bir toplantıyı Gaziantep’te düzenlediklerinden dolayı SASDER’e teşekkür ediyorum” dedi.
SASDER Başkanı Dr. Melih Bulut ise bu organizasyonu 3 yıldır planlandıklarını kaydederek, “İlk toplantımızın Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’nde yapılmasından dolayı çok mutluyum. Gaziantep’teki katılımcılarımızın heyecanlarından dolayı çok memnunum. Güzel bir panel gerçekleştireceğiz” diye konuştu.
İki oturum şeklinde gerçekleşen panelin “Gündemden Başlıklar”dan oluşan birinci oturum Dr. Baki İtez başkanlığında yapıldı. Dr. Melih Bulut “Hastanelerde Kriz Yönetimi”, Dr. Murat Kaya “Sağlıkta İnovasyon”, Dr. Murat Fırat “Sağlık Kurumlarında İş Sağlığı ve Güvenliği”, Dr. Ömer Güzel “Sağlıkta İnsan Gücünün Verimli Kullanımı” konularında bilgiler verdi.
Dr. Sermet Gün Erdem’in başkanlığını yaptığı “Kurumsal Paydaşlar ve Uygulamalar” konulu ikinci oturumda ise Dr. Ömer Faruk Erbay “Sağlık Bakanlığı Özel Hastaneler ve Ayakta Tedavi Kurumları Yönetmelikleri”, Dr. Cengiz Konuksal “SGK Özel Sağlık Kurumları Sözleşmeleri”, Elvan Atalay “Özel Sağlık Sigorta Süreçleri” ile ilgili bilgiler paylaştı.
Soruların yanıtlanması ile sona eren panele SGK İl Müdürü Mehmet Uzun, İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Özgül Balık ve çok sayıda sağlık yöneticisi katıldı.
Panelin sonunda ASİD Yönetim Kurulu tarafından panelistlere armağan takdim edildi.
Gaziantep Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi başarılı nakillerine, bir yenge ve kayınbiraderinin mutluluğunu ekledi.
Yengesi Züleyha Çapar’ın (43) bağışladığı böbreğin başarılı bir operasyonla kendisine nakledilmesiyle yeniden hayata gülümseyen evli ve 3 çocuk babası Metin Çapar (42), karaciğer hastası olan ağabeyine organ bağışında bulunmak için 3 yıl önce yapılan tetkikler sonucunda böbrek hastası olduğunu öğrendiğini ve ilaç tedavisine başlanıldığını söyledi.
Osmaniye’de yaşayan ve son 2 ay diyalize girmeye başlayan Metin Çapar, “Bu dönemde insan her şeyden önce eksik olduğunu hissediyor. Diyalize girdiğim dönemde çeşitli sıkıntılar yaşadım. Hatta doktora gidebilmek için işi bırakmak zorunda kaldım. Diyaliz basite alınacak bir şey değil” diyerek, yaşadığı süreci paylaştı.
Kadavradan nakil için Adana’da başvuru yaptığını belirten Çapar, uygun kadavra çıkmayınca ailesinin organ bağışında bulunmak istediğini, ancak eşinin böbreklerinden rahatsız olduğu ortaya çıkınca yengesinin böbreğini vermek istediğini ifade etti. Çapar, duygularını ‘’Tabi bu beni çok mutlu etti” sözleriyle dile getirdi.
Dokular uyunca daha önce tercih edenlerin önerileri ve internetten yaptıkları detaylı araştırmanın sonunda Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi’nde karar kıldıklarını anlatan Metin Çapar, şunları kaydetti:
‘’Ameliyat öncesinde gelip hastaneyi inceledik. Her şey çok olumluydu. Nakil için hemen hastaneye yattık. Nakil gerçekleştikten bir hafta sonra sağlığıma kavuştum. Çok memnun kaldım. Başarılı operasyonlarıyla adından söz ettiren, bölgemizde bizden bir hastanesi olması nedeniyle hiç tereddüt etmeden geldiğimiz bu hastaneden çok memnun bir şeklide ayrılıyoruz. Bunun için başta Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu’na ve ekibine çok teşekkür ediyorum.
İyi ki buraya gelmişiz. Ben de nakil olacak hastalara şu öneride bulunmak istiyorum ‘daha iyi bir yer bulmak umuduyla araştırma yaparak, daha fazla zaman kaybetmeden Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ne gelin’ İnsan hayatı çok önemli. Aile bağlarımız ve yengemin fedakarlığı herkese örnek olmalı. Yengemden Allah razı olsun. Dünya durdukça yengem de dursun. Lütfen herkes organ bağışında bulunsun.”
-‘’HİÇ ZAMAN KAYBETMEDEN BÖBREĞİMİ VERMEK İSTEDİM’’-
Kayınbiraderine böbreğini bağışlayarak, sağlığına kavuşmasında büyük rol oynayan üç çocuk annesi Züleyha Çapar, bir bankada çalıştığını bildirdi.
Züleyha Çapar, “Büyük kayınbiraderimi karaciğer nakli gerçekleşmediği için kaybettik. Metin’in böbrek nakli olması gerektiğini duyduğumuzda aynı şeyleri tekrar yaşamamak için hiç zaman kaybetmeden böbreğimi vermek istedim” diye konuştu.
Böyle bir teklifte bulununca eşinin ve çocuklarının kararını desteklediğini ve yanında olduklarını vurgulayan Züleyha Çapar, şöyle devam etti:
“2 hafta kadar bir sürede her şey oldubitti. Şükürler olsun şu an ikimiz de iyiyiz. Böbreklerimiz çalışıyor ve çok sağlıklıyız. Özel Sani Konukoğlu Hastanesi’ni kuranlardan, Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu’ndan, hastane çalışanlarından çok memnun kaldık. Bizimle sürekli ilgilendiler. Herkes organ bağışında bulunarak bir can kurtarabilir. Organ bağışıyla hayatı kurtulan insanların yerinde biz de olabiliriz.”
Züleyha Çapar’ın eşi, Metin Çapar’ın ağabeyi emekli bankacı Ökkeş Çapar (51) da eşinin kararından dolayı çok mutlu olduğunu ifade ederek, “Kardeşimin sıkıntıları bizi çok üzüyordu. Eşimin yaklaşımındaki insani boyutu anlatmak mümkün değil. Ayrıca, kardeşimin ve eşimin operasyon sonrası sağlıklı olmaları, bizlere en büyük ödül oldu” diyerek, mutluluğunu dile getirdi.
Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Organ Nakli Merkezi Sorumlusu Doç. Dr. Fatih Yüzbaşıoğlu da her naklin kendileri için bir gurur kaynağı olduğuna dikkati çekti.
“Sağlığına kavuşan her hastayla birlikte biz de hayata yeniden başlıyoruz. Gerek fiziksel kapasitemiz, teknolojik altyapımız, gerekse sağlık çalışanlarımız ve idari kadromuzla hastalarımızın yanında olmaya devam edeceğiz. Yeter ki organ bağışı yeterli olsun’’ diyen Doç. Dr. Yüzbaşıoğlu, hastalarına geçmiş olsun diyerek, uzun ve sağlıklı bir hayat diledi.